MEKÂNLAR (PLACES)▼
- 100 NUMARA değil 00
- ABU SIMBEL TAPINAĞI ile/ve/||/<> NEFERTARI TAPINAĞI
Belgrad Kapısı (Porto Ksilokerkos): V. yy.'da içeriden surlara çıkmak üzere yapılmış ikinci askerî kapıdır. Osmanlı döneminde önem kazanmış ve kullanıma açılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, Belgrat'ı fethettikten sonra yanında getirdiği esnafı buraya yerleştirdiği için bu adla anılmaktadır. (Yedikule ile Belgrad Kapı arasında 11 burç vardır)
Silivri Kapısı (Porta Pege): Silivri yolunun başlangıcında olduğu için daha sonra bu adla anılmıştır. İstanbul'daki Latin istilâsına bu kapıdan gizlice giren komutan Aleksius Stategopulos son vermiştir. Kapının 200 m. kadar uzağında ise I. Leon tarafından yaptırılan "Balıklı Ayazması" bulunmaktadır. (Belgrad Kapı ile arasında 13 burç vardır)
Kalagru Kapısı (Porta tou Kalagru): Bizans devrinde Pege ile Rhesium kapıları arasındaki askeri bir küçük kapıydı.
Mevlânâ Kapısı (Rhesium, Porta Rhegion): Osmanlı devrinde yakınındaki Mevlevihane'den dolayı "Mevlevihane Kapısı" adı ile anılmıştır. Bizans'ın son dönemlerinde, IX. yy.'da Eyüp'e yerleşen bir Rus cemaatinin bu kapıdan girip çıkmalarına izin verildiğinden, kapıya "Rus Kapısı" adı da verilmiştir.
Top Kapısı (Topkapı) (Porta Romanos): Mevlevihane Kapısı ile Sulukule Kapısı arasındadır. Fatih Sultan Mehmet fetihte kuşatma esnasında karargâhını buraya kurarak en büyük topları buraya yerleştirmiş ve top atışları buradan yapılmıştır. Bu nedenle bu adı almıştır.
Sulukule Kapısı (Porta Pempton): Edirne Kapısı'na en yakın olan kapıdır. Lykos Deresi üzerinde olduğu için Sulukule adı ile tanınmıştır.
Edirne Kapısı (Porta Harisius, Andrinopolis): İstanbul surlarının on büyük kapısından biridir. Eskiden Lykos Deresi'nin aktığı bu yer, surların en alçak kısmıdır. Fetih sırasında ilk açılan kapı olduğu da söylenmektedir. Sefere çıkan Bizans İmparatorları bu kapıdan geçerek dışarı çıkarlardı. Aynı zamanda bu kapıyı Rumeli'den gelen tüccarlar kullanırlardı. Bu özelliğini Osmanlı döneminde de korumuş olup bu kapının içerisinde de çeşitli dükkânlar açılmış ve esnaf yerleşimi olmuştur. Aynı zamanda bir merasim kapısı olma özelliğini de korumuş ve yabancı elçiler bu kapıdan şehre girmişlerdir.
Eğri Kapı (Porta Regia): Askeri bir kapıdır. İstanbul'un fethi sırasında en kanlı mücadelenin geçtiği yerlerden birisidir. (Şehir düşmeden az önce son İmparator Konstantin Dragazes'in hayatta iken en son görüldüğü yerin burası olduğu hakkında bir söylence vardır) Bu kapının civarında Bizans döneminde ayakkabı ve ordu için çizme yapan esnafın yerleştiği ileri sürülmektedir.
Blakhernai Kapısı (Ksyloporta): Blakhernai Sarayı ve çevresindeki surlara ait sivil kapılardan biridir. Buradaki kara surlarının bir bölümü saray yapıldıktan sonra genişletilmiş ve saray ile içinde bulunduğu mahalle koruma altına alınmıştır. Sağlam kulelerin yer aldığı bu surun önünde hendek yoktur. Buradaki surlar Manuel Komnenos, Herakleios ve Leon suru olmak üzere üç kısımdan meydana gelmektedir. 626 yılında Avarlar İstanbul'u kuşatmaları sırasında buradan bir gedik açarak şehre girmek istemişlerse de başarılı olamamışlardır.
Balat Kapısı: Fatih Sultan Mehmet'in vakfiyelerinde "Balat Kapısı" olarak adlandırılan ve günümüze gelemeyen bu kapının Blakhernai Sarayı'nın kapılarından biri olduğunu Hammer yazmaktadır. Bu bölümdeki surlar da tamamen yıkılmış olup yerleri evler tarafından doldurulmuştur.
Petri Kapısı: Ayvansaray'a giden caddede, Patrikhane yolunun ağzında olan bu kapı yıkılmış olup günümüz hiçbir parçası gelmemiştir.
Yeni Ayakapısı: Fetihten sonra Kanuni Sultan Süleyman zamanında surun burçlarından biri genişletilerek açılmış olan bu kapıdan Sultan Selim Camii'ne gidiliyordu. Kapı günümüze kadar ulaşamamıştır.
Cibali Kapısı (Porta İspigas): İki tarafındaki iki mermer sütunun üzerine oturan yuvarlak kemerli bir kapıdır. Osmanlı devrinde "Cebe Ali" olarak adlandırılmıştır.
Zindan Kapı (Porta Seminaria): Kumkapı'dan başlayıp Haliç'e inen yol bu kapı ile bitiyordu. 1891'de yıkılmış olan bu kapının batısındaki burç Fetih'ten sonra 1872'ye kadar hapishane olarak kullanılmıştır. Bu civardaki Haliç surlarının öbür kapıları; Osmanlı devrinde açılan Tüfekhane ile Bizans devrine ait olup Osmanlı zamanında kullanılan Unkapanı, Ayazma, Odun, Balıkpazarı (Porta de Perama), Yenicami (St. Marc Poternesi) ve Bahçekapı (Porta Neorion) yıkılmış olup günümüze gelmemiştir.
Bu kule, Bizans döneminde gözlem eviydi ve gelen geçen ticaret gemilerinin kontrolü burada
gerçekleştirilirdi. İstanbul'dan, Sarayburnu önlerinden bu adaya da bir zincir çekiliydi, tıpkı
Haliç'e gerildiği gibi! Türkler İstanbul'u aldıktan sonra, eski kule yıktırılıp yerine yenisi,
ahşap olarak yapılmış. 1719'da bu kule yanınca, bina yeni baştan ve taştan inşa edilmiş. XVIII.
yüzyıl sadrazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa, 1755 yılında Sultan III. Osman tarafından bu
kuleye hapsedilmiş. I. Mahmut'un saray kızlarağası Beşir'in de boynu, Kızkulesi’nin
dalgaların dövdüğü kayalıklarında vurulmuş. 1839 Tanzimat Fermanı'nın ilânından sonraki
yıllarda bir süre karantina işlevi gören Kızkulesi, yakın zamanlara kadar deniz feneri görevi
yaparken, günümüzde özellikle turistlere hizmet veren bir İstanbul güzelliği olarak hizmetini
sürdürüyor.
1500 yaşından daha eski, M.S. 450-457 yıllarından kalma bu anıt, İstanbul'da ayakta durabilen
birkaç Bizans anıt sütunundan birisidir. Söylencelerden biri de o ki, sütuna Kıztaşı denilmesinin
nedeni, altından geçen kızlara, bakire olup olmadıklarını fısıldamasıymış! İmparator II.
Justinianos'un baldızının kulağına da bir şeyler fısıldayınca, üzerindeki heykel kırılıp
devrilmiş! Kıztaşı, imparator baldızına ne demişti acaba?
Bir başka öykü daha anlatılır Kıztaşı hakkında. Sütun, dikdörtgen bir kaide üzerinde
yükseliyor, tepesinde bir kronit başlık ve bunun da üzerinde kare bir blok bulunuyormuş. Bu
bloğun köşelerinde, kanatlarını açmış dört melek heykeli varmış ve muhtemelen İmparator
Marcianus'un heykeli bu bloğun üzerinde duruyormuş.
Bizans çağında bu dikilitaşın bulunduğu meydan, "Forum Amastrion" olarak bilinirmiş. Biraz
batıda, Şehzadebaşı'nda, yani Philadelphion’daki Tetrapilon Anıtı önündeki "el" heykelleri
önünden geçirilen "idamlıklar"ın cezaları, daha sonra Kıztaşı'nın bulunduğu Forum
Amastrion'da infaz edilirmiş...
(1/3)
( ... İLE Haliç'te, Eyüp - Sütlüce tarafında bulunan küçük adacıklar. )
( DEMONNESOI / PROPONTIDAS ile PAPADONISIA ile KIZIL ADALAR )
( ... İLE/VE En uctaki cami.[Sultanahmet'ten Cankurtaran'a giden tren altgeçidinin yanındaki cami. İsmail Dede Efendi Evi'nin yolu üzerinde.] )
( Sultanların, saraylardaki halkı selâmladığı ve törenleri izlediği köşkler. )
( Cevizlibağ - Zeytinburnu'nda. İLE Avcılar'da. )
( Kale. [65 x 80 m.lik bir alanı kaplar. Duvarları 2.5 m. kalınlığındadır. 3 kulelidir.] İLE/VE Semt. [Adını bu kaleden almıştır] )
( Kanlıca - Kandilli arasındadır. İLE/VE Boğaziçi'nin kuzeyinde, Karadeniz'in başlangıcındadır. )
( ÂŞİYAN[Fars.]: Yuva, ev. | Kuş[bülbül] yuvası. )
( ÂŞİYAN KÖŞKÜ: Tevfik Fikret'in yaptırdığı köşk. )
( Bayezıd'ta. İLE Kumkapı'da. )
( 1477'de. İLE 1532'de. )
( ... İLE Fener-Balat'taki kapı. )
( [müze girişi itibariyle] Sol taraftakiler. İLE Sağ taraftakiler. )
( Makam odasını kumrulara terk eden bürokrat: Haluk Dursun
"Topkapı Sarayı'nda müdürlük yaptığım dönemde, makam odamda otururken bir kumrunun
açık pencereden girerek avizenin etrafında uçtuğunu gördüm. Hiç kımıldamadan seyretmeye
başladım.
Kumru, sanki tavaf eder gibi odanın her tarafında dolaştı, avizenin üzerine kondu, bir süre
oturdu. Sonra geldiği gibi uçup gitti. Biraz sonra yanında başka bir kumru ile tekrar geldi.
Bu sefer sanki bir ev (saray) sahibi edasıyla onu gezdirdi. Yeni geleni elinden, (kanadından)
tutar gibi aldı ve avizenin içine oturttu. Bir süre koklaştılar. Sonra uçup gittiler.
Ertesi gün ikisi birlikte ağızlarında dal parçacıkları ile geri geldi ve avizenin içine bir yuva
kurmaya başladılar. Yuva birkaç gün içinde kuruldu.
Olup biteni hiç ses çıkarmadan izliyordum. Dişi kuş, yumurtlama hazırlığı yapıyordu.
Galiba onlar da beni izliyordu ki, hiç tedirgin olmuş gibi görünmüyorlardı. Buna karşılık dışarıdan odaya başka biri girince, hemen ürküp pencereden kaçıyorlardı. Baktım olmayacak, makam odamı onlara bırakıp hemen karşıda bulunan küçük bir odaya geçtim.
Bir gün, televizyon çekimi için Topkapı Sarayı'na gelen gazeteci dostum rahmetli Savaş Ay,
"Hocam, niye bu küçücük odada oturuyorsun?" diye sordu.
"Ben hâlden anlarım, bir kumru arkadaşım, sevgilisine, “ben seni saraylarda yaşatacağım"
diye söz vermiş, insan yuva kurana yardımcı olmaz mı?" dedim.
"Hocam, ne olur göster şu yuvayı bana” dedi ve kapıdan odadaki yuvanın fotoğrafını çekti.
Ertesi gün beni Ankara'dan arayan arayana...
"Derhal makam odası açılsın, kumruların yuvası dağıtılsın,
saray bakımsızlıktan perişan olmuş görüntüsü verilmesin" dediler.
Meğer Savaş Ay haber yapmış bizim kumrunun öyküsünü...
Hemen aradım, “üstad sen ne yaptın?” diye sordum.
"Hocam bu kadar güzel malzeme (haber) buldum, yazılmaz mı Allah aşkına" dedi.
"Gazetede sabah toplantısında anlattım, herkes ayağa kalktı ve seni alkışladı" diye ekledi.
Sadece gazetedekiler değil Ankara da ayağa kalktı sayende" diye yanıt verdim.
Şimdi ne yapacaktım? Çifte kumrulara kol kanat gerip onların saadetlerini korumaya mı çalışacaktım, yoksa odayı kullanıma açarak bir yuvanın dağıtılmasına mı neden olacaktım?
Bir biçimde, ya ben makamı, ya da o kumrular makam odamdaki yuvalarını kaybedeceklerdi.
Akşama kadar bakanlıktan beni aramayan kalmadı...
“En azından yumurtadan yavru kuşlar çıksın, uçup gidene kadar bekleyelim” diye düşündüm.
“Ben yuvayı almam, siz beni görevden alın isterseniz” dedim.
Ertesi gün, yuvaya bakmaya gittim ki, ne göreyim, yuva yerinde duruyordu ama kumrular yoktu.
Yuva yerinde durmasa, "Biri kuşları ürküttü, kovaladı" diyecektim. Hâlbuki yuva yerli yerinde duruyordu. Kumrular, sanki durumu hissetmiş ve sessizce çekip gitmişlerdi. Bir daha da hiç gelmediler.
Daha sonra Topkapı Sarayı'ndan, Müsteşar ve Bakan Yardımcısı olarak Ankara'ya gittim.
"Kuşların yuvası dağıtılsın, makama sahip çıkılsın" diyenlerin ise hiçbiri Bakanlık'ta makamlarında kalamamıştı.
Muhakkak ki, biz de bir gün bu makamlardan uçup gideceğiz. Kuşlar ise hep sevmeye, uçmaya ve yuva kurmaya devam edecek.
Haluk DURSUN )
( )
( ... İLE Sultanahmet'in aşağısında, Küçük Ayasofya Caddesi'nin sonundadır. )
( ... İLE 1505'te, Bâbüssaâde Ağası Hadım Hüseyin Ağa emriyle Bizans kilisesinden[527] camiye dönüştürülmüştür. )
( Fatih Sultan Mehmet'in fetih sonrasında benim diye belirlediği yerler. )
( M.S.: 360 ile/ve 415 ile/ve 537 )
Bu kılavuzda toplam 387 başlık bulunmaktadır.
Sınırsız erişim için üyeliğinizi/katılımınızı rica ediyoruz.