
Bu nedir? | Nasıl kullanılır? | Nasıl okumalı/anlamalı? | Sıkça Sorulan Sorular | Yenilikler | İletişim
FA... ~ FA...
İLE BAŞLAYAN SÖZCÜKLERDE
KARIŞTIRILMAMASI GEREKENLER!!!
(SÜREKLİ AYIRDINDA OLUNMASI GEREKENLER!!!)
- (B)İLİM İÇİN GEREKENLER:
GURBET ve/||/<> SABIR ve/||/<> KILAVUZ/ÜSTAD ve/||/<> FAKR-U ZARÛRET
- [Ar., Fars.] FAKÎR-ÂNE[Ar.] ile FAKÎR-HÂNE[Ar.]
( Fakire yakışacak biçimde/sûrette. | Fakircesine. | Nezâket olarak "ben" zamirinin karşılığı. İLE [alçakgönüllülükle] Söz söyleyenin evi. )
- [ne yazık ki]
DESPOT[Fr. < DESPOTE | Yun. < DESPOTES(: Efendi.)] ile/ve/<> DESPOT[Yun.] ile/ve/<> DİKTATÖR[Lat. < DICTATOR] ile/ve/<> FAŞİST[İt. < FASCIO(: Demet, birlik.)] ile/ve/<> TİRAN[Yun. < TYRANNOS]
( Bir ülkeyi, zora ve baskıya dayanarak "mutlakiyetçilikle" "yöneten" kişi. İLE/VE/<> Ortadoks Rumlar'ın, din başkanlarına verilen ad. İLE/VE/<> Her dediğini ve dilediğini yaptırmak isteyen kişi. İLE/VE/<> Tüm siyasal yetkileri kendinde toplamış kişi. | Zorba. İLE/VE/<> Eski Yunan'da, siyasal erki, tek başına elinde tutan kişi. | Siyasal erki, zorla ele geçiren, onu kötüye kullanan kişi. | Acımasız, gaddar. )
( Hiçbir koşul ya da yasaya bağlı olmadığı/olamayacağı, sınırlandırılamayacağı zannı ve/ya da iddiasıyla davranır.[Güçlerini keyfi kullanır, yasalara uymaz, topluma karşı acımasızdır.] İLE/VE/<> ... İLE/VE/<> "Yasaya" "bağlı" görünümünde, ölçüsüz, kişisel ve keyfî davranır. | Dizgeli/sistematik bir baskıcı "yönetim biçimi" uygular.[Genellikle acil durum ya da kriz dönemlerinde ortaya çıkar, siyasi muhalefeti bastırır, kişisel çıkarları için gücü kullanır.] İLE/VE/<> Faşizme bağlı olarak yönetir. Güçlü bir merkezi hükümete, şiddete ve milliyetçiliğe inanır, genellikle sivil özgürlükleri sınırlar. İLE/VE/<> Daha zalim ve baskıcı bir yöneticidir. Mutlak güce ve sınırsız yetkiye sahip olduğunu varsayar, topluma kıygı/zulüm uygular. )
( İdi Amin[Uganda], Caligula[Roma İmparatorluğu] İLE/VE/<> ... İLE/VE/<> Adolf Hitler[Nazi Almanyası], Joseph Stalin[Sovyetler Birliği] İLE/VE/<> Benito Mussolini[İtalya] ve Francisco Franco[İspanya] İLE/VE/<> Antik Yunan'daki bazı "önderler" ve modern çağda Saddam Hüseyin[Irak], Pol Pot [Kamboçya], Robert Mugabe[Zimbabwe] tiran olarak tanımlanabilir. )
( İSTİBDAT: Uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sınırsız tek erklik/monarşi, despotluk. )
( MÜSTEBİT ile/ve/<> ... )
- [ne yazık ki]
MÜNKER ile/ve/||/<> FAHŞA-YI MÜNKER
- FALİYET değil FAALİYET
- | VERİ ve/> BİLİ(ENFORMASYON) ve/> BİLGİ | ile/ve/+/<>/>/<
FARKINDALIK | BİLGELİK(İRFAN/HİKMET) ile/ve/+/<>/>/< ZARİFLİK/ZARÂFET
( BİLGİ: İnsan aklı sınırıları içerisinde evreni ve doğayı anlama çabası. )
( Bilgi, göklere uçabileceğimiz kanatlardır. )
( Yapmanız gereken şey farkında olmanın farkında olmaktır. )
( Tüm sonuçlarına katlanabilmektir. )
( Hiçbir uygarlık, varolan bilgiyle çatışmadan, bilgi üretemez. )
( KUTADGUBİLİG: Mutluluk/saadet veren bilgi, kutlu bilgi.
Çinliler, ona Edebü'l-Mülûk der; Maçinliler, onu Enîsü'l-memâlik diye adlandırır. Bu meşrık ilinin büyükleri, buna doğruca Zînetü'l-ümerâ der.
İranlılar buna Şehnâme der, Turanlılar ise Kutadgu bilig diye anar. )
( | Yazaç/harf. VE/> Hece. VE/> Sözcük. |
İLE/VE/+/<>/>/<
Tümce. )
( | ... VE/> "Ne, ne zaman, nerede, kim?" soruları ve yanıtlarıyla/karşılıklarıyla. VE/> "Nasıl?" sorusuyla ve yanıtlarıyla/karşılıklarıyla. |
İLE/VE/+/<>/>/<
"Neden?" sorusuyla ve yanıtlarıyla/karşılıklarıyla. )
( [bilginin/kavramın/nesnenin/olgunun] | Öncesi VE/> Sonrası VE/> İçi ve dışı |
İLE/VE/+/<>/>/<
Zamanı ve Zemini )
( | Letter, phoneme. AND/> Morpheme. AND/> Word. |
vs./AND/+/<>/>/<
Sentence. )
( | [by] ... AND/> "What, where, when, who?" questions and answers. AND/> "How?" question and answers. |
vs./AND/+/<>/>
"Why?" question and answers. )
( | Before AND/> After. AND/> Inside AND/> Outside |
vs./AND/+/<>/>/<
Time and place. )
( )
( DATA vs./and/<>/>/< INFORMATION vs. KNOWLEDGE vs. WISDOM, AWARENESS )
- ABARTMA ile/ve/değil/||/<> FAZLA ÖNEMSEME
- ACEMCE = FARSÇA
( Bu dille yazılmış olan. )
- ACIMA! ile/değil FAZLA ACIMA!
- AKIL ile/ve/değil FAAL AKIL
( [not] REASON vs./and/but ACTIVE REASON )
- AKSİNE yerine FARKLI OLARAK
( Aksine kelimesindeki gibi karşı düşünceyi reddetmek yerine karşı düşüncenin varlığını kabul ederek onun farklılığını belirtmek. )
- AKTÖR/LER ile/ve/değil/yerine/<>/>< FAKTÖR/LER
( [değerlendirmede/yorumlamada/konuşmada] Kişi/ler. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/<>/>< Konu/kavram/olay/olgular. )
- ALGISAL EŞİKLER'DE:
ÖZEL ALICILAR ile/ve MUTLAK EŞİK ile/ve FARK EŞİĞİ
- ALIKLIK/BELÂHET değil/yerine/>< FARKINDALIK
- AMAZON ile/ve/<> GOOGLE ile/ve/<> FACEBOOK ile/ve/<> MICROSOFT ile/ve/<> APPLE ile/ve/<> ORACLE
( )
- AMEL/E ile/ve/||/<> CAALE ile/ve/||/<> FAALE
( Eylemek/işlemek. İLE/VE/||/<> işlemek. İLE/VE/||/<> Kılmak. )
( Yineleme/tekrar edilme ve yön/istikamet varsa. İLE/VE/||/<> Yapı değişiyorsa. İLE/VE/||/<> Herhangi bir devinim/hareket ise. )
- AMELE ile FAİL
- ÂMİL KUVVET ile/ve FAİL KUVVET
( Etken. İLE/VE Etkin. )
- ANAGRAM ve/||/<> FAKTORİYEL[!]
( )
- ANAHTARLAR:
SOL ile/ve/<> DO ile/ve/<> FA
( )
( Dizenin ikinci çizgisi üzerine konulan ve çizgiye adını veren ve ince sesleri göstermeye yarayan bir anahtardır. İLE/VE/<> Portenin üzerine çizilen ve o çizgideki notaya adını veren anahtar. İLE/VE/<> Portedeki notaların, "Fa" yüksekliğinde olacağını gösteren im. )
- ANLAM ve/=/||/<> FARK
- ARAPÇA ile FARSÇA
( SİBEVEYN: Arapça dilbilgisini oluşturan kişi. )
- ARAPÇA ile/ve/||/<> FARSÇA ile/ve/||/<> TÜRKÇE
( Felsefe/bilim dili. İLE/VE/||/<> Sanat dili. İLE/VE/||/<> Eylem dili. )
( Fasîh. İLE/VE/||/<> Lâtif. İLE/VE/||/<> Zarif. )
- ARTIK ile FAZLALIK
( BÎŞ ile BÎŞÎ )
( WASTE vs. EXCESS )
- ASIL ile/ve/<> FASIL
- AŞK:
ÇOK UZAK ile/ve/<>/< FAZLA YAKIN
- AŞK = (FALL IN) LOVE[İng.] = AMOUR[Fr.] = LIEBE[Alm.] = AMORE[İt.] = AMOR[İsp., Lat.] = HO ER.S, HE FILIA, HE AGAPE[Yun.] = İŞK[Ar., Fars.] = MIN[Felm.]
- ATIK ile FAZLALIK
( WASTE vs. EXCESS )
- ATLET[Fr.] ile/ve FANİLA[İt.]
( Kolsuz. İLE/VE Kollu. )
- AYASOFYA MİNARELERİ'NDE:
MİMAR SİNAN DÖNEMİ ile FATİH DÖNEMİ
( [müze girişi itibariyle] Sol taraftakiler. İLE Sağ taraftakiler. )
- AYILMA ile FARKINDALIK
( TO RECOVER vs./and AWARENESS )
- AYIRDINDA/LIK ile/ve/<> FARKINDA/LIK
( Ayırt edebilme bağımlılıklardan kurtuluşa götürür. )
( Ayırt edebilme yeteneği, bizi bağımlılıklardan kurtuluşa, tutkusuzluğa götürecektir; bu durum ise doğru davranışı, eylemi sağlayacaktır; doğru davranış ise bizi gerçek var oluşumuza ulaştıran içsel köprüyü kuracaktır. )
( Ayırt etme ve ayrılık duygusu olmadığında, buna sevgi diyebilirsiniz. )
( Olgun kişi toplulukları düzenleyerek neyi birbirinden ayırması gerektiğini bilir. )
( Kişinin kendi için doğru olanı ayırd etmesi ve sıkı çalışması er ya da geç ödüllendirilecektir. )
( Kişi durumunun mükemmel olduğunun ve hatta daha da ilerleyeceğinin ayrımına varmalıdır. )
( Farkındalık her şeyin ötesidir - hem varlığın, hem yokluğun. )
( Farkına varın ki, her ne olursa, size, sizin tarafınızdan, sizin aracılığınızla olur ve siz, her ne algılarsanız, onun yaratanı, tadına varanı ve yok edenisiniz. )
( Önemli[öncelikli] olan, yalnızca farkındalıktır, onun içerdikleri değil. )
( Tam farkındalık halinde temas kurulmuştur. )
( Bir ilişki kurmak ve sürdürmek için, doğrudan eylemle ifade edilen sevecen bir farkındalık hali gereklidir. )
( Yeni ve özel bir farkındalık biçimi gerekmez. )
( Kişinin gönlünü görebilecek berrak içgörüye sahip olmadıkça ayırt edemezsiniz. )
( Kendi hakkınızdaki farkındalığınızı derinleştirin ve genişletin, o zaman tüm hayırlar ve lütûflar akacaktır. )
( Şimdi yapılmakta olan ayırt edebilme ve ihtirassız olma uygulaması, zamanı geldiğinde meyvesini verecektir. )
( Tüm gereksiniminiz, varoluşunuzun, bir sözlü beyan şeklinde değil, fakat her an mevcut bir gerçek olarak farkında olmaktır. )
( Varoluşunuzun farkındalığı, gerçek varlığınızı görmenizi sağlayacaktır. )
( Sadece var olduğunuzun farkında olun ve farkında kalın. )
( Discrimination leads to detachment. )
( In full awareness the contact is established.
Discrimination will lead to detachment; detachment will ensure right action; right action will build the inner bridge to your real being.
Awareness is beyond all - being as well as not-being.
Awareness itself is all important, not the content of it.
Deepen and broaden your awareness of yourself and all the blessings will flow.
You cannot, unless you have a clear insight into the heart of person.
Be aware that whatever happens, happens to you, by you, through you, that you are the creator, enjoyer and destroyer of all you perceive.
For establishing and maintaining relationship affectionate awareness expressed in direct action is required.
No new, or special kind of awareness is needed.
Discrimination and dispassion practised now will yield their fruits at the proper time.
All you need is to be aware of being, not as a verbal statement, but as an ever-present fact.
The awareness that you are, will open your eyes to what you are.
Just be aware that you are and remain aware. )
( DISTINGUISH/NESS, DISCRIMINATION vs./and/<> AWARE/NESS )
- AYN/ILIK ile/ve/||/<>/>< FARK/LILIK
( Yakınlaştırır. İLE/VE/||/<>/>< Geliştirir. )
- AYNI ŞEYE, FARKLI ADLAR KOYMAK ya da FARKLI ŞEYLERE, AYNI ADI KOYMAK
( İkisi de, yapılmaması gerekenlerdendir. Kavramlar, durumlar, olay ve olgular arasındaki farkları ya da karıştırılmaması gerekenlerin bilinciyle gerçekleştirilebilir. )
- AYNILAŞ(TIR)MAK değil/yerine/>< FARKLILAŞ(TIR)MAK
( Rekâbet edilirse. DEĞİL/YERİNE/>< Cesâret edilirse. )
- AYNILAŞTIRMAK ile/değil/yerine/>< FARKLILIKLARIN KABULÜ
- AYRICALIK ile/ve/değil/yerine FARK
( [not] PRIVILEGE vs./and/but DIFFERENCE
DIFFERENCE instead of PRIVILEGE )
- AYRIM/AYRILIK = FASL-I KARİP = DIFFERENCE[İng.] = DIFFÉRENCE/DIVERSITÉ[Fr.] = DIFFERENZ/VERSCHIEDENHEIT[Alm.] = DIFFERENTIA/DIVERSITAS[Lat.] = DIAPHORA[Yun.] = DIFERENCIA[İsp.]
- AYRIŞMA/AYRILMA ile/değil/yerine FARKLILAŞMA ile/değil/yerine BİREYLEŞME
( Gölgeden çıkma. İLE Benliğinin ve ötekinin farkındalığıyla yaşayabilme. İLE Tek başına yaşayabilme, tek başına karar alabilme. )
- BÂ'İS[Ar.] ile FAKÎR[Ar.]
- BÂKÎ ile/ve/|| FÂNÎ ile/ve/|| ÂSİ ile/ve/|| ÂFİ
( Yazı. İLE/VE/|| Yaşam. İLE/VE/|| Kul. İLE/VE/|| Rab. )
- BARBUNYA[Yun.] ile FASULYE[Yun.]
( ... cum PHASEOLUS VULGARIS )
- BAŞARILI OLMAK İÇİN...:
YUMUŞAK ile/ve/||/<>/> MÂKUL ile/ve/||/<>/> DERİN ile/ve/||/<>/> ile/ve/||/<>/> YETERİNCE ile/ve/||/<>/> ŞIK ile/ve/||/<>/> KORKUSUZ ile/ve/||/<>/> SABIRLA ile/ve/||/<>/> FARKLI ile/ve/||/<>/> HOŞGÖRÜLÜ ile/ve/||/<>/> DÜRÜST ile/ve/||/<>/> DÜZENLİ ile/ve/||/<>/> AKILLI
( Konuş. İLE/VE/||/<>/> Ye. İLE/VE/||/<>/> Soluk al. İLE/VE/||/<>/> Uyu. İLE/VE/||/<>/> Giyin. İLE/VE/||/<>/> Hareket et. İLE/VE/||/<>/> Çalış. İLE/VE/||/<>/> Düşün. İLE/VE/||/<>/> Davran. İLE/VE/||/<>/> Kazan. İLE/VE/||/<>/> Biriktir. İLE/VE/||/<>/> Tüket. )
- BAŞKA/LIK ile FARK(LI/LIK)
- BAŞKA ile FARKLI
( ANOTHER vs. DIFFERENT )
- BAŞTANKARA ile FANTA
( ... İLE Mevimsi yeşil renkli bir baştankara. )
- BAZI KİŞİLER(E/DEN):
UZAK DUR(!)MAK ile/ve/değil/yerine/||/<> (FAZLA) YAKIN OLMAMAK
- BEN değil/yerine FAKİR
- BENİ/SENİ/ONU:
"ENTERESE ETMEZ" değil
(FAZLA/YETERİNCE) İLGİLENDİRMİYOR
- BENZERLİKLERİN BİRARAYA GETİRİLMESİ ile/ve/<> FARKLARIN/AYRIMLARIN ÖNE ÇIKARILMASI
- BENZERSİZLEŞTİRME ile/ve/değil/yerine "FARKLILIK"/"ÖZGÜNLÜK" ATFETMEK
- BEYÂN[Ar.] ile FÂİDE[Ar.]
- BIÇAK ile FALÇETA/FALÇETE[İt.]
( ... İLE Eğri, kunduracı bıçağı. )
- BİLGİYE ERİŞİM:
GÖZLEM ve/+/||/<>/>/< SEZGİ ve/+/||/<>/>/< FARKINDALIK
- BİLİNÇ ile/ve/<> FARKINDALIK
( Bilincin düzeyleri vardır fakat farkındalığın yoktur. )
( Bilinç, ikilik hakkındadır. Farkındalık halinde ise ikilik yoktur. )
( Bilinç, gelir ve gider, farkındalık ise değişmeksizin parlar. )
( Bilinçten farkındalığa bir geçiş olamaz, çünkü farkındalık bir bilinç şekli değildir. )
( Devinim durumundaki bilinç, mutluluktur. )
( Bilinç, tümüyle değişimin bilincidir. )
( Bilinç, hareketsiz iken varlıktır. )
( Bilinç, varlığın tümü değildir. )
( Bilinç görelidir, içeriğine göredir; bilinç her zaman bir şeyle ilgili, bir şeye aittir. )
( Yaşayan her şey bilinci korumak, sürdürmek ve genişletmek için çalışır. )
( Bilinci, bilinç parlatır. )
( Bilincinde olduğunuz şey siz değildir. )
( Bilincinde olduklarınızın hiçbiri değilsiniz. )
( Bilincin ötesinde tezahür etmemiş olan yatar. )
( Bilincin ötesinde zaman ve uzay yoktur. )
( Bilincim var fakat bilincimin bilincine gereksinimim var. )
( Bilincin, bencilliğinin dürüstlüğünün ölçüsüdür. )
( Bilince ve onun içeriğine tutunmayın. )
( Bilincinizin içeriği ile büyülenmeyi bırakın. )
( Bilinçli bir varolan olarak, doğanın bir parçasısınız. Farkındalık olarak ise onun ötesindesiniz. )
( Bir kâğıttaki bir deliğin hem kâğıtta oluşu hem de kâğıttan olmayışı gibi, en yüce hal de bilincin tam merkezinde ama yine de bilinçten ötedir. )
( Gerçekten sahip olduğunuz şeyin bilincinde olmazsınız. )
( Sahip olduğunuzda artık onun bilincinde olmazsınız. )
( Farkındalık, bir nesnesi ve hedefi olduğunda bilinç olur. )
( Farkındalık, kendi başına, devinimsiz ve zamansız, burada ve şimdidir. )
( Farkındalık, zihnin kendi ötesinde gerçeğe uzandığı noktadır. )
( Farkındalık durumu içindeyken aradığımız, bizi hoşnut eden değil doğru olandır. )
( Farkındalık halinde olgularla yüzleşirsiniz, gerçek olguları sever. )
( Farkındalık, zamana ilişkin değildir. )
( Farkındalık, her zaman sizinledir. )
( Farkındalık, bütün, değişmez, sakin ve sessizdir. Ve o tüm deneyimlerin ortak matrisi(ana kalıbı)dir. )
( Farkındalık, tüm zamanı ve uzayı içerir. )
( Şefkatli farkındalık iyileştirir ve yanlıştan kurtarır. )
( Doğayı sadece bilinç olarak görmek, farkındalıktır. )
( Önce farkındalığın güneşi doğmalı - ardından hepsi gelecektir. )
( Bir kalemin minicik ucu nasıl sayısız resim çizebilirse, öylece, farkındalığın boyutsuz noktası da koskoca evrenin içeriğini çizer. Siz işte o noktayı bulun ve özgür olun. )
( Olay hoş ya da nahoş olabilir, küçük ya da önemli olabilir, farkındalık hep aynıdır, değişmez. )
( Kökenlere inin, çok geçmeden, farkındalığın sizin gerçek doğanız olduğunu ve farkında olduğunuz hiçbir şeyin kendinize ait olduğunu söyleyemeyeceğinizi fark edeceksiniz. )
( Öz-Farkındalık içinde kendinizi öğrenirsiniz. )
( Öz-Farkındalık, size her adımda ne yapılması gerektiğini bildirir. )
( Öz-farkındalık, tüm hayırların size akmasını sağlar. )
( Yolculuğun başlangıcında arınmaya ve yıkanmaya, berraklaşmaya gereksinim vardır, bunu da farkındalık hali sağlayabilir. )
( Bilincin ötesindeki Saf Farkındalık en yüce Mürşit'tir. )
( Kişi tanığa katılır, tanık farkındalığa, farkındalık ise saf varoluş katılır; bununla birlikte, kimlik kaybolmaz, yalnızca onun sınırlılığı kaybolur. )
( Gövdeyi beyin gözetir, beyni bilinç aydınlatır; bilinç farkındalığın gözetimindedir. )
( Gövdemiz ve zihnimiz, ikisi de zamana tabilerdir; sadece farkındalık, zaman-ötesidir. )
( Farkındalığın ötesine geçtiğinizde birlik hali vardır. )
( Farkındalığınızla işe koyulun, zihninizle değil. )
( Farkındayım, çünkü hiçbir şey imgelemiyorum. )
( Ehl-i butlânın sözün tercih eden, âdem midir?
Âdem ol! İsterse hasm olsun bütün âlem sana
[ Bâtıl ehlinin sözünü yeğleyen, insan mıdır?
İnsan ol da isterse bütün dünya düşman olsun sana ] )
( There are levels in consciousness, but not in awareness.
Consciousness is of duality. There is no duality in awareness.
Consciousness comes and goes, awareness shines immutably.
There can be no transition from consciousness to awareness, for awareness is not a form of consciousness.
Consciousness is relative to it's content; consciousness is always of something.
Awareness is total, changeless, calm and silent. And it is the common matrix of every experience.
Awareness is not of time.
Consciousness is not the whole of being.
Awareness is always with you.
All that lives, works for protecting, perpetuating and expanding consciousness.
Beyond consciousness altogether lies the unmanifested.
Beyond consciousness where are time and space?
Like a hole in the paper is both in the paper and yet not of paper, so is the supreme state in the very centre of consciousness, and yet beyond consciousness.
Consciousness in movement is happiness.
Consciousness motionless is being.
You are nothing that you are conscious of.
The body is looked after by the brain, the brain is illumined by consciousness; awareness watches over consciousness.
Cease being fascinated by the content of your consciousness.
As a conscious self you are a part of nature. As awareness, you are beyond.
Do not hold on to consciousness and its contents.
What is really your own, you are not conscious of.
When you have it, you are no longer conscious of it.
What you are conscious of is not you.
Awareness is the point at which the mind reaches out beyond itself into reality.
In awareness you seek not what pleases, but what is true.
Awareness becomes consciousness when it has an object.
Awareness by itself is motionless and timeless, here and now.
In awareness you are facing facts and reality is fond of facts.
Awareness contains all space and time.
Compassionate awareness heals and redeems.
The sun of awareness must rise first - all else will follow.
Self-awareness tells you at every step what needs be done.
The event may be pleasant or unpleasant, minor or important, awareness is the same.
Go to the root of pure awareness and you will soon realise that awareness is your true nature and nothing you may be aware of, you can call your own.
Into self-awareness all blessings flow.
The clarification and purification needed at the very start of the journey, only awareness can give.
Pure awareness beyond consciousness is the supreme Guru.
The person merges into the witness, the witness into awareness, awareness into pure being, yet identity is not lost, only its limitations are lost.
Your body and your mind are both subject to time; only awareness is timeless.
When you go beyond awareness, there is a state of non-duality.
Put your awareness to work, not your mind.
I am aware, for I imagine nothing. )
( İçerikle ilgilidir. İLE/VE/<> Bütünlükle ilgilidir. )
( )
( CONSCIOUSNESS vs./and/<> AWARENESS )
( ... ile/ve/<> VYAKTA )
( YISHI ile/ve/<> ... )
- BİLMEK ile/ve/<> FARKINDALIK
( Su. İLE/VE/<> Elektrik. [Herhangi birini tercih edemezsiniz. İkisi de aynı anda olmak durumundadır.] )
( Her gün, bir şey öğrenmek. İLE/VE/<> Her gün, "zihnimizdeki" bir bilginin/kaydın (daha) gitmesine, unutulmasına fırsat vermek. )
( Bilme; olma ve sevme'nin de yanısıra gerçek doğamızın bir yansımasıdır. )
( Yalnızca, eyleyenler bilir, bilenler de eyler. )
( İdrak edeceğiz ki, bilmek, sevmektir; sevmek de bilmektir. )
( Farkındalık, tüm zamanı ve uzayı içerir. )
( Kişi, bilmediğini ayağının altına alsa, başı, göğe erer. )
( Bilmek, belirlemektir. )
( Knowing is a reflection of your true nature along vs. being and loving.
Awareness contains all space and time. )
( TO KNOW vs./and/<> AWARENESS )
- BİLMEK ile FARKINDALIK
( TO KNOW vs. AWARENESS )
- BİLMELEKE AKIL ile BİLFİİL AKIL ile MÜSTEFÂD AKIL ile FAAL AKIL
( İBN-İ SİNÂ )
( İBN-İ SİNÂ BU KONULARDA ÖZELLİKLE YAZMAMIŞTIR: * HİKMET-İ AMELİYE (Çünkü fıkıh'da var olarak kabul eder.) * AHLÂK-TOPLUM-SİYÂSET )
- BİRİCİK/LİK ile/ve/<> FARKLI/LIK
- BİRLİK ile/ve FARK/LAR, FURKAN
( İçte. İLE/VE Dışta. )
( UNITY vs./and DIFFERENCES
Inside. WITH/AND Outer. )
- BİRLİK ile/ve FARKLAR
( Birlik altında olmayanlar, ayırd edilemez. )
- BİRLİK ile/ve FARKLILIK
- BİSİKLET ve/<> FARKINDALIK
- BÖLME/BÖLÜMLEME ile/ve FARKLILAŞTIRMA
( CLASSIFICATION vs./and TO GET BECOME DIFFERENT )
- BÜTÜNLEŞME ile/ve FARKLILAŞMA
( INTEGRATION vs./and TO BECOME DIFFERENT )
- ÇARK ETMEK ile/değil/yerine/>< FARK ETMEK
- CELCIUS ile/=/||/<> FAHRENHEIT ile/=/||/<> KELVIN
( °C = 1 ile/=/||/<> °C x 1.8 + 32 ile/=/||/<> °C + 273.15 )
( 100 °C ile/=/||/<> 212 °F ile/=/||/<> 373 K [Suyun kaynama noktası]
0 °C ile/=/||/<> 32 °F ile/=/||/<> 273 K [Suyun donma noktası]
-78 °C ile/=/||/<> -109 °F ile/=/||/<> 195 K [Karbondioksitin donma noktası]
-183 °C ile/=/||/<> -298 °F ile/=/||/<> 90 K [Oksijenin donma noktası]
-196 °C ile/=/||/<> -321 °F ile/=/||/<> 77 K [Azotun donma noktası]
-273 °C ile/=/||/<> -460 °F ile/=/||/<> 0 K [Mutlak sıfır noktası] )
( )
( 1 Celsius [°C] = 274.15 kelvin [K]
1 Fahrenheit [°F] = 255.9277777778 kelvin [K]
1 Rankine [°R] = 0.5555555556 kelvin [K]
1 Reaumur [°r] = 274.4 kelvin [K] )
- ÇELİŞKİLİ ile/ve/değil FARKLI
( [not] CONTRADICTED vs./and/but DIFFERENT )
- CEMİYETÇİ BAKIŞ/ANLAYIŞ ile/ve/<> STRATEJİK BAKIŞ/ANLAYIŞ ile/ve/<> FARKLI BAKIŞ/ANLAYIŞ
- CİNS değil FARKLI
( [not] "KIND" but DIFFERENT )
- CİNS ile/ve/||/<>/> NEV/TÜR ile/ve/||/<>/> FASL ile/ve/||/<>/> HASSA ile/ve/||/<>/> ARAZ
- COMPOSITAE = FASÎLE-İ EZHÂR-I MÜREKKEBE
- ÇULSUZ ile FAKİR
( ÇUL: Giysi. İLE ... )
- DAĞLAR ile/ve/değil/yerine/||/<>/< FARKLAR
- DALÂLET ile FAZLA/ZİYÂDE AŞK
( Fazla aşk/tutku, kişiyi birçok hatanın eşiğinde tutar. )
( Beşerin böyle dalâletleri var, Kendi yapar, kendi tapar. )
( ABERRATION vs./< TOO MUCH LOVE )
- DEĞİŞİK/LİK ile FARKLI/LIK
( CHANGE/ALTERATION vs. DIFFERENCE )
- DEĞİŞMEK ile/ve/değil/||/<>/< FARKINA VARMAK
- DENK ÖBEKLER/SONSAL SINIFLAMALAR/KATEGORİLER:
ARİSTOTELES'TE ile/ve/<>/> FARABÎ'DE ile/ve/<>/> KANT'TA
( * TÖZ/CEVHER
* NİCELİK/KEMMİYET
* NİTELİK/KEYFİYET
* GÖRELİLİK/İZÂFET
* MEKÂN
* ZAMAN
* KONUM
* MÜLKİYET
* FİİL
* İNFİAL
ile/ve/<>/>
* TÖZ/CEVHER [ALİ]
* GÖRELİLİK/İZÂFET
* NİCELİK/KEMMİYET [KISA]
* NİTELİK/KEYFİYET [SARIŞIN]
* ZAMAN/METÂ [BUGÜN]
* YER/EYN [ÇARŞIDA]
* DURUM/KONUM(VAZ'I) [AYAKTA DURUYOR]
* SAHİP/MÂLİK OLMA(LE) [AHMET'İN KALEMİ]
* ETKİNLİK(EN YEF'AL) [BÜKÜYOR]
* EDİLGİNLİK(EN YENFA'AL) [BÜKÜLÜYOR]
ile/ve/<>/>
* NİCELİK: BİRLİK | ÇOKLUK | TÜMEL
* NİTELİK: GERÇEKLİK | YOKSUNLUK | SINIRLILIK
* BAĞINTI: NESNE VE ÖZELLİĞİ | NEDEN VE ETKİ | TOPLULUK
* MODALİTE: OLASILIK | VARLIK | ZORUNLULUK )
- DHARMA[Sansk.] = DHAMMMA[Palice] = FA[Çince]
( 1) Evrensel Kanun.(Hakikat, öğreti, doğruluk, bir şeyin doğası.)
2) Yöntem ve yol.
3) Herhangi bir şey, fikir, nesne, kavram.
4) Buda'nın öğretisi.
5) Evreni yöneten ilke.
6) Zen yaşantısının özü.
7) Sözcüklerle iletilmesi olanaksız olan iç öğreti.
8) Sezgisel, doğrudan doğruya kavranan ve kişisel olarak deneyimlenen aydınlanmanın özü. | Adâlet, dürüstlük. )
- DİFERANSİYASYON/DIFFERENTIATION[İng.] değil/yerine/= FARKLILAŞMA
- DİFERANSİYE/DIFFERENTIATED[İng.] değil/yerine/= FARKLILAŞMIŞ
- DİVAN ŞİİRİ TÜRLERİ [DİNSEL OLMAYAN/LAR]:
BAHÂRİYE ile/ve/<> CEMREVİYE ile/ve/<> FAHRİYE ile/ve/<> IYDİYE ile/ve/<> MEDHİYE ile/ve/<> MERSİYE ile/ve/<> HİCVİYE ile/ve/<> GAZAVATNÂME ile/ve/<> SAKİNÂME ile/ve/<> HAMAMNÂME ile/ve/<> SAHİLNÂME ile/ve/<> KIYÂFETNÂME ile/ve/<> SURNÂME ile/ve/<> LÛGAZ ile/ve/<> MUAMMÂ ile/ve/<> HEZLİYÂT ile/ve/<> TARİH DÜŞÜRME ile/ve/<> ŞEHR-ENGİZ ile/ve/<> DÂRİYE
( XIII. yy.'dan, XIX. yy.'a kadar, 3182 Dîvân Şairi vardır. )
( Bahar nitelemeleriyle başlanarak birini övmek için yazılan kasîde. | Baharın gelişiyle doğanın uyanışını, değişimini, güzelleşmesini konu edinen kasîdeler. İLE/VE/<>
Bayramlar, baharlar gibi cemre vesilesiyle, dönemlerindeki önemli kişiler için yazılan şiirler. İLE/VE/<>
Bir kişinin[devletli, bir başka şair ya da şairin kendinin] övüldüğü şiirler. İLE/VE/<>
Dönem büyüklerinden birini bayramın gelişi dolayısıyla öven kasîde türü. İLE/VE/<>
Bir kişiyi [devlet ya da tasavvuf ileri gelenlerini] övmek için yazılan manzum yapıtlar. İLE/VE/<>
Bir ölenin/vefâtın ardından duyulan acıyı anlatmak, öleni övmek için yazılan manzum yapıtlar. İLE/VE/<>
Bir kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren/taşlayan manzum türü. [Siham-ı Kaza - Nef'î] İLE/VE/<>
Savaşları, kahramanlıkları, zaferleri anlatan manzum ya da mensur yapıtlar. [İlk gazavatnameler XV. yy.'da yazılmaya başlanmıştır] İLE/VE/<>
İçki ve içki âlemlerinin övülerek anlatıldığı manzum yapıtlar. İLE/VE/<>
Hamamları, hamam eğlencelerini ve hamamdaki güzelleri betimlemek üzere yazılan manzum yapıtlar. [ilki: Deli Birader - Gazalî] İLE/VE/<>
İstanbul kıyıları ile buralardaki yerlerinin anlatıldığı şiirlerin genel adı. [Fennî] İLE/VE/<>
Kişilerin karakterlerini, fiziksel görünümlerini [göz rengi, boy uzunluğu/kısalığı vb.] temel alarak açıklamaya çalışan yapıtlar. İLE/VE/<>
Sarayın mutlu günlerini [evlenme, doğum şenlikleri vb.] anlatann manzum yapıtlar. İLE/VE/<>
Hece vezniyle yazılmış manzum bilmece. İLE/VE/<>
Belirli kurallara göre düzenlenip çözülebilen manzum bilmece. İLE/VE/<>
Alaylı bir dille yazılmış manzum türü. [zarif bir nükte ya da güzel bir mazmun kadar kaba şakalara, taşlamalara ve sövgülere de yer verilir] İLE/VE/<>
Önem verilen bir olayın ya da bir yapının kuruluş yılını bildiren bir tümce, bir mısra ya da beyit yazmak. İLE/VE/<>
[Fars.: "Şehir karıştıran"] Bir kenti, o kentin güzelliklerini, doğal ve sosyal özelliklerini anlatan manzum yapıtlar. İLE/VE/<>
Yeni yaptırılmış saray, köşk, yalı benzeri binalar için yazılmış kasîdeler. )
- DÜNYA ve/ TÜRKİYE ve/ İSTANBUL ve/ FATİH
( Gövde. VE Yüz. VE Göz. VE Gönül. )
- DÜŞLEM = HAYAL = FANTASY[İng.] = FANTAISIE[Fr.] = EINBILDUNG, PHANTASIE[Alm.] = PHANTASIA[Lat., Yun.] = FANTASÍA[İsp.]
- DÜŞMAN/LIK ile/değil/yerine FARKLI/LIK
- DÜŞÜNCE ile/değil/yerine FARKLARI BİRLİĞE GETİREN DÜŞÜNCE
( En ufak bir fark gördüğün müddetçe sen gerçeğe yabancısın demektir. )
( Kederin nedeni, farklar ve ayrımlar değildir. )
( [not] THOUGHT vs./but THE THOUGHT BRINGS THE DIFFERENCES IN UNITY
THE THOUGHT BRINGS THE DIFFERENCES IN UNITY instead of THOUGHT
As long as you see the least difference, you are a stranger to reality.
Differences and distinctions are not the causes of sorrow. )
- DÜŞÜNCE ile FARKLILIKLARI BİRLİĞE GETİREN DÜŞÜNCE
- DUYULAR ile/ve/<>/değil FARKINDALIK
( [not] SENSES vs./and/<>/but AWARENESS )
- DÜZGÜN ADAM değil FATİHÂ'SI DÜZGÜN
- EK ile FAZLA
( ADDITION vs. EXCESS )
- EKSİK/LİK ile/değil/yerine FARKLI/LIK
- EKSİKLERİ/Nİ TAMAMLAMAK ile/ve/değil/||/<> FAZLALIKLARI/NI ATMAK
- EKSTRA/DAN ile FAZLA/DAN
- EN BÜYÜK:
YOKSUN/LUK ile/ve/<> FAKİR/LİK
( Akılsızlık. İLE/VE/<> Bilgisizlik. )
- ERDEM = FAZİLET = VIRTUE[İng.] = VERTU[Fr.] = TUGEND[Alm.] = VIRTUS[Lat.] = ARETE[Yun.] = VIRTUD[İsp.]
- EŞİT ile/ve BENZERLİK ile/ve FARK
( Benzerliklerin en üst olduğu nokta. İLE/VE Benzerliklerin ayrılmaya başladığı nokta/lar. İLE/VE Benzerliklerin en alt olduğu nokta. )
- ETKEN/ETMEN = ÂMİL = FACTOR[İng., İsp.] = FACTEUR[Fr.] = FAKTOR[Alm.]
- ETKİN = FAAL = ACTIVE[İng.] = ACTIF[Fr.] = AKTIV[Alm.] = ACTIVO[İsp.]
- ETKİNLİK = FAALİYET, FAİLİYET = ACTIVITY[İng.] = ACTIVITÉ[Fr.] = AKTIVITÄT, TÄTIGKEIT[Alm.] = ACTIVIDAD[İsp.]
- EZBER BOZMAK ile/ve/||/<>/>/< FARKLI/YENİ BİR BAKIŞ AÇISI
- f SAYISI(BAĞIL AÇIKLIK/DURDURMA SAYISI) ile F(APPLETON) TABAKASI
( Merceğin, odak uzaklığının etkin çarpına oranıyla elde edilen, ışınlama[exposure] süresiyle ters orantılı olan ve odak oranı bulunan bir karakteristiği. İLE İyonosferin, yeryüzünden yaklaşık olarak 150 - 1000 km. yükseklikler arasındaki, serbest elektronların en yüksek derişimde bulunduğu en yüksek tabakası. )
- F[Ar.] ve FÂ'[Ar.]
( Osmanlı abecesinin 23. harfidir. Ebced hesabında 80 sayısının karşılığıdır. İLE Atıf harfi olan. )
- FÂ[Ar.] ile FÂ[Ar.]
( Şartın yanıtı olan. İLE Atıf harfi olan. )
- FAAL FİİL ve AYNEL FİİL ve LÂ'MEL FİİL
( SAĞDAN SOLA!: Birinci/baştaki harf. VE İkinci/ortadaki harf. VE Üçüncü/sondaki harf. )
( VEZİN - MEVZUN )
- FAAL/AKTİF değil/yerine/= ETKİN
- FAALİYET[Ar.]/AKTİVİTE[Fr. < ACTIVITE | İng. < ACTIVITY] değil/yerine/= ETKİNLİK | EYLEM
- FABL değil/yerine/= ÖYKÜNCE
- FABRİKA değil/yerine/= ÜRETİMLİK
- FAC-/FACİ- ile/||/<> FASCİ- ile/||/<> PROSOP-/PROSOPO-
( Yüz. İLE/||/<> Bant. İLE/||/<> Yüz. )
- FACE vs. BODY
- FACEBOOK ile X/TWITTER ile YOUTUBE ile LINKEDIN ile INSTAGRAM ile PINTEREST ile BLOG ile FOUR SQUARE
( Kurabiye yemeyi seviyorum. İLE Kurabiye yiyorum. İLE Bakın nasıl da yiyorum kurabiyeyi. İLE Nasıl kurabiye canavarı oldum? İLE Buyurun, kurabiye yerkenki fotoğrafım. İLE Kurabiye tarifimi de paylaşayım. İLE Kurabiye yapma/yeme anılarım. İLE Şurada, kurabiye yiyorum. )
( I like eating cookie. VS. I'm eating cookie. VS. This is how I eat my cookie. VS. My skills include eating cookie. VS. Here's a photo of the cookie I eat. VS. Here's my recipe for the cookie. WITH Here's my cookie eating experience. VS. This is where I am eating the cookie. )
- FÂCİ'[Ar. çoğ. FEVÂCİ] ile FÂCİR/E[Ar. < FÜCÛR | çoğ. FECERE/FÜCCÂR]
( Kişiyi dertli eden, keder veren, acıklı. İLE Kötü huylu. | Ayyaş, sefih. | Rezil, habîs, şerîr, şakî. | Yalancı. | Bayanlara düşkün bay, baylara düşkün bayan. )
- FÂCİR ile FÂCİRE
( Kadınlara düşkün eril kişi. İLE Baylara düşkün, çapkın dişil kişi. )
- FÂCİRE ile NEMFOMANİK
( HÜYÂM-İ RAHM[Ar.], NYMPHOMANIA[İng.], NYMPHOMANIE[Fr.] )
- FACTOR vs./and DETERMINATOR
- FADL
( DÜNYADA RIZK, ÂHİRETTE CENNET )
- FADO
( Portekiz ulusal müziği. )
- FAGOSİT ile FAGOSİTE ETMEK ile FAGOSİTE OLMAK ile FAGOSİTOZ
( Yutar göze. İLE Yutmak. İLE Yutulmak. İLE Göze yutarlığı. )
- FAGOSİT değil/yerine/= YUTARGÖZE
( Organik ya da inorganik cisimcikleri içine alıp sindirebilen kan gözesi. )
- FAGOSİTİK ile PİNOSİTİK
( Gözelerin büyük parçacıkları yutma süreci. İLE Gözelerin sıvı damlacıklarını yutma süreci. )
- FAGOSITOZ/PHAGOCYTOSIS[İng.] değil/yerine/= GÖZE YUTUMU
- FAGOSİTOZ değil/yerine/= YUTMA
- FAGOT ile/ve FAGOTTO
- FAHİŞ[Ar.] değil/>< NARH[Fars.]
( Ölçüyü aşan, aşırı, çok fazla. | Ahlâka ve törelere uygun olmayan. DEĞİL/>< Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle zorunlu gereksinme maddeleri için devletçe saptanan fiyat. )
- FAHİŞ[Ar.] değil/yerine/= ÖLÇÜYÜ AŞAN/AŞIRI
- FÂHİŞ ile İHTİKÂR
- FAHİŞE ile GEYŞA
- FAHR
( ÖVÜNME, ŞEREF, ONUR | ULULUK | ERDEM )
- FAHR-İ ÂLEM
( Âlemlerin övüncü, kumandanı. )
- FAHREDDİN RÂZİ
- FAHRENHEIT ile/ve/<> CELSIUS
( 1708 ile 1742 )
- FAHRÎ[Ar.] değil/yerine/= SAYGIL
- FAHRî değil/yerine/= ONURSAL
- FAHŞÂ'(FAHŞ/FÂHİŞ/FUHUŞ)[Ar.] ile FAHS[Ar.]
( Akıl ve mantığın kabul edemeyeceği söz ve iş. | Meşrû olmayan şehvâni haller, fuhuş, zinâ. | Verilen zekâttaki tamahkârlık. İLE Bir şeyin iç yüzünü araştırma/arama. )
- FAHTE[Fars.] ile FAHTE[Fars.]
( Makam. İLE Güvercin/üveyik. )
- FÂİDE[Ar.] ile BEYÂN[Ar.]
- FÂİL TANRI ile ÂMİL TANRI
- FAİL ile ÂMİL
- FAİL değil/yerine/= EDİMCİ
- FÂİL ile FÂİL
( İŞLEYEN, YAPAN, EDEN ile ETKİLİ/TE'SİRLİ )
- FAİL ve KÂBİL
- FAİL ile MEF'UL
( Etken, müessir. İLE Edilgen, müteessir. )
- FAİLİ MEÇHUL değil/yerine/= EDİMCİSİ BELİRSİZ/EDİMCİSİ BİLİNMEYEN
- FAIR-PLAY değil/yerine/= DOĞRU/DÜRÜST[Fars.] OYUN
- FAITH[İng.] ile/değil FATİH
- FAITH/BELIEF vs. CONFIDENCE/TRUST
- FÂİZ/FÂİZE[Ar. < FEVZ] ile FÂİZ[Ar. < FEVZ, çoğ. FEVÂİZ]
( İsteğine ulaşan, bir başarı kazanan, fevz bulan. İLE Ödünç verilen paraya karşı alınan kâr. | Bolluk, çokluk, taşkınlık. | Taşan, feyezan eden. )
- FAİZ/NEMA[Ar.] değil/yerine/= GETİRİ/ÜREM
- FÂİZ ve/||/<>/> FÂHİŞ[çoğ. FUHUŞ]
- FAİZ ile HİZMET
( INTEREST vs. SERVICE )
- FAİZ ile/ve MÜREKKEP FAİZ
- FAİZ ile/değil RİBÂ
( ... İLE/DEĞİL Tefecilikle alınan fahiş faiz. )
- Fakat "ıııııı"sız KONUŞ!!!
- Fakat en başta kendinle KONUŞ!!!
- FAKAT[Ar.] ile FAKD[Ar.] ile FAKÎD[Ar.]
( Yalnız, ancak, lâkin, ama, şu da var ki. İLE Yokluk, bulunmama. İLE Nadir bulunan.[nesne] )
- FAKAT ile/yerine/değil AYNI ZAMANDA
- FAKAT değil AYNI ZAMANDA
- FAKİH ile İLMİHAL BİLEN/HOCA
- FAKİH ile MÜCTEHİD
- FAKİR OLUP DA SABRETMEK ile/ve/<> ZENGİN OLUP DA ŞÜKRETMEK
( İkisi de "pek kolay değil" diye "görülse/zannedilse" de asıl olan, her koşulda ve özellikle de uclarda ve uçurumlarda, yani maddî fakirlik ve zenginlikte, sabır göstermek ve şükrü edâ etmektir. )
- FAKİR-FUKARA (YA DESTEK OLMAK)
- FAKÎR[< FAKR][çoğ. FUKARÂ]
( DERVİŞ, ALÇAKGÖNÜLLÜ, DÜNYALIĞI AZ OLAN, YOKSUL, PARASIZ | ALÇAKGÖNÜLLÜLÜK GÖSTEREREK "BEN" ANLAMINA GELEN )
- FAKİR[Ar.]/ÇIGAY[dvnlgttrk] değil/yerine/= YOKSUL
- FAKÎR[Ar.] ile MÜMLİK[Ar.]
- FAKÎR[Ar.] ile MUSRİM[Ar.]
- FAKİR/LİK ile MİSKİN/LİK
( Çalışmasına karşın yoksul/luk. İLE Çalış(a)madığı için yoksul/luk. )
- FAKİR/LİK ile/değil PARASIZ/LIK
- FAKİR ile/ve/||/<> BÂKİR
- FAKİR ile/ve/değil/yerine KANAATKÂR
- FAKİR ile ZÜĞÜRT
- FAKİRHANE değil/yerine/= YOKSULEVİ
- FAKİRİN CANI değil/yerine "ZENGİNİN" MALI
- FAKİRİN SABRI ile ZENGİNİN SABRI
( Gaflette olduğu halde, zevkte/neşede olmadığı halde, tüm olumsuz koşullara karşın istikâmet üzere devam etmek. İLE Çok yalnız olduğu, çok ikram ettiği halde bile taşkınlık yapmayarak istikâmet üzere devam etmek. )
- FAKO- ile FARMA/KO-
( Göz merceği [ile ilgili]. İLE İlaç [ile ilgili]. )
- FAKR
( ASLA AKLINA HAKK'TAN BAŞKA ŞEY GELMEYEN KİMSEYE VERİLEN İSM-İ MUHTAÇLIK )
- FAKR[Ar.] ile HÂCET[Ar.]
- FAKR[Ar.] ile HALLE[Ar.]
- FAKR[Ar.] ile İ'DÂM[Ar.]
- FAKR[Ar.] ile MESKENET[Ar.]
- FAKR ile FAHR
( Yokluk, yoksunluk. İLE Övünç. )
( SORU ve YANIT ( [40'LAR MECLİSİ] KİM O? ve 1. MUHAMMED en RESULLULLAH 2. ABDULLAH oğlu MUHAMMED 3. el-FAKR ün FAHRİ: Yokluğum, övüncümdür. [ Allah'ın hakkı 3'tür sözü, bu deneyimden çıkmıştır.] )
- FAKS değil/yerine/= BELGEÇ, BELGEGEÇER
- FAKSİYON değil/yerine/= KURUMLAR
( KURUMLAR )
- FAKTÖR[İng.] değil/yerine/= ETKEN/ETMEN
- FAKÜLTE ile/ve/||/<>/> ÜNİVERSİTE
( Bilim dalları. ile/ve/||/<>/> Felsefe. )
- FALAFEL
( Kızarmış soğanlı nohut ezmesi. [Lübnan mutfağı mezelerinden] )
- FALAKA ile FALAKA
( Ömer Seyfettin'in, öykü kitabı. İLE Ahmet Rasim'in, anı kitabı. )
- FALAN FEŞMEKAN
- FALAN FİLAN ile ŞUDUR BUDUR
- FALAN"["FELAN" değil!] ile "YANİ"
- FALANCA ..., FİLANCA ...
- FALANKS/PHALANX[İng.] değil/yerine/= PARMAK KEMİĞİ
- FALEŞA/LAR
( Kudüs Musevi'leri. )
- FÂLİC[Ar. < FELC] ile FÂLİC[Fars.]
( Yarım inme, gövdenin yarısına inen inme. İLE Baskın, galip, muzaffer. )
- FALK[Ar.] ile ŞAKK[Ar.]
- FALL IN LOVE vs. LOVE
- FAMİLYA ile FAMİLYAL
( Aile. İLE Ailesel. )
- FAMİLYA = FASÎLE = FAMILLE
- FAMILYAL/FAMILIAL[İng.] değil/yerine/= AİLEVİ
- FAMOUS vs. KNOWN
- FAN FU[Çince]
( Aydınlanmamış, sıradan kişiler. Tüm bireyler (dolayısıyla Sheng ve Fan Fu'lar) aynı doğayı paylaşmaktalardır. Sheng olanlar kendi doğalarının farkına varmışlar, Fan Fu olanlar ise daha varacaklardır. (bkz. Sheng) )
- FAN ile FANATİK
( Hayran, pervane. İLE Bağnaz. )
- FANATİK değil/yerine/= BAĞNAZ/TUTKUN
- FANATİKLEŞ(TİR)ME ile/ve/||/<> TARAFTARLAŞ(TIR)MA
- FANATİZM[İng. FANATICISM | Fr. < FANATISME] değil/yerine/= BAĞNAZLIK
- FANEROZOİK ZAMANDA:
PALEOZOİK ile/ve/||/<>/> MEZOZOİK ile/ve/||/<>/> SENOZOİK
( [dönemler][milyon yıl önce] Kambriyen[570 - 505] | Ordovisiyen[505 - 438] | Siluryen[438 - 408] | Devonyen[408 - 360] | Karbonifer[360 - 286] | Permiyen[286 - 245] İLE/VE/||/<>/> Trias[245 - 208] | Jura[208 - 144] | Kretase[144 - 66] İLE/VE/||/<>/> Üçüncü Zaman[66 - 2] | Dördüncü Zaman[2 - ...] )
- FÂNÎ:
YOK değil GEÇİCİ
- FÂNÎ[< FENÂ]
( GEÇİCİ | ÖLÜMLÜ )
- FÂNİ[Ar.] ile FANİ[Yun.]
( Ölümlü, gelip geçici, kalımsız. İLE İnsan gözünün algıladığı ışık şiddeti. )
- FÂNİ[Ar.] değil/yerine/= ÖLÜMLÜ/GELİP GEÇİCİ/KALIMSIZ
- FÂNÎ ile/ve/<> BÂKÎ
( İlâhî değilse. İLE/VE/<> İlâhî ise. )
( [Esmâ'da] Yoksa. İLE/VE/<> Varsa. )
- FANİLA[İt. < FLANELLA] ile KAŞKORSE[Fr. < CACHE-CORSET]
( Genellikle ince pamuk ipliğinden dokunmuş, ten üzerine giyilen iç çamaşırı. Örülmüş ya da dokunmuş, hafif ve gevşek kumaş. İLE İnce kadın fanilası. )
- FANİLA ile/ve VELENSE
- FANTASY vs. IMAGINATION
- FANTEZİ YAPMAK ile/değil/yerine FANTEZİ/LER ÜRETMEK/YARATMAK
- FANTEZİ değil/yerine/= DÜŞLEM
- FANTOM/PHANTOM[İng.] değil/yerine/= HAYALET
- FAR vs. BIG
- FAR[Fr. < Yun.] ile FAR[Fr.]
( Taşıtların ön bölümünde bulunan, uzağı aydınlatan güçlü ışık. İLE Süs için gözkapaklarına sürülen çeşitli renkte boya. )
- FARAZÎ ile AFÂKÎ
- FARAZÎ ile/ve/değil/||/<>/< NAZARÎ
- FARBA/FARBALA[Fr.] değil/yerine FIRFIR
- FARE, FİL, ASLAN, KEDİ, KURT ile/ve ÖTEKİ HAYVANLAR
( Kurt, haseti simgeler. )
- FARE ile AMERİKAN FARESİ
- FARE ile ANADOLU FARESİ
- FARE ile/ve BANDİKUT FARESİ
- FARE ile/ve BEYAZ ÇÖL FARESİ
- FARE ile/ve BİŞ-MÛŞ[Fars.]
( ... İLE/VE Bıldırcın otu ile beslenen bir fare. | Bıldırcın otu ile birlikte yetişen safran kökü.[bıldırcın otunun panzehiri] )
- FARE ile BÜYÜK KAFALI KÖSTEBEK FARESİ
- FARE ile ÇEKİRGE FARESİ
- FARE ile ÇIPLAK, KÖR FARE
( ... İLE Kansere en dirençli/dayanıklı hayvan. )
( ... cum SPALAX TYPHLUS )
- FARE ile CÜCE FARE
- FARE ile/ve EV FARESİ
( ... cum/et MUS MUSCULUS )
- FARE ile FİLFARESİ
( ... İLE Burun bölümü hortum gibi uzun olan, uzun kuyruklu, kanguru gibi sıçrayabilen bir fare. )
( ... İLE Afrika'da yaşarlar. )
( )
( ... cum MACROSCELIDES PROBOSCIDEUS )
- FARE ile FINDIK FARESİ
( ... cum MUSCARDINUS AVELLANARIUS )
- FARE ile GELENİ/TARLA FARESİ
( ... cum MICROTUS ARVALIS )
( FE'RA ile CÜREZ, YERBÛ'[çoğ. YERÂBÎ'] )
- FARE ile/ve GERBİL
- FARE ile GÜMÜŞ, PİRİNÇ FARESİ
- FARE ile HAMSTER
- FARE ile/ve HUŞFARESİ
- FARE ile JERBOA
- FARE ile KALEMİS
( ... İLE Bir tür misk faresi. )
- FARE ile/ve KESEĞEN
- FARE ile KIR FARESİ/SİVRİ FARE/SOREKS
( ... İLE Uzun burunlu, hortum gibi burnu olan bir fare. Bir numaralı ölüm makinası. Her dakika bir canlı yemek zorundadır. )
( MOUSE vs. SHREW )
- FARE ile/ve KUŞFARESİ
- FARE ile LAĞIM FARESİ
- FARE ile/ve LEMMING
- FARE ile MEEKAP/FİRAVUN FARESİ
( ... İLE Afrika'da, özellikle Mısır'da yaygın, kedi büyüklüğünde bir hayvan. )
( ... cum HERPESTES ICHNEUMON )
( ... ile NİMS )
( MOUSE vs. PHARAOH MOUSE )
- FARE ile MİSK FARESİ/KALEMİS
- FARE ile/ve ORMANFARESİ
- FARE ile/ve PAMUKFARESİ
- FARE ile PLANTIGALE
- FARE ile SIÇAN
( Fareler, tüm kıtalarda yaşar. [5200 metreye kadar] )
( Gebelik süreleri 22-24 gündür. [Doğumdan 24 saat sonra gebeliğe uygun duruma gelir.][Yılda 60 kadar yavru doğurabilmektelerdir.] İLE ... )
( [Sans.] MUSH[< MUSHKA: Küçük fare. | Haya/testis. > MUSK (Misk geyiğinin erbezi benzeri salgı bezinden) > MUSCLE(< derinin altında fare/sperm gibi hareket etmekten)]: Fare. | Çalmak. [Fare için 40 ayrı sözcük kullanılır.] )
( ile ... )
( FER'/FE'RA, FÂR ile FE'RU )
( FAR/MÛŞ, BİBR ile ...
MÛŞEK: Fare yavrusu. )
( MOUSE vs. RAT )
( MUS MUSCULUS [< Sans. MUSH] cum RATTUS NORVEGICUS )
( MYS ile ... )
- FARE ile/ve SIÇRAYAN
- FARE ile SİVRİFARE
( ... İLE Kurt, fare gibi hayvanları yiyen ve bu bakımdan, tarıma yararlı sayılan, küçük bir memeli. )
( ... cum SOREX ARANEUS )
- FARE ile/ve/||/<> TAVŞAN
- FARE ile/değil UZUN KULAKLI ARAP TAVŞANI
( ... İLE Moğolistan'da, Gobi Çölü'nde yaşarlar. [İlk 6 haftalarını, yerin altında, ailesinin korumasında geçirerek büyür ve yaşarlar.] )
( NTV - Yaşam Öyküsü 1. Bölüm (İlk Adımlar)[41:00 - 44:20 arası] )
- FARE ile YABAN FARESİ
( [Fars.]
MÛŞEK: Fare yavrusu.
MÛŞ-İ DESTÎ / MÛŞ-İ DESTÎ-İ SAHRÂ: Tarla faresi, köstebek.
MÛŞ-İ DÜ-PÂ[Fars.]: Kuzey Afrika'da yaşayan ve uzun iki arka ayağı üstünde sıçrayan bir kır faresi.
MÛŞ-İ HURMÂ[Fars.]: Hurma sıçanı.[kediden biraz daha küçüktür]
MÛŞ-İ KÛR[Fars.]: Körsıçan, köstebek.
MÛŞ-İ PERENDE[Fars.]: Yarasa. | Sincap. | Avustralya'da bulunan, keseli bir hayvan.
MÛŞ-İ SULTÂNİYE[Fars.]: Sincaba benzeyen, küçük bir fare.
MÛŞ-GÎR[Fars.]: Sıçan tutan çaylak kuş.
MÛŞ-HÂR[Fars.]: Sıçan yiyen çaylak kuş. )
( FE'RA ile ZEBÂBE )
( MÛŞ ile ... )
- FARE ile YELELİ FARE
- FARENJİT/ANJİN[Fr.] ile/ve/<> LARENJİT[Fr.]
( Yutak yangısı. Boğaz mukozasının şişmesi, boğak. İLE/VE/<> Gırtlaktaki aşırı ve süreğen yangı. )
( HUNNAK ile/ve/<> ... )
- FARENKS/FARİNKS ile FARİNGEAL
( Boğaz, yutak. İLE Boğaz [ile ilgili], yutak [ile ilgili]. )
- FÂRİG[< FERAĞ] ile VAZGEÇMİŞ, ÇEKİLMİŞ | RAHAT
( VAZGEÇMİŞ, ÇEKİLMİŞ | RAHAT )
- FARK ET! ve/||/<> HAK ET!
- FARK ETMEK ile/ve/<> DOĞRULAMAK
- FARK ETMEK ile/ve/||/<>/> FARK GETİRMEK
- FARK ÖNCESİNDEKİ CEM ile/değil/yerine FARK SONRASINDAKİ CEM
( Zevktelerdir. İLE/DEĞİL/YERİNE Ancak, zahmette olanlar/olabilenler içindir. )
- FARK YARATMA ÇABASI yerine BÜTÜNÜ GÖRMEYE ÇALIŞMAK
( TRYING TO SEE ENTIRE instead of TO STRIVE "TO CREATE DIFFERENCE" )
- FARK-I EVVEL ile FARK-I SÂNÎ
- FARK:
"ÜSTÜNLÜK"/"OLUMSUZLUK"/"YIKICI"
değil
AYRIM/ARTI/EK/ÖZELLİK/YAPICI
- FARK:
CEM ÖNCESİ ile/ve/değil/yerine CEM ile/ve/değil/yerine CEM SONRASI
( Şirk. İLE/VE Zındıklık. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE Tevhid. )
- FARK'TA KALMA ile ÖZDEŞLEŞME
( Eminliğin oluşmamasına düşürür. İLE Aklın, askıya alınmasına neden olur. )
- FARK[Ar. çoğ. FURÛK] ile FÂRIK/A[Ar. < FARK] ile FÂRİG[Ar. < FERÂĞ]
( Ayrılık, başkalık, iki ya da daha çok şey arasındaki ayrılık. | Ayırma, ayırlma, seçilme. İLE Fark eden, ayıran. İLE Vazgeçmiş, çekilmiş. | Rahat, âsûde. | Boş, boş kalmış, işini bitirmiş, işsiz. | Bir mülkün, tasarruf, sahip olma, kullanma hakkını başkasına terk eden. )
- FARK[Ar.] ile FASL[Ar.]
- FARK[Ar.] ile TEFRÎK[Ar.]
- FARK/LAR:
NESNEDE ile/ve/değil/||/<> GÖZLEMDE/KEŞİFTE
- FARK/LI/LIK ve IŞIK
- FARK/LI/LIK ile NİTELİK FARKI/FARKLILIĞI
( DIFFERENT/DIFFERENCY vs. DIFFERENCE/Y OF QUALITY )
- FARK ile AYKIRILIK(PARADOKS)
( "Ben, her zaman yalan söylerim." [Epimenides] )
( DIFFERENCE vs. PARADOX )
- FARK ile/ve/||/<> AYRIM
- FARK ile BAĞLANTI
( DIFFERENCE vs. CONNECTION )
- FARK ile ÇELİŞKİ
( DIFFERENCE vs. DISCREPANCY )
- FARK ile/ve/<>/= CEM
- FARK ile/ve/<> CEM/TEVHİD
( Süreli. İLE/VE Süresiz. )
( Denize girip çıkar gibi sürekli denizde kal(a)madan kıyıda/farkta yaşarsın. [Yüzmeyi de bilmek gerek.] )
- FARK ile/ve DEĞER
( DIFFERENCE vs./and VALUE )
- FARK ile/ve DERİNLİK
( DIFFERENCE vs./and DEEPNESS )
- FARK ile/ve/=/||/<> DİKKAT
- FARK ile/ve/değil DİZİLİM
( [not] DIFFERENCE vs./and/but STRING )
- FARK ile İKİLİK
( DIFFERENCE vs. DICHOTOMY/DUALITY )
- FARK ile İNCE ÇİZGİ
- FARK ile KÂR
( DIFFERENCE vs. PROFIT )
- FARK ile/ve MESAFE
( DIFFERENCE vs./and DISTANCE )
- FARK ile/ve/||/<> MÜBÎN[Ar. BEYN/BEYÂN]
( ... İLE/VE/||/<> İyiyi, kötüyü [hayr'ı, şer'i] ayıran/ayırabilen. | Açık, apaçık, belirli. )
- FARK ile ÖNEM
( DIFFERENCE vs. IMPORTANCE )
- FARK ile/ve/değil/yerine/en azından ORTAK NOKTA
( [not] DIFFERENCE vs./and/but COMMON POINT
COMMON POINT instead of DIFFERENCE )
- FARK ile ÖZELLİK
( DIFFERENCE vs. PECULIARITY )
- FARK ile/ve/<>/>/< UZAKLAŞMA
- FARK ile ZIT
( DIFFERENCE vs. THE OPPOSITE )
- FARKETMEK ile/ve/<> FARK'I FARKETMEK
( AWARENESS vs./and/<> TO NOTICE OF THE DIFFERENCE )
- FARKINDA OLMALI!
- FARKINDALIK
( AWARENESS )
- FARKINDALIK BİLİNÇ
( AWARENESS
CONSIOUSNESS )
- FARKINDALIK ve/||/<>/< ÂN'A ODAKLANMA
- FARKINDALIK ile/ve/< BİLMEMEK
( Farkındalığın ilk koşulu, bilmemektir. )
- FARKINDALIK ile/ve/<> DAYANIŞMA
( AWARE/NESS vs./and/<> SOLIDARITY )
- FARKINDALIK ve/||/<>/>/< DENEYİMLEME
- FARKINDALIK ile/ve/||/<> DUYARLILIK
- FARKINDALIK ve/||/<> DUYGULARIN TANIMLANMASI
- FARKINDALIK ile/ve/<> İÇ GERİLİM
- FARKINDALIK ile/ve/||/<> MESAFELİ FARKINDALIK
( AWARENESS vs. DETACHED MINDFULNESS )
- FARKINDALIK ile/ve/||/<>/> OLGUNLAŞMA
- FARKINDALIK ile/ve/||/<>/> PLANLANMIŞ FARKINDALIK
- FARKINDALIK ile/ve/<> SEVGİ
( Farkındalık dinamiktir, sevgi ise varoluştur. )
( Farkındalık, eylem halindeki sevgidir. )
( AWARENESS vs./and/<> LOVE
Awareness is dynamic, love is being.
Awareness is love in action. )
- FARKINDALIK ile/ve/<> SORUNSALLIK
- FARKINDALIK ve/||/<> TUTUM ve/||/<> ÖZGÜNLÜK
( AWARENESS and/||/<> ATTITUDE and/||/<> AUTHENTICITY )
- FARKINDALIK ve/<> ÜMİT
( Paylaş! VE/<> Aşıla! )
( Yeni yılda da, sağlıklı ve mutlu AN'lar yaşamak üzere, Farkındalık'larımızı paylaşıyor ve birbirimize, -en azından gülümseyerek :)- Ümit aşılamaya devam ediyoruz... :) )
- FARKINDALIK ile/ve/<> YOĞUNLAŞMA
( AWARENESS vs./and/<> TO BECOME DENSE )
- FaRkLaR (Kılavuzu/"Sözlüğü") ile/ve/<> FARKINDALIK
( DiFfeReNCeS GUIDE/"DICTIONARY" vs./and/<> AWARENESS )
- FaRkLaR KILAVUZU'NDA ÖNCELİKLER:
YARARLI ve/> ÖNCELİKLİ ve/> İNCELİKLİ
- FARKLAR ile/ve/değil/> FARKLILIK
( Farkın olumlu ya da olumsuz bir yönde olması/değerlendirilmesi gerekmeden sadece fark olarak! )
( TEFÂVÜT[< FEVT]: İki şeyin birbirinden farklı olması. | İki şey arasındaki fark.
BÎ-TEFÂVÜT/BİLÂ-TEFÂVÜT: Farksız. )
( [not] DIFFERENCES vs./and/but/> DIFFERENCE )
- FARKLAR ile/ve/||/<>/> HAKLAR
- FARKLAR ile/ve/<>/değil/yerine TEMEL/BELİRLEYİCİ FARKLAR
- FARKLI AÇILARDAN ve/||/<> BÜTÜNCÜL BAKMAK
- FARKLI BAKIŞ/BAKMAK ile/ve/değil/yerine/||/<>/< ÇOK YÖNLÜ BAKIŞ/BAKMAK
- FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI ile/ve/değil/||/<> FARKLI BİR TANIM
- FARKLI DÜŞÜNMEK" ile/ve "GENİŞ DÜŞÜNMEK"
- FARKLI FARKLI ile ÇEŞİT ÇEŞİT
- FARKLI OLMAK(/OLMAYA ÇALIŞMAK) ile/ve/değil/yerine ADAM OLMAK(/OLMAYA ÇALIŞMAK)
- FARKLI OLMAK(/OLMAYA ÇALIŞMAK) ile/ve/değil/yerine FARK YARATMAK(/YARATMAYA ÇALIŞMAK)
- FARKLI/LIK ile/ve/||/<> ETKİLİ/LİK
- FARKLI ile AYRI
( Farklıdır fakat ayrı değildir. )
( Nesneler ve kişiler farklılardır, fakat, onlar, ayrı değillerdir. )
( Pencere kapalı ya da açık olabilir ama güneş her zaman parlar. Bu tamamen oda için bir fark oluşturur, güneş için ise hiç. )
( Ayrılık duygusunu kaldırın, çatışma kalmayacaktır. )
( Ancak ayrılıkçılık ve çıkarcılık dünyada gerçek ıstırabın ortaya çıkmasına neden olur. )
( DIFFERENT vs. SEPARATED
They are different, but not separate.
Things and people are different, but they are not separate.
The window may be closed, or open, the sun shines all the time.
Remove the sense of separateness and there will be no conflict. )
- FARKLI ile BAMBAŞKA
- FARKLI ile/ve DEĞİŞİK
( DIFFERENT vs./and VARIOUS )
- FARKLI ile/ve İDDİALI
( DIFFERENT vs./and ASSERTIVE )
- FARKLI ile İKİLİ(/ÇİFT)
- FARKLI ile/ve ÖZEL
( DIFFERENT vs./and SPECIAL )
- FARKLI ile/ve SIRADIŞI
( DIFFERENT vs./and EXTRAORDINARY )
- FARKLILAŞMA ve/||/<> ANLAMIN OLUŞMASI
- FARKLILIK ile AYRICALIK
( DIFFERENCY vs. PRIVILEGE )
- FARKLILIK ile/ve/değil/yerine/||/<>/< BİRLİK
( Dilde, anlatımda/aktarımda, parçalarda. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/||/<>/< Gerçeklikte/hakikatte. )
- FARKLILIK ile/ve/<> FARKINDALIK
( Farklılık, sadece, farklı olmak isteğinden çıkmaz. Ancak, yaşam biçiminde (de) olursa farklılıktır. )
( DIFFERENCY vs./and/<> AWARENESS )
- FARKLILIK ile/ve/<> SÜREKLİLİK
- FARKLILIKLAR VE ÇİRKİNLİKLER ile/yerine FARKLILIKLAR VE GÜZELLİKLER
- FARKLILIKLAR" değil FARKLAR
(
Kavram | Açıklama | Örnek Kullanım |
---|---|---|
Farklılık |
- Bir durum ya da nesnenin genel olarak farklı olma durmunu tanımlar. - Soyut bir kavramdır ve tekil olarak kullanılır/kullanılmalıdır. |
- "İki kültür arasındaki farklılık, oldukça dikkat çekiciydi." - "Tasarımlardaki farklılık, genel estetik anlayışından kaynaklanıyor." |
Farklar |
- Belirli iki ya da daha fazla nesne arasındaki somut ya da açık ayrımları tanımlar. - Nesne ya da tek tek gözlemlenebilen durumlar için yeğlenir. |
- "Bu iki öneri arasındaki farklar oldukça belirgindir." - "Renkler arasındaki farklar, hemen göze çarpıyor." |
"Farklılıklar" |
- En son/üst düşün(dür)me/soyutlama "-lık" ekinden sonra "-lar" çoğul ekinin kullanımı gereksiz/yanlıştır. Dil bilgisi hatasıdır. - Yerine "farklılık" ya da "farklar" yeğlenmelidir. |
- Hatalı örnek: İki çalışma arasındaki "farklılıklar", ayrıntılarıyla incelendi. - Doğru: İki çalışma arasındaki farklar, ayrıntılarıyla incelendi. |
( [not] DIFFERENCE but DIFFERENCES )
- FARKLILIKLAR ile FARKLAR
( DIFFERENCENESSES" vs. DIFFERENCES )
- FARKLILIKLAR ile/>< ÖZSEL OLANLAR
- Farklıyı DİNLE!!!
- FARMAKODİNAMİ ile FARMAKODİNAMİK ile FARMAKOKİNETİK ile FARMAKOKİNEZİ ile FARMAKOLOG ile FARMAKOLOJİ ile FARMAKOLOJİK ile FARMAKOPE
( İlaç etkisi. İLE İlaç etkisi [ile ilgili], ilaç etkibilim. İLE İlaç yazgısı [ile ilgili], ilaç yazgıbilim. İLE İlaç yazgısı. İLE İlaçbilim uzmanı. İLE İlaçbilim. İLE İlaçbilimsel, ilaçbilim [ile ilgili]. İLE İlaç kılavuzu. )
- FARMAKOLOG değil/yerine/= EMBİLİMCİ
- FARMAKOLOJİ/PHARMACOLOGY[İng.] değil/yerine/= İLAÇ BİLİMİ
- FARMAKOLOJİ değil/yerine/= EMBİLİM
- FARMAKOLOJİ ile TOKSİKOLOJİ
( İlaçların nasıl çalıştığını ve gövdeyi nasıl etkilediğini inceleyen bir bilim dalı. İLE Zehirlerin nasıl çalıştığını ve gövdeye nasıl zarar verdiğini inceleyen bir bilim dalı. Bu iki dalın kesiştiği noktada, yeni ilaçlar ve tedaviler geliştirilmekte ve zehirlenmelerin önlenmesi ve tedavisi için çalışmalar yapılmaktadır. )
- FARMAKOLOJİ ile/||/<> TOKSİKOLOJİ
( İlaçların etkilerini ve kullanımını inceleyen bilim dalı. İLE/||/<> Zehirlerin etkilerini ve tedavisini inceleyen bilim dalı. )
- FARMAKOLOJİK değil/yerine/= EMBİLİMSEL/EMSEL
- FARMAKOPE/PHARMACOPEIA[İng.] değil/yerine/= RESMİ İLAÇ BİLGİSİ
- FARMAKOVİJİLANS/PHARMACOVİGILANCE[İng.] değil/yerine/= İLAÇ TAKİP DÜZENİ
- FARMASÖTİK KİMYA ile/||/<> BİYOFARMASÖTİK KİMYA
( İlaçların kimyasını ve etkilerini inceleyen bilim dalı. İLE/||/<> Biyolojik ilaçların kimyasını inceleyen bilim dalı. )
- FARMASÖTİK KİMYA ile/||/<> MEDİKAL KİMYA
( İlaçların kimyasını ve etkilerini inceleyen bilim dalı. İLE/||/<> Tıbbi uygulamalarda kullanılan kimyasalları inceleyen bilim dalı. )
- FARMASÖTİK KİMYA ile/||/<> TOKSİKOLOJİ
( İlaçların kimyasını ve etkilerini inceleyen bilim dalı. İLE/||/<> Zehirli nesnelerin kimyasını ve etkilerini inceleyen bilim dalı. )
- FARS ABECESİ ile/ve ARAP ABECESİ
( BÜYÜK KAPI ile/ve KÜÇÜK KAPI )
( BÂB-I KEBİR ile/ve BÂB-I SAGÎR )
- Fars ile FARS[Fr.]
( İran'ın güneybatısında oturan halk ya da bu halktan olan kişi. İLE İlkel, yalın güldürme öğelerinden yararlanan, kimi kez inanılırlığın sınırını aşan, güldürmeyi amaç edinen oyun. )
- FARTHER/FURTHER vs. FURTHER
- FARZ-I AYN ile/ve/<> FARZ-I KİFÂYE
( Herkes için geçerli olan durumların/konuların bilinmesi gerekli/zorunlu bilgiler/ilimler. İLE/VE Bazı kişilerin bilmesi yeterli olan bilgiler/ilimler. )
- FARZ-I MAHAL değil FARZIMUHAL(OLMAYACAK ŞEY YA!)
- FARZ[Ar.] ile HATM[Ar.]
- FARZ[Ar.] ile KARZ[Ar.]
- FARZ[Ar.] ile VUCÛB[Ar.]
- FARZ ile FARZ-I KİFÂYE
- FARZ ile/ve/değil İMAN
- FARZ ile NÂFİLE
- FARZ ile SÜNNET
- FARZ ile VÂCİB
- FARZÂ
( FARZEDELİM Kİ, DİYELİM Kİ, OLA Kİ [FARAZÂ yanlıştır!] )
- FÂŞ değil/yerine/= MEYDANA ÇIKMA, DUYULMA, AÇIĞA VURMA
- FAŞÂFEŞ[Fars.] ile FEŞFEŞE[Fars.]
( Atılan okun havada çıkardığı ses. İLE Hışırtı. )
- FASÂHAT[Ar.] ile FAZÂHAT[Ar.]
( İyi ve açık konuşma, iyi söz söyleme becerisi, uzdillilik. İLE Alçaklık, edepsizlik. )
- FASARYA ile GÜRÜLTÜ/PATIRTI/KARIŞIKLIK
- FASET/FACET(TE)[İng.] değil/yerine/= DÜZ, PÜRÜZSÜZ YÜZEY
- FASİD ile BÂTIL
- FÂSİH[Ar. < FESH] ile FASÎH[Ar. çoğ. FUSAHÂ]
( İptal eden, bozan, çürüten, fesheden. İLE Güzel, düzgün ve açık konuşan, iyi söz söyleme becerisi olan. | Açık, âşikâr, sarih. )
- FÂSIK ile/ve/<> FÂCİR
- FASİKÜL/CÜZ ile BÖLÜM
- FASİKÜL/FASCICLE[İng.] değil/yerine/= DEMETÇİK
- FASİKÜLASYON/FASCICULATION[İng.] değil/yerine/= SEYİRME
- FASIL[Ar. çoğ. FUSÛL] ile FÂSIL[Ar. < FASL]
( Fasl. | Bir bestekârın aynı makamdan bestelediği iki beste. | Türk müziğinde klasik bir konser programı. İLE Ayıran, bölen, fasleden. )
- FÂSILA-YI SALTANAT
( Yıldırım Beyazıt'ın esir düşmesinden sonra Çelebi Mehmet'in sultan olmasına kadar geçen süre. )
- FÂSILA-YI SUGRÂ[Ar.] ile FÂSILA-YI KÜBRÂ[Ar.]
( Üç harekeli ve bir sâkin harften oluşan dört harfli sözcük.[vatanım gibi] İLE Dört harekeli ve bir sâkin harften oluşan dört harfli sözcük.[vatanımız gibi] )
- FÂSILA:
SUGRÂ ile/ve/<> KÜBRÂ
( 3 harekeli ve 1 sakin. İLE/VE/<> 4'lü ya da üzeri. )
( [örnek] Kelebek. İLE/VE/<> Otomatik. )
- FASILA[Ar.]/ANTRAKT[Fr. < ENTRACTE] değil/yerine/= ARA
- FASİLELER = FASÎLAN = FAMILLES
- FASİLITASYON/FACİLITATION[İng.] değil/yerine/= KOLAYLAŞTIRMA
- FAŞIR FAŞIR (YIKAMAK)
( Su ya da başka sıvıların bol ve çok akmasını anlatır. )
- FASİT DAİRE[Ar.] değil/yerine/= KISIR DÖNGÜ
- FASİT DAİRE[Ar.] değil/yerine/= KISIR DÖNGÜ
- FASİYAL PARALİZİ ile/||/<> TRİGEMİNAL NEVRALJİ
( Yüz kaslarının zayıflığı ya da kötürümlüğü. İLE/||/<> Yüzde ani ve şiddetli ağrı atakları. )
- FASİYAL/FACIAL[İng.] değil/yerine/= YÜZ (İLİŞKİLİ)
- FAŞİZM ile/ve SOYKIRIM
- FASL-VASL ile/ve HAŞR-NEŞR
- FASL[< FUSÛL]
( AYIRMA, AYRILMA | KESİNTİ | BÖLÜM )
- FASL[Ar.] ile FETH[Ar.]
- FASL[Ar.] ile FETK[Ar.]
- FASL[Ar.] ile KAT'[Ar.]
- FASM[Ar.] ile KASM[Ar.]
- FASO FİSO
( Sıradan. Anlamsız. )
- FASO-FİSO
- FASON[Fr.] ile FASONE[Fr.]
( Kesim. İLE Çözgü ya da atkının kumaş yüzeyi üzerinde, kendiliğinden bir desen oluşturduğu her tür kumaş. | Bu tür kumaşları oluşturan desen örneği. )
- FASON ile/ve TAŞERON
- FASS[çoğ. FUSÛS]
( TAŞIN YÜZÜKTE OTURDUĞU YUVA | YÜZÜK TAŞI )
- FAŞTAK FIŞTAK ([ÖZENSİZ] YIKAMAK/YIKANMAK)
- FASTİ
( Roma'da kutsal takvim. )
- FASTIDIOUS vs. FUSSY vs. METICULOUS vs. PAINSTAKING vs. PERNICKETY vs. SCRUPULOUS vs. THOROUGH
- FASULYE/BEZELYE ile HİNTBEZELYESİ
( ... İLE Baklagillerden, sıcak ülkelerde yetişen, tohumları fasulyeye benzeyen bir bitki. )
( ... cum C. INDICUS )
- FASÜLYE değil FASULYE
- FASULYE ile SOYA[Mançu dilinden]
( ... İLE Yağ çıkarılan, bir cins fasulye. )
( ... cum SOIA HISPIDA )
- FAT32 ile/ve NTFS
- FATAL değil/yerine/= ÖLDÜRÜCÜ
- FATALITE ORANI/FATALITY RATE[İng.] değil/yerine/= OLGU-ÖLÜM ORANI
- FATALITE/FATALITY[İng.] değil/yerine/= ÖLDÜRÜCÜLÜK
- FATE FAITH DESTINY
- FATİH CAMİİ
- FATİH KARATAŞ ve/||/<> BAHATTİN HEKİMOĞLU
( )
- FATİH SULTAN MEHMET
- FATİH SULTAN MEHMET ve AKŞEMSETTİN
- FATİH SULTAN MEHMET ve/< NİMEL[< Nİ AMEL] CEYŞ
( ... VE Fetihte şehit olan askerler. )
( 18 SEKBANLAR: Şehzâde Camii [Saraçhane'de] karşısında, [eski] Nikah Dairesi'nin yanındaki mezarlıklar. )
- Fatih'in dil ordusunu bil de KONUŞ!!!
- FÂTİH[Ar. < FETH] ile FÂTİH[Ar.]
( Açan. | Anahtar. İLE Kendini açan/feth eden. )
- FÂTİHA SURESİNDEKİ DÖRT ANA İLİM
- FÂTİHA SURESİNİN ADLARI
- FÂTİHA-HÂN[Ar.] ile FÂTİHÂN[Ar.]
( Birinin ruhuna Fatiha suresi okuyan. İLE Fethedenler, fatihler. )
- FATİHÂ'YA İZNİ OLMAK ile/ve FATİHÂ'SI DÜZGÜN OLMAK
- FATİHÂ ile HER REK'ATIN FATİHÂ'SI
- FATÎN/E[Ar. < FITNAT] ile FÂTİN[Ar. < FİTNE]
( Zeki, akıllı, uyanık, anlayışlı, kavrayışlı. İLE Fitneci. )
- FÂTİR[Ar.] ile FATÎR[Ar.] ile FATR[Ar. çoğ. FUTUR]
( Füturlu, durgun, gevşek. | Az sıcak, ılık olan. İLE Mayasız saç ekmeği, bazlama. | Bir çeşit pasta. | Olmamış, derecesini bulmamış şey. İLE Çatlak, yarık. | Mantar. )
- FÂTIR ile/ve HÂLİK
- FATMA ile/ve/||/<> FATMA
( [Osmanlı döneminde] [Müslümanlar için "TI" ile yazılan.] İLE/VE/||/<> Müslüman olmayanlar için "TE" ile yazılan. )
- FATR[Ar.] ile Fİ'L[Ar.]
- FATURA[İt. < FATTURA] değil/yerine/= SAYIŞÇA
- FATURA ile İRSALİYELİ FATURA
- FATURA ile/ve/değil/yerine İRSALİYELİ FATURA
- FATURA değil/yerine/= YASAL ÖDENDİ BELGESİ
- FAUNA değil/yerine/= DİREY
- FAVORİ[Fr.] ile FAVORİ[Fr.]/DULUK[Tr.]
( Gözde. İLE Sakal. )
- FAVOUR vs. SPECIAL PRIVILEGE
- FAY[Fr. < FAILLE] değil/yerine/= KIRIK/YERKIRIĞI
- FAYDA/LI[Ar.] değil/yerine/= YARAR/LI
- FÂYİH[Ar.] ile FÂYİHA[Ar. çoğ. FEVÂYİH]
( Kendiliğinden dağılan güzel koku. İLE Çiçek ve meyve kokusu. | Hoş kokulu nesne. )
- FAYTON SEFÂSI değil ATLARIN CEFÂSI
- FAZ UZAYI ile/ve/||/<> TERSİNEMEZLİK
( ... ile/ve/||/<> 10[üzeri 10 üzeri 25] [olasılıksızlık] )
( m = 3, n= 3 [1/4060]
m = 4, n= 4 [1/10.000]
m = 5, n= 5 [1/100.000] )
- FAZ[Ar. < Fr. < Yun.] ile FAZZ[Ar.]
( Evre, safha. İLE Huysuz, kötü sözlü, kaba. )
- FAZ[Fr./İng. < PHASE] değil/yerine/= EVRE
- FAZ/İK/PHAS/IC[İng.] değil/yerine/= EVRE/Lİ
- FAZ ile İKİ FAZLI
( ... İLE Aralarında, devrenin dörtte biri kadar faz farkı olan. [Aynı frekans ve genlikte, iki alternatif akım ya da gerilim.] )
- FÂZA[Ar.] ile SÂLE[Ar.]
- FÂZÎH/A[Ar.] ile FAZÎHA[Ar. çoğ. FAZÂYİH]
( Utanmaz, rezil. | Çirkin, fena. İLE Edepsizliği, alçaklığ gerektiren iş/şey. )
- FAZIL BEY ile VECİHİ HÜRKUŞ
( )
(
Hava Şehitleri, 1935'ten bu yana her yıl 15 Mayıs'ta düzenlenen törenlerle anılıyor. )
- FÂZIL[Ar.] değil/yerine/= ERDEMLİ KİŞİ
- FAZÎLET[Ar.] değil/yerine/= ERDEM
- FAZİLET ile/ve EDÂ
- FAZÎLET ile/ve/||/<> MENFAAT ile/ve/||/<> MASLAHAT
( Bireyde. İLE/VE/||/<> Toplulukta. İLE/VE/||/<> Toplumda. )
- FAZÎLET ile/>< REZÎLET
- FAZL[Ar.] ile İHSÂN[Ar.]
- FAZLA ALÇAKGÖNÜLLÜKTE/TEVÂZÛDA:
RİYÂ ile/ve/||/<> GERÇEK
( Fazla tevâzû gösterme, riyâdan sayarlar. İLE/VE/||/<> Fazla tevâzû gösterme, gerçek sayarlar. )
( [Fazla alçakgönüllük göstermek] İkiyüzlülük olarak yorumlanabilir. İLE/VE/||/<> İncelik olarak yorumlanmayıp çarpıtılarak, genelde de bilindiğiniz ya da göründüğünüz kadar incelikli olmadığınız şeklinde yorumlanabilir. )
- FAZLA BİLGİ ile FAZLADAN BİLGİ
( EXCESS INFORMATION vs./and EXTRA INFORMATION )
- FAZLA ENERJİ ve/<> KARMAŞA / KARGAŞA
- FAZLA FAZLA ile/değil FASLA FASLA
( ... İLE/DEĞİL Yer yer. )
- FAZLA FEDÂKÂR/LIK
ve/||/<>/>/ne yazık ki
(FAZLA) VEFÂSIZ/LIK
( Fedâkârlığın fazlası, vefâsızlığa neden olur. )
- FAZLA KONUŞMAK ile/değil/yerine GEREĞİNDEN FAZLA KONUŞMAK
( Kişinin, "Fazla konuşmak" diye bir durumu ol(a)maz fakat belirli/belirsiz bir konuda/alanda/olguda, gereğinden fazla konuşması söz konusu olabilir. [Kişinin, doğadaki fiziksel donanımlarının yetersizliğini giderecek olanın, beyni ve zihni olmasından dolayı ve bunu da, geri dönülmez bir duruma girmeden önce gidermek, çözüm üretmek üzere dili ve konuşma becerisi karşılar. Modern dönemlerde gelinmiş kopukluklar, hızlı ve kısa/kesik sözler kullanma "çabası/beklentisi" nedeniyle de "konuşmanın fazlası" diye bir olgu, durum geliştirilemez ve/ya da bu kişisel/düşük "beklentinin" karşılanması, çevremizdeki kişilerden beklenilemez!] )
- FAZLA SAFLIK ile/ve/> İHÂNET
( Bazen fazla saflık da ihanetin nedeni/kaynağı olabilir. )
- FAZLA SAMİMİYET ile/ve/||/<> ÇOK SEVGİ ile/ve/||/<> ÇOK İYİLİK
( Saygıyı azaltır. İLE/VE/||/<> Nankörlük getirir ve sevileni uzaklaştırır. İLE/VE/||/<> Suistimal edilir. )
- Fazla soru sorma SUS!!!
- FAZLA) İÇMEMELİ!
- FAZLA/BOŞ/BOŞUNA ile/ve/değil/yerine GEREKLİ/LİK
- FAZLA/GEREKSİZ/YERSİZ/BOŞ ...)
KONUŞMA! ile/ve/||/<>/< DÜŞÜNME!
( YAP! ile/ve/||/<>/< YAP! )
- FAZLA/LIK ile/değil AŞKIN/LIK
- FAZLA ile/ve ÇEŞİTLİ
- FAZLA ile ÇOK
( EXCESS vs. MANY )
- FAZLA ile/ve/değil ETKİN
( [not] EXCESS vs./and/but ACTIVE | EFFECTIVE )
- FAZLA ile/ve/değil GEREKSİZ
( [not] EXCESS vs./and/but UNNECESSARY )
- FAZLA ile/ve/değil HIZLI
( [not] EXCESS vs./and/but FAST )
- FAZLA ile ÖTE
( MORE vs. BEYOND )
- FAZLA ile/ve SORUN
( EXCESS vs./and PROBLEM )
- FAZLA ile/ve/yerine/değil YETERİNCE
( [not] EXCESS vs./and/but ADEQUATELY/SUFFICIENTLY
ADEQUATELY/SUFFICIENTLY instead of EXCESS )
- FAZLALIK ile/ve AİDİYET
( EXCESS vs./and STATE OF BELONGING )
- FELSEFE ile FANTAZİ
- FESÂHÂT değil FASÂHÂT
( Hoş ve açık konuşma, uzdillilik, iyi söz söyleme becerisi. )
- FETİH ile/||/<> FÜTUHAT ile/||/<> FETİHNÂME[İng. MESSAGE ANNOUNCING A CONQUEST | FR. MESSAGEM DE COMQUETE | ALM. BERICH (M) ÜBER EINE EROBERUNG] ile/||/<> FATİH
( Bir kenti ya da ülkeyi savaşarak alma. İLE/||/<> Fetihler, zaferler. İLE/||/<> Savaşlar sonunda kazanılan zaferleri, bir yerin alındığını müjdelemek için hükümdarların, fethedilen yerleri, komşu hükümdarlara, yabancı devlet adamlarına, hanlara, prenslere/şehzâdelere ve valilere bildirmek üzere yazılan resmi mektup. İLE/||/<> Fetheden, İslâm devletlerinde bir ülkeyi ya da kenti savaşarak alan hükümdar ya da komutana verilen san. )
- FETK[Ar.] ile FASL[Ar.]
- FEVKALADE SIKINTILI değil FAZLASIYLA SIKINTILI
- GARİBAN ile FAKİR
- GAZÂLÎ ve FAHREDDİN RÂZİ
- GECEKONDU ile FAVELA
( Brezilya'ya özgü gecekondu. )
- GEREKSİZ (YERE) HARCAMA/MASRAF ile/ve/<>/değil/yerine FAZLA HARCAMA/MASRAF
- GEREKSİZ ile FAZLA(DAN)
- GEYİK ile FARE/CÜCE GEYİK
( Tragulidae[cüce geyikgiller] ailesine ait bir türdür.
Henri Milne-Edwards[Fransız canlıbilimci] tarafından, 1864 yılında adlandırılmıştır. Tragulus kanchil[Lat.], Raffles tarafından, 1821 yılında Lesser Mouse-deer[fare geyiği] olarak adlandırılmıştır.
Fare geyiklerinin anavatanları, Güney Asya olup Asya'nın tamamında ve Kuzey Afrika'da da yaygın olarak görülebilmektedir. Indochina, Burma[Kra Isthmus], Brunei, Kamboçya, Çin[Güney Yunnan], Endonezya[Kalimantan, Sumatra ve çok sayıda küçük adada], Laos, Malezya[Peninsular Malezya, Sarawak] Güneydoğu Asya, Singapur, Tayland ve Vietnam genelinde yaygın olarak bulunurlar.
Güneydoğu Asya'da rastlanan, dünyanın en küçük toynaklı memeli türü olan fare geyiği, ilginç ve bir o kadar da ilgi çekici bir hayvan türüdür.
Yetişkin fare geyiklerinin yerden yüksekliği, yaklaşık 15 - 23 cm. arasında değişirken, uzunlukları 55 cm'i geçmemekle birlikte, ağırlıkları ise yaklaşık 2 - 3 kg. arasında değişmektedir. Otçul beslenen Fare geyiği, yavrularını sütle besler. Dişi Fare geyiği, 70 gün süren bir gebeliğin ardından, 8-12 yavru doğurur. Dişi fare geyiği, yavrularını üç aylık bir süre sütle besler.
Yavru fare geyikleri, 5 aylık olduklarında, yavrular, tek başına bırakılır. Bu süreç sonunda, dişi fare geyiği yeniden çiftleşebilir. Bir dişi fare geyiği, yılda iki kere doğum yapabilir. Fare geyiklerinin yaşamı, ortalama 10 yıl kadardır.
Oldukça hızlı hareket edebilime özeliğine sahiplerdir. İstediklerinde ya da tehlike anında, saatte 50 km.'lik hızla koşabilirler. )
( ... avec TRAGULUS KANCHIL )
- GRADYAN/GRADIENT[İng.] değil/yerine/= FARK
- GÜÇLÜ ile/değil/yerine FARKLI
( [not] POWERFUL/STRONG vs./but DIFFERENT
DIFFERENT instead of POWERFUL/STRONG )
- GULAM ile/||/<> ALABEYİ ile/||/<> CANBAZ ile/||/<> MİRAHUR ile/||/<> ÇARKA ile/||/<> BELDAR ile/||/<> BOSTANCI ile/||/<> AKINCI ile/||/<> CEBELİ ile/||/<> DALKILIÇ ile/||/<> DELİ ile/||/<> FARİSAN
( Asker. İLE/||/<> Bir bölgede tüm tımarlı sipahilerin en büyük amiri. İLE/||/<> Atlı fedai asker. İLE/||/<> Has ahırın en büyük yöneticisi. İLE/||/<> Osmanlılar'da öncü görevi. İLE/||/<> Dağ geçitlerini aşan, temizleyen ve koruyan, buradan geçenlerin güvenliğini sağlayan görevliler. İLE/||/<> Sarayın ve kentin güvenliğinden sorumlu askerler. İLE/||/<> Osmanlı'nın askerî örgütlenmesinde, sınır bölgelerinde, düşman ülkelerine akınlar, baskınlar tertipleyerek yıpratma harekâtında bulunan hafif süvari birlikleri. İLE/||/<> Tımar sahiplerinin savaşa hazır olarak beslemek zorunda olduğu asker. İLE/||/<> Gönüllü olarak tehlikeli işlerde kullanılan asker. İLE/||/<> Vezir ve Beylerbeyine bağlı olarak görev yapan hafif süvari örgütünün askeri. İLE/||/<> Eyâletlerde, hudutlardaki muhafız askerler. )
- GÜMÜŞ ile FAKFON[Fr. < İng. < Çince]
( ... İLE Bakır, nikel ve çinkodan oluşan, gümüş görünümünde bir alaşım. )
- GÜZEL ile/ve/değil/||/<>/< FARKLI
- GÜZELLİK >< FAZLALIK
( Güzellik, fazlalıklardan arınmışlıktır. )
- HABERDAR OLMAK ile/ve/<> FARKINDALIK
( TO BE AWARE OF vs./and/<> AWARENESS )
- HÂCET[Ar.] ile FAKR[Ar.]
- HASTA/LIK ile/değil FARKLI/LIK
( Özellikle Down Sendromu'nda. )
- HASTA ile/ve/değil/<> FARKLI
- HATA ile/değil FARK
( Kişiler arasında ve kişisel özelliklerde/"eksikliklerde", hata değil, ancak fark olabilir. )
- HAVALE ile/<> EFT ile/<> SWIFT ile/<> FAST
( Hesaplararası para/fon aktarımı. İLE/<> Bankalararası, elektronik para/fon aktarımı[Electronic Funds Transfer]. İLE/<> Uluslararası Bankaların Finansal Haberleşme Kurumu[İng. Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication] )
( Banka içinde. İLE/<> Bankalar arasında. İLE/<> Uluslararası bankalar arasında. )
( [ne yazık ki] Pahalı. İLE/<> Daha pahalı. İLE/<> Çok (daha) pahalı. )
( Hiçbirindeki ücretlendirme, uygun oranda ve âdil değil! Devletler, vatandaşlarının hakkına sahip çıkmadığı ve bireyler, sustuğu, bilinçlenip ortak tepki göstermediği sürece de bu fırsatçılar, sömürülerine ve gasplarına devam edeceklerdir ne yazık ki. Bu konuda, en sesi çıkmayıp rahatı, kârı/primleri ve çıkarları yerinde olanlar ise bilinçli ya da bilinçsiz, bankaların yönetici ve çalışanlarıdır. Bu tıkanık ve yanlış düzenin, elbet ve umarız yakın bir gelecekte düzeleceğini ümit ediyoruz ve ilgilileri, "yetkilileri" uyarıyoruz. Her birimizin tepkisiyle, katılımı ve desteğiyle tabii! )
( [onaylanma süresi] Çok kısa sürededir. İLE/<> Daha uzun sürer. İLE/<> Daha uzun sürer. )
( [kişisel bilgi] Daha çok. İLE/<> Daha az. İLE/<> ... )
( 7/24 gerçekleştirilebilir. İLE/<> Sadece hata içi ve mesai saatleri içinde yapılabilir. İLE/<> ... )
- HİCRÎ ile/ve İSKENDERÎ ile/ve MİLÂDÎ ile/ve TÜRKÎ ile/ve FARSÎ/YEZDİGER ile/ve RAKAMLA ile/ve EBCED ile/ve LUĞAZ
- HİKÂYE ile/ve FASA FİSO
- HİPNOZ:
FARKINDALIĞIMIZDA OLANI DIŞSALLAŞTIRMAK ve/||/<> FARKINDALIĞIMIZDA OLMAYANI İÇSELLEŞTİREBİLMEK
- HİSSETMEK ile/ve/<> FARKETMEK
( TO FEEL vs./and/<> AWARENESS )
- HUMUS ile/ve FAVA
( Nohuttan yapılan. İLE/VE Bakladan yapılan. )
- İÇGÖRÜ KAZANDIRMA ile/ve/||/<> FARKINDALIK
- İLAVE ÜCRET ile/ve/<> FARK ÜCRETİ ile/ve/<> MUAYENE ÜCRETİ
( İlaç ve muayene üzerinden alınan ücret. İLE/VE/<> "Otelcilik hizmetleri." İLE/VE/<> ... )
- İLGİNÇ ile/ve/değil FARKLI
( [not] INTERESTING vs./and/but DIFFERENT )
- İMAM ve/||/<> FATİH
( ... VE/||/<> Sıra(saf), mihrabtaki imamın hemen arkasındaki kişiden, iki tarafa birden açılmasıyla, ikinci ve öteki sıralar da sıranın ortasındaki "Fatih" ile başlatılır ve sağlı sollu olarak devam ettirilir. )
( ... VE/||/<> İmamın arkasında bulunan kişi. Saf tutulurken hiza alınan kişi. )
( ... VE/||/<> Nefsini feth eden. )
- İMECE ile FASON(/FERLAKS SİSTEMİ-FRANSIZ/PUTTING-OUT SİSTEMİ)
- İNAN = İMAN = FAITH[İng.] = FOI[Fr.] = GLAUBE[Alm.] = FIDES[Lat.] = FE[İsp.]
- INDIFERANSİYE/UNDIFFERENTIATED[İng.] değil/yerine/= FARKLILAŞMAMIŞ
- İRSALİYE ile FATURA
- ISRAR ETME! ile/ve/||/<>/> (FAZLA) DİRENÇ GÖSTERME!
- ÎTİDAL ve/<> FAZÎLET
- İZÂFÎ ve FÂNİ
( Eğer tüm göreceli ve geçici veriler, sonsal hedef yapılırsa, putperestlik kaçınılmazdır. )
- KÂBİL ile/ve/<> FAİL
- KABUL ETMEMEK ile/değil/yerine/< FARKINDA OLMAK
- KAFA SESİ ile/ve/||/<> FALSETTO[İt.]
- KÂFİR ile FÂSIK
( Farzlara inanmayan. İLE Farzları tembellikle yerine getirmeyen. | Allah'ın emirlerini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, kötülük eden. )
- KARAGÖZ OYUNUNDA:
MUHÂVERE ile/ve/<> FASIL
- KARŞI KOYMAK ile/değil/yerine FARKINDALIK
- KEŞFETMEK ile/ve/değil/yerine/||/<>/< FARKETMEK
- KEŞİF ile/ve/> FARKINDALIK
( CONSCIENCE/CONSCIOUS vs./and/> AWARENESS )
- KESİNTİ ve FARKINDALIK
( INTERRUPTION and AWARENESS )
- KEŞKE ... değil/yerine/>< FARKINDALIK
( Ne kadar farkında olursak, "keşke"lerimiz de o kadar az olur. )
- KLAVYE KULLANIMI(/CISI) ile FARE KULLANIMI(/CISI)
( Üretim/üret[k]en. İLE Tüketim/tüket[k]en. )
( Büyük Harf[Caps Lock] tuşu aktifken [AltGr + Q] işaretini çıkartamazsınız. )
- KOMPARTIMAN ile FAKÜLTE
- KÖPRÜLÜ MEHMET PAŞA ile/ve/||/<>/> FAZIL AHMET PAŞA ve MUSTAFA PAŞA
( Baba. İLE/VE/||/<>/> Oğulları. )
- KÖTÜ değil FARKLI
( [not] "BAD" but DIFFERENT )
- KRİZ ile/ve/||/<>/> "FABRİKA AYARLARI"NA DÖNÜŞ
- KUMKAPI NİŞANCASI ile/ve FATİH NİŞANCASI ile/ve EYÜP NİŞANCASI
- KUŞ ile FAREKUŞU
( ... İLE Afrika'ya özgü bir kuş. )
( TAYR ile ... )
( MÜRG ile ... )
- LARENJİT/LARİNGİT ile/||/<> FARENJİT
( Gırtlak yangısı ile ses kısıklığı ve boğaz ağrısı. | Ses tellerinin yangılanması ile ses kısıklığı. İLE/||/<> Boğaz yangısı ile boğaz ağrısı ve yutma güçlüğü. | Boğazın arka bölümünün yangılanması. )
- LEHİM ile BRONZ/TUNÇ ile FAKFON ile KUPRONİKEL ile PERMALLOY
( Kalay ve kurşun alaşımı. İLE Bakır ve kalay alaşımı. İLE Bakır, çinko ve nikel alaşımı. İLE Bakır ve nikel alaşımı. İLE Demir ve nikel alaşımı. )
- LEMUR ile FARE LEMURU
( ... İLE 50 gr. kadar ağırlıkları vardır. )
( ... İLE En küçük primatlardır. )
- MAXWELL EŞİTLİKLERİNDE:
GAUSS YASASI ile/ve/||/<> GAUSS'UN MANYETİK YASASI ile/ve/||/<> FARADAY'IN TÜMEVARIM YASASI ile/ve/||/<> AMPER'İN DEVRE YASASININ DOĞRULAMASI
( )
( E [elektrik alanı] ve B [manyetik alan] )
- MEDRESE TALEBELERİ:
DÂHİL ve/> ÂLİM ve/> FÂZIL ve/> KÂMİL
- MEKRÜMETLÜ/MEKREMETLÜ ile FAZÎLETLÜ ile SEMÂHATLÜ ile FÜTÜVVETLÜ ile MEVEDDETLÜ ile ZEHÂDETLÜ
( İlmiyede sadreyn pâyesinin resmi unvanı. İLE İlmiye sınıfına ait olanlardan, İstanbul ve Harameyn unvanını alanlara hitapta kullanılan unvan. İLE Din âlimleri arasında kazaskerlik pâyesinde bulunanlara özel resmî takma ad. İLE Askerlikte mülâzım[teğmenler] ile kol ağası ve yüzbaşılara mülkiyede, rabia ve hâmise rütbeleri taşıyan kimselere verilen unvan. İLE Rütbesi olmayan kadılara verilen unvan. İLE Şeyhlere ve din adamlarına hitâben kullanılan unvan. )
- MERDÛD[Ar.] ile FÂSİD[Ar.] ile MENHÎYYUN 'ANH[Ar.]
- MEŞK ile/ve/<> FASIL
- MESLEK YÜKSEK OKULU(MYO) ile/ve/değil/yerine/||/<>/> FAKÜLTE
- MEVCUD:
HAKİKÎ ile/ve FARAZÎ/İHTİRAÎ
( Kişiyi/zihni gerektirmez. İLE/VE Kişiyi/zihni gerektirir. )
( Muhalif değil ve fakat mutabık da değildir. İLE/VE ... )
- MEVSİM[Ar.] ile/ve/||/<> FASL[Ar.]
( Yılın dört bölümünden her biri. | Bir şeyin belirli zamanı. İLE/VE/||/<> Ayrıntı, ayırma, ayrılma. | Kesme, kesinti, bölüm. | Sonuçlandırma, halletme. | Aleyhte bulunma, birini çekiştirme. | Bir kitabın ya da tiyatro oyununun başlıca bölümlerinden her biri. | Sözcükler, düzenlemeler, tümceler arasında bağlantı edatı bulunmadan yazı yazma yöntemi. | Bir defada çalınan peşrev, şarkı vb. | Dört mevsimden biri. | Bir bestekârın, aynı makamdan bestelediği iki beste ile iki semai. | Türk müziğinde klasik bir konser programı. | İki yüzeyin birleşmesinden oluşan çizgi. | Eklem, gövdenin oynak yerleri. )
- MİRÂC = FATİHA
- MISIR ve/||/<> FASÜLYE ve/||/<> KABAK
- MÜCERRED/YALIN ile/||/<> NÂKIS/MENKÛS/EKSİKLİ ile/||/<> FASİH
( Türemiş ya da bileşik sözcüğe karşıt olarak, kök nitelikli bir anlambirim özelliği taşıyan sözcük. İLE/||/<> Ad ya da eylem çekimine girmekle birlikte ilişkin olduğu veznin tüm biçimlerini içermeyen sözcükler. İLE/||/<> Bozulmamış, öz dile ait sözcük. )
- MÛCİBUN Bİ'Z-ZÂT ile/ve FAİL-İ MUHTAR, KÂDİR-İ MUTLAK
( Filozoflar[Hukema] için. İLE Kelâmcılar[Mütekellimin] için. )
( Mutasavvıf için: Zâhirde Fail-i Muhtar, Kâdir-i Mutlak; Bâtında Mûcibin bi'z-Zât. )
- MÜDÂVİM ile FANATİK
- MUTEFADDIL[Ar.] ile FÂDIL[Ar.]
- NAMAZ'DA:
SÜNNET ile/ve FARZ
( Camide ya da bir topluluk arasında yanyana kılınan farzların sonrasında kılınacak olan sünnetlerde dağılınır. Bunun anlamlarından ve amaçlarından biri de, birlik ve bütünlükten, biraradalıktan oluşacak ve açığa çıkacak olan bereketin(/enerjinin/titreşimlerin) her noktaya yayılması ve yayılmış olan bereketten/titreşimlerden yararlanabilmektir. )
- NÜANS ile FARK
- ÖĞRETMEK ile/ve/<> FARK ETMEK/ETTİRMEK
( Öğretmek, başkalarına senin kadar iyi bildiklerini anımsatmaktır. )
( EACH ONE, TEACH ONE )
( TO TEACH vs./and/<> TO AWARE/TO MAKE SOMEBODY AWARE OF )
- OLGU = VAKIA = FACT[İng.] = FAIT[Fr.] = FAKTUM[Alm.] = FACTUM[Lat.] = HECHO[İsp.]
- OLGUSAL/LIK ile/ve/<> FARKLI/LIK
- ÖNEMLİ DEĞİL" değil FAZLA ÖNEMLİ DEĞİL
- ONUR ve/||/<>/>/< FARKINDALIK
- ORKESTRA ile FANFAR[Fr.]
( ... İLE Üflemeli bakır çalgılardan oluşan orkestra. | Bu orkestranın çaldığı, tartımlı ve canlı parça. )
- OROSPU/LUK / KAHPE[Ar. < KAHBE] / EKEK/LİK / ERSEK[dvnlgttrk] ile FÂHİŞE/LİK | KEVÂŞE
( Kısaca: Orospuluk Zihinde; Fahişelik Gövdede
Orospuluk, spekülatif düşüncelerle, çıkara yönelik, işine geldiği gibi hareket etme eğilimi(eşeysel göstergesi olmaksızın). İLE
Fahişelik ise, içinde bulunduğu/bulunmuş oldukları koşullardan/olumsuzluklardan/"acziyetten" kaynaklanabilen, çok geniş/özel nedenlere dayanabilen ya da kişisel seçim/karar ile gövdenin eşeysel yönde, nesnel karşılığı için kullandırılması. )
( BAGIYY [çoğ. BAGAYÂ] )
- ORTAK/LIK ile/ve FARKLI/LIK
( COMMON vs./and DIFFERENT )
- ÖZDEŞ/LİK ile FARKLI/LIK
( IDENTITY vs. DIFFERENCE )
- ÖZDEŞLİK yerine FARKINDALIK
( Körlük. YERİNE ... )
( Balıklar derya içre, deryadan bihaber! )
( AWARENESS instead of IDENTITY )
- ÖZGÜN ile/ve/<>/|| FARKLI
- ÖZNE = FAİL, MEVZU = SUBJECT[İng.] = SUJET[Fr.] = SUBJEKT[Alm.] = SUBJECTUM[Lat.] = HYPOKEIMENON[Yun.] = SUJETO[İsp.]
- PERO ve FAÇETA[İt.]
( Armut şeklinde tek parça elmas. VE Elmasın yontulmuş her bir yüzü. )
- PİNOSİTOZ ile FAGOSİTOZ
( Gözenin sıvı nesneleri alması. İLE Gözenin katı nesneleri alması. )
- PORSELEN ile FAĞFUR[Fars.]
( ... İLE Çin imparatorlarına verilen san. | Çin'de yapılmış kâse, tabak, vazo gibi porselen eşya. )
- RÂZÎ ile FAHREDDİN RÂZÎ
( Hekim, filozof, simyacı. İLE Âlim, fizikçi ve müfessir. )
( Ebû Bekr Muhammed bin Zekeriyyâ er-Râzî [865 - 925, Rey - İran]. İLE Fahreddin er-Râzî [1150 - 05 Nisan 1210, Rey - İran] )
- REENKARNASYON:
ZENGİNLERİN ve FAKİRLERİN DİNİ
- RİSÂLE ile FAİDE
- ROPDÖŞAMBR ile/ve FAMDÖŞAMBR
( Robe de chambre. AVEC/ET Femme de chambre. )
- SAÇMA(LIK)LAR / SAFSATALAR ile/değil/yerine FaRkLaR
( Sözcükler: "SEN ..." / "SEN DE ..." ile başlatılan/saldırılan "tanımlar".
* Tanım/açıklama: Tartışmada, öteki kişinin söz ve hareketlerini, kendi görüşünü savunmada kanıt olarak kullanma. | "Bir savın doğruluğunun, savı geliştiren kişinin, kişiliği ile ilgisi olduğu" "savı". | Bir kişinin önerileri yerine, önerinin reddedilmesini sağlamak üzere, kişiye sövülerek yapılan saldırı.
Örnek: - "Senin müdür hakkında söylediklerini duydum. Nankör adam! Sen müdürün o kadar ekmeğini yedin!"
- "...yı şu yaptıysa doğrudur/yanlıştır."
- "...yı savunuyorsa ahlâksızın tekiymiş."
Lat./İng.: ARGUMENTUM AD HOMINEM
* Tanım/açıklama: Tepkisel indirgemecilik.
Örnek:
- ... sorununun bu hâle gelmesinin toplumsal, ekonomik, politik bir sürü nedeni var.
- "Terör örgütünü mü savunuyorsun bana?!..."
İng.: STRAW MAN
Sözcük: "ONA BAKARSAN ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Ortak özellik gösteren iki önermenin birbiriyle aynı olması ya da birbirine çok benzemesi gerektiği" "savı". ZAYIF BENZETME
Örnek: "Osmanlı İmparatorluğu da tıpkı Roma İmparatorluğu gibi parçalanmıştır."
İng.: WEAK ANALOGY
Sözcük: "HERKES ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Çoğunluğun benimsediğinin doğru olduğu" "savı".
Örnek: " 'Herkes' ona oy verdiğine göre yaptıkları da doğrudur."
Lat.: ARGUMENTUM AD POPULUM
Sözcük: "DEMEK Kİ ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Zaman içinde, önce gerçekleşen bir olgunun, onu izleyen başka bir olgunun nedeni olması gerektiği" "savı".
Örnek: "Güneş tutulmasından sonra deprem oldu. Demek ki depremin nedeni güneş tutulmasıdır."
Lat.: POST HOC ERGO PROPTER HOC
Sözcükler: "DEMEK Kİ ..." / "SONUÇTA ..." / "TEMELDE ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Tersi kanıtlanamayanın doğru olduğu" "savı".
Örnek: "UFO'ların dünyayı ziyaret etmediği yolunda hiçbir kanıt yoktur. Demek ki ediyorlar."
Lat.: ARGUMENTUM AD IGNORANTIAM
Sözcükler: "DEMEK Kİ ..." / "ZATEN ..." ile başlayan "tanımlar".
* Tanım/açıklama: "Bağlantı, ilişki ya da ortak özelliklerin, mutlaka neden-sonuç ilişkisi içinde olduğu" "savı".
Örnek: "Genç kızlar, çok çikolata yiyor. Genç kızlarda sivilce çok görülüyor. Demek ki, sivilcenin nedeni çikolatadır."
Lat.: CUM HOC ERGO PROPTER HOC
* Tanım/açıklama: "Geleneksel olanın doğru olduğu" "savı".
Örnek 1: "...'yı öldürmemiz gerekiyor. Çünkü töre böyle."
Örnek 2: "Bunca yıldır böyle yapılıyor. Demek ki doğrudur."
Lat.: ARGUMENTUM AD TRADITIO / ANTIQUITATEM
* Tanım/açıklama: "Bir tartışmanın taraflarından birinin sessiz kalmasının, sessiz kalan tarafın tartışılan konuda bilgisi olmadığını, haksız olduğunu ya da yanıldığını kabullenmesi anlamına geldiği" "savı".
Örnek: "Sükût, ikrardan gelir! Türk atasözü."
Örnek:
- Sanık, sorguda susma hakkını kullanmıştır!
- "Suçsuzsa neden sussun ki?! Kalkıp açık açık, 'Ben suçsuzum!' derdi suçlu olmasaydı!"
Lat.: ARGUMENTUM EX SILENTIO
Sözcükler: "DEMEK Kİ ..." / "BELKİ DE ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Sorunun ardında yatan varsayımların doğru olduğu" "savı". YÜKLÜ SORU
Örnek:
- Uyuşturucu kullanmaktan ne zaman vazgeçtin?
- Vazgeçmedim!
- Demek ki hâlâ kullanıyorsun?!...
- Hayır, hiç kullanmadım!
- "Ama vazgeçmediğini itiraf ettin!"
İng.: LOADED QUESTION
Sözcükler: "TEMELDE ..." / "HİÇ" / "HEP" ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: Döngüsel nedensellik. Kendi kendini "kanıtlayan" önerme.
Örnek: "O, tembeldir. Çünkü çalışmayı hiç sevmez."
Örnek: "Yalancı değilim. O nedenle, tüm söylediklerim doğrudur."
Örnek: "Sudan hafif maddeler yüzerler. Çünkü batmazlar."
Lat.: PETITIO PRINCIPII
İng.: BEGGING THE QUESTION
Sözcükler: "NASILSA ..." ile başlayan "tanımlar".
* Tanım/açıklama: "Ünlülerin/güçlülerin/zenginlerin söylediklerinin doğru ya da yoksulların söylediklerinin yanlış olduğu" "savı".
Örnek 1: "... bunu söylüyorsa doğrudur."
Örnek 2: "O beş parasızın teki! Söylediklerine kim inanır!?..."
Lat.: ARGUMENTUM AD CRUMENAM
* Tanım/açıklama: "Yoksulların söylediklerinin doğru ya da zenginlerin söylediklerinin yanlış olduğu" "savı".
Örnek: "Adamın beş parası yok ki çapkınlık yapabilsin!"
Örnek: "Adamın milyonları var. Güya eşini hiç aldatmamış!"
Lat.: ARGUMENTUM AD LAZARUM
* Tanım/açıklama: "Acınacak durumda olmanın ya da çaresizliğin, söylenilen ya da yapılanların yanlışlığına ağır bastığı" "savı".
Örnek: "Adam ayakta duramayacak denli yaşlı ve hasta. Bence geçmişte yaptıklarından sorumlu tutulmasına artık gerek kalmamalı."
Lat.: ARGUMENTUM AD MISERICORIDIAM
Sözcükler: "İLLE DE" / "TEMELDE ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Yalnızca iki seçeneğin var olduğu savı." YANLIŞ İKİLEM.
Örnek: "Ya çözümün bir parçasısındır ya da sorunun!"
İng.: BIFURCATION
Sözcükler: "ELİMDE DEĞİL ..." / "NE BİLEYİM ..." sözlerinin eklendiği "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Güç"/"zayıflık" kullanımı.
Örnek: "Ders kitaplarında yazılanlar doğrudur. Eğer yanlış dersem öğretmen beni sınıfta bırakır."
Lat.: ARGUMENTUM AD BACULUM
Az kullanılması gerekenleri ve kullanırken çok dikkat edilecekleri bil de KONUŞ!!! )
( http://www.nku.edu/~garns/165/ppt3_2.html
http://courses.washington.edu/spcmu/334/fallacies.html )
( Safsata Türleri )
( [not] FALLACY vs./but DiFfeReNCeS
DiFfeReNCeS instead of FALLACY )
( KIYÂS-I BÂTIL ile/değil/yerine FURKAN )
( SAFSATA ile/değil FURKAN )
- SADÂKAT VE BAĞLILIK ve/||/<> FARKINDALIK VE ADÂLET ve/||/<> EDEB VE HAYÂ ve/||/<> FETA VE GÖNÜL
( HZ. EBÛ-BEKİR SIDDÎK ve/||/<> HZ. ÖMER el-FÂRUK/HATTÂB ve/||/<> HZ. OSMAN ZİNNUREYN ve/||/<> HZ. İMÂM-I ALİ )
( Çocukluk. VE/||/<> Gençlik. VE/||/<> Yetişkinlik. VE/||/<> Olgunluk. )
- SAKAL ile/ve/<> FAVORİ
( Ben Affleck
Bradley Cooper
David Beckham
Denzel Washington
George Clooney
Hugh Jackman
Jake Gyllenhaal
Kit Harington
Leonardo DiCaprio
Mel Gibson
Pierce Brosnan
Robert Pattinson
Shia LaBeouf
Tom Hardy
Viggo Mortensen
)
( LİHYE ile/ve/<> SEBELE )
( RÎŞ ile/ve/<> ...
BÂME: Uzun, sık ve kaba sakal.
BÂM TELİ: Sakalın dudağa bitişik olan kalın telleri. )
( BEARD vs./and/<> SIDEBURNS )
( BARB cum/et/<> ... )
( MÜSÂL ile/ve/<> ... )
- SAKİNLİK:
MANTIKSIZLIĞI ANLAMA ile/ve/||/<> FARKINDALIĞI ARTIRMAK
- ŞAKK[Ar.] ile FALK[Ar.]
- SANAT ile/ve/||/<> FARKLILIK
- SARGI ile FASKA[Lat.]
( Esnek bir maddeden yapılmış, uzun, dar ve ince şerit. | Bir elektrik makinesinde ya da aygıtında, aynı devreyi oluşturan iletkenlerin tümü. | Gövdenin bir bölümünü yerinde ya da baskı altında tutmak amacıyla uygun biçimde sarılmış şerit. İLE Kundak çocuklarının beline, zıbının üzerinden sarılan geniş sargı. )
- ŞART ile FARZ
- SAYGISIZLIK ile/değil/yerine (FAZLA/AŞIRI/AYKIRI) RAHATLIK
- SEBEB ile/ve/<> VETED ile/ve/<> FÂSILA
( İp. İLE/VE/<> Kazık. İLE/VE/<> İp ile kazıkların arası.
[Çadır terimlerinden.] )
( 2 harf. İLE/VE/<> 3 harf. İLE/VE/<> 4 harf ve fazlası. )
- SECÎ ile/değil KÂFİYE ile/değil FÂSILA
( Düzyazıda. İLE Şiirde. DEĞİL Kur'an'da. )
( SECÎ: Düzyazı[nesir] içinde uyak{kâfiye]. Düzyazıda tümce ve tümceciklerin sonunu, kulakta aynı sesi bırakan sözcüklerle uyaklayarak süsleme sanatı. ( TESCİ': Secî yapmak. )
( MÜSECCA: Secî yapılarak yazılmış kitaplar. )
- SORMAK ile/ve/<> FARKINDALIK
( TO ASK vs./and/<> AWARENESS )
- SORUN/SIKINTI:
FARKLI OLMAK/TA ile/ve/||/<>/ne yazık ki FARKINDA OLMAMAK/TA
( )
- SORUN ile/değil/yerine FARK
- TAVL[Ar.] ile FAZL[Ar.]
- TECELLÎ ile/ve FÂŞ ETMEK
- TEKRAR ile/ve FAZLA/LIK
- TELEFON ETMEYE GİTMEK ile FATURA YATIRMAK
( İşemek. İLE Sıçmak. )
- TELESKOP ile/ve/<> FAST(Five-hundred-meter Aperture Spherical Radio Telescope)
( ... İLE/VE/<> Dünyanın en güçlü tek çanaklı radyo dedektörü. )
( )
- TÖVBE ile/ve/değil/yerine/||/<> FARKINDALIK
- TÜP[Fr./İng. < TUBE] ile FALLOP TÜPÜ/BORUSU
( Laboratuvarlarda türlü işlerde kullanılan, bir ucu kapalı cam boru. | İçine krem, diş macunu, ilaç vb. nesneler konulan, bir ucu burgu kapaklı, plastik ya da metal boru. | Akışkan nesnelerin konulduğu, genellikle silindir biçiminde, içi boş, ağzı özel tapalı kap. İLE Döl yatağının üst köşesinden yumurtalığa kadar uzanan, yaklaşık 10 santimetre uzunluğundaki boru. )
- TÜRKÇE ve/||/<> FARSÇA SÖZCÜK EKLERİ
(
Son Ekler
Türkçe | Farsça | Örnek(ler) |
---|---|---|
-ane | ـانه | Şahane, Divane |
-asa | آسا | Devasa |
-aver | آور | Cengaver |
-baz | باز | Sihirbaz, Cambaz, Kumarbaz, Küfürbaz, Hokkabaz |
-ber | بر | Peygamber, Rehber, Seferber |
-ça | چه | Bahçe, Kepçe, Parça |
-dan | دان | Çaydanlık, Cüzdan |
-dan | دان | Nüktedan |
-dar | دار | Haberdar, Dindar, Minnettar, Tezgâhtar, Bayraktar, Taraftar, Emektar |
-engiz | انگیز | Esrarengiz |
-füruş | فروش | Malumatfüruş |
-gâh | ـگاه | İkametgâh, Tezgâh, Ordugâh, Güzergâh |
-gir | گیر | Beygir, Peşkir |
-güzar | گزار | İşgüzar |
-hane | خانه | Çamaşırhane, Hastane, Hapishane, Meyhane, Eczane, Dershane, Pastane, Postane, Darphane, Doğumhane, Ameliyathane, Yatakhane, Yemekhane, Patrikhane, Kütüphane |
-istan | ـستان | Ermenistan, Özbekistan, Tataristan, Tacikistan, Yunanistan, Dağıstan, Afganistan, Sırbistan, Kırgızistan, Kazakistan, Bulgaristan, Moğolistan, Hırvatistan, Hindistan, Türkmenistan, Türkistan, Gürcistan, Macaristan, Pakistan, Arabistan |
-kâr | کار | Fedakâr, Günahkâr, İsyankâr, Zanaatkâr, Bestekâr, Sahtekâr, Tehditkâr |
-name | نامه | Taahütname, Beyanname, Muvafakatname, Vekaletname, Nizamname |
-para | ـباره | Kulampara, Zampara |
-perest | پرست | Hayalperest, Putperest |
-perver | پرور | Misafirperver |
-şor | شور | Silahşor |
-tıraş | تراش | Heykeltıraş, Kalemtıraş |
-zade | زاده | Şehzade |
-zar | زار | Çimenzar, Gülzar, Lalezar |
-zede | زده | Afetzede, Depremzede, Kazazede |
-zen | زن | Neyzen |
(
Ön Ekler
Türkçe | Farsça | Örnek(ler) |
---|---|---|
Ber- | بر | Berkemal, Bertaraf |
Bi- | بی | Biçare, Bihaber |
Der- | در | Derhal, Deruhte |
Hem- | هم | Hemşehri, Hemfikir |
Na- | نا | Nahoş, Namahrem, Namert |
(
Bağlaçlar
Türkçe | Farsça |
---|---|
Bari | باری |
Belki | بلکه |
Çünkü | چون که |
Eğer | اگر |
Gâh … gâh … | گاه … گاه … |
Gerçi | گرچه |
Hele | هله |
Hem … hem … | هم … هم … |
Kâh … kâh … | گاه … گاه … |
Keşke | کاشکی |
Ki | که |
Meğer | مگر |
Ne … ne … | نه … نه … |
Sanki | سان که |
Şayet | شاید |
Ta | تا |
Ya … ya … | یا … یا … |
Yahut | یا خود |
Zira | زیرا |
- UCLAR ile/ve/değil/yerine FARKLAR
( [not] TIPS vs./and/but CONFLICT
CONFLICT instead of TIPS )
- UÇUK ile/ve/değil/yerine/||/<> FARKLI
- UMUT ve/=/||/<>/>/< YOKSULUN/FAKİRİN EKMEĞİ
- ÜNİVERSİTE FAKÜLTE
- ÜSTÜN/LÜK / GERİ/LİK ile/ve/değil/yerine FARK/LI/LIK
- ÜSTÜN/LÜK ile/ve/değil/yerine/||/<> FARKLI/LIK
( [not] SUPERIOR/ITY vs./and/but/||/<> DIFFERENT/DIFFERENCE, DIVERSITY
DIFFERENT/DIFFERENCE, DIVERSITY instead of SUPERIOR/ITY )
- UZAY ile FAZ UZAYI
( ... İLE Sonsuz boyutlu zaman ve nesne[nin yorumlanabilmesi]. )
- VÂKIF/VUKÛFİYET ile/ve/||/<> FARKINDA/LIK
- VAROLAN'IN(MEVCUDUN) DÖRT NEDENİ:
MADDÎ ile SURÎ/BİÇİMSEL(FORMEL) ile FAİL/ETKER ile GÂÎ/SONSAL
- VAROŞ ile/<> FAVELA
( Gecekondu mahallelerinde yaşayanlar. İLE/<> Rio de Janeiro - Brezilya gecekondu mahallelerinde yaşayanlar. )
- VARSAYIM = FARAZİYE = HYPOTHESIS[İng.] = HYPOTHÉSE[Fr.] = HYPOTHESE[Alm.] = SUPPOSITIO[Lat.] = HYPOTHESIS[Yun.]
- YALAN ile FARKLILAŞTIRMA
- YALNIZLIK:
FARKINDA OLUNMAYAN ile/değil/yerine FARKINDA OLUNAN
( Hakkında, "konuşabildiğin". İLE/DEĞİL/YERİNE Susmaktan başka çarenin olmadığı. )
- YANLIŞ DÜŞÜNMEK ile/değil FARKLI DÜŞÜNMEK
( [not] "THINKING WRONG" vs./but THINKING DIFFERENT )
- YANLIŞ ile/değil FARKLI
- YANLIŞ = HATALI = WRONG[İng.] = FAUX[Fr.] = FALSCH[Alm.] = FALSUS[Lat.] = INJURIA[İsp.]
- YARATICILIK ile/ve/değil/yerine/||/<>/< FARKLILIK
- YARILMA > FARKINDALIK
- YAZGICILIK = CEBRİYE = FATALISM[İng.] = FATALISME[Fr.] = FATALISMUS[Alm.]
- YAZMALARIN BOZULMASINDA:
MİKROORGANİZMALAR ve/||/<> BÖCEKLER ve/||/<> FARELER ve/||/<> NEM ve/||/<> TOZ
- YENİ/ESKİ ile/ve/değil/yerine FARKLI
( [not] NEW/OLD vs./and/but DENSE
DIFFERENT instead of NEW/OLD )
- YETİ = MELEKE = FACULTY[İng.] = FACULTÉ[Fr.] = VERMÖGEN, FÄHIGKEIT[Alm.] = FACULTAS[Lat.] = FACULTAD[İsp.]
- YILDIZ PARALAKSI/IRAKLIK AÇISI ve/||/<>/> DOPPLER ETKİSİ/KAYMASI ve/||/<>/> FAUCAULT SARKACI
( 1838 ve/||/<>/> 1842 ve/||/<>/> 1851 )
- YOĞUNLAŞMA ve/||/<> FARKLILAŞMA ve/||/<> BELİRLEME
- YUNUS ile FALYANOS
( ... İLE Yunus balığının irisi. )
- ZANNETME! ile/ve/||/<> FARZ ETME! ile/ve/||/<> SOR! ile/ve/||/<> SÖYLE!
- ZENGİNİN YÜRÜDÜĞÜ ile/ne yazık ki FAKİRİN YÜRÜDÜĞÜ
( Sindirebilmek için. İLE/NE YAZIK Kİ Bulmak için. )
- ZEYNEB ile/ve FÂTIMA
( Salih'lerin annesi. İLE Muhammed'lerin annesi. )
( ZEYNEP[ZEYN - EB: Babasının süsü/güzelliği.] )
- ZİHİN ile/ve/<> FARKINDALIK
( Zihin, olaylarla ilgilenir, farkındalık ise zihnin kendiyle ilgilenir. )
( Zihin, her durumu ile kendini bilmelidir. )
( Zihnimizi içiyle dışıyla bilmedikçe, bağımlılıklar bizi terk etmeyecektir. )
( Zihin, iki halde bulunur; su gibi ve bal gibi. Su en ufak bir sallanışta titreşir, halbuki bal ne kadar karıştırılırsa karıştırılsın, hemen hareketsizliğe döner. )
( Yanılsamayı yaratan zihindir ve ondan kurtulan da zihindir. )
( Zihnin bize yardım edeceğinden değil fakat zihni iyi bilirsek, onun bizi sınırlamasından sakınabiliriz. )
( Başlangıçta önde gelenin zihin olması gerekir. )
( Zihin dili şekillendirir ve dil de zihne şekil verir. )
( Zihnin bilgisi gerçek bilgi değildir. )
( Zihne ait olan göreli olandır, onu bir "mutlak" haline getirmek hatadır. )
( Zihin, arzudan azade ve rahat olmalıdır. )
( Anlayan bir zihin, arzulardan ve korkulardan azâdedir. )
( Zihin yanlış anlar, yanlış anlama onun doğası gereğidir. )
( Zihin anlayamaz, çünkü zihin kavramak, tutmak ve devam ettirmek üzere eğitilmiştir. )
( Şimdiye kadar zihni bilen olarak kabul ettiniz, fakat öyle değildir. )
( Zihin, bizi imgelerle ve düşüncelerle tıkamakta ve onlar, bellekte yara izleri bırakmakta. )
( Zihin diye bir şey yoktur. Düşünceler vardır ve bunlardan bazıları yanlıştır. Yanlış olan düşünceleri terk edin, çünkü onlar sahtelerdir ve kendi hakkınızdaki görüşünüzü bulandırırlar. )
( Zihnin kurduğunu, zihin yıkmalıdır. )
( Sakin bir zihin, doğru bir idrak için şarttır, ki bu da kendini-biliş için gereklidir. )
( Zihin, karanlık ya da çalkantılıyken, kaynak fark edilmez. )
( Zihin, sakin olduğu zaman gerçeği yansıtır. )
( Zihin, telaş halinde olmadığı ve endişelerden uzak olduğu zaman sessizleşir ve sessizlik içinde, genelde kolay idrak edilemeyecek kadar süptil olan bazı şeylerin işitilebilmesi olanaklaşır. )
( Zihin, görebilmek için açık ve sessiz olmalıdır. )
( Zihin yatıştırıldığında ve artık iç âlemi rahatsız etmediğinde, gövde yeni bir anlam kazanır ve onun değişimi hem gerekli hem olanaklı hale gelir. )
( Zihin tamamen hareketsiz olduğu zaman, erir, yalnızca gerçek kalır. )
( Zihninizi ya da gövdenizi değiştirebilirsiniz fakat değişmiş olan sürekli sizin dışınızda olan bir şeydir, kendiniz değil. )
( Zihin ve gönül olgunluğu vazgeçilmez gerekliliktir. )
( Durgun ya da huzursuz olan zihindir, siz değilsiniz. )
( Cildinizin dış tarafındaki dünya ile iç tarafındaki dünyayı birbirinden ayıran ve onları karşıt konumlara getiren sizin zihninizdir. )
( Dünyayı projekte eden zihin onu kendi tarzında renklendirir. )
( Zihni huzursuz eden arzular ve korkulardır. )
( Sürekli düşünmek, zihninizi yıpratır ve bozar. )
( Zihninizi durmadan çalıştırmayın. )
( Zihin, büyük bir işçidir ve dinlenmeye gereksinimi vardır. )
( Zihninizi toparlayıp güçlendirin, göreceksiniz ki düşünceleriniz ve duygularınız, sözleriniz ve eylemleriniz sizin iradeniz yönünde hizaya gireceklerdir. )
( Onun istekleri sayısız ve sınırsızdır. Zihninizi büyük dikkatle, sebatla gözlemleyin, çünkü tutsaklığınız da özgürlüğünüzün anahtarı da onda yatar. )
( Elbette ki gövdemizi ve zihnimizi işletelim fakat onların bizi sınırlamasına izin vermeyelim. )
( Tüm gereksiniminiz sakin bir uyanıklığı koruyarak kendi gerçek doğanızı araştırmaktır. )
( Tüm yapılması gereken, Öz ile özdeşliğinin farkına varılabilmesi için zihni arındırmaktır. )
( Tüm gereksiniminiz sadece sakin bir zihindir. )
( Zihninize, tarafsızlıkla bakın, bu onu sakinleştirmeye yeter. )
( Zihin, aşırı meşguliyetlerden uzak tutulduğu zaman sakinleşir. )
( Sessizlikten başka hiçbir belirli düşünce zihnin doğal hali olamaz. )
( Zihnin ötesinde tüm farklar biter. )
( Zihnin ötesindesiniz fakat zihninizle bilirsiniz. )
( Zihin, hazır olur olmaz güneş onun içinde parlar. )
( Zihninizi yatıştırın ve arındırın, berraklaştırın, o zaman kendinizi gerçekte olduğunuz gibi göreceksiniz. )
( Zihniniz sakinleştiğinde öteki herşey gereğince ve doğru biçimde gerçekleşecektir. )
( Kişinin kendi gerçek doğasına nüfuz etmesini engelleyen şey, zihnin zayıflığı, duygusuzluğu ve süptil olanı atlayıp sadece kaba olan üzerinde odaklanmasıdır. )
( Zihninizi durdurun ve sadece OLun! )
( Kendinizi her şey ve her şeyden öte olarak bilmenize engel olan, belleğe dayanan zihindir. )
( Kendiniz olarak imgelediğiniz kişiyi, zihninizde algıladığınız dünyanın bir parçası olarak görün ve zihninize dışarıdan bakın, çünkü siz zihin değilsiniz. )
( Kendi zihninizi anlayın, böylece onun sizin üzerinizdeki bağlayıcılığı son bulacaktır. )
( Öz varlığınız olmanız için zihnin ötesine geçmeniz, kendinizi bulmanız gerekir. )
( Zihnin ötesine geçmek için sessiz ve sakin olmak zorundasınız. )
( Zihninizin aynasında imgeler görünür ve kaybolurlar. Ayna kalır. )
( Zihni, olması gereken yerde ve kendi işiyle meşgul tutarsanız, bu zihnin kurtuluşudur. )
( Yapmaya çalışacağımız şey, gerçek olanı anlamak için zihni uygun duruma getirmektir. )
( Dünya, zihnin sadece yüzeyidir ve zihin sonsuzdur. )
( Düşünceler dediklerimiz, zihnin yüzeyindeki dalgacıklardır ancak. )
( Her şeyin sizin zihninizde olduğunu, sizin zihinden öte olduğunuzu ve gerçekten yalnız başınıza olduğunuzu ne zaman idrak ederseniz, işte o zaman her şey sizsiniz. )
( Bağımsız, yaratılmamış, ebedi ve değişmez ama yeni ve taze olan, zihnin ötesidir. )
( Resim, ressamın zihninde ve resmin içinde; resim, ressamın zihnindeki resmin içindeki ressamın zihninde! )
( Zihninizi düzene koyun, doğrultun, herşey düzelecektir. )
( Kendinizi bilmeyi engelleyen yalnızca zihindir. )
( Mind is interested in what happens, while awareness is interested in the mind itself.
The mind must know itself in every mood.
What is of the mind is relative, it is a mistake to make it into an absolute.
The mind exists in two states: as water and as honey. The water vibrates at the least disturbance, while the honey, however disturbed, returns quickly to immobility.
It is the mind that creates illusion and it is the mind that gets free of it.
Not that the mind will help you, but by knowing your mind you may avoid your mind disabling you.
The mind cannot understand, for the mind is trained for grasping and holding.
For it is the mind that is primary in the beginning.
The mind shapes the language and the language shapes the mind.
To keep the mind in its own place and on its own work is the liberation of the mind.
There is no such thing as mind. There are ideas and some of them are wrong. Abandon the wrong ideas, for they are false and obstruct your vision of yourself.
When the mind is dark or turbulent, the source is not perceived.
What the mind has done the mind must undo.
The mind misunderstands, misunderstanding is its very nature.
All else will happen rightly, once your mind is quiet.
Ripeness of heart and mind is indispensable.
You took the mind for the knower, but it is just not so.
The mind clogs you up with images and ideas, which leave scars in memory.
It is the mind that is dull or restless, not you.
It is your mind that has separated the world outside your skin from the world inside and put them in opposition.
The mind that projects the world, colours it its own way.
It is desires and fears that make the mind restless.
Constant thinking makes the mind decay.
Do not keep your mind busy all the time.
Mind is the great worker and it needs rest.
Collect and strengthen your mind and you will find that your thoughts and feelings, words and actions will align themselves in the direction of your will.
You may change your mind or your body, but it is always something external to you that has changed, not yourself.
It's appetites are numberless and limitless. Watch your mind with great diligence, for there lies your bondage and also the key to freedom.
When you are not in a hurry and the mind is free from anxieties, it becomes quiet and in the silence something may be heard which is ordinarily too fine and subtle for perception.
The mind must be open and quiet to see.
When the mind has been put to rest and disturbs no longer the inner space (chidakash), the body acquires a new meaning and its transformation becomes both necessary and possible.
All you need is to keep quietly alert, enquiring into the real nature of yourself.
When it is motionless through and through, it dissolves and only reality remains.
A quiet mind is all you need.
Look at your mind dispassionately; this is enough to calm it.
When the mind is kept away from its preoccupations, it becomes quiet.
You are beyond the mind, but you know with your mind.
As soon as the mind is ready, the sun shines in it.
Calm and clarify your mind and you will know yourself as you are.
Understand your own mind and its hold on you will snap.
To go beyond the mind, you must be silent and quiet.
What prevents the insight into one's true nature is the weakness and obtuseness of the mind and its tendency to skip the subtle and focus on the gross only.
Stop your mind - and just be.
What prevents you from knowing yourself as all and beyond all, is the mind based on memory.
Just see the person you imagine yourself to be as a part of the world you perceive within your mind and look at the mind from the outside, for you are not the mind.
To be what you are, you must go beyond the mind, into your own being.
What we are trying to do here is to bring our minds into the right state for understanding what is real.
The world is but the surface of the mind and the mind is infinite.
What we call thoughts are just ripples in the mind.
What is independent, uncreated, timeless and changeless, and yet ever new and fresh, is beyond the mind.
The picture is in the mind of the painter and the painter is in the picture, which is in the mind of the painter who is in the picture!
It is your mind's attitude that determines what he is to you. )
( MIND vs./and/<> AWARENESS )
- ZITLAR ile/değil/yerine FARKLAR
( Zıtlar vardır fakat zıtlık yoktur. )
( Zıtları, birbirinden farklı ve ayrı haller olarak düşünürüz. Değillerdir. )
( Zihnin ötesinde, tüm farklar biter. )
( Fark gözetmeyin ve ayrılmaz olanı ayırmayın. )
( There are opposites, but no opposition.
You imagine that they are distinct and separate states. They are not.
Beyond the mind all distinctions cease.
Make no distinction, don't separate the inseparable. )
( DIDD ile/değil/yerine FURKAN )
( ÂHŞÎG/ÂN ile/değil/yerine ... )
( [not] CONTRARIES/ANTONYMS vs./but DIFFERENCES
DIFFERENCES instead of CONTRARIES/ANTONYMS )
- FÂ[Ar.] ile FÂ[Ar.]
( Şartın yanıtı olan. İLE Atıf harfi olan. )
- FAC-/FACİ- ile/||/<> FASCİ- ile/||/<> PROSOP-/PROSOPO-
( Yüz. İLE/||/<> Bant. İLE/||/<> Yüz. )
- FÂCİ'[Ar. çoğ. FEVÂCİ] ile FÂCİR/E[Ar. < FÜCÛR | çoğ. FECERE/FÜCCÂR]
( Kişiyi dertli eden, keder veren, acıklı. İLE Kötü huylu. | Ayyaş, sefih. | Rezil, habîs, şerîr, şakî. | Yalancı. | Bayanlara düşkün bay, baylara düşkün bayan. )
- FÂCİR ile FÂCİRE
( Kadınlara düşkün eril kişi. İLE Baylara düşkün, çapkın dişil kişi. )
- FAGOSİT ile FAGOSİTE ETMEK ile FAGOSİTE OLMAK ile FAGOSİTOZ
( Yutar göze. İLE Yutmak. İLE Yutulmak. İLE Göze yutarlığı. )
- FAGOT ile/ve FAGOTTO
- FAHŞÂ'(FAHŞ/FÂHİŞ/FUHUŞ)[Ar.] ile FAHS[Ar.]
( Akıl ve mantığın kabul edemeyeceği söz ve iş. | Meşrû olmayan şehvâni haller, fuhuş, zinâ. | Verilen zekâttaki tamahkârlık. İLE Bir şeyin iç yüzünü araştırma/arama. )
- FAHTE[Fars.] ile FAHTE[Fars.]
( Makam. İLE Güvercin/üveyik. )
- FÂİL ile FÂİL
( İŞLEYEN, YAPAN, EDEN ile ETKİLİ/TE'SİRLİ )
- FAITH[İng.] ile/değil FATİH
- FÂİZ/FÂİZE[Ar. < FEVZ] ile FÂİZ[Ar. < FEVZ, çoğ. FEVÂİZ]
( İsteğine ulaşan, bir başarı kazanan, fevz bulan. İLE Ödünç verilen paraya karşı alınan kâr. | Bolluk, çokluk, taşkınlık. | Taşan, feyezan eden. )
- FÂİZ ve/||/<>/> FÂHİŞ[çoğ. FUHUŞ]
- FAKAT[Ar.] ile FAKD[Ar.] ile FAKÎD[Ar.]
( Yalnız, ancak, lâkin, ama, şu da var ki. İLE Yokluk, bulunmama. İLE Nadir bulunan.[nesne] )
- FAKO- ile FARMA/KO-
( Göz merceği [ile ilgili]. İLE İlaç [ile ilgili]. )
- FAKR ile FAHR
( Yokluk, yoksunluk. İLE Övünç. )
( SORU ve YANIT ( [40'LAR MECLİSİ] KİM O? ve 1. MUHAMMED en RESULLULLAH 2. ABDULLAH oğlu MUHAMMED 3. el-FAKR ün FAHRİ: Yokluğum, övüncümdür. [ Allah'ın hakkı 3'tür sözü, bu deneyimden çıkmıştır.] )
- FALAKA ile FALAKA
( Ömer Seyfettin'in, öykü kitabı. İLE Ahmet Rasim'in, anı kitabı. )
- FÂLİC[Ar. < FELC] ile FÂLİC[Fars.]
( Yarım inme, gövdenin yarısına inen inme. İLE Baskın, galip, muzaffer. )
- FAMİLYA ile FAMİLYAL
( Aile. İLE Ailesel. )
- FAMİLYA = FASÎLE = FAMILLE
- FAN ile FANATİK
( Hayran, pervane. İLE Bağnaz. )
- FÂNİ[Ar.] ile FANİ[Yun.]
( Ölümlü, gelip geçici, kalımsız. İLE İnsan gözünün algıladığı ışık şiddeti. )
- FANTEZİ YAPMAK ile/değil/yerine FANTEZİ/LER ÜRETMEK/YARATMAK
- FAR[Fr. < Yun.] ile FAR[Fr.]
( Taşıtların ön bölümünde bulunan, uzağı aydınlatan güçlü ışık. İLE Süs için gözkapaklarına sürülen çeşitli renkte boya. )
- FARENKS/FARİNKS ile FARİNGEAL
( Boğaz, yutak. İLE Boğaz [ile ilgili], yutak [ile ilgili]. )
- FARK ETMEK ile/ve/||/<>/> FARK GETİRMEK
- FARK ÖNCESİNDEKİ CEM ile/değil/yerine FARK SONRASINDAKİ CEM
( Zevktelerdir. İLE/DEĞİL/YERİNE Ancak, zahmette olanlar/olabilenler içindir. )
- FARK-I EVVEL ile FARK-I SÂNÎ
- FARK[Ar. çoğ. FURÛK] ile FÂRIK/A[Ar. < FARK] ile FÂRİG[Ar. < FERÂĞ]
( Ayrılık, başkalık, iki ya da daha çok şey arasındaki ayrılık. | Ayırma, ayırlma, seçilme. İLE Fark eden, ayıran. İLE Vazgeçmiş, çekilmiş. | Rahat, âsûde. | Boş, boş kalmış, işini bitirmiş, işsiz. | Bir mülkün, tasarruf, sahip olma, kullanma hakkını başkasına terk eden. )
- FARK[Ar.] ile FASL[Ar.]
- FARKETMEK ile/ve/<> FARK'I FARKETMEK
( AWARENESS vs./and/<> TO NOTICE OF THE DIFFERENCE )
- FaRkLaR (Kılavuzu/"Sözlüğü") ile/ve/<> FARKINDALIK
( DiFfeReNCeS GUIDE/"DICTIONARY" vs./and/<> AWARENESS )
- FARKLAR ile/ve/değil/> FARKLILIK
( Farkın olumlu ya da olumsuz bir yönde olması/değerlendirilmesi gerekmeden sadece fark olarak! )
( TEFÂVÜT[< FEVT]: İki şeyin birbirinden farklı olması. | İki şey arasındaki fark.
BÎ-TEFÂVÜT/BİLÂ-TEFÂVÜT: Farksız. )
( [not] DIFFERENCES vs./and/but/> DIFFERENCE )
- FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI ile/ve/değil/||/<> FARKLI BİR TANIM
- FARKLI OLMAK(/OLMAYA ÇALIŞMAK) ile/ve/değil/yerine FARK YARATMAK(/YARATMAYA ÇALIŞMAK)
- FARKLILIK ile/ve/<> FARKINDALIK
( Farklılık, sadece, farklı olmak isteğinden çıkmaz. Ancak, yaşam biçiminde (de) olursa farklılıktır. )
( DIFFERENCY vs./and/<> AWARENESS )
- FARKLILIKLAR VE ÇİRKİNLİKLER ile/yerine FARKLILIKLAR VE GÜZELLİKLER
- FARKLILIKLAR" değil FARKLAR
(
Kavram | Açıklama | Örnek Kullanım |
---|---|---|
Farklılık |
- Bir durum ya da nesnenin genel olarak farklı olma durmunu tanımlar. - Soyut bir kavramdır ve tekil olarak kullanılır/kullanılmalıdır. |
- "İki kültür arasındaki farklılık, oldukça dikkat çekiciydi." - "Tasarımlardaki farklılık, genel estetik anlayışından kaynaklanıyor." |
Farklar |
- Belirli iki ya da daha fazla nesne arasındaki somut ya da açık ayrımları tanımlar. - Nesne ya da tek tek gözlemlenebilen durumlar için yeğlenir. |
- "Bu iki öneri arasındaki farklar oldukça belirgindir." - "Renkler arasındaki farklar, hemen göze çarpıyor." |
"Farklılıklar" |
- En son/üst düşün(dür)me/soyutlama "-lık" ekinden sonra "-lar" çoğul ekinin kullanımı gereksiz/yanlıştır. Dil bilgisi hatasıdır. - Yerine "farklılık" ya da "farklar" yeğlenmelidir. |
- Hatalı örnek: İki çalışma arasındaki "farklılıklar", ayrıntılarıyla incelendi. - Doğru: İki çalışma arasındaki farklar, ayrıntılarıyla incelendi. |
( [not] DIFFERENCE but DIFFERENCES )
- FARKLILIKLAR ile FARKLAR
( DIFFERENCENESSES" vs. DIFFERENCES )
- FARMAKODİNAMİ ile FARMAKODİNAMİK ile FARMAKOKİNETİK ile FARMAKOKİNEZİ ile FARMAKOLOG ile FARMAKOLOJİ ile FARMAKOLOJİK ile FARMAKOPE
( İlaç etkisi. İLE İlaç etkisi [ile ilgili], ilaç etkibilim. İLE İlaç yazgısı [ile ilgili], ilaç yazgıbilim. İLE İlaç yazgısı. İLE İlaçbilim uzmanı. İLE İlaçbilim. İLE İlaçbilimsel, ilaçbilim [ile ilgili]. İLE İlaç kılavuzu. )
- FARZ-I AYN ile/ve/<> FARZ-I KİFÂYE
( Herkes için geçerli olan durumların/konuların bilinmesi gerekli/zorunlu bilgiler/ilimler. İLE/VE Bazı kişilerin bilmesi yeterli olan bilgiler/ilimler. )
- FARZ-I MAHAL değil FARZIMUHAL(OLMAYACAK ŞEY YA!)
- FARZ ile FARZ-I KİFÂYE
- FASÂHAT[Ar.] ile FAZÂHAT[Ar.]
( İyi ve açık konuşma, iyi söz söyleme becerisi, uzdillilik. İLE Alçaklık, edepsizlik. )
- FÂSİH[Ar. < FESH] ile FASÎH[Ar. çoğ. FUSAHÂ]
( İptal eden, bozan, çürüten, fesheden. İLE Güzel, düzgün ve açık konuşan, iyi söz söyleme becerisi olan. | Açık, âşikâr, sarih. )
- FÂSIK ile/ve/<> FÂCİR
- FASIL[Ar. çoğ. FUSÛL] ile FÂSIL[Ar. < FASL]
( Fasl. | Bir bestekârın aynı makamdan bestelediği iki beste. | Türk müziğinde klasik bir konser programı. İLE Ayıran, bölen, fasleden. )
- FÂSILA-YI SUGRÂ[Ar.] ile FÂSILA-YI KÜBRÂ[Ar.]
( Üç harekeli ve bir sâkin harften oluşan dört harfli sözcük.[vatanım gibi] İLE Dört harekeli ve bir sâkin harften oluşan dört harfli sözcük.[vatanımız gibi] )
- FASİLELER = FASÎLAN = FAMILLES
- FASON[Fr.] ile FASONE[Fr.]
( Kesim. İLE Çözgü ya da atkının kumaş yüzeyi üzerinde, kendiliğinden bir desen oluşturduğu her tür kumaş. | Bu tür kumaşları oluşturan desen örneği. )
- FASÜLYE değil FASULYE
- FATE FAITH DESTINY
- FÂTİH[Ar. < FETH] ile FÂTİH[Ar.]
( Açan. | Anahtar. İLE Kendini açan/feth eden. )
- FÂTİHA-HÂN[Ar.] ile FÂTİHÂN[Ar.]
( Birinin ruhuna Fatiha suresi okuyan. İLE Fethedenler, fatihler. )
- FATİHÂ'YA İZNİ OLMAK ile/ve FATİHÂ'SI DÜZGÜN OLMAK
- FATÎN/E[Ar. < FITNAT] ile FÂTİN[Ar. < FİTNE]
( Zeki, akıllı, uyanık, anlayışlı, kavrayışlı. İLE Fitneci. )
- FÂTİR[Ar.] ile FATÎR[Ar.] ile FATR[Ar. çoğ. FUTUR]
( Füturlu, durgun, gevşek. | Az sıcak, ılık olan. İLE Mayasız saç ekmeği, bazlama. | Bir çeşit pasta. | Olmamış, derecesini bulmamış şey. İLE Çatlak, yarık. | Mantar. )
- FATMA ile/ve/||/<> FATMA
( [Osmanlı döneminde] [Müslümanlar için "TI" ile yazılan.] İLE/VE/||/<> Müslüman olmayanlar için "TE" ile yazılan. )
- FAVORİ[Fr.] ile FAVORİ[Fr.]/DULUK[Tr.]
( Gözde. İLE Sakal. )
- FÂYİH[Ar.] ile FÂYİHA[Ar. çoğ. FEVÂYİH]
( Kendiliğinden dağılan güzel koku. İLE Çiçek ve meyve kokusu. | Hoş kokulu nesne. )
- FAZ[Ar. < Fr. < Yun.] ile FAZZ[Ar.]
( Evre, safha. İLE Huysuz, kötü sözlü, kaba. )
- FÂZÎH/A[Ar.] ile FAZÎHA[Ar. çoğ. FAZÂYİH]
( Utanmaz, rezil. | Çirkin, fena. İLE Edepsizliği, alçaklığ gerektiren iş/şey. )
- FAZLA BİLGİ ile FAZLADAN BİLGİ
( EXCESS INFORMATION vs./and EXTRA INFORMATION )
- FAZLA FAZLA ile/değil FASLA FASLA
( ... İLE/DEĞİL Yer yer. )
- FAZLA FEDÂKÂR/LIK
ve/||/<>/>/ne yazık ki
(FAZLA) VEFÂSIZ/LIK
( Fedâkârlığın fazlası, vefâsızlığa neden olur. )
- FAZLA/GEREKSİZ/YERSİZ/BOŞ ...)
KONUŞMA! ile/ve/||/<>/< DÜŞÜNME!
( YAP! ile/ve/||/<>/< YAP! )
- -FACİENT ile/||/<> -FİCATİON ile/||/<> -FEROUS ile/||/<> FUNCT- ile/||/<> -GEN/-GENE ile/||/<> -GENESİS ile/||/<> HEREDO- ile/||/<> -PRAXİA/-PRAXİS ile/||/<> -PLASİA/-PLASİS/-PLASY ile/||/<> -PLAST/-PLASTİC/-PLASTY/-PLASY ile/||/<> -PARA/-PAROUS ile/||/<> -POİESİS/-POİETİC ile/||/<> NE-/NEO- ile/||/<> -OSİS/SİS- ile/||/<> SEPT-/SEPTİ-/SEPTO- ile/||/<> ECH-
( Yapmak, oluşturmak. İLE/||/<> Yapmak, neden olmak. İLE/||/<> Oluşturmak, sağlamak, yapmak. İLE/||/<> Yapma, hizmet, işlev. İLE/||/<> Oluşturulan, yayılan, yönlendirilen, oluşturan, yönlendiren, meydana getiren, babası olmak. İLE/||/<> Herhangi bir şeyin oluşumu, kaynağı. İLE/||/<> Genetiksel. İLE/||/<> Etki, yapma, tedavi uygulamaları. İLE/||/<> Gelişme ile ilgili, oluşum. İLE/||/<> Oluşturan, oluşma, oluşturma olayı, meydana getirme, gelişme, büyüme, canlı ilkel göze. İLE/||/<> Yapma, oluşturma, ortaya çıkarma, doğurma. İLE/||/<> Oluşum ya da yapımla ilgili. İLE/||/<> Yeni, son, yeni gelişen bölüm, anormal yeni oluşum. İLE/||/<> Bir durum, olay, koşul, fizyolojik artım, oluşum. İLE/||/<> Bölme, bölüm/septum ile ilgili, yedi. İLE/||/<> Sahip olmak, birleşmek. )
- ... "FARZ" OLDU ile/değil/yerine ... ŞART OLDU
- (FAZLA) KIZMAMALI!
- (FAZLA) YALAN SÖYLEMEMELİ!
- [Ar., Fars.] FAKÎR-ÂNE[Ar.] ile FAKÎR-HÂNE[Ar.]
( Fakire yakışacak biçimde/sûrette. | Fakircesine. | Nezâket olarak "ben" zamirinin karşılığı. İLE [alçakgönüllülükle] Söz söyleyenin evi. )
- [gökbilim] FAKÜL[Fr.] değil/yerine/= BENEK
- [ne yazık ki]:
FAİZ ve/||/<>/>/< BİLGİSİZLİK
- [ne yazık ki]:
FAİZ ile/değil/yerine/>< ÜRETİM(EKİN/KÜLTÜR)
- [ne yazık ki]
!"FAŞİST/LİK" ile/değil/yerine !ZORBA/LIK
- [ne yazık ki]
!FAHİŞ/FUHUŞ ile/ve/||/<> !MURABAHA/TEFECİLİK
( Ölçüyü aşan, aşırı, çok fazla. | Ahlâka ve törelere uygun olmayan. İLE/VE/||/<> Bir malı, çok fazla kârla satma. | Yasanın izin verdiği sınırdan aşkın faiz alma. )
- [ne yazık ki]
!FAŞİST[< FASCES BALTASI]
- [ne yazık ki]
(FAZLA) BASKI ve/||/<>/>/< İHMAL
- [ne yazık ki]
(FAZLA) ŞIMARTILAN ÇOCUK ve/||/<>/> KENDİNDEN NEFRET EDEN ÇOCUK
- [ne yazık ki]
FARKINDA OLMAMA ile/ve/<> KABUL ETMEME
- [not] "FAVOUR" vs./and CONTRIBUTION/ADDITION
- [not] FAST vs./and ACTIVE
- FALİYET değil FAALİYET
- | FAZLALIK ve GEREKSİZ | ile/değil/yerine CANIMIZ
( Kenara çekilen. VE Ardımızda olan/kalan. İLE/DEĞİL/YERİNE Yanımızda olan, yanında olduğumuz. )
- FÂ[Ar.] ile FÂ[Ar.]
( Şartın yanıtı olan. İLE Atıf harfi olan. )
- FAAL FİİL ve AYNEL FİİL ve LÂ'MEL FİİL
( SAĞDAN SOLA!: Birinci/baştaki harf. VE İkinci/ortadaki harf. VE Üçüncü/sondaki harf. )
( VEZİN - MEVZUN )
- FAAL/AKTİF değil/yerine/= ETKİN
- FABL değil/yerine/= ÖYKÜNCE
- FABRİKA değil/yerine/= ÜRETİMLİK
- FAC-/FACİ- ile/||/<> FASCİ- ile/||/<> PROSOP-/PROSOPO-
( Yüz. İLE/||/<> Bant. İLE/||/<> Yüz. )
- FACE vs. BODY
- FACEBOOK ile X/TWITTER ile YOUTUBE ile LINKEDIN ile INSTAGRAM ile PINTEREST ile BLOG ile FOUR SQUARE
( Kurabiye yemeyi seviyorum. İLE Kurabiye yiyorum. İLE Bakın nasıl da yiyorum kurabiyeyi. İLE Nasıl kurabiye canavarı oldum? İLE Buyurun, kurabiye yerkenki fotoğrafım. İLE Kurabiye tarifimi de paylaşayım. İLE Kurabiye yapma/yeme anılarım. İLE Şurada, kurabiye yiyorum. )
( I like eating cookie. VS. I'm eating cookie. VS. This is how I eat my cookie. VS. My skills include eating cookie. VS. Here's a photo of the cookie I eat. VS. Here's my recipe for the cookie. WITH Here's my cookie eating experience. VS. This is where I am eating the cookie. )
- FÂCİ'[Ar. çoğ. FEVÂCİ] ile FÂCİR/E[Ar. < FÜCÛR | çoğ. FECERE/FÜCCÂR]
( Kişiyi dertli eden, keder veren, acıklı. İLE Kötü huylu. | Ayyaş, sefih. | Rezil, habîs, şerîr, şakî. | Yalancı. | Bayanlara düşkün bay, baylara düşkün bayan. )
- FÂCİR ile FÂCİRE
( Kadınlara düşkün eril kişi. İLE Baylara düşkün, çapkın dişil kişi. )
- FÂCİRE ile NEMFOMANİK
( HÜYÂM-İ RAHM[Ar.], NYMPHOMANIA[İng.], NYMPHOMANIE[Fr.] )
- FACTOR vs./and DETERMINATOR
- FADL
( DÜNYADA RIZK, ÂHİRETTE CENNET )
- FADO
( Portekiz ulusal müziği. )
- FAGOSİT ile FAGOSİTE ETMEK ile FAGOSİTE OLMAK ile FAGOSİTOZ
( Yutar göze. İLE Yutmak. İLE Yutulmak. İLE Göze yutarlığı. )
- FAGOSİT değil/yerine/= YUTARGÖZE
( Organik ya da inorganik cisimcikleri içine alıp sindirebilen kan gözesi. )
- FAGOSİTİK ile PİNOSİTİK
( Gözelerin büyük parçacıkları yutma süreci. İLE Gözelerin sıvı damlacıklarını yutma süreci. )
- FAGOSITOZ/PHAGOCYTOSIS[İng.] değil/yerine/= GÖZE YUTUMU
- FAGOSİTOZ değil/yerine/= YUTMA
- FAGOT ile/ve FAGOTTO
- FAHİŞ[Ar.] değil/>< NARH[Fars.]
( Ölçüyü aşan, aşırı, çok fazla. | Ahlâka ve törelere uygun olmayan. DEĞİL/>< Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle zorunlu gereksinme maddeleri için devletçe saptanan fiyat. )
- FAHİŞ[Ar.] değil/yerine/= ÖLÇÜYÜ AŞAN/AŞIRI
- FÂHİŞ ile İHTİKÂR
- FAHİŞE ile GEYŞA
- FAHR
( ÖVÜNME, ŞEREF, ONUR | ULULUK | ERDEM )
- FAHR-İ ÂLEM
( Âlemlerin övüncü, kumandanı. )
- FAHREDDİN RÂZİ
- FAHRENHEIT ile/ve/<> CELSIUS
( 1708 ile 1742 )
- FAHRÎ[Ar.] değil/yerine/= SAYGIL
- FAHRî değil/yerine/= ONURSAL
- FAHŞÂ'(FAHŞ/FÂHİŞ/FUHUŞ)[Ar.] ile FAHS[Ar.]
( Akıl ve mantığın kabul edemeyeceği söz ve iş. | Meşrû olmayan şehvâni haller, fuhuş, zinâ. | Verilen zekâttaki tamahkârlık. İLE Bir şeyin iç yüzünü araştırma/arama. )
- FAHTE[Fars.] ile FAHTE[Fars.]
( Makam. İLE Güvercin/üveyik. )
- FÂİDE[Ar.] ile BEYÂN[Ar.]
- FÂİL TANRI ile ÂMİL TANRI
- FAİL ile ÂMİL
- FAİL değil/yerine/= EDİMCİ
- FÂİL ile FÂİL
( İŞLEYEN, YAPAN, EDEN ile ETKİLİ/TE'SİRLİ )
- FAİL ve KÂBİL
- FAİL ile MEF'UL
( Etken, müessir. İLE Edilgen, müteessir. )
- FAİLİ MEÇHUL değil/yerine/= EDİMCİSİ BELİRSİZ/EDİMCİSİ BİLİNMEYEN
- FAIR-PLAY değil/yerine/= DOĞRU/DÜRÜST[Fars.] OYUN
- FAITH[İng.] ile/değil FATİH
- FAITH/BELIEF vs. CONFIDENCE/TRUST
- FÂİZ/FÂİZE[Ar. < FEVZ] ile FÂİZ[Ar. < FEVZ, çoğ. FEVÂİZ]
( İsteğine ulaşan, bir başarı kazanan, fevz bulan. İLE Ödünç verilen paraya karşı alınan kâr. | Bolluk, çokluk, taşkınlık. | Taşan, feyezan eden. )
- FAİZ/NEMA[Ar.] değil/yerine/= GETİRİ/ÜREM
- FÂİZ ve/||/<>/> FÂHİŞ[çoğ. FUHUŞ]
- FAİZ ile HİZMET
( INTEREST vs. SERVICE )
- FAİZ ile/ve MÜREKKEP FAİZ
- FAİZ ile/değil RİBÂ
( ... İLE/DEĞİL Tefecilikle alınan fahiş faiz. )
- Fakat "ıııııı"sız KONUŞ!!!
- Fakat en başta kendinle KONUŞ!!!
- FAKAT[Ar.] ile FAKD[Ar.] ile FAKÎD[Ar.]
( Yalnız, ancak, lâkin, ama, şu da var ki. İLE Yokluk, bulunmama. İLE Nadir bulunan.[nesne] )
- FAKAT ile/yerine/değil AYNI ZAMANDA
- FAKAT değil AYNI ZAMANDA
- FAKİH ile İLMİHAL BİLEN/HOCA
- FAKİH ile MÜCTEHİD
- FAKİR OLUP DA SABRETMEK ile/ve/<> ZENGİN OLUP DA ŞÜKRETMEK
( İkisi de "pek kolay değil" diye "görülse/zannedilse" de asıl olan, her koşulda ve özellikle de uclarda ve uçurumlarda, yani maddî fakirlik ve zenginlikte, sabır göstermek ve şükrü edâ etmektir. )
- FAKİR-FUKARA (YA DESTEK OLMAK)
- FAKÎR[< FAKR][çoğ. FUKARÂ]
( DERVİŞ, ALÇAKGÖNÜLLÜ, DÜNYALIĞI AZ OLAN, YOKSUL, PARASIZ | ALÇAKGÖNÜLLÜLÜK GÖSTEREREK "BEN" ANLAMINA GELEN )
- FAKİR[Ar.]/ÇIGAY[dvnlgttrk] değil/yerine/= YOKSUL
- FAKÎR[Ar.] ile MÜMLİK[Ar.]
- FAKÎR[Ar.] ile MUSRİM[Ar.]
- FAKİR/LİK ile MİSKİN/LİK
( Çalışmasına karşın yoksul/luk. İLE Çalış(a)madığı için yoksul/luk. )
- FAKİR/LİK ile/değil PARASIZ/LIK
- FAKİR ile/ve/||/<> BÂKİR
- FAKİR ile/ve/değil/yerine KANAATKÂR
- FAKİR ile ZÜĞÜRT
- FAKİRHANE değil/yerine/= YOKSULEVİ
- FAKİRİN CANI değil/yerine "ZENGİNİN" MALI
- FAKİRİN SABRI ile ZENGİNİN SABRI
( Gaflette olduğu halde, zevkte/neşede olmadığı halde, tüm olumsuz koşullara karşın istikâmet üzere devam etmek. İLE Çok yalnız olduğu, çok ikram ettiği halde bile taşkınlık yapmayarak istikâmet üzere devam etmek. )
- FAKO- ile FARMA/KO-
( Göz merceği [ile ilgili]. İLE İlaç [ile ilgili]. )
- FAKR
( ASLA AKLINA HAKK'TAN BAŞKA ŞEY GELMEYEN KİMSEYE VERİLEN İSM-İ MUHTAÇLIK )
- FAKR[Ar.] ile HÂCET[Ar.]
- FAKR[Ar.] ile HALLE[Ar.]
- FAKR[Ar.] ile İ'DÂM[Ar.]
- FAKR[Ar.] ile MESKENET[Ar.]
- FAKR ile FAHR
( Yokluk, yoksunluk. İLE Övünç. )
( SORU ve YANIT ( [40'LAR MECLİSİ] KİM O? ve 1. MUHAMMED en RESULLULLAH 2. ABDULLAH oğlu MUHAMMED 3. el-FAKR ün FAHRİ: Yokluğum, övüncümdür. [ Allah'ın hakkı 3'tür sözü, bu deneyimden çıkmıştır.] )
- FAKS değil/yerine/= BELGEÇ, BELGEGEÇER
- FAKSİYON değil/yerine/= KURUMLAR
( KURUMLAR )
- FAKTÖR[İng.] değil/yerine/= ETKEN/ETMEN
- FAKÜLTE ile/ve/||/<>/> ÜNİVERSİTE
( Bilim dalları. ile/ve/||/<>/> Felsefe. )
- FALAFEL
( Kızarmış soğanlı nohut ezmesi. [Lübnan mutfağı mezelerinden] )
- FALAKA ile FALAKA
( Ömer Seyfettin'in, öykü kitabı. İLE Ahmet Rasim'in, anı kitabı. )
- FALAN FEŞMEKAN
- FALAN FİLAN ile ŞUDUR BUDUR
- FALAN"["FELAN" değil!] ile "YANİ"
- FALANCA ..., FİLANCA ...
- FALANKS/PHALANX[İng.] değil/yerine/= PARMAK KEMİĞİ
- FALEŞA/LAR
( Kudüs Musevi'leri. )
- FÂLİC[Ar. < FELC] ile FÂLİC[Fars.]
( Yarım inme, gövdenin yarısına inen inme. İLE Baskın, galip, muzaffer. )
- FALK[Ar.] ile ŞAKK[Ar.]
- FALL IN LOVE vs. LOVE
- FAMİLYA ile FAMİLYAL
( Aile. İLE Ailesel. )
- FAMİLYA = FASÎLE = FAMILLE
- FAMILYAL/FAMILIAL[İng.] değil/yerine/= AİLEVİ
- FAMOUS vs. KNOWN
- FAN FU[Çince]
( Aydınlanmamış, sıradan kişiler. Tüm bireyler (dolayısıyla Sheng ve Fan Fu'lar) aynı doğayı paylaşmaktalardır. Sheng olanlar kendi doğalarının farkına varmışlar, Fan Fu olanlar ise daha varacaklardır. (bkz. Sheng) )
- FAN ile FANATİK
( Hayran, pervane. İLE Bağnaz. )
- FANATİK değil/yerine/= BAĞNAZ/TUTKUN
- FANATİKLEŞ(TİR)ME ile/ve/||/<> TARAFTARLAŞ(TIR)MA
- FANATİZM[İng. FANATICISM | Fr. < FANATISME] değil/yerine/= BAĞNAZLIK
- FANEROZOİK ZAMANDA:
PALEOZOİK ile/ve/||/<>/> MEZOZOİK ile/ve/||/<>/> SENOZOİK
( [dönemler][milyon yıl önce] Kambriyen[570 - 505] | Ordovisiyen[505 - 438] | Siluryen[438 - 408] | Devonyen[408 - 360] | Karbonifer[360 - 286] | Permiyen[286 - 245] İLE/VE/||/<>/> Trias[245 - 208] | Jura[208 - 144] | Kretase[144 - 66] İLE/VE/||/<>/> Üçüncü Zaman[66 - 2] | Dördüncü Zaman[2 - ...] )
- FÂNÎ:
YOK değil GEÇİCİ
- FÂNÎ[< FENÂ]
( GEÇİCİ | ÖLÜMLÜ )
- FÂNİ[Ar.] ile FANİ[Yun.]
( Ölümlü, gelip geçici, kalımsız. İLE İnsan gözünün algıladığı ışık şiddeti. )
- FÂNİ[Ar.] değil/yerine/= ÖLÜMLÜ/GELİP GEÇİCİ/KALIMSIZ
- FÂNÎ ile/ve/<> BÂKÎ
( İlâhî değilse. İLE/VE/<> İlâhî ise. )
( [Esmâ'da] Yoksa. İLE/VE/<> Varsa. )
- FANİLA[İt. < FLANELLA] ile KAŞKORSE[Fr. < CACHE-CORSET]
( Genellikle ince pamuk ipliğinden dokunmuş, ten üzerine giyilen iç çamaşırı. Örülmüş ya da dokunmuş, hafif ve gevşek kumaş. İLE İnce kadın fanilası. )
- FANİLA ile/ve VELENSE
- FANTASY vs. IMAGINATION
- FANTEZİ YAPMAK ile/değil/yerine FANTEZİ/LER ÜRETMEK/YARATMAK
- FANTEZİ değil/yerine/= DÜŞLEM
- FANTOM/PHANTOM[İng.] değil/yerine/= HAYALET
- FAR vs. BIG
- FAR[Fr. < Yun.] ile FAR[Fr.]
( Taşıtların ön bölümünde bulunan, uzağı aydınlatan güçlü ışık. İLE Süs için gözkapaklarına sürülen çeşitli renkte boya. )
- FARAZÎ ile AFÂKÎ
- FARAZÎ ile/ve/değil/||/<>/< NAZARÎ
- FARBA/FARBALA[Fr.] değil/yerine FIRFIR
- FARE, FİL, ASLAN, KEDİ, KURT ile/ve ÖTEKİ HAYVANLAR
( Kurt, haseti simgeler. )
- FARE ile AMERİKAN FARESİ
- FARE ile ANADOLU FARESİ
- FARE ile/ve BANDİKUT FARESİ
- FARE ile/ve BEYAZ ÇÖL FARESİ
- FARE ile/ve BİŞ-MÛŞ[Fars.]
( ... İLE/VE Bıldırcın otu ile beslenen bir fare. | Bıldırcın otu ile birlikte yetişen safran kökü.[bıldırcın otunun panzehiri] )
- FARE ile BÜYÜK KAFALI KÖSTEBEK FARESİ
- FARE ile ÇEKİRGE FARESİ
- FARE ile ÇIPLAK, KÖR FARE
( ... İLE Kansere en dirençli/dayanıklı hayvan. )
( ... cum SPALAX TYPHLUS )
- FARE ile CÜCE FARE
- FARE ile/ve EV FARESİ
( ... cum/et MUS MUSCULUS )
- FARE ile FİLFARESİ
( ... İLE Burun bölümü hortum gibi uzun olan, uzun kuyruklu, kanguru gibi sıçrayabilen bir fare. )
( ... İLE Afrika'da yaşarlar. )
( )
( ... cum MACROSCELIDES PROBOSCIDEUS )
- FARE ile FINDIK FARESİ
( ... cum MUSCARDINUS AVELLANARIUS )
- FARE ile GELENİ/TARLA FARESİ
( ... cum MICROTUS ARVALIS )
( FE'RA ile CÜREZ, YERBÛ'[çoğ. YERÂBÎ'] )
- FARE ile/ve GERBİL
- FARE ile GÜMÜŞ, PİRİNÇ FARESİ
- FARE ile HAMSTER
- FARE ile/ve HUŞFARESİ
- FARE ile JERBOA
- FARE ile KALEMİS
( ... İLE Bir tür misk faresi. )
- FARE ile/ve KESEĞEN
- FARE ile KIR FARESİ/SİVRİ FARE/SOREKS
( ... İLE Uzun burunlu, hortum gibi burnu olan bir fare. Bir numaralı ölüm makinası. Her dakika bir canlı yemek zorundadır. )
( MOUSE vs. SHREW )
- FARE ile/ve KUŞFARESİ
- FARE ile LAĞIM FARESİ
- FARE ile/ve LEMMING
- FARE ile MEEKAP/FİRAVUN FARESİ
( ... İLE Afrika'da, özellikle Mısır'da yaygın, kedi büyüklüğünde bir hayvan. )
( ... cum HERPESTES ICHNEUMON )
( ... ile NİMS )
( MOUSE vs. PHARAOH MOUSE )
- FARE ile MİSK FARESİ/KALEMİS
- FARE ile/ve ORMANFARESİ
- FARE ile/ve PAMUKFARESİ
- FARE ile PLANTIGALE
- FARE ile SIÇAN
( Fareler, tüm kıtalarda yaşar. [5200 metreye kadar] )
( Gebelik süreleri 22-24 gündür. [Doğumdan 24 saat sonra gebeliğe uygun duruma gelir.][Yılda 60 kadar yavru doğurabilmektelerdir.] İLE ... )
( [Sans.] MUSH[< MUSHKA: Küçük fare. | Haya/testis. > MUSK (Misk geyiğinin erbezi benzeri salgı bezinden) > MUSCLE(< derinin altında fare/sperm gibi hareket etmekten)]: Fare. | Çalmak. [Fare için 40 ayrı sözcük kullanılır.] )
( ile ... )
( FER'/FE'RA, FÂR ile FE'RU )
( FAR/MÛŞ, BİBR ile ...
MÛŞEK: Fare yavrusu. )
( MOUSE vs. RAT )
( MUS MUSCULUS [< Sans. MUSH] cum RATTUS NORVEGICUS )
( MYS ile ... )
- FARE ile/ve SIÇRAYAN
- FARE ile SİVRİFARE
( ... İLE Kurt, fare gibi hayvanları yiyen ve bu bakımdan, tarıma yararlı sayılan, küçük bir memeli. )
( ... cum SOREX ARANEUS )
- FARE ile/ve/||/<> TAVŞAN
- FARE ile/değil UZUN KULAKLI ARAP TAVŞANI
( ... İLE Moğolistan'da, Gobi Çölü'nde yaşarlar. [İlk 6 haftalarını, yerin altında, ailesinin korumasında geçirerek büyür ve yaşarlar.] )
( NTV - Yaşam Öyküsü 1. Bölüm (İlk Adımlar)[41:00 - 44:20 arası] )
- FARE ile YABAN FARESİ
( [Fars.]
MÛŞEK: Fare yavrusu.
MÛŞ-İ DESTÎ / MÛŞ-İ DESTÎ-İ SAHRÂ: Tarla faresi, köstebek.
MÛŞ-İ DÜ-PÂ[Fars.]: Kuzey Afrika'da yaşayan ve uzun iki arka ayağı üstünde sıçrayan bir kır faresi.
MÛŞ-İ HURMÂ[Fars.]: Hurma sıçanı.[kediden biraz daha küçüktür]
MÛŞ-İ KÛR[Fars.]: Körsıçan, köstebek.
MÛŞ-İ PERENDE[Fars.]: Yarasa. | Sincap. | Avustralya'da bulunan, keseli bir hayvan.
MÛŞ-İ SULTÂNİYE[Fars.]: Sincaba benzeyen, küçük bir fare.
MÛŞ-GÎR[Fars.]: Sıçan tutan çaylak kuş.
MÛŞ-HÂR[Fars.]: Sıçan yiyen çaylak kuş. )
( FE'RA ile ZEBÂBE )
( MÛŞ ile ... )
- FARE ile YELELİ FARE
- FARENJİT/ANJİN[Fr.] ile/ve/<> LARENJİT[Fr.]
( Yutak yangısı. Boğaz mukozasının şişmesi, boğak. İLE/VE/<> Gırtlaktaki aşırı ve süreğen yangı. )
( HUNNAK ile/ve/<> ... )
- FARENKS/FARİNKS ile FARİNGEAL
( Boğaz, yutak. İLE Boğaz [ile ilgili], yutak [ile ilgili]. )
- FÂRİG[< FERAĞ] ile VAZGEÇMİŞ, ÇEKİLMİŞ | RAHAT
( VAZGEÇMİŞ, ÇEKİLMİŞ | RAHAT )
- FARK ET! ve/||/<> HAK ET!
- FARK ETMEK ile/ve/<> DOĞRULAMAK
- FARK ETMEK ile/ve/||/<>/> FARK GETİRMEK
- FARK ÖNCESİNDEKİ CEM ile/değil/yerine FARK SONRASINDAKİ CEM
( Zevktelerdir. İLE/DEĞİL/YERİNE Ancak, zahmette olanlar/olabilenler içindir. )
- FARK YARATMA ÇABASI yerine BÜTÜNÜ GÖRMEYE ÇALIŞMAK
( TRYING TO SEE ENTIRE instead of TO STRIVE "TO CREATE DIFFERENCE" )
- FARK-I EVVEL ile FARK-I SÂNÎ
- FARK:
"ÜSTÜNLÜK"/"OLUMSUZLUK"/"YIKICI"
değil
AYRIM/ARTI/EK/ÖZELLİK/YAPICI
- FARK:
CEM ÖNCESİ ile/ve/değil/yerine CEM ile/ve/değil/yerine CEM SONRASI
( Şirk. İLE/VE Zındıklık. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE Tevhid. )
- FARK'TA KALMA ile ÖZDEŞLEŞME
( Eminliğin oluşmamasına düşürür. İLE Aklın, askıya alınmasına neden olur. )
- FARK[Ar. çoğ. FURÛK] ile FÂRIK/A[Ar. < FARK] ile FÂRİG[Ar. < FERÂĞ]
( Ayrılık, başkalık, iki ya da daha çok şey arasındaki ayrılık. | Ayırma, ayırlma, seçilme. İLE Fark eden, ayıran. İLE Vazgeçmiş, çekilmiş. | Rahat, âsûde. | Boş, boş kalmış, işini bitirmiş, işsiz. | Bir mülkün, tasarruf, sahip olma, kullanma hakkını başkasına terk eden. )
- FARK[Ar.] ile FASL[Ar.]
- FARK[Ar.] ile TEFRÎK[Ar.]
- FARK/LAR:
NESNEDE ile/ve/değil/||/<> GÖZLEMDE/KEŞİFTE
- FARK/LI/LIK ve IŞIK
- FARK/LI/LIK ile NİTELİK FARKI/FARKLILIĞI
( DIFFERENT/DIFFERENCY vs. DIFFERENCE/Y OF QUALITY )
- FARK ile AYKIRILIK(PARADOKS)
( "Ben, her zaman yalan söylerim." [Epimenides] )
( DIFFERENCE vs. PARADOX )
- FARK ile/ve/||/<> AYRIM
- FARK ile BAĞLANTI
( DIFFERENCE vs. CONNECTION )
- FARK ile ÇELİŞKİ
( DIFFERENCE vs. DISCREPANCY )
- FARK ile/ve/<>/= CEM
- FARK ile/ve/<> CEM/TEVHİD
( Süreli. İLE/VE Süresiz. )
( Denize girip çıkar gibi sürekli denizde kal(a)madan kıyıda/farkta yaşarsın. [Yüzmeyi de bilmek gerek.] )
- FARK ile/ve DEĞER
( DIFFERENCE vs./and VALUE )
- FARK ile/ve DERİNLİK
( DIFFERENCE vs./and DEEPNESS )
- FARK ile/ve/=/||/<> DİKKAT
- FARK ile/ve/değil DİZİLİM
( [not] DIFFERENCE vs./and/but STRING )
- FARK ile İKİLİK
( DIFFERENCE vs. DICHOTOMY/DUALITY )
- FARK ile İNCE ÇİZGİ
- FARK ile KÂR
( DIFFERENCE vs. PROFIT )
- FARK ile/ve MESAFE
( DIFFERENCE vs./and DISTANCE )
- FARK ile/ve/||/<> MÜBÎN[Ar. BEYN/BEYÂN]
( ... İLE/VE/||/<> İyiyi, kötüyü [hayr'ı, şer'i] ayıran/ayırabilen. | Açık, apaçık, belirli. )
- FARK ile ÖNEM
( DIFFERENCE vs. IMPORTANCE )
- FARK ile/ve/değil/yerine/en azından ORTAK NOKTA
( [not] DIFFERENCE vs./and/but COMMON POINT
COMMON POINT instead of DIFFERENCE )
- FARK ile ÖZELLİK
( DIFFERENCE vs. PECULIARITY )
- FARK ile/ve/<>/>/< UZAKLAŞMA
- FARK ile ZIT
( DIFFERENCE vs. THE OPPOSITE )
- FARKETMEK ile/ve/<> FARK'I FARKETMEK
( AWARENESS vs./and/<> TO NOTICE OF THE DIFFERENCE )
- FARKINDA OLMALI!
- FARKINDALIK
( AWARENESS )
- FARKINDALIK BİLİNÇ
( AWARENESS
CONSIOUSNESS )
- FARKINDALIK ve/||/<>/< ÂN'A ODAKLANMA
- FARKINDALIK ile/ve/< BİLMEMEK
( Farkındalığın ilk koşulu, bilmemektir. )
- FARKINDALIK ile/ve/<> DAYANIŞMA
( AWARE/NESS vs./and/<> SOLIDARITY )
- FARKINDALIK ve/||/<>/>/< DENEYİMLEME
- FARKINDALIK ile/ve/||/<> DUYARLILIK
- FARKINDALIK ve/||/<> DUYGULARIN TANIMLANMASI
- FARKINDALIK ile/ve/<> İÇ GERİLİM
- FARKINDALIK ile/ve/||/<> MESAFELİ FARKINDALIK
( AWARENESS vs. DETACHED MINDFULNESS )
- FARKINDALIK ile/ve/||/<>/> OLGUNLAŞMA
- FARKINDALIK ile/ve/||/<>/> PLANLANMIŞ FARKINDALIK
- FARKINDALIK ile/ve/<> SEVGİ
( Farkındalık dinamiktir, sevgi ise varoluştur. )
( Farkındalık, eylem halindeki sevgidir. )
( AWARENESS vs./and/<> LOVE
Awareness is dynamic, love is being.
Awareness is love in action. )
- FARKINDALIK ile/ve/<> SORUNSALLIK
- FARKINDALIK ve/||/<> TUTUM ve/||/<> ÖZGÜNLÜK
( AWARENESS and/||/<> ATTITUDE and/||/<> AUTHENTICITY )
- FARKINDALIK ve/<> ÜMİT
( Paylaş! VE/<> Aşıla! )
( Yeni yılda da, sağlıklı ve mutlu AN'lar yaşamak üzere, Farkındalık'larımızı paylaşıyor ve birbirimize, -en azından gülümseyerek :)- Ümit aşılamaya devam ediyoruz... :) )
- FARKINDALIK ile/ve/<> YOĞUNLAŞMA
( AWARENESS vs./and/<> TO BECOME DENSE )
- FaRkLaR (Kılavuzu/"Sözlüğü") ile/ve/<> FARKINDALIK
( DiFfeReNCeS GUIDE/"DICTIONARY" vs./and/<> AWARENESS )
- FaRkLaR KILAVUZU'NDA ÖNCELİKLER:
YARARLI ve/> ÖNCELİKLİ ve/> İNCELİKLİ
- FARKLAR ile/ve/değil/> FARKLILIK
( Farkın olumlu ya da olumsuz bir yönde olması/değerlendirilmesi gerekmeden sadece fark olarak! )
( TEFÂVÜT[< FEVT]: İki şeyin birbirinden farklı olması. | İki şey arasındaki fark.
BÎ-TEFÂVÜT/BİLÂ-TEFÂVÜT: Farksız. )
( [not] DIFFERENCES vs./and/but/> DIFFERENCE )
- FARKLAR ile/ve/||/<>/> HAKLAR
- FARKLAR ile/ve/<>/değil/yerine TEMEL/BELİRLEYİCİ FARKLAR
- FARKLI AÇILARDAN ve/||/<> BÜTÜNCÜL BAKMAK
- FARKLI BAKIŞ/BAKMAK ile/ve/değil/yerine/||/<>/< ÇOK YÖNLÜ BAKIŞ/BAKMAK
- FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI ile/ve/değil/||/<> FARKLI BİR TANIM
- FARKLI DÜŞÜNMEK" ile/ve "GENİŞ DÜŞÜNMEK"
- FARKLI FARKLI ile ÇEŞİT ÇEŞİT
- FARKLI OLMAK(/OLMAYA ÇALIŞMAK) ile/ve/değil/yerine ADAM OLMAK(/OLMAYA ÇALIŞMAK)
- FARKLI OLMAK(/OLMAYA ÇALIŞMAK) ile/ve/değil/yerine FARK YARATMAK(/YARATMAYA ÇALIŞMAK)
- FARKLI/LIK ile/ve/||/<> ETKİLİ/LİK
- FARKLI ile AYRI
( Farklıdır fakat ayrı değildir. )
( Nesneler ve kişiler farklılardır, fakat, onlar, ayrı değillerdir. )
( Pencere kapalı ya da açık olabilir ama güneş her zaman parlar. Bu tamamen oda için bir fark oluşturur, güneş için ise hiç. )
( Ayrılık duygusunu kaldırın, çatışma kalmayacaktır. )
( Ancak ayrılıkçılık ve çıkarcılık dünyada gerçek ıstırabın ortaya çıkmasına neden olur. )
( DIFFERENT vs. SEPARATED
They are different, but not separate.
Things and people are different, but they are not separate.
The window may be closed, or open, the sun shines all the time.
Remove the sense of separateness and there will be no conflict. )
- FARKLI ile BAMBAŞKA
- FARKLI ile/ve DEĞİŞİK
( DIFFERENT vs./and VARIOUS )
- FARKLI ile/ve İDDİALI
( DIFFERENT vs./and ASSERTIVE )
- FARKLI ile İKİLİ(/ÇİFT)
- FARKLI ile/ve ÖZEL
( DIFFERENT vs./and SPECIAL )
- FARKLI ile/ve SIRADIŞI
( DIFFERENT vs./and EXTRAORDINARY )
- FARKLILAŞMA ve/||/<> ANLAMIN OLUŞMASI
- FARKLILIK ile AYRICALIK
( DIFFERENCY vs. PRIVILEGE )
- FARKLILIK ile/ve/değil/yerine/||/<>/< BİRLİK
( Dilde, anlatımda/aktarımda, parçalarda. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/||/<>/< Gerçeklikte/hakikatte. )
- FARKLILIK ile/ve/<> FARKINDALIK
( Farklılık, sadece, farklı olmak isteğinden çıkmaz. Ancak, yaşam biçiminde (de) olursa farklılıktır. )
( DIFFERENCY vs./and/<> AWARENESS )
- FARKLILIK ile/ve/<> SÜREKLİLİK
- FARKLILIKLAR VE ÇİRKİNLİKLER ile/yerine FARKLILIKLAR VE GÜZELLİKLER
- FARKLILIKLAR" değil FARKLAR
(
Kavram | Açıklama | Örnek Kullanım |
---|---|---|
Farklılık |
- Bir durum ya da nesnenin genel olarak farklı olma durmunu tanımlar. - Soyut bir kavramdır ve tekil olarak kullanılır/kullanılmalıdır. |
- "İki kültür arasındaki farklılık, oldukça dikkat çekiciydi." - "Tasarımlardaki farklılık, genel estetik anlayışından kaynaklanıyor." |
Farklar |
- Belirli iki ya da daha fazla nesne arasındaki somut ya da açık ayrımları tanımlar. - Nesne ya da tek tek gözlemlenebilen durumlar için yeğlenir. |
- "Bu iki öneri arasındaki farklar oldukça belirgindir." - "Renkler arasındaki farklar, hemen göze çarpıyor." |
"Farklılıklar" |
- En son/üst düşün(dür)me/soyutlama "-lık" ekinden sonra "-lar" çoğul ekinin kullanımı gereksiz/yanlıştır. Dil bilgisi hatasıdır. - Yerine "farklılık" ya da "farklar" yeğlenmelidir. |
- Hatalı örnek: İki çalışma arasındaki "farklılıklar", ayrıntılarıyla incelendi. - Doğru: İki çalışma arasındaki farklar, ayrıntılarıyla incelendi. |
( [not] DIFFERENCE but DIFFERENCES )
- FARKLILIKLAR ile FARKLAR
( DIFFERENCENESSES" vs. DIFFERENCES )
- FARKLILIKLAR ile/>< ÖZSEL OLANLAR
- Farklıyı DİNLE!!!
- FARMAKODİNAMİ ile FARMAKODİNAMİK ile FARMAKOKİNETİK ile FARMAKOKİNEZİ ile FARMAKOLOG ile FARMAKOLOJİ ile FARMAKOLOJİK ile FARMAKOPE
( İlaç etkisi. İLE İlaç etkisi [ile ilgili], ilaç etkibilim. İLE İlaç yazgısı [ile ilgili], ilaç yazgıbilim. İLE İlaç yazgısı. İLE İlaçbilim uzmanı. İLE İlaçbilim. İLE İlaçbilimsel, ilaçbilim [ile ilgili]. İLE İlaç kılavuzu. )
- FARMAKOLOG değil/yerine/= EMBİLİMCİ
- FARMAKOLOJİ/PHARMACOLOGY[İng.] değil/yerine/= İLAÇ BİLİMİ
- FARMAKOLOJİ değil/yerine/= EMBİLİM
- FARMAKOLOJİ ile TOKSİKOLOJİ
( İlaçların nasıl çalıştığını ve gövdeyi nasıl etkilediğini inceleyen bir bilim dalı. İLE Zehirlerin nasıl çalıştığını ve gövdeye nasıl zarar verdiğini inceleyen bir bilim dalı. Bu iki dalın kesiştiği noktada, yeni ilaçlar ve tedaviler geliştirilmekte ve zehirlenmelerin önlenmesi ve tedavisi için çalışmalar yapılmaktadır. )
- FARMAKOLOJİ ile/||/<> TOKSİKOLOJİ
( İlaçların etkilerini ve kullanımını inceleyen bilim dalı. İLE/||/<> Zehirlerin etkilerini ve tedavisini inceleyen bilim dalı. )
- FARMAKOLOJİK değil/yerine/= EMBİLİMSEL/EMSEL
- FARMAKOPE/PHARMACOPEIA[İng.] değil/yerine/= RESMİ İLAÇ BİLGİSİ
- FARMAKOVİJİLANS/PHARMACOVİGILANCE[İng.] değil/yerine/= İLAÇ TAKİP DÜZENİ
- FARMASÖTİK KİMYA ile/||/<> BİYOFARMASÖTİK KİMYA
( İlaçların kimyasını ve etkilerini inceleyen bilim dalı. İLE/||/<> Biyolojik ilaçların kimyasını inceleyen bilim dalı. )
- FARMASÖTİK KİMYA ile/||/<> MEDİKAL KİMYA
( İlaçların kimyasını ve etkilerini inceleyen bilim dalı. İLE/||/<> Tıbbi uygulamalarda kullanılan kimyasalları inceleyen bilim dalı. )
- FARMASÖTİK KİMYA ile/||/<> TOKSİKOLOJİ
( İlaçların kimyasını ve etkilerini inceleyen bilim dalı. İLE/||/<> Zehirli nesnelerin kimyasını ve etkilerini inceleyen bilim dalı. )
- FARS ABECESİ ile/ve ARAP ABECESİ
( BÜYÜK KAPI ile/ve KÜÇÜK KAPI )
( BÂB-I KEBİR ile/ve BÂB-I SAGÎR )
- Fars ile FARS[Fr.]
( İran'ın güneybatısında oturan halk ya da bu halktan olan kişi. İLE İlkel, yalın güldürme öğelerinden yararlanan, kimi kez inanılırlığın sınırını aşan, güldürmeyi amaç edinen oyun. )
- FARTHER/FURTHER vs. FURTHER
- FARZ-I AYN ile/ve/<> FARZ-I KİFÂYE
( Herkes için geçerli olan durumların/konuların bilinmesi gerekli/zorunlu bilgiler/ilimler. İLE/VE Bazı kişilerin bilmesi yeterli olan bilgiler/ilimler. )
- FARZ-I MAHAL değil FARZIMUHAL(OLMAYACAK ŞEY YA!)
- FARZ[Ar.] ile HATM[Ar.]
- FARZ[Ar.] ile KARZ[Ar.]
- FARZ[Ar.] ile VUCÛB[Ar.]
- FARZ ile FARZ-I KİFÂYE
- FARZ ile/ve/değil İMAN
- FARZ ile NÂFİLE
- FARZ ile SÜNNET
- FARZ ile VÂCİB
- FARZÂ
( FARZEDELİM Kİ, DİYELİM Kİ, OLA Kİ [FARAZÂ yanlıştır!] )
- FÂŞ değil/yerine/= MEYDANA ÇIKMA, DUYULMA, AÇIĞA VURMA
- FAŞÂFEŞ[Fars.] ile FEŞFEŞE[Fars.]
( Atılan okun havada çıkardığı ses. İLE Hışırtı. )
- FASÂHAT[Ar.] ile FAZÂHAT[Ar.]
( İyi ve açık konuşma, iyi söz söyleme becerisi, uzdillilik. İLE Alçaklık, edepsizlik. )
- FASARYA ile GÜRÜLTÜ/PATIRTI/KARIŞIKLIK
- FASET/FACET(TE)[İng.] değil/yerine/= DÜZ, PÜRÜZSÜZ YÜZEY
- FASİD ile BÂTIL
- FÂSİH[Ar. < FESH] ile FASÎH[Ar. çoğ. FUSAHÂ]
( İptal eden, bozan, çürüten, fesheden. İLE Güzel, düzgün ve açık konuşan, iyi söz söyleme becerisi olan. | Açık, âşikâr, sarih. )
- FÂSIK ile/ve/<> FÂCİR
- FASİKÜL/CÜZ ile BÖLÜM
- FASİKÜL/FASCICLE[İng.] değil/yerine/= DEMETÇİK
- FASİKÜLASYON/FASCICULATION[İng.] değil/yerine/= SEYİRME
- FASIL[Ar. çoğ. FUSÛL] ile FÂSIL[Ar. < FASL]
( Fasl. | Bir bestekârın aynı makamdan bestelediği iki beste. | Türk müziğinde klasik bir konser programı. İLE Ayıran, bölen, fasleden. )
- FÂSILA-YI SALTANAT
( Yıldırım Beyazıt'ın esir düşmesinden sonra Çelebi Mehmet'in sultan olmasına kadar geçen süre. )
- FÂSILA-YI SUGRÂ[Ar.] ile FÂSILA-YI KÜBRÂ[Ar.]
( Üç harekeli ve bir sâkin harften oluşan dört harfli sözcük.[vatanım gibi] İLE Dört harekeli ve bir sâkin harften oluşan dört harfli sözcük.[vatanımız gibi] )
- FÂSILA:
SUGRÂ ile/ve/<> KÜBRÂ
( 3 harekeli ve 1 sakin. İLE/VE/<> 4'lü ya da üzeri. )
( [örnek] Kelebek. İLE/VE/<> Otomatik. )
- FASİLELER = FASÎLAN = FAMILLES
- FASİLITASYON/FACİLITATION[İng.] değil/yerine/= KOLAYLAŞTIRMA
- FAŞIR FAŞIR (YIKAMAK)
( Su ya da başka sıvıların bol ve çok akmasını anlatır. )
- FASİT DAİRE[Ar.] değil/yerine/= KISIR DÖNGÜ
- FASİT DAİRE[Ar.] değil/yerine/= KISIR DÖNGÜ
- FASİYAL PARALİZİ ile/||/<> TRİGEMİNAL NEVRALJİ
( Yüz kaslarının zayıflığı ya da kötürümlüğü. İLE/||/<> Yüzde ani ve şiddetli ağrı atakları. )
- FASİYAL/FACIAL[İng.] değil/yerine/= YÜZ (İLİŞKİLİ)
- FAŞİZM ile/ve SOYKIRIM
- FASL-VASL ile/ve HAŞR-NEŞR
- FASL[< FUSÛL]
( AYIRMA, AYRILMA | KESİNTİ | BÖLÜM )
- FASL[Ar.] ile FETH[Ar.]
- FASL[Ar.] ile FETK[Ar.]
- FASL[Ar.] ile KAT'[Ar.]
- FASM[Ar.] ile KASM[Ar.]
- FASO FİSO
( Sıradan. Anlamsız. )
- FASO-FİSO
- FASON[Fr.] ile FASONE[Fr.]
( Kesim. İLE Çözgü ya da atkının kumaş yüzeyi üzerinde, kendiliğinden bir desen oluşturduğu her tür kumaş. | Bu tür kumaşları oluşturan desen örneği. )
- FASON ile/ve TAŞERON
- FASS[çoğ. FUSÛS]
( TAŞIN YÜZÜKTE OTURDUĞU YUVA | YÜZÜK TAŞI )
- FAŞTAK FIŞTAK ([ÖZENSİZ] YIKAMAK/YIKANMAK)
- FASTİ
( Roma'da kutsal takvim. )
- FASTIDIOUS vs. FUSSY vs. METICULOUS vs. PAINSTAKING vs. PERNICKETY vs. SCRUPULOUS vs. THOROUGH
- FASULYE/BEZELYE ile HİNTBEZELYESİ
( ... İLE Baklagillerden, sıcak ülkelerde yetişen, tohumları fasulyeye benzeyen bir bitki. )
( ... cum C. INDICUS )
- FASÜLYE değil FASULYE
- FASULYE ile SOYA[Mançu dilinden]
( ... İLE Yağ çıkarılan, bir cins fasulye. )
( ... cum SOIA HISPIDA )
- FAT32 ile/ve NTFS
- FATAL değil/yerine/= ÖLDÜRÜCÜ
- FATALITE ORANI/FATALITY RATE[İng.] değil/yerine/= OLGU-ÖLÜM ORANI
- FATALITE/FATALITY[İng.] değil/yerine/= ÖLDÜRÜCÜLÜK
- FATE FAITH DESTINY
- FATİH CAMİİ
- FATİH KARATAŞ ve/||/<> BAHATTİN HEKİMOĞLU
( )
- FATİH SULTAN MEHMET
- FATİH SULTAN MEHMET ve AKŞEMSETTİN
- FATİH SULTAN MEHMET ve/< NİMEL[< Nİ AMEL] CEYŞ
( ... VE Fetihte şehit olan askerler. )
( 18 SEKBANLAR: Şehzâde Camii [Saraçhane'de] karşısında, [eski] Nikah Dairesi'nin yanındaki mezarlıklar. )
- Fatih'in dil ordusunu bil de KONUŞ!!!
- FÂTİH[Ar. < FETH] ile FÂTİH[Ar.]
( Açan. | Anahtar. İLE Kendini açan/feth eden. )
- FÂTİHA SURESİNDEKİ DÖRT ANA İLİM
- FÂTİHA SURESİNİN ADLARI
- FÂTİHA-HÂN[Ar.] ile FÂTİHÂN[Ar.]
( Birinin ruhuna Fatiha suresi okuyan. İLE Fethedenler, fatihler. )
- FATİHÂ'YA İZNİ OLMAK ile/ve FATİHÂ'SI DÜZGÜN OLMAK
- FATİHÂ ile HER REK'ATIN FATİHÂ'SI
- FATÎN/E[Ar. < FITNAT] ile FÂTİN[Ar. < FİTNE]
( Zeki, akıllı, uyanık, anlayışlı, kavrayışlı. İLE Fitneci. )
- FÂTİR[Ar.] ile FATÎR[Ar.] ile FATR[Ar. çoğ. FUTUR]
( Füturlu, durgun, gevşek. | Az sıcak, ılık olan. İLE Mayasız saç ekmeği, bazlama. | Bir çeşit pasta. | Olmamış, derecesini bulmamış şey. İLE Çatlak, yarık. | Mantar. )
- FÂTIR ile/ve HÂLİK
- FATMA ile/ve/||/<> FATMA
( [Osmanlı döneminde] [Müslümanlar için "TI" ile yazılan.] İLE/VE/||/<> Müslüman olmayanlar için "TE" ile yazılan. )
- FATR[Ar.] ile Fİ'L[Ar.]
- FATURA[İt. < FATTURA] değil/yerine/= SAYIŞÇA
- FATURA ile İRSALİYELİ FATURA
- FATURA ile/ve/değil/yerine İRSALİYELİ FATURA
- FATURA değil/yerine/= YASAL ÖDENDİ BELGESİ
- FAUNA değil/yerine/= DİREY
- FAVORİ[Fr.] ile FAVORİ[Fr.]/DULUK[Tr.]
( Gözde. İLE Sakal. )
- FAVOUR vs. SPECIAL PRIVILEGE
- FAY[Fr. < FAILLE] değil/yerine/= KIRIK/YERKIRIĞI
- FAYDA/LI[Ar.] değil/yerine/= YARAR/LI
- FÂYİH[Ar.] ile FÂYİHA[Ar. çoğ. FEVÂYİH]
( Kendiliğinden dağılan güzel koku. İLE Çiçek ve meyve kokusu. | Hoş kokulu nesne. )
- FAYTON SEFÂSI değil ATLARIN CEFÂSI
- FAZ UZAYI ile/ve/||/<> TERSİNEMEZLİK
( ... ile/ve/||/<> 10[üzeri 10 üzeri 25] [olasılıksızlık] )
( m = 3, n= 3 [1/4060]
m = 4, n= 4 [1/10.000]
m = 5, n= 5 [1/100.000] )
- FAZ[Ar. < Fr. < Yun.] ile FAZZ[Ar.]
( Evre, safha. İLE Huysuz, kötü sözlü, kaba. )
- FAZ[Fr./İng. < PHASE] değil/yerine/= EVRE
- FAZ/İK/PHAS/IC[İng.] değil/yerine/= EVRE/Lİ
- FAZ ile İKİ FAZLI
( ... İLE Aralarında, devrenin dörtte biri kadar faz farkı olan. [Aynı frekans ve genlikte, iki alternatif akım ya da gerilim.] )
- FÂZA[Ar.] ile SÂLE[Ar.]
- FÂZÎH/A[Ar.] ile FAZÎHA[Ar. çoğ. FAZÂYİH]
( Utanmaz, rezil. | Çirkin, fena. İLE Edepsizliği, alçaklığ gerektiren iş/şey. )
- FAZIL BEY ile VECİHİ HÜRKUŞ
( )
(
Hava Şehitleri, 1935'ten bu yana her yıl 15 Mayıs'ta düzenlenen törenlerle anılıyor. )
- FÂZIL[Ar.] değil/yerine/= ERDEMLİ KİŞİ
- FAZÎLET[Ar.] değil/yerine/= ERDEM
- FAZİLET ile/ve EDÂ
- FAZÎLET ile/ve/||/<> MENFAAT ile/ve/||/<> MASLAHAT
( Bireyde. İLE/VE/||/<> Toplulukta. İLE/VE/||/<> Toplumda. )
- FAZÎLET ile/>< REZÎLET
- FAZL[Ar.] ile İHSÂN[Ar.]
- FAZLA ALÇAKGÖNÜLLÜKTE/TEVÂZÛDA:
RİYÂ ile/ve/||/<> GERÇEK
( Fazla tevâzû gösterme, riyâdan sayarlar. İLE/VE/||/<> Fazla tevâzû gösterme, gerçek sayarlar. )
( [Fazla alçakgönüllük göstermek] İkiyüzlülük olarak yorumlanabilir. İLE/VE/||/<> İncelik olarak yorumlanmayıp çarpıtılarak, genelde de bilindiğiniz ya da göründüğünüz kadar incelikli olmadığınız şeklinde yorumlanabilir. )
- FAZLA BİLGİ ile FAZLADAN BİLGİ
( EXCESS INFORMATION vs./and EXTRA INFORMATION )
- FAZLA ENERJİ ve/<> KARMAŞA / KARGAŞA
- FAZLA FAZLA ile/değil FASLA FASLA
( ... İLE/DEĞİL Yer yer. )
- FAZLA FEDÂKÂR/LIK
ve/||/<>/>/ne yazık ki
(FAZLA) VEFÂSIZ/LIK
( Fedâkârlığın fazlası, vefâsızlığa neden olur. )
- FAZLA KONUŞMAK ile/değil/yerine GEREĞİNDEN FAZLA KONUŞMAK
( Kişinin, "Fazla konuşmak" diye bir durumu ol(a)maz fakat belirli/belirsiz bir konuda/alanda/olguda, gereğinden fazla konuşması söz konusu olabilir. [Kişinin, doğadaki fiziksel donanımlarının yetersizliğini giderecek olanın, beyni ve zihni olmasından dolayı ve bunu da, geri dönülmez bir duruma girmeden önce gidermek, çözüm üretmek üzere dili ve konuşma becerisi karşılar. Modern dönemlerde gelinmiş kopukluklar, hızlı ve kısa/kesik sözler kullanma "çabası/beklentisi" nedeniyle de "konuşmanın fazlası" diye bir olgu, durum geliştirilemez ve/ya da bu kişisel/düşük "beklentinin" karşılanması, çevremizdeki kişilerden beklenilemez!] )
- FAZLA SAFLIK ile/ve/> İHÂNET
( Bazen fazla saflık da ihanetin nedeni/kaynağı olabilir. )
- FAZLA SAMİMİYET ile/ve/||/<> ÇOK SEVGİ ile/ve/||/<> ÇOK İYİLİK
( Saygıyı azaltır. İLE/VE/||/<> Nankörlük getirir ve sevileni uzaklaştırır. İLE/VE/||/<> Suistimal edilir. )
- Fazla soru sorma SUS!!!
- FAZLA) İÇMEMELİ!
- FAZLA/BOŞ/BOŞUNA ile/ve/değil/yerine GEREKLİ/LİK
- FAZLA/GEREKSİZ/YERSİZ/BOŞ ...)
KONUŞMA! ile/ve/||/<>/< DÜŞÜNME!
( YAP! ile/ve/||/<>/< YAP! )
- FAZLA/LIK ile/değil AŞKIN/LIK
- FAZLA ile/ve ÇEŞİTLİ
- FAZLA ile ÇOK
( EXCESS vs. MANY )
- FAZLA ile/ve/değil ETKİN
( [not] EXCESS vs./and/but ACTIVE | EFFECTIVE )
- FAZLA ile/ve/değil GEREKSİZ
( [not] EXCESS vs./and/but UNNECESSARY )
- FAZLA ile/ve/değil HIZLI
( [not] EXCESS vs./and/but FAST )
- FAZLA ile ÖTE
( MORE vs. BEYOND )
- FAZLA ile/ve SORUN
( EXCESS vs./and PROBLEM )
- FAZLA ile/ve/yerine/değil YETERİNCE
( [not] EXCESS vs./and/but ADEQUATELY/SUFFICIENTLY
ADEQUATELY/SUFFICIENTLY instead of EXCESS )
- FAZLALIK ile/ve AİDİYET
( EXCESS vs./and STATE OF BELONGING )
- (B)İLİM İÇİN GEREKENLER:
GURBET ve/||/<> SABIR ve/||/<> KILAVUZ/ÜSTAD ve/||/<> FAKR-U ZARÛRET
- [Ar., Fars.] FAKÎR-ÂNE[Ar.] ile FAKÎR-HÂNE[Ar.]
( Fakire yakışacak biçimde/sûrette. | Fakircesine. | Nezâket olarak "ben" zamirinin karşılığı. İLE [alçakgönüllülükle] Söz söyleyenin evi. )
- [ne yazık ki]
DESPOT[Fr. < DESPOTE | Yun. < DESPOTES(: Efendi.)] ile/ve/<> DESPOT[Yun.] ile/ve/<> DİKTATÖR[Lat. < DICTATOR] ile/ve/<> FAŞİST[İt. < FASCIO(: Demet, birlik.)] ile/ve/<> TİRAN[Yun. < TYRANNOS]
( Bir ülkeyi, zora ve baskıya dayanarak "mutlakiyetçilikle" "yöneten" kişi. İLE/VE/<> Ortadoks Rumlar'ın, din başkanlarına verilen ad. İLE/VE/<> Her dediğini ve dilediğini yaptırmak isteyen kişi. İLE/VE/<> Tüm siyasal yetkileri kendinde toplamış kişi. | Zorba. İLE/VE/<> Eski Yunan'da, siyasal erki, tek başına elinde tutan kişi. | Siyasal erki, zorla ele geçiren, onu kötüye kullanan kişi. | Acımasız, gaddar. )
( Hiçbir koşul ya da yasaya bağlı olmadığı/olamayacağı, sınırlandırılamayacağı zannı ve/ya da iddiasıyla davranır.[Güçlerini keyfi kullanır, yasalara uymaz, topluma karşı acımasızdır.] İLE/VE/<> ... İLE/VE/<> "Yasaya" "bağlı" görünümünde, ölçüsüz, kişisel ve keyfî davranır. | Dizgeli/sistematik bir baskıcı "yönetim biçimi" uygular.[Genellikle acil durum ya da kriz dönemlerinde ortaya çıkar, siyasi muhalefeti bastırır, kişisel çıkarları için gücü kullanır.] İLE/VE/<> Faşizme bağlı olarak yönetir. Güçlü bir merkezi hükümete, şiddete ve milliyetçiliğe inanır, genellikle sivil özgürlükleri sınırlar. İLE/VE/<> Daha zalim ve baskıcı bir yöneticidir. Mutlak güce ve sınırsız yetkiye sahip olduğunu varsayar, topluma kıygı/zulüm uygular. )
( İdi Amin[Uganda], Caligula[Roma İmparatorluğu] İLE/VE/<> ... İLE/VE/<> Adolf Hitler[Nazi Almanyası], Joseph Stalin[Sovyetler Birliği] İLE/VE/<> Benito Mussolini[İtalya] ve Francisco Franco[İspanya] İLE/VE/<> Antik Yunan'daki bazı "önderler" ve modern çağda Saddam Hüseyin[Irak], Pol Pot [Kamboçya], Robert Mugabe[Zimbabwe] tiran olarak tanımlanabilir. )
( İSTİBDAT: Uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sınırsız tek erklik/monarşi, despotluk. )
( MÜSTEBİT ile/ve/<> ... )
- [ne yazık ki]
MÜNKER ile/ve/||/<> FAHŞA-YI MÜNKER
- FALİYET değil FAALİYET
- | VERİ ve/> BİLİ(ENFORMASYON) ve/> BİLGİ | ile/ve/+/<>/>/<
FARKINDALIK | BİLGELİK(İRFAN/HİKMET) ile/ve/+/<>/>/< ZARİFLİK/ZARÂFET
( BİLGİ: İnsan aklı sınırıları içerisinde evreni ve doğayı anlama çabası. )
( Bilgi, göklere uçabileceğimiz kanatlardır. )
( Yapmanız gereken şey farkında olmanın farkında olmaktır. )
( Tüm sonuçlarına katlanabilmektir. )
( Hiçbir uygarlık, varolan bilgiyle çatışmadan, bilgi üretemez. )
( KUTADGUBİLİG: Mutluluk/saadet veren bilgi, kutlu bilgi.
Çinliler, ona Edebü'l-Mülûk der; Maçinliler, onu Enîsü'l-memâlik diye adlandırır. Bu meşrık ilinin büyükleri, buna doğruca Zînetü'l-ümerâ der.
İranlılar buna Şehnâme der, Turanlılar ise Kutadgu bilig diye anar. )
( | Yazaç/harf. VE/> Hece. VE/> Sözcük. |
İLE/VE/+/<>/>/<
Tümce. )
( | ... VE/> "Ne, ne zaman, nerede, kim?" soruları ve yanıtlarıyla/karşılıklarıyla. VE/> "Nasıl?" sorusuyla ve yanıtlarıyla/karşılıklarıyla. |
İLE/VE/+/<>/>/<
"Neden?" sorusuyla ve yanıtlarıyla/karşılıklarıyla. )
( [bilginin/kavramın/nesnenin/olgunun] | Öncesi VE/> Sonrası VE/> İçi ve dışı |
İLE/VE/+/<>/>/<
Zamanı ve Zemini )
( | Letter, phoneme. AND/> Morpheme. AND/> Word. |
vs./AND/+/<>/>/<
Sentence. )
( | [by] ... AND/> "What, where, when, who?" questions and answers. AND/> "How?" question and answers. |
vs./AND/+/<>/>
"Why?" question and answers. )
( | Before AND/> After. AND/> Inside AND/> Outside |
vs./AND/+/<>/>/<
Time and place. )
( )
( DATA vs./and/<>/>/< INFORMATION vs. KNOWLEDGE vs. WISDOM, AWARENESS )
- ABARTMA ile/ve/değil/||/<> FAZLA ÖNEMSEME
- ACEMCE = FARSÇA
( Bu dille yazılmış olan. )
- ACIMA! ile/değil FAZLA ACIMA!
- AKIL ile/ve/değil FAAL AKIL
( [not] REASON vs./and/but ACTIVE REASON )
- AKSİNE yerine FARKLI OLARAK
( Aksine kelimesindeki gibi karşı düşünceyi reddetmek yerine karşı düşüncenin varlığını kabul ederek onun farklılığını belirtmek. )
- AKTÖR/LER ile/ve/değil/yerine/<>/>< FAKTÖR/LER
( [değerlendirmede/yorumlamada/konuşmada] Kişi/ler. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/<>/>< Konu/kavram/olay/olgular. )
- ALGISAL EŞİKLER'DE:
ÖZEL ALICILAR ile/ve MUTLAK EŞİK ile/ve FARK EŞİĞİ
- ALIKLIK/BELÂHET değil/yerine/>< FARKINDALIK
- AMAZON ile/ve/<> GOOGLE ile/ve/<> FACEBOOK ile/ve/<> MICROSOFT ile/ve/<> APPLE ile/ve/<> ORACLE
( )
- AMEL/E ile/ve/||/<> CAALE ile/ve/||/<> FAALE
( Eylemek/işlemek. İLE/VE/||/<> işlemek. İLE/VE/||/<> Kılmak. )
( Yineleme/tekrar edilme ve yön/istikamet varsa. İLE/VE/||/<> Yapı değişiyorsa. İLE/VE/||/<> Herhangi bir devinim/hareket ise. )
- AMELE ile FAİL
- ÂMİL KUVVET ile/ve FAİL KUVVET
( Etken. İLE/VE Etkin. )
- ANAGRAM ve/||/<> FAKTORİYEL[!]
( )
- ANAHTARLAR:
SOL ile/ve/<> DO ile/ve/<> FA
( )
( Dizenin ikinci çizgisi üzerine konulan ve çizgiye adını veren ve ince sesleri göstermeye yarayan bir anahtardır. İLE/VE/<> Portenin üzerine çizilen ve o çizgideki notaya adını veren anahtar. İLE/VE/<> Portedeki notaların, "Fa" yüksekliğinde olacağını gösteren im. )
- ANLAM ve/=/||/<> FARK
- ARAPÇA ile FARSÇA
( SİBEVEYN: Arapça dilbilgisini oluşturan kişi. )
- ARAPÇA ile/ve/||/<> FARSÇA ile/ve/||/<> TÜRKÇE
( Felsefe/bilim dili. İLE/VE/||/<> Sanat dili. İLE/VE/||/<> Eylem dili. )
( Fasîh. İLE/VE/||/<> Lâtif. İLE/VE/||/<> Zarif. )
- ARTIK ile FAZLALIK
( BÎŞ ile BÎŞÎ )
( WASTE vs. EXCESS )
- ASIL ile/ve/<> FASIL
- AŞK:
ÇOK UZAK ile/ve/<>/< FAZLA YAKIN
- AŞK = (FALL IN) LOVE[İng.] = AMOUR[Fr.] = LIEBE[Alm.] = AMORE[İt.] = AMOR[İsp., Lat.] = HO ER.S, HE FILIA, HE AGAPE[Yun.] = İŞK[Ar., Fars.] = MIN[Felm.]
- ATIK ile FAZLALIK
( WASTE vs. EXCESS )
- ATLET[Fr.] ile/ve FANİLA[İt.]
( Kolsuz. İLE/VE Kollu. )
- AYASOFYA MİNARELERİ'NDE:
MİMAR SİNAN DÖNEMİ ile FATİH DÖNEMİ
( [müze girişi itibariyle] Sol taraftakiler. İLE Sağ taraftakiler. )
- AYILMA ile FARKINDALIK
( TO RECOVER vs./and AWARENESS )
- AYIRDINDA/LIK ile/ve/<> FARKINDA/LIK
( Ayırt edebilme bağımlılıklardan kurtuluşa götürür. )
( Ayırt edebilme yeteneği, bizi bağımlılıklardan kurtuluşa, tutkusuzluğa götürecektir; bu durum ise doğru davranışı, eylemi sağlayacaktır; doğru davranış ise bizi gerçek var oluşumuza ulaştıran içsel köprüyü kuracaktır. )
( Ayırt etme ve ayrılık duygusu olmadığında, buna sevgi diyebilirsiniz. )
( Olgun kişi toplulukları düzenleyerek neyi birbirinden ayırması gerektiğini bilir. )
( Kişinin kendi için doğru olanı ayırd etmesi ve sıkı çalışması er ya da geç ödüllendirilecektir. )
( Kişi durumunun mükemmel olduğunun ve hatta daha da ilerleyeceğinin ayrımına varmalıdır. )
( Farkındalık her şeyin ötesidir - hem varlığın, hem yokluğun. )
( Farkına varın ki, her ne olursa, size, sizin tarafınızdan, sizin aracılığınızla olur ve siz, her ne algılarsanız, onun yaratanı, tadına varanı ve yok edenisiniz. )
( Önemli[öncelikli] olan, yalnızca farkındalıktır, onun içerdikleri değil. )
( Tam farkındalık halinde temas kurulmuştur. )
( Bir ilişki kurmak ve sürdürmek için, doğrudan eylemle ifade edilen sevecen bir farkındalık hali gereklidir. )
( Yeni ve özel bir farkındalık biçimi gerekmez. )
( Kişinin gönlünü görebilecek berrak içgörüye sahip olmadıkça ayırt edemezsiniz. )
( Kendi hakkınızdaki farkındalığınızı derinleştirin ve genişletin, o zaman tüm hayırlar ve lütûflar akacaktır. )
( Şimdi yapılmakta olan ayırt edebilme ve ihtirassız olma uygulaması, zamanı geldiğinde meyvesini verecektir. )
( Tüm gereksiniminiz, varoluşunuzun, bir sözlü beyan şeklinde değil, fakat her an mevcut bir gerçek olarak farkında olmaktır. )
( Varoluşunuzun farkındalığı, gerçek varlığınızı görmenizi sağlayacaktır. )
( Sadece var olduğunuzun farkında olun ve farkında kalın. )
( Discrimination leads to detachment. )
( In full awareness the contact is established.
Discrimination will lead to detachment; detachment will ensure right action; right action will build the inner bridge to your real being.
Awareness is beyond all - being as well as not-being.
Awareness itself is all important, not the content of it.
Deepen and broaden your awareness of yourself and all the blessings will flow.
You cannot, unless you have a clear insight into the heart of person.
Be aware that whatever happens, happens to you, by you, through you, that you are the creator, enjoyer and destroyer of all you perceive.
For establishing and maintaining relationship affectionate awareness expressed in direct action is required.
No new, or special kind of awareness is needed.
Discrimination and dispassion practised now will yield their fruits at the proper time.
All you need is to be aware of being, not as a verbal statement, but as an ever-present fact.
The awareness that you are, will open your eyes to what you are.
Just be aware that you are and remain aware. )
( DISTINGUISH/NESS, DISCRIMINATION vs./and/<> AWARE/NESS )
- AYN/ILIK ile/ve/||/<>/>< FARK/LILIK
( Yakınlaştırır. İLE/VE/||/<>/>< Geliştirir. )
- AYNI ŞEYE, FARKLI ADLAR KOYMAK ya da FARKLI ŞEYLERE, AYNI ADI KOYMAK
( İkisi de, yapılmaması gerekenlerdendir. Kavramlar, durumlar, olay ve olgular arasındaki farkları ya da karıştırılmaması gerekenlerin bilinciyle gerçekleştirilebilir. )
- AYNILAŞ(TIR)MAK değil/yerine/>< FARKLILAŞ(TIR)MAK
( Rekâbet edilirse. DEĞİL/YERİNE/>< Cesâret edilirse. )
- AYNILAŞTIRMAK ile/değil/yerine/>< FARKLILIKLARIN KABULÜ
- AYRICALIK ile/ve/değil/yerine FARK
( [not] PRIVILEGE vs./and/but DIFFERENCE
DIFFERENCE instead of PRIVILEGE )
- AYRIM/AYRILIK = FASL-I KARİP = DIFFERENCE[İng.] = DIFFÉRENCE/DIVERSITÉ[Fr.] = DIFFERENZ/VERSCHIEDENHEIT[Alm.] = DIFFERENTIA/DIVERSITAS[Lat.] = DIAPHORA[Yun.] = DIFERENCIA[İsp.]
- AYRIŞMA/AYRILMA ile/değil/yerine FARKLILAŞMA ile/değil/yerine BİREYLEŞME
( Gölgeden çıkma. İLE Benliğinin ve ötekinin farkındalığıyla yaşayabilme. İLE Tek başına yaşayabilme, tek başına karar alabilme. )
- BÂ'İS[Ar.] ile FAKÎR[Ar.]
- BÂKÎ ile/ve/|| FÂNÎ ile/ve/|| ÂSİ ile/ve/|| ÂFİ
( Yazı. İLE/VE/|| Yaşam. İLE/VE/|| Kul. İLE/VE/|| Rab. )
- BARBUNYA[Yun.] ile FASULYE[Yun.]
( ... cum PHASEOLUS VULGARIS )
- BAŞARILI OLMAK İÇİN...:
YUMUŞAK ile/ve/||/<>/> MÂKUL ile/ve/||/<>/> DERİN ile/ve/||/<>/> ile/ve/||/<>/> YETERİNCE ile/ve/||/<>/> ŞIK ile/ve/||/<>/> KORKUSUZ ile/ve/||/<>/> SABIRLA ile/ve/||/<>/> FARKLI ile/ve/||/<>/> HOŞGÖRÜLÜ ile/ve/||/<>/> DÜRÜST ile/ve/||/<>/> DÜZENLİ ile/ve/||/<>/> AKILLI
( Konuş. İLE/VE/||/<>/> Ye. İLE/VE/||/<>/> Soluk al. İLE/VE/||/<>/> Uyu. İLE/VE/||/<>/> Giyin. İLE/VE/||/<>/> Hareket et. İLE/VE/||/<>/> Çalış. İLE/VE/||/<>/> Düşün. İLE/VE/||/<>/> Davran. İLE/VE/||/<>/> Kazan. İLE/VE/||/<>/> Biriktir. İLE/VE/||/<>/> Tüket. )
- BAŞKA/LIK ile FARK(LI/LIK)
- BAŞKA ile FARKLI
( ANOTHER vs. DIFFERENT )
- BAŞTANKARA ile FANTA
( ... İLE Mevimsi yeşil renkli bir baştankara. )
- BAZI KİŞİLER(E/DEN):
UZAK DUR(!)MAK ile/ve/değil/yerine/||/<> (FAZLA) YAKIN OLMAMAK
- BEN değil/yerine FAKİR
- BENİ/SENİ/ONU:
"ENTERESE ETMEZ" değil
(FAZLA/YETERİNCE) İLGİLENDİRMİYOR
- BENZERLİKLERİN BİRARAYA GETİRİLMESİ ile/ve/<> FARKLARIN/AYRIMLARIN ÖNE ÇIKARILMASI
- BENZERSİZLEŞTİRME ile/ve/değil/yerine "FARKLILIK"/"ÖZGÜNLÜK" ATFETMEK
- BEYÂN[Ar.] ile FÂİDE[Ar.]
- BIÇAK ile FALÇETA/FALÇETE[İt.]
( ... İLE Eğri, kunduracı bıçağı. )
- BİLGİYE ERİŞİM:
GÖZLEM ve/+/||/<>/>/< SEZGİ ve/+/||/<>/>/< FARKINDALIK
- BİLİNÇ ile/ve/<> FARKINDALIK
( Bilincin düzeyleri vardır fakat farkındalığın yoktur. )
( Bilinç, ikilik hakkındadır. Farkındalık halinde ise ikilik yoktur. )
( Bilinç, gelir ve gider, farkındalık ise değişmeksizin parlar. )
( Bilinçten farkındalığa bir geçiş olamaz, çünkü farkındalık bir bilinç şekli değildir. )
( Devinim durumundaki bilinç, mutluluktur. )
( Bilinç, tümüyle değişimin bilincidir. )
( Bilinç, hareketsiz iken varlıktır. )
( Bilinç, varlığın tümü değildir. )
( Bilinç görelidir, içeriğine göredir; bilinç her zaman bir şeyle ilgili, bir şeye aittir. )
( Yaşayan her şey bilinci korumak, sürdürmek ve genişletmek için çalışır. )
( Bilinci, bilinç parlatır. )
( Bilincinde olduğunuz şey siz değildir. )
( Bilincinde olduklarınızın hiçbiri değilsiniz. )
( Bilincin ötesinde tezahür etmemiş olan yatar. )
( Bilincin ötesinde zaman ve uzay yoktur. )
( Bilincim var fakat bilincimin bilincine gereksinimim var. )
( Bilincin, bencilliğinin dürüstlüğünün ölçüsüdür. )
( Bilince ve onun içeriğine tutunmayın. )
( Bilincinizin içeriği ile büyülenmeyi bırakın. )
( Bilinçli bir varolan olarak, doğanın bir parçasısınız. Farkındalık olarak ise onun ötesindesiniz. )
( Bir kâğıttaki bir deliğin hem kâğıtta oluşu hem de kâğıttan olmayışı gibi, en yüce hal de bilincin tam merkezinde ama yine de bilinçten ötedir. )
( Gerçekten sahip olduğunuz şeyin bilincinde olmazsınız. )
( Sahip olduğunuzda artık onun bilincinde olmazsınız. )
( Farkındalık, bir nesnesi ve hedefi olduğunda bilinç olur. )
( Farkındalık, kendi başına, devinimsiz ve zamansız, burada ve şimdidir. )
( Farkındalık, zihnin kendi ötesinde gerçeğe uzandığı noktadır. )
( Farkındalık durumu içindeyken aradığımız, bizi hoşnut eden değil doğru olandır. )
( Farkındalık halinde olgularla yüzleşirsiniz, gerçek olguları sever. )
( Farkındalık, zamana ilişkin değildir. )
( Farkındalık, her zaman sizinledir. )
( Farkındalık, bütün, değişmez, sakin ve sessizdir. Ve o tüm deneyimlerin ortak matrisi(ana kalıbı)dir. )
( Farkındalık, tüm zamanı ve uzayı içerir. )
( Şefkatli farkındalık iyileştirir ve yanlıştan kurtarır. )
( Doğayı sadece bilinç olarak görmek, farkındalıktır. )
( Önce farkındalığın güneşi doğmalı - ardından hepsi gelecektir. )
( Bir kalemin minicik ucu nasıl sayısız resim çizebilirse, öylece, farkındalığın boyutsuz noktası da koskoca evrenin içeriğini çizer. Siz işte o noktayı bulun ve özgür olun. )
( Olay hoş ya da nahoş olabilir, küçük ya da önemli olabilir, farkındalık hep aynıdır, değişmez. )
( Kökenlere inin, çok geçmeden, farkındalığın sizin gerçek doğanız olduğunu ve farkında olduğunuz hiçbir şeyin kendinize ait olduğunu söyleyemeyeceğinizi fark edeceksiniz. )
( Öz-Farkındalık içinde kendinizi öğrenirsiniz. )
( Öz-Farkındalık, size her adımda ne yapılması gerektiğini bildirir. )
( Öz-farkındalık, tüm hayırların size akmasını sağlar. )
( Yolculuğun başlangıcında arınmaya ve yıkanmaya, berraklaşmaya gereksinim vardır, bunu da farkındalık hali sağlayabilir. )
( Bilincin ötesindeki Saf Farkındalık en yüce Mürşit'tir. )
( Kişi tanığa katılır, tanık farkındalığa, farkındalık ise saf varoluş katılır; bununla birlikte, kimlik kaybolmaz, yalnızca onun sınırlılığı kaybolur. )
( Gövdeyi beyin gözetir, beyni bilinç aydınlatır; bilinç farkındalığın gözetimindedir. )
( Gövdemiz ve zihnimiz, ikisi de zamana tabilerdir; sadece farkındalık, zaman-ötesidir. )
( Farkındalığın ötesine geçtiğinizde birlik hali vardır. )
( Farkındalığınızla işe koyulun, zihninizle değil. )
( Farkındayım, çünkü hiçbir şey imgelemiyorum. )
( Ehl-i butlânın sözün tercih eden, âdem midir?
Âdem ol! İsterse hasm olsun bütün âlem sana
[ Bâtıl ehlinin sözünü yeğleyen, insan mıdır?
İnsan ol da isterse bütün dünya düşman olsun sana ] )
( There are levels in consciousness, but not in awareness.
Consciousness is of duality. There is no duality in awareness.
Consciousness comes and goes, awareness shines immutably.
There can be no transition from consciousness to awareness, for awareness is not a form of consciousness.
Consciousness is relative to it's content; consciousness is always of something.
Awareness is total, changeless, calm and silent. And it is the common matrix of every experience.
Awareness is not of time.
Consciousness is not the whole of being.
Awareness is always with you.
All that lives, works for protecting, perpetuating and expanding consciousness.
Beyond consciousness altogether lies the unmanifested.
Beyond consciousness where are time and space?
Like a hole in the paper is both in the paper and yet not of paper, so is the supreme state in the very centre of consciousness, and yet beyond consciousness.
Consciousness in movement is happiness.
Consciousness motionless is being.
You are nothing that you are conscious of.
The body is looked after by the brain, the brain is illumined by consciousness; awareness watches over consciousness.
Cease being fascinated by the content of your consciousness.
As a conscious self you are a part of nature. As awareness, you are beyond.
Do not hold on to consciousness and its contents.
What is really your own, you are not conscious of.
When you have it, you are no longer conscious of it.
What you are conscious of is not you.
Awareness is the point at which the mind reaches out beyond itself into reality.
In awareness you seek not what pleases, but what is true.
Awareness becomes consciousness when it has an object.
Awareness by itself is motionless and timeless, here and now.
In awareness you are facing facts and reality is fond of facts.
Awareness contains all space and time.
Compassionate awareness heals and redeems.
The sun of awareness must rise first - all else will follow.
Self-awareness tells you at every step what needs be done.
The event may be pleasant or unpleasant, minor or important, awareness is the same.
Go to the root of pure awareness and you will soon realise that awareness is your true nature and nothing you may be aware of, you can call your own.
Into self-awareness all blessings flow.
The clarification and purification needed at the very start of the journey, only awareness can give.
Pure awareness beyond consciousness is the supreme Guru.
The person merges into the witness, the witness into awareness, awareness into pure being, yet identity is not lost, only its limitations are lost.
Your body and your mind are both subject to time; only awareness is timeless.
When you go beyond awareness, there is a state of non-duality.
Put your awareness to work, not your mind.
I am aware, for I imagine nothing. )
( İçerikle ilgilidir. İLE/VE/<> Bütünlükle ilgilidir. )
( )
( CONSCIOUSNESS vs./and/<> AWARENESS )
( ... ile/ve/<> VYAKTA )
( YISHI ile/ve/<> ... )
- BİLMEK ile/ve/<> FARKINDALIK
( Su. İLE/VE/<> Elektrik. [Herhangi birini tercih edemezsiniz. İkisi de aynı anda olmak durumundadır.] )
( Her gün, bir şey öğrenmek. İLE/VE/<> Her gün, "zihnimizdeki" bir bilginin/kaydın (daha) gitmesine, unutulmasına fırsat vermek. )
( Bilme; olma ve sevme'nin de yanısıra gerçek doğamızın bir yansımasıdır. )
( Yalnızca, eyleyenler bilir, bilenler de eyler. )
( İdrak edeceğiz ki, bilmek, sevmektir; sevmek de bilmektir. )
( Farkındalık, tüm zamanı ve uzayı içerir. )
( Kişi, bilmediğini ayağının altına alsa, başı, göğe erer. )
( Bilmek, belirlemektir. )
( Knowing is a reflection of your true nature along vs. being and loving.
Awareness contains all space and time. )
( TO KNOW vs./and/<> AWARENESS )
- BİLMEK ile FARKINDALIK
( TO KNOW vs. AWARENESS )
- BİLMELEKE AKIL ile BİLFİİL AKIL ile MÜSTEFÂD AKIL ile FAAL AKIL
( İBN-İ SİNÂ )
( İBN-İ SİNÂ BU KONULARDA ÖZELLİKLE YAZMAMIŞTIR: * HİKMET-İ AMELİYE (Çünkü fıkıh'da var olarak kabul eder.) * AHLÂK-TOPLUM-SİYÂSET )
- BİRİCİK/LİK ile/ve/<> FARKLI/LIK
- BİRLİK ile/ve FARK/LAR, FURKAN
( İçte. İLE/VE Dışta. )
( UNITY vs./and DIFFERENCES
Inside. WITH/AND Outer. )
- BİRLİK ile/ve FARKLAR
( Birlik altında olmayanlar, ayırd edilemez. )
- BİRLİK ile/ve FARKLILIK
- BİSİKLET ve/<> FARKINDALIK
- BÖLME/BÖLÜMLEME ile/ve FARKLILAŞTIRMA
( CLASSIFICATION vs./and TO GET BECOME DIFFERENT )
- BÜTÜNLEŞME ile/ve FARKLILAŞMA
( INTEGRATION vs./and TO BECOME DIFFERENT )
- ÇARK ETMEK ile/değil/yerine/>< FARK ETMEK
- CELCIUS ile/=/||/<> FAHRENHEIT ile/=/||/<> KELVIN
( °C = 1 ile/=/||/<> °C x 1.8 + 32 ile/=/||/<> °C + 273.15 )
( 100 °C ile/=/||/<> 212 °F ile/=/||/<> 373 K [Suyun kaynama noktası]
0 °C ile/=/||/<> 32 °F ile/=/||/<> 273 K [Suyun donma noktası]
-78 °C ile/=/||/<> -109 °F ile/=/||/<> 195 K [Karbondioksitin donma noktası]
-183 °C ile/=/||/<> -298 °F ile/=/||/<> 90 K [Oksijenin donma noktası]
-196 °C ile/=/||/<> -321 °F ile/=/||/<> 77 K [Azotun donma noktası]
-273 °C ile/=/||/<> -460 °F ile/=/||/<> 0 K [Mutlak sıfır noktası] )
( )
( 1 Celsius [°C] = 274.15 kelvin [K]
1 Fahrenheit [°F] = 255.9277777778 kelvin [K]
1 Rankine [°R] = 0.5555555556 kelvin [K]
1 Reaumur [°r] = 274.4 kelvin [K] )
- ÇELİŞKİLİ ile/ve/değil FARKLI
( [not] CONTRADICTED vs./and/but DIFFERENT )
- CEMİYETÇİ BAKIŞ/ANLAYIŞ ile/ve/<> STRATEJİK BAKIŞ/ANLAYIŞ ile/ve/<> FARKLI BAKIŞ/ANLAYIŞ
- CİNS değil FARKLI
( [not] "KIND" but DIFFERENT )
- CİNS ile/ve/||/<>/> NEV/TÜR ile/ve/||/<>/> FASL ile/ve/||/<>/> HASSA ile/ve/||/<>/> ARAZ
- COMPOSITAE = FASÎLE-İ EZHÂR-I MÜREKKEBE
- ÇULSUZ ile FAKİR
( ÇUL: Giysi. İLE ... )
- DAĞLAR ile/ve/değil/yerine/||/<>/< FARKLAR
- DALÂLET ile FAZLA/ZİYÂDE AŞK
( Fazla aşk/tutku, kişiyi birçok hatanın eşiğinde tutar. )
( Beşerin böyle dalâletleri var, Kendi yapar, kendi tapar. )
( ABERRATION vs./< TOO MUCH LOVE )
- DEĞİŞİK/LİK ile FARKLI/LIK
( CHANGE/ALTERATION vs. DIFFERENCE )
- DEĞİŞMEK ile/ve/değil/||/<>/< FARKINA VARMAK
- DENK ÖBEKLER/SONSAL SINIFLAMALAR/KATEGORİLER:
ARİSTOTELES'TE ile/ve/<>/> FARABÎ'DE ile/ve/<>/> KANT'TA
( * TÖZ/CEVHER
* NİCELİK/KEMMİYET
* NİTELİK/KEYFİYET
* GÖRELİLİK/İZÂFET
* MEKÂN
* ZAMAN
* KONUM
* MÜLKİYET
* FİİL
* İNFİAL
ile/ve/<>/>
* TÖZ/CEVHER [ALİ]
* GÖRELİLİK/İZÂFET
* NİCELİK/KEMMİYET [KISA]
* NİTELİK/KEYFİYET [SARIŞIN]
* ZAMAN/METÂ [BUGÜN]
* YER/EYN [ÇARŞIDA]
* DURUM/KONUM(VAZ'I) [AYAKTA DURUYOR]
* SAHİP/MÂLİK OLMA(LE) [AHMET'İN KALEMİ]
* ETKİNLİK(EN YEF'AL) [BÜKÜYOR]
* EDİLGİNLİK(EN YENFA'AL) [BÜKÜLÜYOR]
ile/ve/<>/>
* NİCELİK: BİRLİK | ÇOKLUK | TÜMEL
* NİTELİK: GERÇEKLİK | YOKSUNLUK | SINIRLILIK
* BAĞINTI: NESNE VE ÖZELLİĞİ | NEDEN VE ETKİ | TOPLULUK
* MODALİTE: OLASILIK | VARLIK | ZORUNLULUK )
- DHARMA[Sansk.] = DHAMMMA[Palice] = FA[Çince]
( 1) Evrensel Kanun.(Hakikat, öğreti, doğruluk, bir şeyin doğası.)
2) Yöntem ve yol.
3) Herhangi bir şey, fikir, nesne, kavram.
4) Buda'nın öğretisi.
5) Evreni yöneten ilke.
6) Zen yaşantısının özü.
7) Sözcüklerle iletilmesi olanaksız olan iç öğreti.
8) Sezgisel, doğrudan doğruya kavranan ve kişisel olarak deneyimlenen aydınlanmanın özü. | Adâlet, dürüstlük. )
- DİFERANSİYASYON/DIFFERENTIATION[İng.] değil/yerine/= FARKLILAŞMA
- DİFERANSİYE/DIFFERENTIATED[İng.] değil/yerine/= FARKLILAŞMIŞ
- DİVAN ŞİİRİ TÜRLERİ [DİNSEL OLMAYAN/LAR]:
BAHÂRİYE ile/ve/<> CEMREVİYE ile/ve/<> FAHRİYE ile/ve/<> IYDİYE ile/ve/<> MEDHİYE ile/ve/<> MERSİYE ile/ve/<> HİCVİYE ile/ve/<> GAZAVATNÂME ile/ve/<> SAKİNÂME ile/ve/<> HAMAMNÂME ile/ve/<> SAHİLNÂME ile/ve/<> KIYÂFETNÂME ile/ve/<> SURNÂME ile/ve/<> LÛGAZ ile/ve/<> MUAMMÂ ile/ve/<> HEZLİYÂT ile/ve/<> TARİH DÜŞÜRME ile/ve/<> ŞEHR-ENGİZ ile/ve/<> DÂRİYE
( XIII. yy.'dan, XIX. yy.'a kadar, 3182 Dîvân Şairi vardır. )
( Bahar nitelemeleriyle başlanarak birini övmek için yazılan kasîde. | Baharın gelişiyle doğanın uyanışını, değişimini, güzelleşmesini konu edinen kasîdeler. İLE/VE/<>
Bayramlar, baharlar gibi cemre vesilesiyle, dönemlerindeki önemli kişiler için yazılan şiirler. İLE/VE/<>
Bir kişinin[devletli, bir başka şair ya da şairin kendinin] övüldüğü şiirler. İLE/VE/<>
Dönem büyüklerinden birini bayramın gelişi dolayısıyla öven kasîde türü. İLE/VE/<>
Bir kişiyi [devlet ya da tasavvuf ileri gelenlerini] övmek için yazılan manzum yapıtlar. İLE/VE/<>
Bir ölenin/vefâtın ardından duyulan acıyı anlatmak, öleni övmek için yazılan manzum yapıtlar. İLE/VE/<>
Bir kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren/taşlayan manzum türü. [Siham-ı Kaza - Nef'î] İLE/VE/<>
Savaşları, kahramanlıkları, zaferleri anlatan manzum ya da mensur yapıtlar. [İlk gazavatnameler XV. yy.'da yazılmaya başlanmıştır] İLE/VE/<>
İçki ve içki âlemlerinin övülerek anlatıldığı manzum yapıtlar. İLE/VE/<>
Hamamları, hamam eğlencelerini ve hamamdaki güzelleri betimlemek üzere yazılan manzum yapıtlar. [ilki: Deli Birader - Gazalî] İLE/VE/<>
İstanbul kıyıları ile buralardaki yerlerinin anlatıldığı şiirlerin genel adı. [Fennî] İLE/VE/<>
Kişilerin karakterlerini, fiziksel görünümlerini [göz rengi, boy uzunluğu/kısalığı vb.] temel alarak açıklamaya çalışan yapıtlar. İLE/VE/<>
Sarayın mutlu günlerini [evlenme, doğum şenlikleri vb.] anlatann manzum yapıtlar. İLE/VE/<>
Hece vezniyle yazılmış manzum bilmece. İLE/VE/<>
Belirli kurallara göre düzenlenip çözülebilen manzum bilmece. İLE/VE/<>
Alaylı bir dille yazılmış manzum türü. [zarif bir nükte ya da güzel bir mazmun kadar kaba şakalara, taşlamalara ve sövgülere de yer verilir] İLE/VE/<>
Önem verilen bir olayın ya da bir yapının kuruluş yılını bildiren bir tümce, bir mısra ya da beyit yazmak. İLE/VE/<>
[Fars.: "Şehir karıştıran"] Bir kenti, o kentin güzelliklerini, doğal ve sosyal özelliklerini anlatan manzum yapıtlar. İLE/VE/<>
Yeni yaptırılmış saray, köşk, yalı benzeri binalar için yazılmış kasîdeler. )
- DÜNYA ve/ TÜRKİYE ve/ İSTANBUL ve/ FATİH
( Gövde. VE Yüz. VE Göz. VE Gönül. )
- DÜŞLEM = HAYAL = FANTASY[İng.] = FANTAISIE[Fr.] = EINBILDUNG, PHANTASIE[Alm.] = PHANTASIA[Lat., Yun.] = FANTASÍA[İsp.]
- DÜŞMAN/LIK ile/değil/yerine FARKLI/LIK
- DÜŞÜNCE ile/değil/yerine FARKLARI BİRLİĞE GETİREN DÜŞÜNCE
( En ufak bir fark gördüğün müddetçe sen gerçeğe yabancısın demektir. )
( Kederin nedeni, farklar ve ayrımlar değildir. )
( [not] THOUGHT vs./but THE THOUGHT BRINGS THE DIFFERENCES IN UNITY
THE THOUGHT BRINGS THE DIFFERENCES IN UNITY instead of THOUGHT
As long as you see the least difference, you are a stranger to reality.
Differences and distinctions are not the causes of sorrow. )
- DÜŞÜNCE ile FARKLILIKLARI BİRLİĞE GETİREN DÜŞÜNCE
- DUYULAR ile/ve/<>/değil FARKINDALIK
( [not] SENSES vs./and/<>/but AWARENESS )
- DÜZGÜN ADAM değil FATİHÂ'SI DÜZGÜN
- EK ile FAZLA
( ADDITION vs. EXCESS )
- EKSİK/LİK ile/değil/yerine FARKLI/LIK
- EKSİKLERİ/Nİ TAMAMLAMAK ile/ve/değil/||/<> FAZLALIKLARI/NI ATMAK
- EKSTRA/DAN ile FAZLA/DAN
- EN BÜYÜK:
YOKSUN/LUK ile/ve/<> FAKİR/LİK
( Akılsızlık. İLE/VE/<> Bilgisizlik. )
- ERDEM = FAZİLET = VIRTUE[İng.] = VERTU[Fr.] = TUGEND[Alm.] = VIRTUS[Lat.] = ARETE[Yun.] = VIRTUD[İsp.]
- EŞİT ile/ve BENZERLİK ile/ve FARK
( Benzerliklerin en üst olduğu nokta. İLE/VE Benzerliklerin ayrılmaya başladığı nokta/lar. İLE/VE Benzerliklerin en alt olduğu nokta. )
- ETKEN/ETMEN = ÂMİL = FACTOR[İng., İsp.] = FACTEUR[Fr.] = FAKTOR[Alm.]
- ETKİN = FAAL = ACTIVE[İng.] = ACTIF[Fr.] = AKTIV[Alm.] = ACTIVO[İsp.]
- ETKİNLİK = FAALİYET, FAİLİYET = ACTIVITY[İng.] = ACTIVITÉ[Fr.] = AKTIVITÄT, TÄTIGKEIT[Alm.] = ACTIVIDAD[İsp.]
- EZBER BOZMAK ile/ve/||/<>/>/< FARKLI/YENİ BİR BAKIŞ AÇISI
- f SAYISI(BAĞIL AÇIKLIK/DURDURMA SAYISI) ile F(APPLETON) TABAKASI
( Merceğin, odak uzaklığının etkin çarpına oranıyla elde edilen, ışınlama[exposure] süresiyle ters orantılı olan ve odak oranı bulunan bir karakteristiği. İLE İyonosferin, yeryüzünden yaklaşık olarak 150 - 1000 km. yükseklikler arasındaki, serbest elektronların en yüksek derişimde bulunduğu en yüksek tabakası. )
- F[Ar.] ve FÂ'[Ar.]
( Osmanlı abecesinin 23. harfidir. Ebced hesabında 80 sayısının karşılığıdır. İLE Atıf harfi olan. )
- FÂ[Ar.] ile FÂ[Ar.]
( Şartın yanıtı olan. İLE Atıf harfi olan. )
- FAC-/FACİ- ile/||/<> FASCİ- ile/||/<> PROSOP-/PROSOPO-
( Yüz. İLE/||/<> Bant. İLE/||/<> Yüz. )
- FÂCİ'[Ar. çoğ. FEVÂCİ] ile FÂCİR/E[Ar. < FÜCÛR | çoğ. FECERE/FÜCCÂR]
( Kişiyi dertli eden, keder veren, acıklı. İLE Kötü huylu. | Ayyaş, sefih. | Rezil, habîs, şerîr, şakî. | Yalancı. | Bayanlara düşkün bay, baylara düşkün bayan. )
- FÂCİR ile FÂCİRE
( Kadınlara düşkün eril kişi. İLE Baylara düşkün, çapkın dişil kişi. )
- FAGOSİT ile FAGOSİTE ETMEK ile FAGOSİTE OLMAK ile FAGOSİTOZ
( Yutar göze. İLE Yutmak. İLE Yutulmak. İLE Göze yutarlığı. )
- FAGOT ile/ve FAGOTTO
- FAHŞÂ'(FAHŞ/FÂHİŞ/FUHUŞ)[Ar.] ile FAHS[Ar.]
( Akıl ve mantığın kabul edemeyeceği söz ve iş. | Meşrû olmayan şehvâni haller, fuhuş, zinâ. | Verilen zekâttaki tamahkârlık. İLE Bir şeyin iç yüzünü araştırma/arama. )
- FAHTE[Fars.] ile FAHTE[Fars.]
( Makam. İLE Güvercin/üveyik. )
- FÂİL ile FÂİL
( İŞLEYEN, YAPAN, EDEN ile ETKİLİ/TE'SİRLİ )
- FAITH[İng.] ile/değil FATİH
- FÂİZ/FÂİZE[Ar. < FEVZ] ile FÂİZ[Ar. < FEVZ, çoğ. FEVÂİZ]
( İsteğine ulaşan, bir başarı kazanan, fevz bulan. İLE Ödünç verilen paraya karşı alınan kâr. | Bolluk, çokluk, taşkınlık. | Taşan, feyezan eden. )
- FÂİZ ve/||/<>/> FÂHİŞ[çoğ. FUHUŞ]
- FAKAT[Ar.] ile FAKD[Ar.] ile FAKÎD[Ar.]
( Yalnız, ancak, lâkin, ama, şu da var ki. İLE Yokluk, bulunmama. İLE Nadir bulunan.[nesne] )
- FAKO- ile FARMA/KO-
( Göz merceği [ile ilgili]. İLE İlaç [ile ilgili]. )
- FAKR ile FAHR
( Yokluk, yoksunluk. İLE Övünç. )
( SORU ve YANIT ( [40'LAR MECLİSİ] KİM O? ve 1. MUHAMMED en RESULLULLAH 2. ABDULLAH oğlu MUHAMMED 3. el-FAKR ün FAHRİ: Yokluğum, övüncümdür. [ Allah'ın hakkı 3'tür sözü, bu deneyimden çıkmıştır.] )
- FALAKA ile FALAKA
( Ömer Seyfettin'in, öykü kitabı. İLE Ahmet Rasim'in, anı kitabı. )
- FÂLİC[Ar. < FELC] ile FÂLİC[Fars.]
( Yarım inme, gövdenin yarısına inen inme. İLE Baskın, galip, muzaffer. )
- FAMİLYA ile FAMİLYAL
( Aile. İLE Ailesel. )
- FAMİLYA = FASÎLE = FAMILLE
- FAN ile FANATİK
( Hayran, pervane. İLE Bağnaz. )
- FÂNİ[Ar.] ile FANİ[Yun.]
( Ölümlü, gelip geçici, kalımsız. İLE İnsan gözünün algıladığı ışık şiddeti. )
- FANTEZİ YAPMAK ile/değil/yerine FANTEZİ/LER ÜRETMEK/YARATMAK
- FAR[Fr. < Yun.] ile FAR[Fr.]
( Taşıtların ön bölümünde bulunan, uzağı aydınlatan güçlü ışık. İLE Süs için gözkapaklarına sürülen çeşitli renkte boya. )
- FARENKS/FARİNKS ile FARİNGEAL
( Boğaz, yutak. İLE Boğaz [ile ilgili], yutak [ile ilgili]. )
- FARK ETMEK ile/ve/||/<>/> FARK GETİRMEK
- FARK ÖNCESİNDEKİ CEM ile/değil/yerine FARK SONRASINDAKİ CEM
( Zevktelerdir. İLE/DEĞİL/YERİNE Ancak, zahmette olanlar/olabilenler içindir. )
- FARK-I EVVEL ile FARK-I SÂNÎ
- FARK[Ar. çoğ. FURÛK] ile FÂRIK/A[Ar. < FARK] ile FÂRİG[Ar. < FERÂĞ]
( Ayrılık, başkalık, iki ya da daha çok şey arasındaki ayrılık. | Ayırma, ayırlma, seçilme. İLE Fark eden, ayıran. İLE Vazgeçmiş, çekilmiş. | Rahat, âsûde. | Boş, boş kalmış, işini bitirmiş, işsiz. | Bir mülkün, tasarruf, sahip olma, kullanma hakkını başkasına terk eden. )
- FARK[Ar.] ile FASL[Ar.]
- FARKETMEK ile/ve/<> FARK'I FARKETMEK
( AWARENESS vs./and/<> TO NOTICE OF THE DIFFERENCE )
- FaRkLaR (Kılavuzu/"Sözlüğü") ile/ve/<> FARKINDALIK
( DiFfeReNCeS GUIDE/"DICTIONARY" vs./and/<> AWARENESS )
- FARKLAR ile/ve/değil/> FARKLILIK
( Farkın olumlu ya da olumsuz bir yönde olması/değerlendirilmesi gerekmeden sadece fark olarak! )
( TEFÂVÜT[< FEVT]: İki şeyin birbirinden farklı olması. | İki şey arasındaki fark.
BÎ-TEFÂVÜT/BİLÂ-TEFÂVÜT: Farksız. )
( [not] DIFFERENCES vs./and/but/> DIFFERENCE )
- FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI ile/ve/değil/||/<> FARKLI BİR TANIM
- FARKLI OLMAK(/OLMAYA ÇALIŞMAK) ile/ve/değil/yerine FARK YARATMAK(/YARATMAYA ÇALIŞMAK)
- FARKLILIK ile/ve/<> FARKINDALIK
( Farklılık, sadece, farklı olmak isteğinden çıkmaz. Ancak, yaşam biçiminde (de) olursa farklılıktır. )
( DIFFERENCY vs./and/<> AWARENESS )
- FARKLILIKLAR VE ÇİRKİNLİKLER ile/yerine FARKLILIKLAR VE GÜZELLİKLER
- FARKLILIKLAR" değil FARKLAR
(
Kavram | Açıklama | Örnek Kullanım |
---|---|---|
Farklılık |
- Bir durum ya da nesnenin genel olarak farklı olma durmunu tanımlar. - Soyut bir kavramdır ve tekil olarak kullanılır/kullanılmalıdır. |
- "İki kültür arasındaki farklılık, oldukça dikkat çekiciydi." - "Tasarımlardaki farklılık, genel estetik anlayışından kaynaklanıyor." |
Farklar |
- Belirli iki ya da daha fazla nesne arasındaki somut ya da açık ayrımları tanımlar. - Nesne ya da tek tek gözlemlenebilen durumlar için yeğlenir. |
- "Bu iki öneri arasındaki farklar oldukça belirgindir." - "Renkler arasındaki farklar, hemen göze çarpıyor." |
"Farklılıklar" |
- En son/üst düşün(dür)me/soyutlama "-lık" ekinden sonra "-lar" çoğul ekinin kullanımı gereksiz/yanlıştır. Dil bilgisi hatasıdır. - Yerine "farklılık" ya da "farklar" yeğlenmelidir. |
- Hatalı örnek: İki çalışma arasındaki "farklılıklar", ayrıntılarıyla incelendi. - Doğru: İki çalışma arasındaki farklar, ayrıntılarıyla incelendi. |
( [not] DIFFERENCE but DIFFERENCES )
- FARKLILIKLAR ile FARKLAR
( DIFFERENCENESSES" vs. DIFFERENCES )
- FARMAKODİNAMİ ile FARMAKODİNAMİK ile FARMAKOKİNETİK ile FARMAKOKİNEZİ ile FARMAKOLOG ile FARMAKOLOJİ ile FARMAKOLOJİK ile FARMAKOPE
( İlaç etkisi. İLE İlaç etkisi [ile ilgili], ilaç etkibilim. İLE İlaç yazgısı [ile ilgili], ilaç yazgıbilim. İLE İlaç yazgısı. İLE İlaçbilim uzmanı. İLE İlaçbilim. İLE İlaçbilimsel, ilaçbilim [ile ilgili]. İLE İlaç kılavuzu. )
- FARZ-I AYN ile/ve/<> FARZ-I KİFÂYE
( Herkes için geçerli olan durumların/konuların bilinmesi gerekli/zorunlu bilgiler/ilimler. İLE/VE Bazı kişilerin bilmesi yeterli olan bilgiler/ilimler. )
- FARZ-I MAHAL değil FARZIMUHAL(OLMAYACAK ŞEY YA!)
- FARZ ile FARZ-I KİFÂYE
- FASÂHAT[Ar.] ile FAZÂHAT[Ar.]
( İyi ve açık konuşma, iyi söz söyleme becerisi, uzdillilik. İLE Alçaklık, edepsizlik. )
- FÂSİH[Ar. < FESH] ile FASÎH[Ar. çoğ. FUSAHÂ]
( İptal eden, bozan, çürüten, fesheden. İLE Güzel, düzgün ve açık konuşan, iyi söz söyleme becerisi olan. | Açık, âşikâr, sarih. )
- FÂSIK ile/ve/<> FÂCİR
- FASIL[Ar. çoğ. FUSÛL] ile FÂSIL[Ar. < FASL]
( Fasl. | Bir bestekârın aynı makamdan bestelediği iki beste. | Türk müziğinde klasik bir konser programı. İLE Ayıran, bölen, fasleden. )
- FÂSILA-YI SUGRÂ[Ar.] ile FÂSILA-YI KÜBRÂ[Ar.]
( Üç harekeli ve bir sâkin harften oluşan dört harfli sözcük.[vatanım gibi] İLE Dört harekeli ve bir sâkin harften oluşan dört harfli sözcük.[vatanımız gibi] )
- FASİLELER = FASÎLAN = FAMILLES
- FASON[Fr.] ile FASONE[Fr.]
( Kesim. İLE Çözgü ya da atkının kumaş yüzeyi üzerinde, kendiliğinden bir desen oluşturduğu her tür kumaş. | Bu tür kumaşları oluşturan desen örneği. )
- FASÜLYE değil FASULYE
- FATE FAITH DESTINY
- FÂTİH[Ar. < FETH] ile FÂTİH[Ar.]
( Açan. | Anahtar. İLE Kendini açan/feth eden. )
- FÂTİHA-HÂN[Ar.] ile FÂTİHÂN[Ar.]
( Birinin ruhuna Fatiha suresi okuyan. İLE Fethedenler, fatihler. )
- FATİHÂ'YA İZNİ OLMAK ile/ve FATİHÂ'SI DÜZGÜN OLMAK
- FATÎN/E[Ar. < FITNAT] ile FÂTİN[Ar. < FİTNE]
( Zeki, akıllı, uyanık, anlayışlı, kavrayışlı. İLE Fitneci. )
- FÂTİR[Ar.] ile FATÎR[Ar.] ile FATR[Ar. çoğ. FUTUR]
( Füturlu, durgun, gevşek. | Az sıcak, ılık olan. İLE Mayasız saç ekmeği, bazlama. | Bir çeşit pasta. | Olmamış, derecesini bulmamış şey. İLE Çatlak, yarık. | Mantar. )
- FATMA ile/ve/||/<> FATMA
( [Osmanlı döneminde] [Müslümanlar için "TI" ile yazılan.] İLE/VE/||/<> Müslüman olmayanlar için "TE" ile yazılan. )
- FAVORİ[Fr.] ile FAVORİ[Fr.]/DULUK[Tr.]
( Gözde. İLE Sakal. )
- FÂYİH[Ar.] ile FÂYİHA[Ar. çoğ. FEVÂYİH]
( Kendiliğinden dağılan güzel koku. İLE Çiçek ve meyve kokusu. | Hoş kokulu nesne. )
- FAZ[Ar. < Fr. < Yun.] ile FAZZ[Ar.]
( Evre, safha. İLE Huysuz, kötü sözlü, kaba. )
- FÂZÎH/A[Ar.] ile FAZÎHA[Ar. çoğ. FAZÂYİH]
( Utanmaz, rezil. | Çirkin, fena. İLE Edepsizliği, alçaklığ gerektiren iş/şey. )
- FAZLA BİLGİ ile FAZLADAN BİLGİ
( EXCESS INFORMATION vs./and EXTRA INFORMATION )
- FAZLA FAZLA ile/değil FASLA FASLA
( ... İLE/DEĞİL Yer yer. )
- FAZLA FEDÂKÂR/LIK
ve/||/<>/>/ne yazık ki
(FAZLA) VEFÂSIZ/LIK
( Fedâkârlığın fazlası, vefâsızlığa neden olur. )
- FAZLA/GEREKSİZ/YERSİZ/BOŞ ...)
KONUŞMA! ile/ve/||/<>/< DÜŞÜNME!
( YAP! ile/ve/||/<>/< YAP! )
- FELSEFE ile FANTAZİ
- FESÂHÂT değil FASÂHÂT
( Hoş ve açık konuşma, uzdillilik, iyi söz söyleme becerisi. )
- FETİH ile/||/<> FÜTUHAT ile/||/<> FETİHNÂME[İng. MESSAGE ANNOUNCING A CONQUEST | FR. MESSAGEM DE COMQUETE | ALM. BERICH (M) ÜBER EINE EROBERUNG] ile/||/<> FATİH
( Bir kenti ya da ülkeyi savaşarak alma. İLE/||/<> Fetihler, zaferler. İLE/||/<> Savaşlar sonunda kazanılan zaferleri, bir yerin alındığını müjdelemek için hükümdarların, fethedilen yerleri, komşu hükümdarlara, yabancı devlet adamlarına, hanlara, prenslere/şehzâdelere ve valilere bildirmek üzere yazılan resmi mektup. İLE/||/<> Fetheden, İslâm devletlerinde bir ülkeyi ya da kenti savaşarak alan hükümdar ya da komutana verilen san. )
- FETK[Ar.] ile FASL[Ar.]
- FEVKALADE SIKINTILI değil FAZLASIYLA SIKINTILI
- GARİBAN ile FAKİR
- GAZÂLÎ ve FAHREDDİN RÂZİ
- GECEKONDU ile FAVELA
( Brezilya'ya özgü gecekondu. )
- GEREKSİZ (YERE) HARCAMA/MASRAF ile/ve/<>/değil/yerine FAZLA HARCAMA/MASRAF
- GEREKSİZ ile FAZLA(DAN)
- GEYİK ile FARE/CÜCE GEYİK
( Tragulidae[cüce geyikgiller] ailesine ait bir türdür.
Henri Milne-Edwards[Fransız canlıbilimci] tarafından, 1864 yılında adlandırılmıştır. Tragulus kanchil[Lat.], Raffles tarafından, 1821 yılında Lesser Mouse-deer[fare geyiği] olarak adlandırılmıştır.
Fare geyiklerinin anavatanları, Güney Asya olup Asya'nın tamamında ve Kuzey Afrika'da da yaygın olarak görülebilmektedir. Indochina, Burma[Kra Isthmus], Brunei, Kamboçya, Çin[Güney Yunnan], Endonezya[Kalimantan, Sumatra ve çok sayıda küçük adada], Laos, Malezya[Peninsular Malezya, Sarawak] Güneydoğu Asya, Singapur, Tayland ve Vietnam genelinde yaygın olarak bulunurlar.
Güneydoğu Asya'da rastlanan, dünyanın en küçük toynaklı memeli türü olan fare geyiği, ilginç ve bir o kadar da ilgi çekici bir hayvan türüdür.
Yetişkin fare geyiklerinin yerden yüksekliği, yaklaşık 15 - 23 cm. arasında değişirken, uzunlukları 55 cm'i geçmemekle birlikte, ağırlıkları ise yaklaşık 2 - 3 kg. arasında değişmektedir. Otçul beslenen Fare geyiği, yavrularını sütle besler. Dişi Fare geyiği, 70 gün süren bir gebeliğin ardından, 8-12 yavru doğurur. Dişi fare geyiği, yavrularını üç aylık bir süre sütle besler.
Yavru fare geyikleri, 5 aylık olduklarında, yavrular, tek başına bırakılır. Bu süreç sonunda, dişi fare geyiği yeniden çiftleşebilir. Bir dişi fare geyiği, yılda iki kere doğum yapabilir. Fare geyiklerinin yaşamı, ortalama 10 yıl kadardır.
Oldukça hızlı hareket edebilime özeliğine sahiplerdir. İstediklerinde ya da tehlike anında, saatte 50 km.'lik hızla koşabilirler. )
( ... avec TRAGULUS KANCHIL )
- GRADYAN/GRADIENT[İng.] değil/yerine/= FARK
- GÜÇLÜ ile/değil/yerine FARKLI
( [not] POWERFUL/STRONG vs./but DIFFERENT
DIFFERENT instead of POWERFUL/STRONG )
- GULAM ile/||/<> ALABEYİ ile/||/<> CANBAZ ile/||/<> MİRAHUR ile/||/<> ÇARKA ile/||/<> BELDAR ile/||/<> BOSTANCI ile/||/<> AKINCI ile/||/<> CEBELİ ile/||/<> DALKILIÇ ile/||/<> DELİ ile/||/<> FARİSAN
( Asker. İLE/||/<> Bir bölgede tüm tımarlı sipahilerin en büyük amiri. İLE/||/<> Atlı fedai asker. İLE/||/<> Has ahırın en büyük yöneticisi. İLE/||/<> Osmanlılar'da öncü görevi. İLE/||/<> Dağ geçitlerini aşan, temizleyen ve koruyan, buradan geçenlerin güvenliğini sağlayan görevliler. İLE/||/<> Sarayın ve kentin güvenliğinden sorumlu askerler. İLE/||/<> Osmanlı'nın askerî örgütlenmesinde, sınır bölgelerinde, düşman ülkelerine akınlar, baskınlar tertipleyerek yıpratma harekâtında bulunan hafif süvari birlikleri. İLE/||/<> Tımar sahiplerinin savaşa hazır olarak beslemek zorunda olduğu asker. İLE/||/<> Gönüllü olarak tehlikeli işlerde kullanılan asker. İLE/||/<> Vezir ve Beylerbeyine bağlı olarak görev yapan hafif süvari örgütünün askeri. İLE/||/<> Eyâletlerde, hudutlardaki muhafız askerler. )
- GÜMÜŞ ile FAKFON[Fr. < İng. < Çince]
( ... İLE Bakır, nikel ve çinkodan oluşan, gümüş görünümünde bir alaşım. )
- GÜZEL ile/ve/değil/||/<>/< FARKLI
- GÜZELLİK >< FAZLALIK
( Güzellik, fazlalıklardan arınmışlıktır. )
- HABERDAR OLMAK ile/ve/<> FARKINDALIK
( TO BE AWARE OF vs./and/<> AWARENESS )
- HÂCET[Ar.] ile FAKR[Ar.]
- HASTA/LIK ile/değil FARKLI/LIK
( Özellikle Down Sendromu'nda. )
- HASTA ile/ve/değil/<> FARKLI
- HATA ile/değil FARK
( Kişiler arasında ve kişisel özelliklerde/"eksikliklerde", hata değil, ancak fark olabilir. )
- HAVALE ile/<> EFT ile/<> SWIFT ile/<> FAST
( Hesaplararası para/fon aktarımı. İLE/<> Bankalararası, elektronik para/fon aktarımı[Electronic Funds Transfer]. İLE/<> Uluslararası Bankaların Finansal Haberleşme Kurumu[İng. Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication] )
( Banka içinde. İLE/<> Bankalar arasında. İLE/<> Uluslararası bankalar arasında. )
( [ne yazık ki] Pahalı. İLE/<> Daha pahalı. İLE/<> Çok (daha) pahalı. )
( Hiçbirindeki ücretlendirme, uygun oranda ve âdil değil! Devletler, vatandaşlarının hakkına sahip çıkmadığı ve bireyler, sustuğu, bilinçlenip ortak tepki göstermediği sürece de bu fırsatçılar, sömürülerine ve gasplarına devam edeceklerdir ne yazık ki. Bu konuda, en sesi çıkmayıp rahatı, kârı/primleri ve çıkarları yerinde olanlar ise bilinçli ya da bilinçsiz, bankaların yönetici ve çalışanlarıdır. Bu tıkanık ve yanlış düzenin, elbet ve umarız yakın bir gelecekte düzeleceğini ümit ediyoruz ve ilgilileri, "yetkilileri" uyarıyoruz. Her birimizin tepkisiyle, katılımı ve desteğiyle tabii! )
( [onaylanma süresi] Çok kısa sürededir. İLE/<> Daha uzun sürer. İLE/<> Daha uzun sürer. )
( [kişisel bilgi] Daha çok. İLE/<> Daha az. İLE/<> ... )
( 7/24 gerçekleştirilebilir. İLE/<> Sadece hata içi ve mesai saatleri içinde yapılabilir. İLE/<> ... )
- HİCRÎ ile/ve İSKENDERÎ ile/ve MİLÂDÎ ile/ve TÜRKÎ ile/ve FARSÎ/YEZDİGER ile/ve RAKAMLA ile/ve EBCED ile/ve LUĞAZ
- HİKÂYE ile/ve FASA FİSO
- HİPNOZ:
FARKINDALIĞIMIZDA OLANI DIŞSALLAŞTIRMAK ve/||/<> FARKINDALIĞIMIZDA OLMAYANI İÇSELLEŞTİREBİLMEK
- HİSSETMEK ile/ve/<> FARKETMEK
( TO FEEL vs./and/<> AWARENESS )
- HUMUS ile/ve FAVA
( Nohuttan yapılan. İLE/VE Bakladan yapılan. )
- İÇGÖRÜ KAZANDIRMA ile/ve/||/<> FARKINDALIK
- İLAVE ÜCRET ile/ve/<> FARK ÜCRETİ ile/ve/<> MUAYENE ÜCRETİ
( İlaç ve muayene üzerinden alınan ücret. İLE/VE/<> "Otelcilik hizmetleri." İLE/VE/<> ... )
- İLGİNÇ ile/ve/değil FARKLI
( [not] INTERESTING vs./and/but DIFFERENT )
- İMAM ve/||/<> FATİH
( ... VE/||/<> Sıra(saf), mihrabtaki imamın hemen arkasındaki kişiden, iki tarafa birden açılmasıyla, ikinci ve öteki sıralar da sıranın ortasındaki "Fatih" ile başlatılır ve sağlı sollu olarak devam ettirilir. )
( ... VE/||/<> İmamın arkasında bulunan kişi. Saf tutulurken hiza alınan kişi. )
( ... VE/||/<> Nefsini feth eden. )
- İMECE ile FASON(/FERLAKS SİSTEMİ-FRANSIZ/PUTTING-OUT SİSTEMİ)
- İNAN = İMAN = FAITH[İng.] = FOI[Fr.] = GLAUBE[Alm.] = FIDES[Lat.] = FE[İsp.]
- INDIFERANSİYE/UNDIFFERENTIATED[İng.] değil/yerine/= FARKLILAŞMAMIŞ
- İRSALİYE ile FATURA
- ISRAR ETME! ile/ve/||/<>/> (FAZLA) DİRENÇ GÖSTERME!
- ÎTİDAL ve/<> FAZÎLET
- İZÂFÎ ve FÂNİ
( Eğer tüm göreceli ve geçici veriler, sonsal hedef yapılırsa, putperestlik kaçınılmazdır. )
- KÂBİL ile/ve/<> FAİL
- KABUL ETMEMEK ile/değil/yerine/< FARKINDA OLMAK
- KAFA SESİ ile/ve/||/<> FALSETTO[İt.]
- KÂFİR ile FÂSIK
( Farzlara inanmayan. İLE Farzları tembellikle yerine getirmeyen. | Allah'ın emirlerini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, kötülük eden. )
- KARAGÖZ OYUNUNDA:
MUHÂVERE ile/ve/<> FASIL
- KARŞI KOYMAK ile/değil/yerine FARKINDALIK
- KEŞFETMEK ile/ve/değil/yerine/||/<>/< FARKETMEK
- KEŞİF ile/ve/> FARKINDALIK
( CONSCIENCE/CONSCIOUS vs./and/> AWARENESS )
- KESİNTİ ve FARKINDALIK
( INTERRUPTION and AWARENESS )
- KEŞKE ... değil/yerine/>< FARKINDALIK
( Ne kadar farkında olursak, "keşke"lerimiz de o kadar az olur. )
- KLAVYE KULLANIMI(/CISI) ile FARE KULLANIMI(/CISI)
( Üretim/üret[k]en. İLE Tüketim/tüket[k]en. )
( Büyük Harf[Caps Lock] tuşu aktifken [AltGr + Q] işaretini çıkartamazsınız. )
- KOMPARTIMAN ile FAKÜLTE
- KÖPRÜLÜ MEHMET PAŞA ile/ve/||/<>/> FAZIL AHMET PAŞA ve MUSTAFA PAŞA
( Baba. İLE/VE/||/<>/> Oğulları. )
- KÖTÜ değil FARKLI
( [not] "BAD" but DIFFERENT )
- KRİZ ile/ve/||/<>/> "FABRİKA AYARLARI"NA DÖNÜŞ
- KUMKAPI NİŞANCASI ile/ve FATİH NİŞANCASI ile/ve EYÜP NİŞANCASI
- KUŞ ile FAREKUŞU
( ... İLE Afrika'ya özgü bir kuş. )
( TAYR ile ... )
( MÜRG ile ... )
- LARENJİT/LARİNGİT ile/||/<> FARENJİT
( Gırtlak yangısı ile ses kısıklığı ve boğaz ağrısı. | Ses tellerinin yangılanması ile ses kısıklığı. İLE/||/<> Boğaz yangısı ile boğaz ağrısı ve yutma güçlüğü. | Boğazın arka bölümünün yangılanması. )
- LEHİM ile BRONZ/TUNÇ ile FAKFON ile KUPRONİKEL ile PERMALLOY
( Kalay ve kurşun alaşımı. İLE Bakır ve kalay alaşımı. İLE Bakır, çinko ve nikel alaşımı. İLE Bakır ve nikel alaşımı. İLE Demir ve nikel alaşımı. )
- LEMUR ile FARE LEMURU
( ... İLE 50 gr. kadar ağırlıkları vardır. )
( ... İLE En küçük primatlardır. )
- MAXWELL EŞİTLİKLERİNDE:
GAUSS YASASI ile/ve/||/<> GAUSS'UN MANYETİK YASASI ile/ve/||/<> FARADAY'IN TÜMEVARIM YASASI ile/ve/||/<> AMPER'İN DEVRE YASASININ DOĞRULAMASI
( )
( E [elektrik alanı] ve B [manyetik alan] )
- MEDRESE TALEBELERİ:
DÂHİL ve/> ÂLİM ve/> FÂZIL ve/> KÂMİL
- MEKRÜMETLÜ/MEKREMETLÜ ile FAZÎLETLÜ ile SEMÂHATLÜ ile FÜTÜVVETLÜ ile MEVEDDETLÜ ile ZEHÂDETLÜ
( İlmiyede sadreyn pâyesinin resmi unvanı. İLE İlmiye sınıfına ait olanlardan, İstanbul ve Harameyn unvanını alanlara hitapta kullanılan unvan. İLE Din âlimleri arasında kazaskerlik pâyesinde bulunanlara özel resmî takma ad. İLE Askerlikte mülâzım[teğmenler] ile kol ağası ve yüzbaşılara mülkiyede, rabia ve hâmise rütbeleri taşıyan kimselere verilen unvan. İLE Rütbesi olmayan kadılara verilen unvan. İLE Şeyhlere ve din adamlarına hitâben kullanılan unvan. )
- MERDÛD[Ar.] ile FÂSİD[Ar.] ile MENHÎYYUN 'ANH[Ar.]
- MEŞK ile/ve/<> FASIL
- MESLEK YÜKSEK OKULU(MYO) ile/ve/değil/yerine/||/<>/> FAKÜLTE
- MEVCUD:
HAKİKÎ ile/ve FARAZÎ/İHTİRAÎ
( Kişiyi/zihni gerektirmez. İLE/VE Kişiyi/zihni gerektirir. )
( Muhalif değil ve fakat mutabık da değildir. İLE/VE ... )
- MEVSİM[Ar.] ile/ve/||/<> FASL[Ar.]
( Yılın dört bölümünden her biri. | Bir şeyin belirli zamanı. İLE/VE/||/<> Ayrıntı, ayırma, ayrılma. | Kesme, kesinti, bölüm. | Sonuçlandırma, halletme. | Aleyhte bulunma, birini çekiştirme. | Bir kitabın ya da tiyatro oyununun başlıca bölümlerinden her biri. | Sözcükler, düzenlemeler, tümceler arasında bağlantı edatı bulunmadan yazı yazma yöntemi. | Bir defada çalınan peşrev, şarkı vb. | Dört mevsimden biri. | Bir bestekârın, aynı makamdan bestelediği iki beste ile iki semai. | Türk müziğinde klasik bir konser programı. | İki yüzeyin birleşmesinden oluşan çizgi. | Eklem, gövdenin oynak yerleri. )
- MİRÂC = FATİHA
- MISIR ve/||/<> FASÜLYE ve/||/<> KABAK
- MÜCERRED/YALIN ile/||/<> NÂKIS/MENKÛS/EKSİKLİ ile/||/<> FASİH
( Türemiş ya da bileşik sözcüğe karşıt olarak, kök nitelikli bir anlambirim özelliği taşıyan sözcük. İLE/||/<> Ad ya da eylem çekimine girmekle birlikte ilişkin olduğu veznin tüm biçimlerini içermeyen sözcükler. İLE/||/<> Bozulmamış, öz dile ait sözcük. )
- MÛCİBUN Bİ'Z-ZÂT ile/ve FAİL-İ MUHTAR, KÂDİR-İ MUTLAK
( Filozoflar[Hukema] için. İLE Kelâmcılar[Mütekellimin] için. )
( Mutasavvıf için: Zâhirde Fail-i Muhtar, Kâdir-i Mutlak; Bâtında Mûcibin bi'z-Zât. )
- MÜDÂVİM ile FANATİK
- MUTEFADDIL[Ar.] ile FÂDIL[Ar.]
- NAMAZ'DA:
SÜNNET ile/ve FARZ
( Camide ya da bir topluluk arasında yanyana kılınan farzların sonrasında kılınacak olan sünnetlerde dağılınır. Bunun anlamlarından ve amaçlarından biri de, birlik ve bütünlükten, biraradalıktan oluşacak ve açığa çıkacak olan bereketin(/enerjinin/titreşimlerin) her noktaya yayılması ve yayılmış olan bereketten/titreşimlerden yararlanabilmektir. )
- NÜANS ile FARK
- ÖĞRETMEK ile/ve/<> FARK ETMEK/ETTİRMEK
( Öğretmek, başkalarına senin kadar iyi bildiklerini anımsatmaktır. )
( EACH ONE, TEACH ONE )
( TO TEACH vs./and/<> TO AWARE/TO MAKE SOMEBODY AWARE OF )
- OLGU = VAKIA = FACT[İng.] = FAIT[Fr.] = FAKTUM[Alm.] = FACTUM[Lat.] = HECHO[İsp.]
- OLGUSAL/LIK ile/ve/<> FARKLI/LIK
- ÖNEMLİ DEĞİL" değil FAZLA ÖNEMLİ DEĞİL
- ONUR ve/||/<>/>/< FARKINDALIK
- ORKESTRA ile FANFAR[Fr.]
( ... İLE Üflemeli bakır çalgılardan oluşan orkestra. | Bu orkestranın çaldığı, tartımlı ve canlı parça. )
- OROSPU/LUK / KAHPE[Ar. < KAHBE] / EKEK/LİK / ERSEK[dvnlgttrk] ile FÂHİŞE/LİK | KEVÂŞE
( Kısaca: Orospuluk Zihinde; Fahişelik Gövdede
Orospuluk, spekülatif düşüncelerle, çıkara yönelik, işine geldiği gibi hareket etme eğilimi(eşeysel göstergesi olmaksızın). İLE
Fahişelik ise, içinde bulunduğu/bulunmuş oldukları koşullardan/olumsuzluklardan/"acziyetten" kaynaklanabilen, çok geniş/özel nedenlere dayanabilen ya da kişisel seçim/karar ile gövdenin eşeysel yönde, nesnel karşılığı için kullandırılması. )
( BAGIYY [çoğ. BAGAYÂ] )
- ORTAK/LIK ile/ve FARKLI/LIK
( COMMON vs./and DIFFERENT )
- ÖZDEŞ/LİK ile FARKLI/LIK
( IDENTITY vs. DIFFERENCE )
- ÖZDEŞLİK yerine FARKINDALIK
( Körlük. YERİNE ... )
( Balıklar derya içre, deryadan bihaber! )
( AWARENESS instead of IDENTITY )
- ÖZGÜN ile/ve/<>/|| FARKLI
- ÖZNE = FAİL, MEVZU = SUBJECT[İng.] = SUJET[Fr.] = SUBJEKT[Alm.] = SUBJECTUM[Lat.] = HYPOKEIMENON[Yun.] = SUJETO[İsp.]
- PERO ve FAÇETA[İt.]
( Armut şeklinde tek parça elmas. VE Elmasın yontulmuş her bir yüzü. )
- PİNOSİTOZ ile FAGOSİTOZ
( Gözenin sıvı nesneleri alması. İLE Gözenin katı nesneleri alması. )
- PORSELEN ile FAĞFUR[Fars.]
( ... İLE Çin imparatorlarına verilen san. | Çin'de yapılmış kâse, tabak, vazo gibi porselen eşya. )
- RÂZÎ ile FAHREDDİN RÂZÎ
( Hekim, filozof, simyacı. İLE Âlim, fizikçi ve müfessir. )
( Ebû Bekr Muhammed bin Zekeriyyâ er-Râzî [865 - 925, Rey - İran]. İLE Fahreddin er-Râzî [1150 - 05 Nisan 1210, Rey - İran] )
- REENKARNASYON:
ZENGİNLERİN ve FAKİRLERİN DİNİ
- RİSÂLE ile FAİDE
- ROPDÖŞAMBR ile/ve FAMDÖŞAMBR
( Robe de chambre. AVEC/ET Femme de chambre. )
- SAÇMA(LIK)LAR / SAFSATALAR ile/değil/yerine FaRkLaR
( Sözcükler: "SEN ..." / "SEN DE ..." ile başlatılan/saldırılan "tanımlar".
* Tanım/açıklama: Tartışmada, öteki kişinin söz ve hareketlerini, kendi görüşünü savunmada kanıt olarak kullanma. | "Bir savın doğruluğunun, savı geliştiren kişinin, kişiliği ile ilgisi olduğu" "savı". | Bir kişinin önerileri yerine, önerinin reddedilmesini sağlamak üzere, kişiye sövülerek yapılan saldırı.
Örnek: - "Senin müdür hakkında söylediklerini duydum. Nankör adam! Sen müdürün o kadar ekmeğini yedin!"
- "...yı şu yaptıysa doğrudur/yanlıştır."
- "...yı savunuyorsa ahlâksızın tekiymiş."
Lat./İng.: ARGUMENTUM AD HOMINEM
* Tanım/açıklama: Tepkisel indirgemecilik.
Örnek:
- ... sorununun bu hâle gelmesinin toplumsal, ekonomik, politik bir sürü nedeni var.
- "Terör örgütünü mü savunuyorsun bana?!..."
İng.: STRAW MAN
Sözcük: "ONA BAKARSAN ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Ortak özellik gösteren iki önermenin birbiriyle aynı olması ya da birbirine çok benzemesi gerektiği" "savı". ZAYIF BENZETME
Örnek: "Osmanlı İmparatorluğu da tıpkı Roma İmparatorluğu gibi parçalanmıştır."
İng.: WEAK ANALOGY
Sözcük: "HERKES ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Çoğunluğun benimsediğinin doğru olduğu" "savı".
Örnek: " 'Herkes' ona oy verdiğine göre yaptıkları da doğrudur."
Lat.: ARGUMENTUM AD POPULUM
Sözcük: "DEMEK Kİ ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Zaman içinde, önce gerçekleşen bir olgunun, onu izleyen başka bir olgunun nedeni olması gerektiği" "savı".
Örnek: "Güneş tutulmasından sonra deprem oldu. Demek ki depremin nedeni güneş tutulmasıdır."
Lat.: POST HOC ERGO PROPTER HOC
Sözcükler: "DEMEK Kİ ..." / "SONUÇTA ..." / "TEMELDE ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Tersi kanıtlanamayanın doğru olduğu" "savı".
Örnek: "UFO'ların dünyayı ziyaret etmediği yolunda hiçbir kanıt yoktur. Demek ki ediyorlar."
Lat.: ARGUMENTUM AD IGNORANTIAM
Sözcükler: "DEMEK Kİ ..." / "ZATEN ..." ile başlayan "tanımlar".
* Tanım/açıklama: "Bağlantı, ilişki ya da ortak özelliklerin, mutlaka neden-sonuç ilişkisi içinde olduğu" "savı".
Örnek: "Genç kızlar, çok çikolata yiyor. Genç kızlarda sivilce çok görülüyor. Demek ki, sivilcenin nedeni çikolatadır."
Lat.: CUM HOC ERGO PROPTER HOC
* Tanım/açıklama: "Geleneksel olanın doğru olduğu" "savı".
Örnek 1: "...'yı öldürmemiz gerekiyor. Çünkü töre böyle."
Örnek 2: "Bunca yıldır böyle yapılıyor. Demek ki doğrudur."
Lat.: ARGUMENTUM AD TRADITIO / ANTIQUITATEM
* Tanım/açıklama: "Bir tartışmanın taraflarından birinin sessiz kalmasının, sessiz kalan tarafın tartışılan konuda bilgisi olmadığını, haksız olduğunu ya da yanıldığını kabullenmesi anlamına geldiği" "savı".
Örnek: "Sükût, ikrardan gelir! Türk atasözü."
Örnek:
- Sanık, sorguda susma hakkını kullanmıştır!
- "Suçsuzsa neden sussun ki?! Kalkıp açık açık, 'Ben suçsuzum!' derdi suçlu olmasaydı!"
Lat.: ARGUMENTUM EX SILENTIO
Sözcükler: "DEMEK Kİ ..." / "BELKİ DE ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Sorunun ardında yatan varsayımların doğru olduğu" "savı". YÜKLÜ SORU
Örnek:
- Uyuşturucu kullanmaktan ne zaman vazgeçtin?
- Vazgeçmedim!
- Demek ki hâlâ kullanıyorsun?!...
- Hayır, hiç kullanmadım!
- "Ama vazgeçmediğini itiraf ettin!"
İng.: LOADED QUESTION
Sözcükler: "TEMELDE ..." / "HİÇ" / "HEP" ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: Döngüsel nedensellik. Kendi kendini "kanıtlayan" önerme.
Örnek: "O, tembeldir. Çünkü çalışmayı hiç sevmez."
Örnek: "Yalancı değilim. O nedenle, tüm söylediklerim doğrudur."
Örnek: "Sudan hafif maddeler yüzerler. Çünkü batmazlar."
Lat.: PETITIO PRINCIPII
İng.: BEGGING THE QUESTION
Sözcükler: "NASILSA ..." ile başlayan "tanımlar".
* Tanım/açıklama: "Ünlülerin/güçlülerin/zenginlerin söylediklerinin doğru ya da yoksulların söylediklerinin yanlış olduğu" "savı".
Örnek 1: "... bunu söylüyorsa doğrudur."
Örnek 2: "O beş parasızın teki! Söylediklerine kim inanır!?..."
Lat.: ARGUMENTUM AD CRUMENAM
* Tanım/açıklama: "Yoksulların söylediklerinin doğru ya da zenginlerin söylediklerinin yanlış olduğu" "savı".
Örnek: "Adamın beş parası yok ki çapkınlık yapabilsin!"
Örnek: "Adamın milyonları var. Güya eşini hiç aldatmamış!"
Lat.: ARGUMENTUM AD LAZARUM
* Tanım/açıklama: "Acınacak durumda olmanın ya da çaresizliğin, söylenilen ya da yapılanların yanlışlığına ağır bastığı" "savı".
Örnek: "Adam ayakta duramayacak denli yaşlı ve hasta. Bence geçmişte yaptıklarından sorumlu tutulmasına artık gerek kalmamalı."
Lat.: ARGUMENTUM AD MISERICORIDIAM
Sözcükler: "İLLE DE" / "TEMELDE ..." ile başlayan "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Yalnızca iki seçeneğin var olduğu savı." YANLIŞ İKİLEM.
Örnek: "Ya çözümün bir parçasısındır ya da sorunun!"
İng.: BIFURCATION
Sözcükler: "ELİMDE DEĞİL ..." / "NE BİLEYİM ..." sözlerinin eklendiği "tanımlar".
Tanım/açıklama: "Güç"/"zayıflık" kullanımı.
Örnek: "Ders kitaplarında yazılanlar doğrudur. Eğer yanlış dersem öğretmen beni sınıfta bırakır."
Lat.: ARGUMENTUM AD BACULUM
Az kullanılması gerekenleri ve kullanırken çok dikkat edilecekleri bil de KONUŞ!!! )
( http://www.nku.edu/~garns/165/ppt3_2.html
http://courses.washington.edu/spcmu/334/fallacies.html )
( Safsata Türleri )
( [not] FALLACY vs./but DiFfeReNCeS
DiFfeReNCeS instead of FALLACY )
( KIYÂS-I BÂTIL ile/değil/yerine FURKAN )
( SAFSATA ile/değil FURKAN )
- SADÂKAT VE BAĞLILIK ve/||/<> FARKINDALIK VE ADÂLET ve/||/<> EDEB VE HAYÂ ve/||/<> FETA VE GÖNÜL
( HZ. EBÛ-BEKİR SIDDÎK ve/||/<> HZ. ÖMER el-FÂRUK/HATTÂB ve/||/<> HZ. OSMAN ZİNNUREYN ve/||/<> HZ. İMÂM-I ALİ )
( Çocukluk. VE/||/<> Gençlik. VE/||/<> Yetişkinlik. VE/||/<> Olgunluk. )
- SAKAL ile/ve/<> FAVORİ
( Ben Affleck
Bradley Cooper
David Beckham
Denzel Washington
George Clooney
Hugh Jackman
Jake Gyllenhaal
Kit Harington
Leonardo DiCaprio
Mel Gibson
Pierce Brosnan
Robert Pattinson
Shia LaBeouf
Tom Hardy
Viggo Mortensen
)
( LİHYE ile/ve/<> SEBELE )
( RÎŞ ile/ve/<> ...
BÂME: Uzun, sık ve kaba sakal.
BÂM TELİ: Sakalın dudağa bitişik olan kalın telleri. )
( BEARD vs./and/<> SIDEBURNS )
( BARB cum/et/<> ... )
( MÜSÂL ile/ve/<> ... )
- SAKİNLİK:
MANTIKSIZLIĞI ANLAMA ile/ve/||/<> FARKINDALIĞI ARTIRMAK
- ŞAKK[Ar.] ile FALK[Ar.]
- SANAT ile/ve/||/<> FARKLILIK
- SARGI ile FASKA[Lat.]
( Esnek bir maddeden yapılmış, uzun, dar ve ince şerit. | Bir elektrik makinesinde ya da aygıtında, aynı devreyi oluşturan iletkenlerin tümü. | Gövdenin bir bölümünü yerinde ya da baskı altında tutmak amacıyla uygun biçimde sarılmış şerit. İLE Kundak çocuklarının beline, zıbının üzerinden sarılan geniş sargı. )
- ŞART ile FARZ
- SAYGISIZLIK ile/değil/yerine (FAZLA/AŞIRI/AYKIRI) RAHATLIK
- SEBEB ile/ve/<> VETED ile/ve/<> FÂSILA
( İp. İLE/VE/<> Kazık. İLE/VE/<> İp ile kazıkların arası.
[Çadır terimlerinden.] )
( 2 harf. İLE/VE/<> 3 harf. İLE/VE/<> 4 harf ve fazlası. )
- SECÎ ile/değil KÂFİYE ile/değil FÂSILA
( Düzyazıda. İLE Şiirde. DEĞİL Kur'an'da. )
( SECÎ: Düzyazı[nesir] içinde uyak{kâfiye]. Düzyazıda tümce ve tümceciklerin sonunu, kulakta aynı sesi bırakan sözcüklerle uyaklayarak süsleme sanatı. ( TESCİ': Secî yapmak. )
( MÜSECCA: Secî yapılarak yazılmış kitaplar. )
- SORMAK ile/ve/<> FARKINDALIK
( TO ASK vs./and/<> AWARENESS )
- SORUN/SIKINTI:
FARKLI OLMAK/TA ile/ve/||/<>/ne yazık ki FARKINDA OLMAMAK/TA
( )
- SORUN ile/değil/yerine FARK
- TAVL[Ar.] ile FAZL[Ar.]
- TECELLÎ ile/ve FÂŞ ETMEK
- TEKRAR ile/ve FAZLA/LIK
- TELEFON ETMEYE GİTMEK ile FATURA YATIRMAK
( İşemek. İLE Sıçmak. )
- TELESKOP ile/ve/<> FAST(Five-hundred-meter Aperture Spherical Radio Telescope)
( ... İLE/VE/<> Dünyanın en güçlü tek çanaklı radyo dedektörü. )
( )
- TÖVBE ile/ve/değil/yerine/||/<> FARKINDALIK
- TÜP[Fr./İng. < TUBE] ile FALLOP TÜPÜ/BORUSU
( Laboratuvarlarda türlü işlerde kullanılan, bir ucu kapalı cam boru. | İçine krem, diş macunu, ilaç vb. nesneler konulan, bir ucu burgu kapaklı, plastik ya da metal boru. | Akışkan nesnelerin konulduğu, genellikle silindir biçiminde, içi boş, ağzı özel tapalı kap. İLE Döl yatağının üst köşesinden yumurtalığa kadar uzanan, yaklaşık 10 santimetre uzunluğundaki boru. )
- TÜRKÇE ve/||/<> FARSÇA SÖZCÜK EKLERİ
(
Son Ekler
Türkçe | Farsça | Örnek(ler) |
---|---|---|
-ane | ـانه | Şahane, Divane |
-asa | آسا | Devasa |
-aver | آور | Cengaver |
-baz | باز | Sihirbaz, Cambaz, Kumarbaz, Küfürbaz, Hokkabaz |
-ber | بر | Peygamber, Rehber, Seferber |
-ça | چه | Bahçe, Kepçe, Parça |
-dan | دان | Çaydanlık, Cüzdan |
-dan | دان | Nüktedan |
-dar | دار | Haberdar, Dindar, Minnettar, Tezgâhtar, Bayraktar, Taraftar, Emektar |
-engiz | انگیز | Esrarengiz |
-füruş | فروش | Malumatfüruş |
-gâh | ـگاه | İkametgâh, Tezgâh, Ordugâh, Güzergâh |
-gir | گیر | Beygir, Peşkir |
-güzar | گزار | İşgüzar |
-hane | خانه | Çamaşırhane, Hastane, Hapishane, Meyhane, Eczane, Dershane, Pastane, Postane, Darphane, Doğumhane, Ameliyathane, Yatakhane, Yemekhane, Patrikhane, Kütüphane |
-istan | ـستان | Ermenistan, Özbekistan, Tataristan, Tacikistan, Yunanistan, Dağıstan, Afganistan, Sırbistan, Kırgızistan, Kazakistan, Bulgaristan, Moğolistan, Hırvatistan, Hindistan, Türkmenistan, Türkistan, Gürcistan, Macaristan, Pakistan, Arabistan |
-kâr | کار | Fedakâr, Günahkâr, İsyankâr, Zanaatkâr, Bestekâr, Sahtekâr, Tehditkâr |
-name | نامه | Taahütname, Beyanname, Muvafakatname, Vekaletname, Nizamname |
-para | ـباره | Kulampara, Zampara |
-perest | پرست | Hayalperest, Putperest |
-perver | پرور | Misafirperver |
-şor | شور | Silahşor |
-tıraş | تراش | Heykeltıraş, Kalemtıraş |
-zade | زاده | Şehzade |
-zar | زار | Çimenzar, Gülzar, Lalezar |
-zede | زده | Afetzede, Depremzede, Kazazede |
-zen | زن | Neyzen |
(
Ön Ekler
Türkçe | Farsça | Örnek(ler) |
---|---|---|
Ber- | بر | Berkemal, Bertaraf |
Bi- | بی | Biçare, Bihaber |
Der- | در | Derhal, Deruhte |
Hem- | هم | Hemşehri, Hemfikir |
Na- | نا | Nahoş, Namahrem, Namert |
(
Bağlaçlar
Türkçe | Farsça |
---|---|
Bari | باری |
Belki | بلکه |
Çünkü | چون که |
Eğer | اگر |
Gâh … gâh … | گاه … گاه … |
Gerçi | گرچه |
Hele | هله |
Hem … hem … | هم … هم … |
Kâh … kâh … | گاه … گاه … |
Keşke | کاشکی |
Ki | که |
Meğer | مگر |
Ne … ne … | نه … نه … |
Sanki | سان که |
Şayet | شاید |
Ta | تا |
Ya … ya … | یا … یا … |
Yahut | یا خود |
Zira | زیرا |
- UCLAR ile/ve/değil/yerine FARKLAR
( [not] TIPS vs./and/but CONFLICT
CONFLICT instead of TIPS )
- UÇUK ile/ve/değil/yerine/||/<> FARKLI
- UMUT ve/=/||/<>/>/< YOKSULUN/FAKİRİN EKMEĞİ
- ÜNİVERSİTE FAKÜLTE
- ÜSTÜN/LÜK / GERİ/LİK ile/ve/değil/yerine FARK/LI/LIK
- ÜSTÜN/LÜK ile/ve/değil/yerine/||/<> FARKLI/LIK
( [not] SUPERIOR/ITY vs./and/but/||/<> DIFFERENT/DIFFERENCE, DIVERSITY
DIFFERENT/DIFFERENCE, DIVERSITY instead of SUPERIOR/ITY )
- UZAY ile FAZ UZAYI
( ... İLE Sonsuz boyutlu zaman ve nesne[nin yorumlanabilmesi]. )
- VÂKIF/VUKÛFİYET ile/ve/||/<> FARKINDA/LIK
- VAROLAN'IN(MEVCUDUN) DÖRT NEDENİ:
MADDÎ ile SURÎ/BİÇİMSEL(FORMEL) ile FAİL/ETKER ile GÂÎ/SONSAL
- VAROŞ ile/<> FAVELA
( Gecekondu mahallelerinde yaşayanlar. İLE/<> Rio de Janeiro - Brezilya gecekondu mahallelerinde yaşayanlar. )
- VARSAYIM = FARAZİYE = HYPOTHESIS[İng.] = HYPOTHÉSE[Fr.] = HYPOTHESE[Alm.] = SUPPOSITIO[Lat.] = HYPOTHESIS[Yun.]
- YALAN ile FARKLILAŞTIRMA
- YALNIZLIK:
FARKINDA OLUNMAYAN ile/değil/yerine FARKINDA OLUNAN
( Hakkında, "konuşabildiğin". İLE/DEĞİL/YERİNE Susmaktan başka çarenin olmadığı. )
- YANLIŞ DÜŞÜNMEK ile/değil FARKLI DÜŞÜNMEK
( [not] "THINKING WRONG" vs./but THINKING DIFFERENT )
- YANLIŞ ile/değil FARKLI
- YANLIŞ = HATALI = WRONG[İng.] = FAUX[Fr.] = FALSCH[Alm.] = FALSUS[Lat.] = INJURIA[İsp.]
- YARATICILIK ile/ve/değil/yerine/||/<>/< FARKLILIK
- YARILMA > FARKINDALIK
- YAZGICILIK = CEBRİYE = FATALISM[İng.] = FATALISME[Fr.] = FATALISMUS[Alm.]
- YAZMALARIN BOZULMASINDA:
MİKROORGANİZMALAR ve/||/<> BÖCEKLER ve/||/<> FARELER ve/||/<> NEM ve/||/<> TOZ
- YENİ/ESKİ ile/ve/değil/yerine FARKLI
( [not] NEW/OLD vs./and/but DENSE
DIFFERENT instead of NEW/OLD )
- YETİ = MELEKE = FACULTY[İng.] = FACULTÉ[Fr.] = VERMÖGEN, FÄHIGKEIT[Alm.] = FACULTAS[Lat.] = FACULTAD[İsp.]
- YILDIZ PARALAKSI/IRAKLIK AÇISI ve/||/<>/> DOPPLER ETKİSİ/KAYMASI ve/||/<>/> FAUCAULT SARKACI
( 1838 ve/||/<>/> 1842 ve/||/<>/> 1851 )
- YOĞUNLAŞMA ve/||/<> FARKLILAŞMA ve/||/<> BELİRLEME
- YUNUS ile FALYANOS
( ... İLE Yunus balığının irisi. )
- ZANNETME! ile/ve/||/<> FARZ ETME! ile/ve/||/<> SOR! ile/ve/||/<> SÖYLE!
- ZENGİNİN YÜRÜDÜĞÜ ile/ne yazık ki FAKİRİN YÜRÜDÜĞÜ
( Sindirebilmek için. İLE/NE YAZIK Kİ Bulmak için. )
- ZEYNEB ile/ve FÂTIMA
( Salih'lerin annesi. İLE Muhammed'lerin annesi. )
( ZEYNEP[ZEYN - EB: Babasının süsü/güzelliği.] )
- ZİHİN ile/ve/<> FARKINDALIK
( Zihin, olaylarla ilgilenir, farkındalık ise zihnin kendiyle ilgilenir. )
( Zihin, her durumu ile kendini bilmelidir. )
( Zihnimizi içiyle dışıyla bilmedikçe, bağımlılıklar bizi terk etmeyecektir. )
( Zihin, iki halde bulunur; su gibi ve bal gibi. Su en ufak bir sallanışta titreşir, halbuki bal ne kadar karıştırılırsa karıştırılsın, hemen hareketsizliğe döner. )
( Yanılsamayı yaratan zihindir ve ondan kurtulan da zihindir. )
( Zihnin bize yardım edeceğinden değil fakat zihni iyi bilirsek, onun bizi sınırlamasından sakınabiliriz. )
( Başlangıçta önde gelenin zihin olması gerekir. )
( Zihin dili şekillendirir ve dil de zihne şekil verir. )
( Zihnin bilgisi gerçek bilgi değildir. )
( Zihne ait olan göreli olandır, onu bir "mutlak" haline getirmek hatadır. )
( Zihin, arzudan azade ve rahat olmalıdır. )
( Anlayan bir zihin, arzulardan ve korkulardan azâdedir. )
( Zihin yanlış anlar, yanlış anlama onun doğası gereğidir. )
( Zihin anlayamaz, çünkü zihin kavramak, tutmak ve devam ettirmek üzere eğitilmiştir. )
( Şimdiye kadar zihni bilen olarak kabul ettiniz, fakat öyle değildir. )
( Zihin, bizi imgelerle ve düşüncelerle tıkamakta ve onlar, bellekte yara izleri bırakmakta. )
( Zihin diye bir şey yoktur. Düşünceler vardır ve bunlardan bazıları yanlıştır. Yanlış olan düşünceleri terk edin, çünkü onlar sahtelerdir ve kendi hakkınızdaki görüşünüzü bulandırırlar. )
( Zihnin kurduğunu, zihin yıkmalıdır. )
( Sakin bir zihin, doğru bir idrak için şarttır, ki bu da kendini-biliş için gereklidir. )
( Zihin, karanlık ya da çalkantılıyken, kaynak fark edilmez. )
( Zihin, sakin olduğu zaman gerçeği yansıtır. )
( Zihin, telaş halinde olmadığı ve endişelerden uzak olduğu zaman sessizleşir ve sessizlik içinde, genelde kolay idrak edilemeyecek kadar süptil olan bazı şeylerin işitilebilmesi olanaklaşır. )
( Zihin, görebilmek için açık ve sessiz olmalıdır. )
( Zihin yatıştırıldığında ve artık iç âlemi rahatsız etmediğinde, gövde yeni bir anlam kazanır ve onun değişimi hem gerekli hem olanaklı hale gelir. )
( Zihin tamamen hareketsiz olduğu zaman, erir, yalnızca gerçek kalır. )
( Zihninizi ya da gövdenizi değiştirebilirsiniz fakat değişmiş olan sürekli sizin dışınızda olan bir şeydir, kendiniz değil. )
( Zihin ve gönül olgunluğu vazgeçilmez gerekliliktir. )
( Durgun ya da huzursuz olan zihindir, siz değilsiniz. )
( Cildinizin dış tarafındaki dünya ile iç tarafındaki dünyayı birbirinden ayıran ve onları karşıt konumlara getiren sizin zihninizdir. )
( Dünyayı projekte eden zihin onu kendi tarzında renklendirir. )
( Zihni huzursuz eden arzular ve korkulardır. )
( Sürekli düşünmek, zihninizi yıpratır ve bozar. )
( Zihninizi durmadan çalıştırmayın. )
( Zihin, büyük bir işçidir ve dinlenmeye gereksinimi vardır. )
( Zihninizi toparlayıp güçlendirin, göreceksiniz ki düşünceleriniz ve duygularınız, sözleriniz ve eylemleriniz sizin iradeniz yönünde hizaya gireceklerdir. )
( Onun istekleri sayısız ve sınırsızdır. Zihninizi büyük dikkatle, sebatla gözlemleyin, çünkü tutsaklığınız da özgürlüğünüzün anahtarı da onda yatar. )
( Elbette ki gövdemizi ve zihnimizi işletelim fakat onların bizi sınırlamasına izin vermeyelim. )
( Tüm gereksiniminiz sakin bir uyanıklığı koruyarak kendi gerçek doğanızı araştırmaktır. )
( Tüm yapılması gereken, Öz ile özdeşliğinin farkına varılabilmesi için zihni arındırmaktır. )
( Tüm gereksiniminiz sadece sakin bir zihindir. )
( Zihninize, tarafsızlıkla bakın, bu onu sakinleştirmeye yeter. )
( Zihin, aşırı meşguliyetlerden uzak tutulduğu zaman sakinleşir. )
( Sessizlikten başka hiçbir belirli düşünce zihnin doğal hali olamaz. )
( Zihnin ötesinde tüm farklar biter. )
( Zihnin ötesindesiniz fakat zihninizle bilirsiniz. )
( Zihin, hazır olur olmaz güneş onun içinde parlar. )
( Zihninizi yatıştırın ve arındırın, berraklaştırın, o zaman kendinizi gerçekte olduğunuz gibi göreceksiniz. )
( Zihniniz sakinleştiğinde öteki herşey gereğince ve doğru biçimde gerçekleşecektir. )
( Kişinin kendi gerçek doğasına nüfuz etmesini engelleyen şey, zihnin zayıflığı, duygusuzluğu ve süptil olanı atlayıp sadece kaba olan üzerinde odaklanmasıdır. )
( Zihninizi durdurun ve sadece OLun! )
( Kendinizi her şey ve her şeyden öte olarak bilmenize engel olan, belleğe dayanan zihindir. )
( Kendiniz olarak imgelediğiniz kişiyi, zihninizde algıladığınız dünyanın bir parçası olarak görün ve zihninize dışarıdan bakın, çünkü siz zihin değilsiniz. )
( Kendi zihninizi anlayın, böylece onun sizin üzerinizdeki bağlayıcılığı son bulacaktır. )
( Öz varlığınız olmanız için zihnin ötesine geçmeniz, kendinizi bulmanız gerekir. )
( Zihnin ötesine geçmek için sessiz ve sakin olmak zorundasınız. )
( Zihninizin aynasında imgeler görünür ve kaybolurlar. Ayna kalır. )
( Zihni, olması gereken yerde ve kendi işiyle meşgul tutarsanız, bu zihnin kurtuluşudur. )
( Yapmaya çalışacağımız şey, gerçek olanı anlamak için zihni uygun duruma getirmektir. )
( Dünya, zihnin sadece yüzeyidir ve zihin sonsuzdur. )
( Düşünceler dediklerimiz, zihnin yüzeyindeki dalgacıklardır ancak. )
( Her şeyin sizin zihninizde olduğunu, sizin zihinden öte olduğunuzu ve gerçekten yalnız başınıza olduğunuzu ne zaman idrak ederseniz, işte o zaman her şey sizsiniz. )
( Bağımsız, yaratılmamış, ebedi ve değişmez ama yeni ve taze olan, zihnin ötesidir. )
( Resim, ressamın zihninde ve resmin içinde; resim, ressamın zihnindeki resmin içindeki ressamın zihninde! )
( Zihninizi düzene koyun, doğrultun, herşey düzelecektir. )
( Kendinizi bilmeyi engelleyen yalnızca zihindir. )
( Mind is interested in what happens, while awareness is interested in the mind itself.
The mind must know itself in every mood.
What is of the mind is relative, it is a mistake to make it into an absolute.
The mind exists in two states: as water and as honey. The water vibrates at the least disturbance, while the honey, however disturbed, returns quickly to immobility.
It is the mind that creates illusion and it is the mind that gets free of it.
Not that the mind will help you, but by knowing your mind you may avoid your mind disabling you.
The mind cannot understand, for the mind is trained for grasping and holding.
For it is the mind that is primary in the beginning.
The mind shapes the language and the language shapes the mind.
To keep the mind in its own place and on its own work is the liberation of the mind.
There is no such thing as mind. There are ideas and some of them are wrong. Abandon the wrong ideas, for they are false and obstruct your vision of yourself.
When the mind is dark or turbulent, the source is not perceived.
What the mind has done the mind must undo.
The mind misunderstands, misunderstanding is its very nature.
All else will happen rightly, once your mind is quiet.
Ripeness of heart and mind is indispensable.
You took the mind for the knower, but it is just not so.
The mind clogs you up with images and ideas, which leave scars in memory.
It is the mind that is dull or restless, not you.
It is your mind that has separated the world outside your skin from the world inside and put them in opposition.
The mind that projects the world, colours it its own way.
It is desires and fears that make the mind restless.
Constant thinking makes the mind decay.
Do not keep your mind busy all the time.
Mind is the great worker and it needs rest.
Collect and strengthen your mind and you will find that your thoughts and feelings, words and actions will align themselves in the direction of your will.
You may change your mind or your body, but it is always something external to you that has changed, not yourself.
It's appetites are numberless and limitless. Watch your mind with great diligence, for there lies your bondage and also the key to freedom.
When you are not in a hurry and the mind is free from anxieties, it becomes quiet and in the silence something may be heard which is ordinarily too fine and subtle for perception.
The mind must be open and quiet to see.
When the mind has been put to rest and disturbs no longer the inner space (chidakash), the body acquires a new meaning and its transformation becomes both necessary and possible.
All you need is to keep quietly alert, enquiring into the real nature of yourself.
When it is motionless through and through, it dissolves and only reality remains.
A quiet mind is all you need.
Look at your mind dispassionately; this is enough to calm it.
When the mind is kept away from its preoccupations, it becomes quiet.
You are beyond the mind, but you know with your mind.
As soon as the mind is ready, the sun shines in it.
Calm and clarify your mind and you will know yourself as you are.
Understand your own mind and its hold on you will snap.
To go beyond the mind, you must be silent and quiet.
What prevents the insight into one's true nature is the weakness and obtuseness of the mind and its tendency to skip the subtle and focus on the gross only.
Stop your mind - and just be.
What prevents you from knowing yourself as all and beyond all, is the mind based on memory.
Just see the person you imagine yourself to be as a part of the world you perceive within your mind and look at the mind from the outside, for you are not the mind.
To be what you are, you must go beyond the mind, into your own being.
What we are trying to do here is to bring our minds into the right state for understanding what is real.
The world is but the surface of the mind and the mind is infinite.
What we call thoughts are just ripples in the mind.
What is independent, uncreated, timeless and changeless, and yet ever new and fresh, is beyond the mind.
The picture is in the mind of the painter and the painter is in the picture, which is in the mind of the painter who is in the picture!
It is your mind's attitude that determines what he is to you. )
( MIND vs./and/<> AWARENESS )
- ZITLAR ile/değil/yerine FARKLAR
( Zıtlar vardır fakat zıtlık yoktur. )
( Zıtları, birbirinden farklı ve ayrı haller olarak düşünürüz. Değillerdir. )
( Zihnin ötesinde, tüm farklar biter. )
( Fark gözetmeyin ve ayrılmaz olanı ayırmayın. )
( There are opposites, but no opposition.
You imagine that they are distinct and separate states. They are not.
Beyond the mind all distinctions cease.
Make no distinction, don't separate the inseparable. )
( DIDD ile/değil/yerine FURKAN )
( ÂHŞÎG/ÂN ile/değil/yerine ... )
( [not] CONTRARIES/ANTONYMS vs./but DIFFERENCES
DIFFERENCES instead of CONTRARIES/ANTONYMS )