( Türk dilinin kökenlerini araştırmanın birinci koşulu sağlıklı bir
dil felsefesi bilgisi
edinmek, bu felsefenin ışığında yürümeyi bilmek, araştırılan sorunlara bu felsefenin
yöntemiyle yaklaşmaktır.
Bir topluluğun dilinde, o topluluğun yaşama anlayışını, yaşama biçimini, olaylara, doğaya
bakışını yansıtmayan sözcüklerin hepsi yabancı kökenlidir.
Kavramlarının üretirken somuttan soyuta yönelmeyi başaramayan bir toplumun dilinde
soyut var olanları içeren sözcüklerin bulunması bir olasılıktan öteye geçemez.
Bir toplumun düşünce ortamında bulunmayan şeyin kavramı da yoktur.
Kavramlar düşünsel içeriklerin taşıyıcısıdır.
Dilcinin bilge olması kaçınılmazdır.
Dilin gerçeğini ancak bilge dilci kavrayabilir.
Bir aydın başka dillerden aldığı kavramlarla düşünemez, üretemez, ancak aktarır,
bellekten belleğe gönderir.
Doğal yapısı ağacın yetişmesine elverişli olmayan bir ülkede orman ürünleriyle ilgili
kavramlar üretilebilir mi? Kişi bilmediği bir nesneye bildiği bir adı verebilir mi?
Düşünsel alanda yeri olmayan bir kavram içeriğinin sözcüğe girmesi sözkonusu değildir.
Soyut var olanlar üretemeyen bir topluluğun dilinde soyutu yansıtan kavramın yeri yoktur.
Anlamsal içerik, o sözcüğü konuşan topluluğun düşünsel çevresiyle bağlantılıdır.
Bir dille konuşup yazmak o dili bilmek değildir, önemli olan o dille düşünmek, üretmek,
düşünsel bir alan yaratmaktır.
Dilin yüzeysel özellklerine bakarak kökenine inmeye çalışmak yanıltıcıdır, saptırıcıdır.
Kökte bulunmayan anlamı sözcükte aramak da dil bilincinden yoksunluk demektir.
Dilin ayakta durmasını, yaşamasını, yayılmasını sağlayan yazıdır.
Dil insanla, insan dille vardır.
Dili yaşatan, geçmişten geleceğe taşıyan yazıdır. )