( Klavyenizde "Ctrl + F" tuşlarıyla[önce "Ctrl" tuşu ve basılı tutarken "F" tuşuna basarak] ve/veya(^/v) fareyle[mouse] sol üst köşedeki "Düzenle/Edit" kısmında "Bul/Find"'ı tıklayarak aradığınız sözcüğü yazarak aramanızı yapabilirsiniz. ) * ( Windows için geçerlidir. )
* ( Linux ve Macintosh kullanıcıları nasıl arama yapacaklarını biliyorlardır. )
( Ne kadar (")haklı(") olduğumuzu zannetsek de, ne kadar kızgın olsak da, bazı/çoğu durumu, sakinlikle ve akılla[/tüzeyle] çözerek -ve de en azından çözümleyerek- ilerlemek gerekir. )
( Duyduğundan bir şey al(a)mayan. İLE/DEĞİL/YERİNE Duyduğunu çabuk unutan, etki etmeyen. İLE/DEĞİL/YERİNE Duyduğunu herkese anlatan. İLE/DEĞİL/YERİNE Duyduğunu içinde tutan. )
( Gözlerini kapatanın adı Mizaru, ağzını kapatanın adı Iwazaru ve kulaklarını kapatanın adı da Kikazaru. Adlarından da anlaşıldığı üzere Japon kökenli bir görsel bu. XVII. yüzyılda, Nikko kentinde inşâ edilmiş ünlü Tosho-Gu Tapınağı'nın kapısına oyulmuş "görsel bir deyim" olarak ortaya çıkmış, sonra da oradan tüm dünyaya yayılmış. )
( Devletin, "egemenliğine dayanarak", yapmış olduğu eylemlerden doğan sorumluluğu. İLE/VE/||/<> Yönetimin, "egemenliğine dayanarak", yapmış olduğu eylemlerden doğan sorumluluğu. İLE/VE/||/<> Yargıcın, hukuktaki, doğrudan uygulama kuralları. )
( Zorluklardan kaçınır. İLE/DEĞİL/YERİNE/>< Zorluklara kucak açar.
Engellerde, kolaylıkla vazgeçer. İLE/DEĞİL/YERİNE/>< Terslikler karşısında sağlam durur.
Çabayı, yararsız görür. İLE/DEĞİL/YERİNE/>< Çabayı, ustalığa giden yol olarak görür.
Yararlı olumsuz geribildirimleri "gereksiz görür." İLE/DEĞİL/YERİNE/>< Eleştirilerden öğrenir. )
( İrfaniyetle ilmin, ilimle ibâdetin araları, birer asır kadar uzaktır. Fakat aşk, bu mesafeyi bir adımda aşar gider. Aşksız da olur ama beşer ömrü yetmez. )
( Benzer. | Başkası değil, yine o. | Aralarında ayrım olmayan. | Eski durumunda kalmış, değişmemiş. İLE Para olarak değil nesne/eşya olarak verilen/bağışlanan. )
( [bir şeyi/kavramı/durumu/olayı] Süreç ve sonucun(un) birlik ve bütünlüğüyle görerek tanımlama ve/ya da değerlendirme. İLE/VE Süreç merkezli/odaklı (aşırı) "yorum"/"okuma". )
( "AYRIŞMA"yı da karşılıklılık/işteşlik durumu olduğundan dolayı AYRILMA ile birlikte ya da ayrı ayrı kullanmak olanaklı olduğu gibi bunlarla da karıştırmamak gerekiyor. )
( Hareket eden'in içinde devinimsiz olan'ı, değişenin içinde değişmez olanı ayırt edebilmeyi öğrenelim, ta ki tüm farkların sadece görünüşte olduğunu ve birliğin gerçek olduğunu idrak edinceye kadar. )
( The entire universe contributes to the least thing. Realise that the wall and both sides of it are one single space, to which no idea like 'here' or 'there' applies. A situation has been cognised, events will move in adequate response. The totality of the perceived is what you call "matter". The totality of all perceivers is what you call the "universal mind". Your personal body is a part in which the whole is wonderfully reflected. The immutability of absolute! )
( En erken başlangıcı erilde 12, dişilde 9 yaşındadır. Sonu, ikisinde de 15-16'dır. [İklime ve kişiye göre değişebilir.] İLE
Reşit olma yaşı, [yasalarca] 18 yaşını tamamlayıncadır. )
( ... İLE Esrime, duyulur olanlardan, bir başka deyişle tikel şeylerden başlayıp derece derece iç algıya ve iç algıdan da geçip bir an için bile olsa yokluğa dalmak, aslına kavuşmak demektir. )
( Güneşin batmasından bir saat sonra başlar ve güneşin doğmasından bir saat öncesine kadar devam eder. [TCK 502] İLE/VE
Güneşin batmasından doğmasına kadar süren zaman. [İc. İf. K. 51] İLE/VE
Nisan ayı başından 30 Eylül'e kadar saat 21.00'den sabahın 04.00'üne; 01 Ekim'den 31 Mart'a kadar saat 21.00'den sabahın 06.00'sına kadar devam eden süre. [CMUK 96] )
( * Refah hakkı
* Korumacı haklar
* Yetişkin hakları
* Ebeveyne yönelik haklar
İLE/VE/||/<>
* Olumsuz durumlarda
* Olumlu durumlarda
* Etkin durumlarda )
( Bir katının, çözeltiye geçirilmesi. İLE Katı, sıvı ya da gaz durumundaki maddelerin, molekül ya da atomlarını birarada tutan güçleri yenerek bir başka madde içinde tek faz oluşturacak biçimde dağılmaları olayı. İLE Bir maddenin çözünmesine eşlik eden entalpi değişimi. İLE Bir maddenin, belirli bir sıcaklıktaki doygun çözeltisindeki derişimi. İLE Belirli bir çözücüde çözünmeyen madde. [Aksi belirtilmemişse çözücünün su olduğu anlaşılır.] )
( Bir olay ya da kişinin bir durumu/sorunu ile sınırlı/özel kalabilen. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/>
Sürekli ve her koşulda, herhangi bir özel durumla sınırlı kalmayacak sürekli/kalıcı olan. )
( Çözümsüzlük hiçbir zaman çözüm değildir/olamaz! [kabul edilemez/edilmemeli, gözardı edilemez/edilmemeli, boş verilemez/verilmemeli, ertelenemez/ertelenmemeli!] )
( Şikâyetçi olarak mahkemeye başvurma. | Sorun, mesele. | Bir konu/sorun üzerinde özel bir düşünce sahibi olma, iddia. İLE Satranç, dama, tavla gibi oyunlarda tutulan sıra, nöbet. | Oyunda sürülen para. | Sövme. | Dâvâ. | Duvar sırası. )
( BEYYİNE: Bir olayın doğruluğunu ortaya koyabilen yöntem. | Duruşma sırasında bir savı gerçekleştirmek için başvurulan belge, tanıt, tutamak, delil. )
( Bazen/bazı durum/konu/olaylarda, doğru ya da yanlış üzerinden değil, en az yanlışı düşünerek[hesaplayarak, göze alarak] hareket etmek, karar almak durumunda/zorunda kalabilir/olabilirsiniz. )
( Yaşamımızdaki ve çevremizdeki tüm yakın ya da uzak sorunları, öncelikle sorunların ve sorunları yaratanların karşılarında durarak, yapmayarak, yaptırmayarak, "Hayır!" deme olanağımızla[ihtiyârımızla/muhtariyetimizle] durdurabiliriz. )
( Ancak, felsefeci, matematikçi ve hukukçular edeplidir.[Ancak, dile hâkim olabildikleri ve sorgulayabildikleri oranda.] [Ne hareketi/sporu temel/öncelikli alan, ne bilimsel tutarlılığı olan, ne de sanatsal duyarlılığı ile sınırları/nı aşan.] )
( Nokta kadar "çıkar/ın" için, virgül kadar eğilme! / Kimse, kimseden "üstün" ya da yukarıda değildir/olamaz. İLE/DEĞİL/YERİNE Bir kişinin, hizmetine, emeğine, çabasına saygı duyuyorsak... )
( Yeni yılda da, sağlıklı ve mutlu AN'lar yaşamak üzere,
Farkındalık'larımızı paylaşıyor ve
birbirimize, -en azından gülümseyerek :)-
Ümit aşılamaya devam ediyoruz...
:) )
( İman ve itikadı anlatan geniş ve derin ilim.[Bu ilmi anlatan kitaplara AKÂİD de denilir.] VE Gövde ile yapılacak ahkâm-ı islâmiye'yi bildiren ilim ve kitapları. VE Halk için, tahsili olmayanlar için yazılmış olan ve herkesin bilmesi, inanması ve yapması gereken kelâm, ahlâk ve fıkıh bilgilerini kısaca ve açıkça anlatan ilim ve kitapları. )
( Hakikat, "betimlenemez" olduğu ölçüde kendini ortaya koyar; karmaşıktır, anlamı belirsizdir, varlığını karşıtların buluşmasına dayalı olarak sürdürür ve ancak erginleme vahiyleri yoluyla dile getirilebilir. )
( The unexpected and unpredictable is real. What is pure, unalloyed, unattached is real. The real is bliss supreme. Even to talk of real is happiness. The real is inconceivable. The fact is always non-verbal. The real sees the real in the unreal. What remains when the false is no more, is real. Transiency is the best proof of unreality. Reality is beyond the duality of the knower and the known. The real is for all and forever. Reality is beyond the duality of the knower and the known. The real is, what is RIGHT NOW and RIGHT HERE. To know reality is to be in harmony with it. Do not try to know the truth, for knowledge by the mind is not true knowledge. Realisation is of the fact that you are not a person. Realised people are very quiet. Your very desire to formulate truth denies it, because it cannot be contained in words. The real cannot be wanted, as a thing is wanted. Reality is common to all. Only the false is personal. There is no such thing as the experience of the real. The real is beyond experience. Clarity and silence of the mind are necessary for the reflection of reality to appear in the mind. You can know reality only when you are astonished. You know the real by being real. Truth is in the discovery not in the discovered. If you can convey, it is not the real thing. Words create words, reality is silent. It is the mind that creates the unreal and it is the mind that sees the false as false. What is limited in time and space, and applicable to one person only, is not real. Truth can be expressed only by the denial of the false -in action. You can know what is not true - which is enough to liberate you from the false. The realised man is egoless. Whatever you are engrossed in you take to be real. All you need is a sincere longing for reality. For reality to be, the ideas of 'me' and 'mine' must go. Clarity and silence of the mind are necessary for the reflection of reality to appear in the mind. When do I know that I have discovered truth?
When the idea 'this is true', 'that is true' does not arise. To find reality you must be real in the smallest daily action. The search for reality is the most dangerous of all undertakings for it will destroy the world in which you live. There can be no deceit in the search for truth. If your motive is love of truth and life, you need not be afraid. As long as you feel competent and confident, reality is beyond your reach. You can see the unreal as unreal and discard it. The real is both within and without the skin. )
( 1- Gözlemleyebilsek de, gözlemleyemesek de varolanların, varoluşu.
2- Tutarlı gözlemlerden ya da deneylerden, genel sonuçlar çıkarmanın meşrû olduğu.
3- Hiçbir etkinin, ışık hızından daha hızlı yayılamayacağı.[YERELLİK/LOCALITY]
( Keskin. | Sivri. | Dar. | Sert, etkili, tesirli. | Ekşi. | Azgın ve iltihaplı çıban/yara/hastalık. | Gergin. İLE Sınır, iki devlet toprağının birleştiği yer, kenar. | Derece. | Gerçek değer. | Şeriatçe verilen ceza. | Bir önermede konu ile yüklemden her biri, terim. | Cebirde oran/tenasüp ya da denklem/muadeleyi oluşturan bölümlerden her biri. | Bir şeyin sonu. İLE Tümel/küllî var oluşun tanıklığına/müşâhedesine erdiren bir yol. İLE Denizden gelen gürültülü ses. | Gürültü ile yıkılan. | Gürültülü bir sesle çağıran. İLE Yanak. | Yeri yarma, yeri kazma. İLE Çaylak. )
( Orta, vasat. | İnsaniyetli, mert ve yiğit adam. İLE Toprak. İLE Allah, tanrı. | Doğruluk ve insaf. | Bir kişiye ait olan şey. | Dava ve iddiada hakikate uygunluk, doğruluk. | Geçmiş/harcanmış emek. | Pay, hisse. | Doğru, gerçek. | Lâyık, münâsip. İLE Kazıma, kazınma, bir şeyin üstünü çelik kalemle yazı ya da resim olarak oyma. | Yazıyı, yanlışı kazıma. )
( Sabit meskeni olanların oturdukları memleket. | Barış ve güven. İLE Deniz. | Hazar Denizi çevresinde yaşamış eski bir Türk boyu ya da bu boydan olan kişi. )
( Sultan, kral, hakan gibi taht sahibi devlet başkanı. İLE Türk, Moğol ve Tatar hanları için "hükümdarlar hükümdarı" anlamında kullanılan bir san. | Osmanlı sultanlarına verilen san. )
( Ne söylemeyeceğini bilerek. İLE/VE/<>/> Ne yapmayacağını bilerek. İLE/VE/<>/> (hiçbir şey söylemesen ve yapmasan bile) Varoluşun, yeterlidir![ve de bunu sürekli anımsayarak!] )
( Geri gönderme/çevirme. | Eski/önceki durumuna getirme. | Karşılık yapma. | Birinci dizenin son sözcüğünü, ikinci dizenin başında tekrarlayarak yazılan şiir. >< Tanzimat'tan önce, herhangi suçlu birinin malının, hükümetçe, sultan adına alıkonulması. | Yasak bir şeyin, yasaya uygun olarak alıkonulması/zabtı, zoralım. )
( Dive deep within and find what is real in you. Harmony between the inner and the outer is happiness. The same attention that you give to the outer, you turn to the inner. When you realise that the distinction between inner and outer is in the mind only, you are no longer afraid. )
( Görüş, özel görüş, anlayış, kavrayış. | Yasada ya da örf ve âdet tüzesinde uygulanacak kuralın açıkça ve ikirciksiz olarak bulunmadığı konularda, yargıcın ya da tüzecinin düşüncelerinden doğan sonuç. )
( Tüze(hukuk) ile sağlanmaya/çözülmeye çalışılmaktadır fakat hukuka ulaşılamamıştır. İLE/VE/||/<> Sanat ile giderilmeye çalışılmaktadır fakat ne yazık ki, sanat, kişilere ulaşamamıştır. )
( ... İLE/VE/||/<>/> Tedavi edici etkisi kesin olarak kabul edilen ilaçların formüllerini, fiziksel ve kimyasal özelliklerini, tanınma etkileşimlerini, saflık kontrollerini, ölçü belirlemelerini ve saklama koşullarını içeren resmî kuruluş tarafından onaylı başvuru kaynağı. )
( İman ve itikadı anlatan geniş ve derin ilim.[Bu ilmi anlatan kitaplara AKÂİD de denilir.] VE Gövde ile yapılacak ahkâm-ı islâmiye'yi bildiren ilim ve kitapları. VE Halk için, tahsili olmayanlar için yazılmış olan ve herkesin bilmesi, inanması ve yapması gereken kelâm, ahlâk ve fıkıh bilgilerini kısaca ve açıkça anlatan ilim ve kitapları. )
( Hakkı olma, hak kazanma. | Hak kazanılan şey. İLE Bitkilerin çokluktan dolayı birbirine dolaşık/sarmaşık olması. İLE Yarılmış bir şeyin bir bölümünü alma. | Aynı kökten çıkma, türeme. | Aynı kökten türemiş sözcükleri aynı mısra ya da beyitin içinde kullanma sanatı. [teslîm, selâmet, selâm] )
( Hukukta en üst kurallar. İLE/VE/||/<> Uluslararası hukuk açısından, devletlerin uymakla ve gözetmekle yükümlü olduğu kurallar. | "Herkese karşı hak". İLE/VE/||/<> Davranışın, bir hukukî zorunluluk oluşturduğunun kanaati. | Devletlerin, bir uygulamasının, örf ve âdet hukuku kuralı durumuna "ge(tiri)lmesi". | Devletlerin, işlem ve eylemlerinin, hukukî olması zorunluluğu. )
( Herhangi bir konuda yetkelerin belirlediği seçimler bütünü. | Eşit aralıklarla ilerleyen ancak birlikte değil, art arda duyulan iki ya da daha çok sesin birbirini sürekli taklit etmesiyle oluşan bütün. )
( Birine, ne yapmayacağını söylemek/anlatmak/göstermek karışmak değildir! ["Karışmak", yapılacak yanlış ya da doğru olan eylem/söz için kullanılabilir ancak.] )
( Kişilerin ne söyleyeceğini ya da yapacağını söylemeye, "müdahale" ya da "karışmak" denilebilir (belki ve çoğu şey için).
Fakat ortak olan kavram, ifade, durum, davranış ve tutumlarda, toplumsal birlik, düzenlilik ve sürekliliğin sağlanması için gerektiğinde, hepimizin, birbirimize neyi yapamayacağını/yapmayabileceğini söylemesi kabalık ya da karışmak değildir! )
( İstem dışı ya da umulmayan bir olay dolayısıyla birinin, bir nesnenin ya da bir aracın zarara uğraması. | Zamanında kılınmayan namazı ya da tutulmayan orucu sonradan yerine getirme. İLE Yargı. | Kadılık görevi. İLE İlçe, kaymakamlık. )
( [GELECEK:] "Kim gelecek? O gelecek." şeklinde algılar/yorumlar. İLE/DEĞİL/YERİNE/>< Geçmiş ya da şimdi değil Şimdi'den sonrası olan zamansal durumu/kavramı düşünmek olarak algılar/yorumlar. )
( Her türlü gereksinimi karşılamada tutumlu davranma, kısma, azaltma. İLE Önceden verilmiş olan hak ve özgürlüklerin sınırlarını daraltmak, tahdit etmek. | Sınırlamak, daraltmak. | Birini, yasal yoldan mallarını kullanmaktan yoksun bırakmak, kısıt altına almak, hacir altına almak. )
( Kendi eksiklerini "görememe". İLE/VE/||/<> Şirketinde tekrarlayan yanlışlara karşı oluşan "görememe". İLE/VE/||/<>
Dost eleştirisine, "niyet okuyarak", inanmamak. )
( Yaşamak için yenilen şey. | Yiyecek. | Devlet idaresinde güç, yaratıcılık ve yetki bakımından sahip olunan üstün güç. | Mutluluk. | İlâhî bir kaynaktan gelen rahmet, bereket. )
( ... İLE/VE/<> Mahkemenin verdiği kararı kabul etmeyerek, bir kararı, istinaf mahkemesine götürme. | [eskiden] [MAHKEMESİ]: İlk derecedeki mahkemelerle Yargıtay arasında yer alan mahkeme. )
( Usa/akla uygun olan. | Akıllıca iş gören, mantıklı. | Aşırı olmayan, uygun, elverişli. İLE/VE/+/||/<> Yasanın, kamu vicdanının ve dinin doğru bulduğu. )
( Yılın dört bölümünden her biri. | Bir şeyin belirli zamanı. İLE/VE/||/<> Ayrıntı, ayırma, ayrılma. | Kesme, kesinti, bölüm. | Sonuçlandırma, halletme. | Aleyhte bulunma, birini çekiştirme. | Bir kitabın ya da tiyatro oyununun başlıca bölümlerinden her biri. | Sözcükler, düzenlemeler, tümceler arasında bağlantı edatı bulunmadan yazı yazma yöntemi. | Bir defada çalınan peşrev, şarkı vb. | Dört mevsimden biri. | Bir bestekârın, aynı makamdan bestelediği iki beste ile iki semai. | Türk müziğinde klasik bir konser programı. | İki yüzeyin birleşmesinden oluşan çizgi. | Eklem, gövdenin oynak yerleri. )
( Boyanmış, tahdîb olunmuş. İLE Kendine söz söylenilen. | İkinci kişi. | Eskiden, Şeyhülislâm tarafından, medresede yetişmiş kişiler arasından seçilen ve huzur derslerine katılan, en çok dört kişiden biri. )
( Kadının, kocasına, biraz mal vererek, birbirinden resmen ayrılmaları. | Karşılıklı boşanma isteği, kararı ve rızâsı. İLE Olanaksız, olmaz, olmayacak şeyler. )
( Beraberlik. | Bir hizmet ya da iyiliğe yönelik edilen iyilik. | Çalışkan öğrenciye öğretmeninin verdiği beğenme kâğıdı, takdir. İLE Eşitlik, aynı halde ve derecede olma. )
( Kendini gerçekleştirmiş, saygın ve önemli birine sormuşlar:
Nasıl bu noktaya geldiniz?
Yakınlarında bulunan bir kişiyi göstererek, herşeyi ondan öğrendiğini söylemiş.
Çevresindekiler hayret içinde ve inanamayarak demişler ki:
Nasıl olur? O işaret ettiğiniz kişi, her türlü, düzenbazlığı, yalanı, rezilliği yapan biridir.
( Râzı olmadığımız bir davranış karşısında dile getirmemiz gereken. İLE/VE/||/<> Onaylamadığımız bir düşünceyle karşılaştığımızda dile getirmemiz gereken. )
( Buz üstünde kaymak için kullanılan, çoğunlukla, tabanına, dar ve uzun bir çelik takılı ayakkabı. | Bu ayakkabının düz yerlerde kaymakta kullanılan tekerlekli türü. İLE Bir buluşun ya da o buluşu uygulama alanında kullanma hakkının bir kimseye ait olduğunu gösteren belge. | Uyrukluk belgesi. | Gemilere, ayrıldıkları limanın sağlık durumu için verilen belge. | Bir durum ya da bir işi yalnızca kendi yetkisi altında görme. )
( Bir buluşun ya da o buluşu uygulama alanında kullanma hakkının bir kimseye ait olduğunu gösteren belge. | Uyrukluk belgesi. | Gemilere, ayrıldıkları limanın sağlık durumu için verilen belge. | Bir durum ya da bir işi yalnızca kendi yetkisi altında görme. İLE Resim ya da harfle yapılan işaret. | Bilet, para yerine kullanılan metal ya da başka şeyden parça. )
( Belirli bir sürenin sonunda belirli bir parayı kendi adına ya da bir başkasının emrine ödemesi için alacaklının borçluya yazdığı bildiri. | Sigorta senedi. İLE Yahudi kadını. )
( Sahibi olunan düşüncenin/yorumun üzerine yargıda bulunum ve bu sürecin ilk durumu/sonucu. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/||/<> Bir durum/olgu üzerine düşünce/yorum sahibi olmak. )
( Kişinin elindedir. İLE/VE/<>/> Kişinin elindedir. İLE/VE/<>/> Kişinin elinde değildir. Ancak kişiye iner/nüzûl eder. İLE/VE/<>/> Kişinin gönlünde ve gönüllülüktedir. )
( Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın 1., 2., 3. Dönem İzmir ve 22 Ekim 1916'da Ayan Âzâsı, II. Dönem İzmir Milletvekili ve V. İcra Vekilleri Heyeti ile I. TC Hükûmeti'nde Adâlet Bakanı.[1873 - 08 Mart 1925] )
( Işın, güneşten ya da başka bir ışık kaynağından uzanan tel ışıklar. | Vektör. İLE Taraflılar, yardımcılar (topluluğu). | Hz. Ali taraflısı. | Şiîlik. )
( İkiye bölünmüş şeyin bir parçası. | Bir işin, iki yönünden her biri. | Seçenek. İLE Güzel, zarif, modaya uygun. | Güzel, modaya uygun giyinmiş olan. | Yerinde, uygun. )
( Safiyet, ahlâklılık, erdem. Normlar. İLE Bir süre ayrı kaldığı bir yere ya da yakınlarına kavuşma. Memleketine gitme, yakınlarına ulaşma. | Gurbetteki bir kimse için doğup büyüdüğü ve özlediği yer. | Bahşiş, hediye. | Rabıt sigâsı.[ulaç, bağ-fiil][Fr. GERONDIF] )
( "Düşünüyorum, dinliyorum, okuyorum, anlıyorum ve gelişmek istiyorum" düşünce ve çabası içinde olan [dişil ya da eril] her bireyin, zorunlu olan paylaşım ve dayanışmayla bazı şeylerden yararlanmak[/istifade etmek] ve birbirine zarar vermemek üzere nitelikli bir yaşam sürmek için uzaklaşması, terk/istifâ etmesi gerekenlerdir. )
( Sorunumuzdan tümüyle haberdar olalım, ona her yönünden bakalım, onun, yaşamımızı nasıl etkilediğini gözlemleyelim. Sonra onu kendi haline bırakalım. )
( Önde gidip düşmanla savaşan asker. | Yelkene uygun rüzgâr. İLE Başkent ve öteki büyük merkezlerde, asayiş, şurta teşkilâtı tarafından sağlanırdı. Başlangıçta kadılık makamına bağlı olarak çalışan ve kadıların verdiği cezaları uygulayan bu teşkilât, bir süre sonra müstakil hale getirilmiştir. Görevi, suçluları takip ederek yakalamak olan şurta teşkilâtının başında, merkezde, genellikle nüfûzlu ailelerden seçilen bir görevli bulunurdu. Kentlerde, valilerin emrinde çalışan şurtanın görevi de asayişi korumak ve suçluların yakalanmasını sağlamaktı. )
( Herkesçe duyulma, bilinme, yayılma, dağılma. | Ortaklardan birinin, aralarındaki ortak malların her bir parçasının üzerine hisselerinin yayılmış olması. İLE Şeyhler. | Yaşlılar. )
( Doğru olup olmadığını araştırma. | Kanıt ile bilmek. [Mantıksal ve felsefi alan.] İLE/VE/<>/> İlgisi olmayanları bilmek. İLE/VE/<>/> Kanıtların iç tutarlılığı araştırma. İLE/VE/<>/> Kanıt ile sonuç arasındaki tutarlılığı araştırma. İLE/VE/<>/> Öğrenme. İLE/VE/<>/> Kanıtlamayı bilmek. )
( Süsleme, donatma, bezeme. | Bir madde içine, özelliğini ya da kokusunu değiştirmek üzere şeker, baharat vb. gibi şeyler katma. İLE Boşaltma, boş bırakma. | Serbest bırakma, salıverme. )
( Sınırlama doğal olmalıdır. Durumun ve kişinin kendinin koyduğu kısıtlamalar fazla sıkı ya da fazla gevşek olduğu takdirde söz edilen doğallık duygusu hissedilemez. )
( Olması ya da yapılması istenilen bir şeyin, zihinde aldığı biçim. | Tüzel bir işlemin, o işlemi yapmakla yetkili kurul ya da organ önüne getirildiği andaki durumu, üstünde görüşme ve oylama yapılabilir durumdaki metin, layiha. İLE Zihinde canlandırılan biçim, tasavvur. | Bir sanat yapıtının, yapının ya da teknik ürünün ilk taslağı, tasar çizim, dizayn. | Bir araştırma sürecinin çeşitli dönemlerinde izlenecek yol ve işlemleri tasarlayan çerçeve, tasar çizim, dizayn. | Daha önce algılanmış olan bir nesne ya da olayın bilinçte sonradan ortaya çıkan kopyası. )
( Herhangi bir şeyi resmî olarak kaydetme, kütüğe geçirme. | Bir taşınmazın üzerinde bir aynî hakkın kurulması için tapu kütüğüne yapılması gerekli kayıt. İLE/VE/DEĞİL Doğrulama. | Onay, onaylama. )
( Sedye. | Eskimiş yapılarda malzeme taşımak için kullanılan, dört kollu ve iki kişinin taşıdığı tahta araç. İLE/DEĞİL Pusula. | Bir iş için izin verildiğini bildiren resmî kâğıt. | Askerlik görevinin bittiğini bildiren belge. )
( Aynı alanda iş yapan çeşitli ortaklıkların hisse senetlerinin, bir denetim kuruluna teslim edilmesi ve yönetimin bir kurulu yöneten gruba aktarılmasıyla oluşan, tekelci sermayedarlığa dayanan ortaklıklar birliği. İLE Yığışım. | Molozların çimento durumuna dönüşmesiyle oluşan kütle. )
( "BURNU SÜRTMEK": Yavuz Sultan Selim, hükümdarlığında, hırsızlık yapanları bir direğe bağlar, tanınması için günlerce çarşının içinde dolaştırtırmış. Bugünkü deyimle yüz kızartıcı suçlar dediğimiz çeşitli ahlâki suçlarda ise suçluyu burnu yere sürtecek biçimde bir arabaya yatırtır, burnunu yere sürttürürmüş. "Bırak, burnu sürtsün biraz!" gibi deyimler buradan gelmektedir. Yavuz Sultan Selim'in ilk sekiz yılında yaptığı bu uygulamalarla toplum büyük bir huzura ulaşmış ve hem devletin gücünü, hem de bütçesini üç kat büyütmüştür. )
Adâlet, dünya barışının temelidir.
Dünya bağının sınırlarını devlet belirler.
İşte bu devlet duvarını inşâ edecek, devlete düzen sağlayacak olan hukuktur.
Siyasi güç olmaksızın hukuk, yaptırımlarını yerine getiremez.
Siyasi gücü, askeriye korur.
Askeri gücün yaşamasını ekonomi sağlar.
Ekonomik gücü halk sunar.
Halkın birliğini sağlayacak olan ise adâlettir.
Adl'dir mucib-i salâh-ı cihan
Cihan bir bağdır, divan devlet
Devletin nâzımı şeriattır
Şeriata olamaz hiç hâris illâ mülk
Mülk zabteylemez illâ leşker
Leşkeri cem edemez illâ mal
Malı cem eyleyen raiyettir
Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl. )
( İkisi de bir "söz" söyler fakat hukuk açısından "kuralın" ya da "yargının" sözü esastır. [Kuralın sözünü, yasa koyucu; yargının sözünü, yargıç söyler. Yargıcın sözü, kuralın sözüne uygun olmak zorundadır.] İLE/<> Önemli[öncelikli] olan, öykünün sözüdür. )
( Tekil öyküler hakkında yargıya varabilmek için olası öykülerin tamamını kuşatacak, "genel kurallar" koymayı amaçlar.[Tekil bir öykünün peşinden giden edebiyat, hukukun sabitlemek, her zaman ve her yerde aynı anlama getirmek istediği sözü açmak, genişletmek, çoğaltmak, yeni anlamlar katmak içindir.] İLE/<> Kişinin, insan öykülerinin peşindedir. )
( Çelişki sevmez, gördüğü yerde çelişkileri bertaraf etmek ister. İLE/<> Çelişkileri kışkırtıp bu çelişkilerden yeni anlamlar doğmasına ebelik yapmayı, en azından böylesi olasılıklar bulunduğunu unutturmamayı arzular. )
( Tekil kişiyi, genel ve soyut koşullar içinde değerlendirir. Yasalar, genel işlemlerdir, belirli bir durum içindeki herkes için düzenlenmişlerdir[tedvîn]. İLE/<> Kişinin, bir başkasından ayrıldığı noktaların peşindedir. )
( Yönlendirmelerle ilgilenmez, eylemle ilgilenir. Hukukun odaklandığı, öncelikle eylemdir, istisnalar dışında, eyleme giden yol önem taşımaz. İLE/<> Bu yoldaki uğrakları, kişinin durumunu, yönlendirmelerini, onu etkileyen etmenleri didikler. )
( Kişinin, neyi, neden yaptığının değil, ne yaptığının ve bu yaptığının ne gibi sonuçlar doğurduğunun yanıtını arar. İLE/<> Kişinin derinliğinin ve yapıp ettiklerindeki değişkenlerin peşindedir. Bunun doğal sonucu olarak, edebiyatçı, insanı, "yargılamak" yerine anlamaya çalışır. )
( Düz kalıplardan oluşan, tek renkli, sınırlı ifade
olanakları ile iş görür. İLE/<> Sözcükleri, sınırsızca kullanır, benzetmeler, ironiler, çift anlamlar, imâlar ile son derece geniş dil olanaklarına sahiptir. )
( Alıcı, satıcı, sanık, mağdur gibi sonsal sınıflandırmalar içinde biriciklikleri pek de düşünülmeden değerlendirilirler.[Katalog suçlar vardır fakat katalog kahramanlar yoktur.] İLE/<> Kişi[kahraman], kendine özgüdür. Biricik olduğu göz ardı edilmez. )
( Hukuk ve Edebiyat arasında, buraya kadarki FaRkLaR, Sayın Mehmet Ali Başaran'ın (avukat ve edebiyatçı) tespitleridir. Katkıları için çok teşekkür ediyor, çalışmalarının ve başarılarının sürekliliğini diliyoruz... )
( Adâletsizliğe ve hukuksuzluğa...
Görüntü ve reklâm kirliliğine, "yerel yönetimlerin", "yöneticilerin" keyfiyetine ve adâletsizliğine...
Gürültü/uğultu kirliliğine ve korna/zil çalanlara...
Işık kirliliğine...
Sigara ve tüm ürünleriyle çevreyi ve toplumu rahatsız eden nesnelere ve içen davranış/tutum ve kişilere...
Dilde, yazım hatalarına ve yazım kurallarına uymayanlara...
Beslenmede, abur-cubura, "et" ve "hayvansal ürünlere"...
Her türlü saygısızlık ve keyfiyete...
Ne yer, ne de geçit vermemek üzere, haklarımızı sürekli bilmeli ve anımsamalı, hakkı/mızın biz almadıkça verilmeyeceğinin bilinciyle gereken her türlü eylem, tavır, tutum, duruş ve davranış içinde olmamız gerektiğini uygulayarak göstermek, paylaşmak, aktarmak, eğitmek, dayanışmak, işbölümü ve işbirliği içinde olmak durumunda ve zorundayızdır. )
( Hiçbir hayvanın etini ve/ya da ürünlerini yememenin yanısıra, hayvanları, mal/kaynak ya da köle olarak kullanmamayı esas alarak yaşam sürdürme tutumu. VE/||/<> Doğaya, düzene(sisteme) yük ya da olumsuz etki yaratmayacak biçimde, temel gereksinim/zorunlulukların ötesine geçmeyecek biçimde, doğayla uyumlu ve bütünlüklü bir yaşam sürdürme tutumu. )
( [hiçbir hayvanın canına kıymamak üzere] Etini yememeyi yeğleyen. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/<>/> Etini ve tüm hayvansal ürünleri tüketmemeyi ve kullanmamayı yeğleyen. Hayvanları, mal, kaynak ve köle olarak görmemek ve kullanmayan. )
( Sizi seven/düşünen yakınlarınızın yapmamanızı istedikleri/söyledikleri şeyler, size engel/yasak koymak değil yaşamınızı hızlıca nitelikli kılma niyetiyle/amacıyladır daha çok. [Size o anda uygun "görünmemesi" ile çatışmaya gitmek yerine biraz/bir kez daha düşünmeyi gerektirir sadece.] )
( Yürürlüğe giren yasa, bir "YASAK" koyma değildir! Toplum yaşamında ve kişiler arasında düzenin sağlanması, hakların korunması için ortak kullanım alanı kuralları uygulanmak zorundadır. Sigarayla ilgili düzenleme, bireylerin bulunmak zorunda/durumunda olduğu -kapalı ya da açık- ortamlarda sigara kullanıcılarının keyfî uygulamalarına izin vermemek üzerinedir. Bu durumdan rahatsız olan/olabilecek kişilerin haklarının korunması üzerine de bu tür kısıtlamalar getirilmesi gerekmiştir.
"YASAK" olarak ifade edilen durum, "sigara içme yasağı" değil belirli ortak kullanım alanlarında keyfî tutumda bulunulmasına engel olabilmek üzere ve çevrenin rahatsız edilmemesine yöneliktir. Doğrudan, genel bir "içmeme yasağı" getirilmemiştir.
"YASAK"[< YASA][yasaya/kanuna bağlı olan] sözcüğü ve kullanımının da, kişiler [içen-içmeyen, rahatsız olan/lar] arasında anlaşamamazlık/ihtilâf [ya da olası çatışma durumunda] toplum ve devlet tarafından kabul ve onay görmüş, uyumlu bir düzen sağlanabilmesi üzerine, gereken koşulların, yazılı ve tüzel(hukukî) bir karşılığının bulunması üzerinedir. Birlik ve bütünlüğü, sürdürülebilirliği sağlayabilmenin göstergesi ve dayanakçası olarak, "YASA" ve yasal gereklilik, işlevini yerine getirmek üzere uygulanmaktadır.
Kişi, kendi evinde istediği gibi [çırılçıplak] dolaşabileceği halde dışarıda/sokakta, ortak alanlarda dolaşamayacağı gibi. Bu durumu anlayan ve kabul edebilen tütün kullanıcıları, tütün ürünleri kısıtlamasının da bir uzlaşım ve çözüm gerektirdiğini rahatlıkla anlayacak ve kabul ediyor olacaklardır. )
( "Yasak" sözcüğünün kullanımı, çoğunlukla bir şeyin engellenmiş olmasından dolayı değil bilgi ve deneyime dayalı olarak tehlike olasılığından dolayıdır. )
( Adâletin kaynağı da, hedefi de, durumdaki/olaydaki ilgili kişilerden birinin rızâsıdır. Adâlet, insanı ve rızâsını esas almaktır! [Tabii, rızâ da, en başta, (durumdan/olaydan/tespitten/(ön) "hüküm"den) haberdar olmakla/etmekle başlar.] )
( Âlim; Evvel ile Ahir, Batın ile Zahir'i bilen, tüm bildiklerini en iyi/üst derecede bağlantırabilme/birleştirebilme seviyesine ulaşmış kişi. İLE/VE
Ârif; alimin niteliklerinin üzerine ek olarak, hikmetine sahip olup, zaman ve zeminine/mekânına göre değerlendirme yapabilen kişidir. )
( Faal akıldaki bilgiyle belirli bir tecrîd-tehzîb süresince ve hads yoluyla ittisâl eder. İLE/VE Belirli bir riyâzet-tezkiye süresince, ilâhî ışığa doğrudan değer. )
( Hareket eden'in içinde devinimsiz olan'ı, değişenin içinde değişmez olanı ayırt edebilmeyi öğrenelim, ta ki tüm farkların sadece görünüşte olduğunu ve birliğin gerçek olduğunu idrak edinceye kadar. )
( The entire universe contributes to the least thing. Realise that the wall and both sides of it are one single space, to which no idea like 'here' or 'there' applies. A situation has been cognised, events will move in adequate response. The totality of the perceived is what you call "matter". The totality of all perceivers is what you call the "universal mind". Your personal body is a part in which the whole is wonderfully reflected. The immutability of absolute! )
( ... İLE Esrime, duyulur olanlardan, bir başka deyişle tikel şeylerden başlayıp derece derece iç algıya ve iç algıdan da geçip bir an için bile olsa yokluğa dalmak, aslına kavuşmak demektir. )
( 1) Evrensel Kanun.(Hakikat, öğreti, doğruluk, bir şeyin doğası.)
2) Yöntem ve yol.
3) Herhangi bir şey, fikir, nesne, kavram.
4) Buda'nın öğretisi.
5) Evreni yöneten ilke.
6) Zen yaşantısının özü.
7) Sözcüklerle iletilmesi olanaksız olan iç öğreti.
8) Sezgisel, doğrudan doğruya kavranan ve kişisel olarak deneyimlenen aydınlanmanın özü. | Adâlet, dürüstlük. )
- Fakat bu küçük bir şey. Niçin çok önemli olduğunu söylüyorsunuz?
Bilge hoca, başını sallar ve şöyle devam eder:
- Eğer dil doğru kullanılmazsa, ağızdan çıkan sözcükler, ifade edilmek istenilenleri vermez. Söylenilen sözler ve kullanılan sözcükler, ifade edilmek istenilen amacı anlatamayınca da, yapılması gereken işler yapılamaz. Yapılması gereken işler yapılamayınca da ahlâk ve sanat, soysuzlaşır. Ahlâk ve sanat soysuzlaşınca da adâletsizlik başlar. Bu durumda, halk ne yapacağını bilemez ve çaresizlik içinde bocalar, durur... )
( Konfüçyüs: "Eğer konuşulan dil doğru değilse o zaman söylenilen söz, söylenilmek istenen şey olmaz. O zaman, yapılması gereken yapılmaz ve eğer işler yapılmadan kalırsa, maneviyat ve sanat bozulur. O zaman, adâlet, sahtekârlıkla yürür. Eğer bu olursa, kişiler, kendilerini umutsuz bir karmaşanın içinde bulur. Bu nedenle, söylenilen şey her şeyden önemlidir ve bu konuda dikkatsizlik yapılmamalıdır." )
( Yaşamımızdaki ve çevremizdeki tüm yakın ya da uzak sorunları, öncelikle sorunların ve sorunları yaratanların karşılarında durarak, yapmayarak, yaptırmayarak, "Hayır!" deme olanağımızla[ihtiyârımızla/muhtariyetimizle] durdurabiliriz. )
( Kişilerin eşitliği, sadece adâletin [en kısa sürede] sağlanması için [tüze/hukuk önünde] geçerlidir. [ille de bir farkı olacaksa/oldurulacaksa, sadece bilgileri/bildikleri/marifetleri iledir/kadardır.] )
Eşitlik, ırklarına, cinsiyetlerine, dinlerine ya da öteki özelliklerine bakılmaksızın tüm bireylere aynı biçimde davranılması gerektiği düşüncesini belirtir. Bu, herkesin aynı fırsatlara ve haklara sahip olması ve kimliğinden dolayı dezavantajlı ya da ayrımcılığa uğramaması gerektiği anlamına gelir.
Öte yandan, adâlet, yasaların âdil ve uygun biçimde yönetilmesini ve de âdil bir toplumun sürdürülmesini ifade eder. Bireylerin hukuka ve ahlâkî ilkelere göre haklarını almasını ve yanlış davranışın cezalandırılmasını içerir.
Eşitlik ve adâlet, genellikle birbiriyle ilişkili olsa ve örtüşebilse de aynı şey değildir. Eşitlik, herkese aynı biçimde davranmakla ilgiliyken, adâlet, bireylerin hak ettiklerini almasını ve yanlışların ele alınmasını sağlamakla ilgilidir. Bir toplumun eşit olup da âdil olmaması ya da tam eşitlik olmadan adâletin olması olanaklıdır.
[English]
Equality refers to the idea that all people should be treated the same, regardless of their race, gender, religion, or other characteristics. It means that everyone should have the same opportunities and rights, and should not be disadvantaged or discriminated against based on their identity.
Justice, on the other hand, refers to the fair and proper administration of laws and the maintenance of a just society. It involves ensuring that individuals receive what they are due, according to the law and moral principles, and that wrongdoing is punished.
While equality and justice are often related and can overlap, they are not the same thing. Equality is about treating everyone the same, while justice is about ensuring that people receive what they are entitled to and that wrongdoing is addressed. It is possible for a society to be equal but not just, or for there to be justice without complete equality. )
( Hakikat, "betimlenemez" olduğu ölçüde kendini ortaya koyar; karmaşıktır, anlamı belirsizdir, varlığını karşıtların buluşmasına dayalı olarak sürdürür ve ancak erginleme vahiyleri yoluyla dile getirilebilir. )
( The unexpected and unpredictable is real. What is pure, unalloyed, unattached is real. The real is bliss supreme. Even to talk of real is happiness. The real is inconceivable. The fact is always non-verbal. The real sees the real in the unreal. What remains when the false is no more, is real. Transiency is the best proof of unreality. Reality is beyond the duality of the knower and the known. The real is for all and forever. Reality is beyond the duality of the knower and the known. The real is, what is RIGHT NOW and RIGHT HERE. To know reality is to be in harmony with it. Do not try to know the truth, for knowledge by the mind is not true knowledge. Realisation is of the fact that you are not a person. Realised people are very quiet. Your very desire to formulate truth denies it, because it cannot be contained in words. The real cannot be wanted, as a thing is wanted. Reality is common to all. Only the false is personal. There is no such thing as the experience of the real. The real is beyond experience. Clarity and silence of the mind are necessary for the reflection of reality to appear in the mind. You can know reality only when you are astonished. You know the real by being real. Truth is in the discovery not in the discovered. If you can convey, it is not the real thing. Words create words, reality is silent. It is the mind that creates the unreal and it is the mind that sees the false as false. What is limited in time and space, and applicable to one person only, is not real. Truth can be expressed only by the denial of the false -in action. You can know what is not true - which is enough to liberate you from the false. The realised man is egoless. Whatever you are engrossed in you take to be real. All you need is a sincere longing for reality. For reality to be, the ideas of 'me' and 'mine' must go. Clarity and silence of the mind are necessary for the reflection of reality to appear in the mind. When do I know that I have discovered truth?
When the idea 'this is true', 'that is true' does not arise. To find reality you must be real in the smallest daily action. The search for reality is the most dangerous of all undertakings for it will destroy the world in which you live. There can be no deceit in the search for truth. If your motive is love of truth and life, you need not be afraid. As long as you feel competent and confident, reality is beyond your reach. You can see the unreal as unreal and discard it. The real is both within and without the skin. )
( 1- Gözlemleyebilsek de, gözlemleyemesek de varolanların, varoluşu.
2- Tutarlı gözlemlerden ya da deneylerden, genel sonuçlar çıkarmanın meşrû olduğu.
3- Hiçbir etkinin, ışık hızından daha hızlı yayılamayacağı.[YERELLİK/LOCALITY]
( Tüze(hukuk) ile sağlanmaya/çözülmeye çalışılmaktadır fakat hukuka ulaşılamamıştır. İLE/VE/||/<> Sanat ile giderilmeye çalışılmaktadır fakat ne yazık ki, sanat, kişilere ulaşamamıştır. )
( İman, düşünce ve inancın pekişmişliği anlamına gelir. Her kavram, olgu için geçerli olabilir ve kullanılabilir. Din ve/ya da dine bağlı bir kavram değildir. )
( Kişi, doğar ve can kazanır. VE/||/<> />/< Canında güç kazanır/bulur. VE/||/<> />/< Gücünü, kararlarında/ikrarında bulur. VE/||/<> /< Kararında adâletli ise, erdemli olur. VE/||/<> />Adâletinde olgunluğu/kemâli bulursa, olgun/kâmil olur. )
( ... İLE Eşitlik, ortak mülkiyet, tüketim ve eğitim işbirliğini esas alan ve toplumsal adâleti ilke edinmiş kişilerin oluşturduğu İsrail'e özgü bir köy. )
( Özgürlük ve Eşitlik, genişlediği oranda, birbirini yok eder.
[ "Mutlak Özgürlük" diye bir şeyden söz ettiğimiz oranda "Eşitlik"ten,
"Mutlak Eşitlik" diye bir şeyden bahsettiğimiz oranda da, "Özgürlük"ten söz edemeyiz. ] )
( Konfüçyüs: "Eğer konuşulan dil doğru değilse, o zaman söylenilen şey, söylenilmek istenen şey olmaz. O zaman, yapılması gereken yapılmaz ve eğer işler yapılmadan kalırsa, maneviyat ve sanat bozulur. O zaman, adâlet, sahtekârlıkla yürür. Eğer bu olursa, kişiler, kendini umutsuz bir karmaşanın içinde bulur. Bu nedenle, söylenilen şey, her şeyden önemlidir ve bu konuda dikkatsizlik yapılmamalıdır." )
( Aydınlanmanın doğurduğu ilkelerdir. Bunların, topluma yansıması, toplumda karşılık bulması, bir devrim niteliğinde olmakla birlikte, tarihî bir birikimi de gösterir. )
( Yaşanılmış bir sorun üzerine konuşulduğunda, o konuya değinmenin gereği, sorunun kendini değil daha sonraki durum ve/ya da süreçlerde, kişinin, davranış-tutumlarını ve dilini düzeltmesine, gelişerek değişmesine katkıda bulunulacak biçimde düşünülmeye/konuşulmaya çalışılmasıdır. Biri, bir sorundan konu açıyorsa, bunu, o sorundan "şikâyet ediyor" olarak değil daha sonrası için bir çözüm arıyor ve/ya da sunuyor olarak düşünmek/konuşmak ve algılamaya çabalamak gerekir. Bir serzeniş ya da isyan olarak algılanmamalıdır.
Bu tür durumlarda, ötekine bilgi vererek, değinilecek konu/sorun için, "Benimki/bizimki*, bir şikâyât değil hikâyât![olan-bitenin öyküsü/hikâyesi]" şeklinde, öncelikle, kişinin kendinde ve daha sonra çevresinde, adâleti ve dengeyi sağlamasına destek vermek üzere, çevresiyle olan iletişimini ve ilişkisini sürekli kılmak üzere, bir bilgi verilir ve/ya da açıklama/anımsatma/uyarı yapılır.
[ * "Bizimki" sözü/sözcüğü, "bu konuda/alanda, bu ayrıntılarda, ben ve benim gibi düşünenler" olarak/anlamında ve bencilliğe/tekbenciliğe düşülmemesi için kullanılır. ] )
( * Yönetilenlerin hakkını gözetir, onlardan hak talep etmez; bu fazilettir(fadl) ve en yüksek(ulyâ) derecedir.
( * Ya da haklarını gözetir ve karşılığında hak talep eder, bu adâlettir(adl) ve orta(vustâ) derecedir.
( * Ya da hak talep eder haklarını gözetmez; bu da aşağı(süflî) derecedir. )
( Toplum içinde ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yönden yoksul, mahrum ve zayıfların doğrudan doğruya toplum tarafından korunmaları. İLE/VE
Kişinin, insan onuruna uygun bir düzeye, sadece emeğinin karşılığı ile çıkabilmesinin sağlanması. İLE/VE
Kişilerde, kültürel ve siyasal zayıflığı doğuran olumsuz etmenlerin toplum gücüyle kaldırılması. )
( "BURNU SÜRTMEK": Yavuz Sultan Selim, hükümdarlığında, hırsızlık yapanları bir direğe bağlar, tanınması için günlerce çarşının içinde dolaştırtırmış. Bugünkü deyimle yüz kızartıcı suçlar dediğimiz çeşitli ahlâki suçlarda ise suçluyu burnu yere sürtecek biçimde bir arabaya yatırtır, burnunu yere sürttürürmüş. "Bırak, burnu sürtsün biraz!" gibi deyimler buradan gelmektedir. Yavuz Sultan Selim'in ilk sekiz yılında yaptığı bu uygulamalarla toplum büyük bir huzura ulaşmış ve hem devletin gücünü, hem de bütçesini üç kat büyütmüştür. )
Adâlet, dünya barışının temelidir.
Dünya bağının sınırlarını devlet belirler.
İşte bu devlet duvarını inşâ edecek, devlete düzen sağlayacak olan hukuktur.
Siyasi güç olmaksızın hukuk, yaptırımlarını yerine getiremez.
Siyasi gücü, askeriye korur.
Askeri gücün yaşamasını ekonomi sağlar.
Ekonomik gücü halk sunar.
Halkın birliğini sağlayacak olan ise adâlettir.
Adl'dir mucib-i salâh-ı cihan
Cihan bir bağdır, divan devlet
Devletin nâzımı şeriattır
Şeriata olamaz hiç hâris illâ mülk
Mülk zabteylemez illâ leşker
Leşkeri cem edemez illâ mal
Malı cem eyleyen raiyettir
Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl. )
( İkisi de bir "söz" söyler fakat hukuk açısından "kuralın" ya da "yargının" sözü esastır. [Kuralın sözünü, yasa koyucu; yargının sözünü, yargıç söyler. Yargıcın sözü, kuralın sözüne uygun olmak zorundadır.] İLE/<> Önemli[öncelikli] olan, öykünün sözüdür. )
( Tekil öyküler hakkında yargıya varabilmek için olası öykülerin tamamını kuşatacak, "genel kurallar" koymayı amaçlar.[Tekil bir öykünün peşinden giden edebiyat, hukukun sabitlemek, her zaman ve her yerde aynı anlama getirmek istediği sözü açmak, genişletmek, çoğaltmak, yeni anlamlar katmak içindir.] İLE/<> Kişinin, insan öykülerinin peşindedir. )
( Çelişki sevmez, gördüğü yerde çelişkileri bertaraf etmek ister. İLE/<> Çelişkileri kışkırtıp bu çelişkilerden yeni anlamlar doğmasına ebelik yapmayı, en azından böylesi olasılıklar bulunduğunu unutturmamayı arzular. )
( Tekil kişiyi, genel ve soyut koşullar içinde değerlendirir. Yasalar, genel işlemlerdir, belirli bir durum içindeki herkes için düzenlenmişlerdir[tedvîn]. İLE/<> Kişinin, bir başkasından ayrıldığı noktaların peşindedir. )
( Yönlendirmelerle ilgilenmez, eylemle ilgilenir. Hukukun odaklandığı, öncelikle eylemdir, istisnalar dışında, eyleme giden yol önem taşımaz. İLE/<> Bu yoldaki uğrakları, kişinin durumunu, yönlendirmelerini, onu etkileyen etmenleri didikler. )
( Kişinin, neyi, neden yaptığının değil, ne yaptığının ve bu yaptığının ne gibi sonuçlar doğurduğunun yanıtını arar. İLE/<> Kişinin derinliğinin ve yapıp ettiklerindeki değişkenlerin peşindedir. Bunun doğal sonucu olarak, edebiyatçı, insanı, "yargılamak" yerine anlamaya çalışır. )
( Düz kalıplardan oluşan, tek renkli, sınırlı ifade
olanakları ile iş görür. İLE/<> Sözcükleri, sınırsızca kullanır, benzetmeler, ironiler, çift anlamlar, imâlar ile son derece geniş dil olanaklarına sahiptir. )
( Alıcı, satıcı, sanık, mağdur gibi sonsal sınıflandırmalar içinde biriciklikleri pek de düşünülmeden değerlendirilirler.[Katalog suçlar vardır fakat katalog kahramanlar yoktur.] İLE/<> Kişi[kahraman], kendine özgüdür. Biricik olduğu göz ardı edilmez. )
( Hukuk ve Edebiyat arasında, buraya kadarki FaRkLaR, Sayın Mehmet Ali Başaran'ın (avukat ve edebiyatçı) tespitleridir. Katkıları için çok teşekkür ediyor, çalışmalarının ve başarılarının sürekliliğini diliyoruz... )
( Verilen bir önermeden, çıkarsama yoluyla varılan sonuç. İLE Kavrama, karşılaştırma, değerlendirme gibi yollara başvurularak, kişi, durum ya da nesnelerin eleştirici bir biçimde değerlendirilmesi.[HÜKÜM] | Yasalara göre mahkemece bir olay ya da olgunun doğuşuna etken olan nedenlerin de göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi sonucu verilen karar.[KAZA] )
( Hiçbir hayvanın etini ve/ya da ürünlerini yememenin yanısıra, hayvanları, mal/kaynak ya da köle olarak kullanmamayı esas alarak yaşam sürdürme tutumu. VE/||/<> Doğaya, düzene(sisteme) yük ya da olumsuz etki yaratmayacak biçimde, temel gereksinim/zorunlulukların ötesine geçmeyecek biçimde, doğayla uyumlu ve bütünlüklü bir yaşam sürdürme tutumu. )
( Ulus adına, yargı yetkisini kullanarak yasaya aykırı davranışlarda ya da uyuşulmayan işlerde, yasayı yerine getirmekle, tüzeyi gerçekleştirmekle görevli kişi. İLE Bir anlaşmazlığı çözmek için iki tarafın başvurduğu kişi ya da kendine seçme yetkisi verilen bilirkişi, hakem. )
( ... VE/||/<> Duruşmada susma polis tarafından gerçekleştirilecek ifade alma sırasındaki susmaya nazaran daha geniş yorumlanır. Zira bu görüşe göre duruşma aşamasında sanık panik içinde ya da hazırlıksız olduğunu ileri süremez VE/||/<> Burada, kişinin bir hukukçunun yardımından yararlandığı, haklarından haberdar olduğu önkabulünden hareket edilmektedir. VE/||/<> Polisin, sorgusundan önce bilgilendirme yapması durumunda, susma, daha dikkatli irdelenmektedir. )
( Zamanın ve koşulların değişmesiyle birlikte yasaların da değişikliğe uğraması kaçınılmazdır.
Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz! )
( İmgeleme ve arzunun son bulmasıyla birlikte varlık da sona erer ve şu ya da bu oluş saf varoluşla kaynaşıp birleşir, ki onu tarif olanaklı değildir, o ancak yaşanabilir. )
( Arzudan ve korkudan kurtulmak sizi öyle korkutmasın. Bu hepinizin bildiğinden öylesine farklı, çok daha yoğun ve ilginç bir hayat yaşayabilmenizi sağlayacaktır; öyle ki siz her şeyi kaybetmekle, gerçekten her şeyi kazanmış olursunuz. )
( To act from desire and fear is bondage, to act from love is freedom. Love is not selective, desire is selective. Desire is of the past, fear is of the future. Be free of desires and fears and at once your vision will clear and you shall see all things as they are. Desirelessness comes on its own when desire is recognised as false. You need not forget; when desire and fear end, bondage also ends. You must know your inner worth and trust it and express it in the daily sacrifice of desire and fear. No happiness in what you desire. [It is you!] The innards created by imagination and perpetuated by desire. With the cessation of imagination and desire, becoming ceases and the being this or that merges into pure being, which is not describable, only experienceable. If your desires are strong and true, they will mould your life for their fulfilment. To see everything as imagination, born of desire, is necessary for self-realisation. Mind must be free of desires and relaxed. An understanding mind is free of desires and fears. Do not be afraid of freedom from desire and fear. It enables you to live a life so different from all you know, so much more intense and interesting, that, truly, by losing all you gain all. )
( Devlet, özgürlükle tutkunun, genelle
özelin, nesnelle öznelin bireşimini[/tevhîdini] sağlar. [Devlet, sadece, bürokratik ve politik bir örgüt değildir!] )
( Etkileşim durumunda olduğumuz ne varsa/oluyorsa, onlardan emin olduğumuz/olabildiğimiz oranda özgürüzdür/özgürleşiriz.[İman, dinsel ya da dinin sınırları/tekeli altında bir kavram değil emin olmaktır.] )
( Özgürlük ve Eşitlik, genişlediği oranda, birbirini yok eder.
[ "Mutlak Özgürlük" diye bir şeyden söz ettiğimiz oranda "Eşitlik"ten,
"Mutlak Eşitlik" diye bir şeyden bahsettiğimiz oranda da, "Özgürlük"ten söz edemeyiz. ] )
( Yalnız kendine özgü bir nitelik taşıyan. | Bir buluş sonucu olan, nitelikleri bakımından benzerlerinden ayrı ve üstün olan. | Çeviri olmayan, asıl olan. İLE/VE/DEĞİL Bir türle ilgili, bir türe ait. )
( Aydınlanmanın doğurduğu ilkelerdir. Bunların, topluma yansıması, toplumda karşılık bulması, bir devrim niteliğinde olmakla birlikte, tarihî bir birikimi de gösterir. )
( Özgürlük, bazı yöntemlerin ya da koşulların ustaca uygulanması ya da kullanılması sonucu kazanılmaz. O, nedensel sürecin ötesindedir. Onu hiçbir şey zorlayamaz ya da engelleyemez. )
( Sükûnet içinde ve bağımlılıklardan kurtulmuş olmak, her türlü kişisel çıkar endişelerinin, her türlü bencilce hesapların erişemeyeceği bir yerde durmak, özgürlüğe ulaşmanın kaçınılmaz şartıdır. )
( Bir kalemin minicik ucu nasıl sayısız resim çizebilirse, öylece, farkındalığın boyutsuz noktası da koskoca evrenin içeriğini çizer. Siz işte o noktayı bulun ve özgür olun. )
( Freedom is freedom from worry. You must strive for liberation. Freedom comes through renunciation. Non-identification, when natural and spontaneous, is liberation. If you desire to be free, neglect not the nearest step to freedom. Ambition is personal, liberation is from the personal. Liberation is not the result of some means skilfully applied, nor of circumstances. It is beyond the causal process. Nothing can compel it, nothing can prevent it. In liberation both the subject and the object of ambition are no longer. Liberation is not an acquisition but a matter of courage. Liberation is to believe that you are free already and to act on it. Liberation is a natural process and in the long run, inevitable. But it is within your power to bring it into the now. The ancient and simple way of liberation through understanding. It is clarity that is liberating. As the tiny point of a pencil can draw innumerable pictures, so does the dimensionless point of awareness draw the contents of the vast universe. To be quite detached, beyond the reach of all self-concern, all selfish consideration, is an inescapable condition of liberation. Nothing can set you free, because you are free. Freedom cannot be gained nor kept without will-to-freedom. Freedom to do what one likes is really bondage, while being free to do what one must, what is right, is real freedom. The space within the cup is free. It happens to be in the cup only when viewed in connection vs. the cup. You need not forget; when desire and fear end, bondage also ends. It is the emotional involvement, the pattern of likes and dislikes which we call character and temperament, that create the bondage. )
( İki şıkkı uzlaştırmayı ve boşa çıkarmayı birlikte engelleyen.(Sayı ya çifttir ya tektir.)
Bu şey ya ağaçtır ya taştır.
Zeyd ya denizdedir ya da boğulmaz. )
( Usa/akla uygun olan. | Akıllıca iş gören, mantıklı. | Aşırı olmayan, uygun, elverişli. İLE/VE/+/||/<> Yasanın, kamu vicdanının ve dinin doğru bulduğu. )
( Yasanın, kamu vicdanının ve dinin doğru bulduğu. İLE Hükümdarla yönetilen bir ülkede, hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan hükümet biçimi. | Osmanlı döneminde, 1876 anayasasıyla başlayan ve 1918 Mondros Antlaşması'na kadar süren ve I. ve II. Meşrutiyet dönemi adlarıyla anılan süre. )
( Herhangi bir yapıya göre ayrı bir işlevi bulunan bölüm ya da yapı, eklentiler. İLE Belirli koşullarla vakfedilmiş ayrıcalıklar. İlk sahibi tarafından satılmama koşuluyla bırakılmış olan ev, tarla gibi gayrımenkul. | Hocaların, şeyhlerin, cami görevlilerinin yaşadığı/bulunduğu ev/yer. | İmâret, hastahane gibi kurumlarda çalışanların oturmaları için ayrılan lojman, odalar. )
( Hızla batırmak. İLE/DEĞİL Bir şeyi belirgin kılma, tespit. | Yıkanmış gümüş bromürlü tabakanın, gümüş bromür kalıntılarını eritmek için filmin kimyasal bir eriyikten geçirilmesi. )
( Nişan, iz, alâmet. | Bir şeyin bayağısı, en aşağısı. İLE Şartlar, koşullar. İLE Doğru yol. | Allah'ın emri. | Âyet, hadîs ve icmâ-i ümmet esaslarına dayanan din kaideleri. )
( Kişinin elindedir. İLE/VE/<>/> Kişinin elindedir. İLE/VE/<>/> Kişinin elinde değildir. Ancak kişiye iner/nüzûl eder. İLE/VE/<>/> Kişinin gönlünde ve gönüllülüktedir. )
( Adâletin kaynağı da, hedefi de, durumdaki/olaydaki ilgili kişilerden birinin rızâsıdır. Adâlet, insanı ve rızâsını esas almaktır! [Tabii, rızâ da, en başta, (durumdan/olaydan/tespitten/(ön) "hüküm"den) haberdar olmakla/etmekle başlar.] )
( [ne yazık ki] Dostlukta ya da bir yol alışta, iknâ ve rızâ değil de zorlama var ise, yoldaşlar, önce birbirini yargılamaya sonra da birbirini yok etmeye başlarlar. )
( Örtünme, çarşaf gibi şeye bürünme. Beğenme, seçme. | Uygun bulma, râzı olma. İLE Süt emme. İLE Yasak olan şeyden geri durma, çekinme. İLE İslâm dinini bırakarak başka bir dini kabul etme. )
( Kabul eden, boyun eğen, rıza gösteren. İLE Süt kardeş. | Süt emen çocuk. İLE Rey şehrine bağlı/mensup, bu şehirle ilgili olan. | İran'ın "Rey" şehrinden olan. | Sırra/râza bağlı/mensup. )
( KUTADGUBİLİG: Mutluluk/saadet veren bilgi, kutlu bilgi.
Çinliler, ona Edebü'l-Mülûk der; Maçinliler, onu Enîsü'l-memâlik diye adlandırır. Bu meşrık ilinin büyükleri, buna doğruca Zînetü'l-ümerâ der. İranlılar buna Şehnâme der, Turanlılar ise Kutadgu bilig diye anar. )
( Adâletin kaynağı da, hedefi de, durumdaki/olaydaki ilgili kişilerden birinin rızâsıdır. Adâlet, insanı ve rızâsını esas almaktır! [Tabii, rızâ da, en başta, (durumdan/olaydan/tespitten/(ön) "hüküm"den) haberdar olmakla/etmekle başlar.] )
( Anlama durumunun, kişilerin birbirinin dediklerini, konusu geçen noktayı ve içeriğini/kapsamını/ayrıntılarını duymuş, bilmiş, anlamış ve belirli bir yönde düşünce, duygu ve amaç bakımından birleşmiş olmayı belirtmektedir. İLE/VE/DEĞİL/<> Ahidleşme[toplulukta/toplumda] ve/ya da muahede[iki kişinin], karşılıklı olarak bağlayıcılık özelliğiyle/koşullarıyla sözleşmesi, yeminleşmesi. )
( Haber ulaştırıcı, haber veren. İLE Bir devletin ya da biri(leri)nin sırlarını, başkalarının hesabına öğrenmeyi üstüne alan kişi. | Yasadışı olan bir durumu, yetkililere bildiren kişi. | Ara bozmak amacıyla söz taşıyan kişi. )
( Haberlerin, "kişinin algısına/yorumuna göre değişebilir" anlamına gelmesi/getirilebilmesi. İLE/DEĞİL Haberlerin, kötü/olumsuz haberler olduğunu bildirmesi. )
( Alacaklının, hakkından kısmen ya da tamamen vazgeçmesi. | Borçtan kurtarma, aklama. İLE
Kârı tamamen kendine ait olmak üzere bir kimseye sermaye vermek. [VİDAA: Verilen sermaye. | MÜBDÎ: Sermaye veren. | MÜSTEBZÎ: Sermaye alan.] | Sorulan soruya güzel yanıt verme. | Kandırma. )
( Herhangi bir şeyi anımsatma, uyarma amacıyla yazılan yazı. | Bir devletin, başka bir develete, siyasal sorunlarla ilgili olarak yolladığı uyarı yazısı, diplomatik nota. | Andaç. | Günlük. )
( Kişiye ait arabaların sayılarının ülkemizde çok olması [ya da artmasının teşvik ediliyor olması], yolların eski olanaksızlıklara göre düzenlenmiş olması, önceliği arabalara vermek için geçerli bir neden değildir/olamaz! Tam tersine, konumları/sıraları en sondadır! [Bu zihniyeti geliştirmeyi ve yaygınlaştırmayı, her birimiz haklarımıza sahip çıkarak daha da hızlandıracağız! Lütfen!!! Sizin de farkındalığınız, desteğiniz ve katılımınızla!...] )