BOŞ TESTİ

Bağdat ya da Yemen taraflarında, hükümdarın biri: "Herkes bana bir hediye getirsin!" diye ilân etmiş.

Herkes kendi aklına göre bir hediye götürmüş. Kimi at, kimi deve, kimi kumaş vs.

Fakir bir bedevî de karısıyla ne götürelim diye düşünür. Kadın:
"Çölde en değerli olan şey su. Biz de ona bir testi su götürelim!" der.

Adamın aklına yatar. Karı-koca kırk günde biriktirdikleri suyu bir testiye koyup kocası Bağdat'a gider. Padişahın sarayına varır ki, akıl almadık bir saray. Fakat kapılar kapalı. Kapıların önü mahşeri kalabalık. At, deve, halı, mücevher getirenler:
"Ey padişahımız! Al bu getirdiklerimizi de ne vereceksen ver de gidelim!" diye bağırıyorlar. Fakat kapılar hiçbirine açılmaz.

Bedevî:
"Benimki su. Su insana hayat verir. Onun için kapılar onlara açılmaz ama bana açılır! diye bekler.

Sonunda, kalabalığın sesi kesilsin diye sarayın etrafını gezmeye başlar. Bir de bakar ki berrak bir nehir. "Vay canına!"

Yaşamında sızıntı halindeki bir kaynaktan başka su görmeyen bedevî, nehrin suyundan bir avuç alıp içer ki, sanki Âb-ı Hayat.
"Aman Yâ Rabbî, ben ne hata etmişim... Sarayın kenarında gürül gürül tatlı su akan Padişah'a, bir testi acı su getirmişim!" diyerek omuzundaki testiyi "Comp!" diye nehre atar.

Padişah, nehrin kenarındaki gül fidanlarının arkasında, sevdikleriyle sohet ediyormuş. Testinin suda çıkardığı sesi duyunca soruyor:
"Nedir bu ses?"

Adamı bulup Padişah'ın huzuruna getirirler. Padişah sorar:
"Nereden geliyorsun?"
- "Yemen çöllerinden geldim. Sarayın kapısındakiler ne için gelmişlerse, ben de onun için gelmiştim. Çölden sana, en kıymetli şeyimi, kırk günde biriktirdiğim bir testi suyumu getirmiştim. Fakat baktım ki, sarayda gürül gürül su akıyor. Üzüldüm, testiyi fırlatıp suya attım."

Padişah:
"Benim ihsânıma işte sen lâyık oldun. Onların ellerinde birer varlık var. Onları verip yerine daha büyük bir şey, bir ihsan almak istiyorlar. Biz, ihsânımızı boş ellere teslim ederiz, dolu ellere değil. Sen testiyi atarak elin boş geldin. İş, bu kapıya eli boş gelmede..."