Söz(cük)leri/ni ve tutumu/nu değiştir... Dünya/n değişsin!

Bu nedir? | Nasıl kullanılır? | Nasıl okumalı/anlamalı? | Sıkça Sorulan Sorular | Yenilikler | İletişim

OSMANLI TÜRKÇESİ'nde

KARIŞTIRILMAMASI GEREKENLER!!!

(SÜREKLİ AYIRDINDA OLUNMASI GEREKENLER!!!)



EN SON YAPILMIŞ OLAN EKLEMELER
[ 06 Ocak - 19 Mart 2024 arasında... ]

[19 Mart 2024]
Bugün itibariyle yapılmış olan eklemeler aşağıdaki gibidir.
[ 06 Ocak - 19 Mart 2024 arasında... ]
( 9 yeni ekleme, 7 katkı(bilgi/açıklama) )

- ZORBA[Fars. < ZURBÂZ] ile/ve/||/<> ZALİM[Ar.]
[Eklenme Tarih ve Saati: 21 Şubat | 12:03 ]
[www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/66931(Bu başlığa, sürekli/doğrudan erişim ve paylaşım) ]

( Gücüne güvenerek buyruğu altında bulunanlara söz hakkı ve davranış olanağı tanımayan "kişi". İLE/VE/||/<> Acımasız ve haksız davranan, zulmeden. )

- ALENÎ ile/||/<> ÂŞİKÂR ile/||/<> ÂYÂN ile/||/<> BÂRİZ ile/||/<> BEDÎHÎ ile/||/<> DEFİSİTER ile/||/<> MÜSTEHCEN ile/||/<> MUBÎN ile/||/<> MÜNHAL ile/||/<> SARÎH ile/||/<> VÂZIH
[Eklenme Tarih ve Saati: 20 Şubat | 10:51 ]
[www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/66925(Bu başlığa, sürekli/doğrudan erişim ve paylaşım) ]

( Açık. )

- EMÂRE[Ar.] ile/ve/||/<> ESAM/E[< ESÂM/İ][Ar.]
[Eklenme Tarih ve Saati: 19 Ocak | 12:33 ]
[www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/66832(Bu başlığa, sürekli/doğrudan erişim ve paylaşım) ]

( Belirti. İLE/VE/||/<> Adlar. )

- TALİP[< TALEP] ile/ve/||/<>/> TALİM
[Eklenme Tarih ve Saati: 14 Ocak | 16:46 ]
[www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/66809(Bu başlığa, sürekli/doğrudan erişim ve paylaşım) ]

- TAHRİP ile TAHRİŞ
[Eklenme Tarih ve Saati: 14 Ocak | 16:19 ]
[www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/66801(Bu başlığa, sürekli/doğrudan erişim ve paylaşım) ]

- BAHAR[Fars.] ile MÜNİB[Ar. < NEVB]
[Eklenme Tarih ve Saati: 14 Ocak | 11:47 ]
[www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/66780(Bu başlığa, sürekli/doğrudan erişim ve paylaşım) ]

( ... İLE İnâbe eden, azgınlıktan sakınarak Allah'a yönelen. | Güçlü yağan, yararlı yağmur. | Taze ve verimli bahar. )

- KÂM[Ar.] ile/ve/değil/yerine/<>/< GAM[Ar.]
[Eklenme Tarih ve Saati: 08 Ocak | 10:31 ]
[www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/66769(Bu başlığa, sürekli/doğrudan erişim ve paylaşım) ]

( Ağzın üstü, damak. | Meram, arzu, emel, istek. | Lezzet, zevk. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/<>/< Tasa, kaygı, üzüntü. )

- İHTİRÂ'[Ar.] ile İBTİDÂ'[Ar.]
[Eklenme Tarih ve Saati: 12 Mart | 11:42 ]
[www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/56379(Bu başlığa, sürekli/doğrudan erişim ve paylaşım) ]

( Daha önce benzeri olmayan bir şey icat etme; türetme. | Uydurulan bir yalanı gerçek gibi gösterme. | Daha önce kimse tarafından söylenmemiş yeni şeyler söyleme. | Özgün söz, şiir vb. İLE Başlangıç. | Bir işe başlama. | Önceleri, en önce, ilk önce. )

- HEZEL[Ar. < HEZL] ile MİZÂH[Ar.]
[Eklenme Tarih ve Saati: 14 Mart | 22:46 ]
[www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/56265(Bu başlığa, sürekli/doğrudan erişim ve paylaşım) ]

( Çevresindekileri neşelendirmek amacıyla yazılan ya da söylenilen söz. | Bir şiiri ya da şiir parçasını şakalı bir anlatıma çevirme. İLE Eğlendirme, güldürme ve birinin davranışına, incitmeden takılma amacını güden ince alay. | Gerçeğin güldürücü yanlarını ortaya koyan yazın türü. )

- ABÂ ile ÂBÂ ile A'BÂ
( Yünden yapılmış kaba kumaş. | Bu kumaştan yapılmış bol, geniş giyecek. İLE
Babalar. | Gök küreleri, gezegenler, seyyâreler. [ÂBÂ-İ KENÎSÂİYYE: Kilise ileri gelenleri.] İLE
Yükler, ağırlıklar. | Sorumluluklar, mes'ûliyetler. | Çift denk ya da sandık. )

- ÂBÂD[< EBED] ile ÂBÂD[Fars.] ile Â'BÂD[< ABD]
( Sonsuz gelecek zaman. İLE
Mâmur, şen, bayındır. | Çokluk bildirir. [ŞEMS-ÂBÂD: Güneşi bol olan yer.] İLE
Köleler. )

- ÂBÂR[< Bİ'R] ile ÂBÂR[Fars.]
( Su kuyuları. İLE Hesap defteri. )

- [Fars.] ÂB-GÂH ile ÂB-GÎR
( Su biriken yer, havuz. | Karnın, kaburga kemikleri kıkırdağı ve kısa kaburgalar altında olan bölümü, boş böğür. İLE
Su biriken yer, havuz. | Dokumacı fırçası. )

- ÂBÎ[< İBÂ] ile ÂBÎ[Fars.]
( Çekinen, nazlanan, sakınan; tiksinen. İLE
Ayva. | Suda yaşayan ve suda oluşan. | Açık mavi. )

- ÂBİD[çoğ. EVÂBİD] ile ÂBÎD[Fars.] ile ABÎD[< ABD] ile ÂBİD[< İBÂDET]
( Mesel, yanıltmaç. İLE Kıvılcım. İLE Kullar, köleler. İLE İbâdet eden, tapınan. [çoğ. ÂBİDÎN] )

- ÂBÎDÂT[yanlış olarak ÂBİDE'nin çoğulu] ile ÂBÎDÂT
( Anıtlar. İLE İbâdet eden, inanmış kadınlar. )

- ÂBİDE[çoğ. EVÂBİD (ÂBİDÂT yanlıştır!)] ile ÂBİDE[< ABD]
( Anıt, yâdigâr kalacak eser. İLE Köleler.. )

- ÂBİR[< UBÛR, çoğ. ÂBİRÛN, ÂBİRÎN] ile ABÎR
( Bir yerden geçen. İLE Bir ilâç karışımı. | Güzel koku. )

- ÂBİS ile ÂBİS
( Alaycı, saygısız. İLE Asık yüzlü, yüzü ekşi. )
( ABÛS[< UBÛSET]: Somurtkan. )

- [Fars.] ÂBİST/E ile ÂYİŞNE, ÂYİŞTE/NE
( Gebe. İLE Casus. | Dalkavuk. )

- ABT ile KİZB
( Yalan. | Şüphe uyandırıcı hareket. İLE Yalan. )

- ACC ile ÂCC
( Bağırma, na're. İLE Kalabalık. )

- ACEB ile A'CEB
( Acabâ, hayret, gariplik, şaşırılacak şey. İLE [daha/çok/pek] Acâyip, tuhaf, garip olan. )

- ACEM ile Acem ile A'CEM
( Harflere nokta koyma. İLE Arap olmayanlar. | İran'lılar. İLE Arap kavminden olmayan. )

- ACEMÎ ile A'CEMÎ
( Tecrübesiz, toy. | İran'lı. İLE Arap olmayan, İran'lı. | Acemce. | Beceriksiz. | Dilsiz. )

- ÂCİL[< ECEL] ile ÂCİL[< ACELE]
( Vâdeye bağlı, vâdesi geldiğinde yapılacak olan, ertelenmiş. İLE Acele eden. | Acele, gecikmez. )

- ÂCİN ile ACÎN
( Rengi ve tadı değişmiş, bozulmuş pis su. İLE Yoğurulmuş şey, hamur, mâcun. )

- A'DÂD[< ADED] ile A'DÂD[< ADAD, ADUD] ile A'DAD
( Sayılar. İLE Sâidler, bâzular, kollar. | Havuz kenarındaki büyük ve düş taşlar, duvarlar. İLE Kolu ince, kısa kollu kişi. )

- ÂDÂK[Fars.] ile ADAKK[Ar.]
( Ada. İLE [Daha/en/çok] Dakik, ince. )

- ÂDER[Ar.] ile ÂDER[Fars.]
( Kasığı çıkık kişi. İLE Ateş. )

- ADUD ile ADÛD
( Kol, pazı. | Yardımcı, arka. İLE Isırımlı, bir lokma. | Acıklı, ıstırap verici. | Zâlim. )

- A'FET ile ÂFET
( Solak. | Pek akılsız kişi. | En güç şey. İLE Büyük felâket, belâ. | [mec.] Çok güzel insan. )

- ÂFET ile ÂFÂT[< ÂFET]
( Büyük felâket, belâ. | [mec.] Çok güzel insan. İLE Belâlar, musibetler. )

- AGLÂL[< GALEL] ile AGLÂL[< GULL]
( Ağaçlar arasından akan sular. İLE Boyuna geçirilen zincirler. | Prangalar. | Kelepçeler. )

- [Fars.] ÂGUL[gu uzun okunur] ile ÂGÛR
( Göz ucuyla bakma. [hiddetlenerek] İLE Tuğla. | Kerpiç. | Kiremit. )

- AH ile ÂH ile ÂH[Fars.]
( Ah, yazık. İLE Kardeş. | Dost. İLE Âferin, bravo anlamına kullanılır. )

- AHAD ile ÂHÂD[< AHAD] ile AHADD[< HADD]
( Bir. [sayı] | Kişi, kimse. İLE Birler, birden dokuza kadar olan sayılar. İLE [daha/çok/pek] Keskin. )

- AHBÂS[< HABS] ile AHBÂZ[< HUBZ]
( Su bentleri. | Su bentleriyle meydana getirilen havuzlar. | Hapisler, zindanlar. | Gayr-i meşrut vakıf durumunda bulunan topraklar ya da binâlar. İLE
Ekmekler. )

- AHBEL ile AHBEL
( Böğrülce danesi. İLE Divâne, deli, kaçık. )

- AHDA' ile AHDA'
( [daha/çok/pek] Alçak gönüllü, halîm, itaatli. İLE En hud'acı, çok aldatıcı. | İnsanın ensesine yakın iki damar. )

- AHDEB ile AHDEB
( Kambur. İLE Kimsenin oy ve düşüncesini beğenmeyen. Uzun boylu ahmak. )

- AHDER[Ar.] ile AHDER[Fars.]
( Şaşı. İLE Kardeş çocuğu, yeğen. )

- AHMÂ[< HAMÂ] ile AHMÂ[< HAMİYYET]
( Kayınbirâderler. İLE [daha/çok/pek] Hamiyetli. )

- AHMES ile AHMEZ
( Kuvvetli, en yiğit kişi. | Katı [yer]. İLE Sağlam, çok sağlam ve dayanıklı. | Suyun içinde sürekli açılıp kapanan ve "denizağzı" denilen bir hayvan. )

- AHNÂ' ile AHNÂ'
( Çapraz ve aykırı işler. | Çarpık ve eğri şeyler. İLE Çok alçakgönüllülük gösteren kişi. )

- AHRAS ile AHRÂS[< HÂRİS] ile AHRAZ
( Dilsiz. İLE Koruyucular, muhafızlar. İLE Kirpikleri dökülmüş, çipil gözlü kişi. )

- AHRES ile AHREŞ
( Eski [şey]. İLE Sert, katı [şey]. )

- AHSEN ile AHZEN
( Pek güzel. İLE Çok hüzünlü, kederli. )

- AHŞÂ ile AHŞÂ'[< HAŞÂ]
( [daha/çok/pek] Korkunç. İLE Gövdede bulunan bağırsaklar, ciğer gibi şeyler, içirik. | Cihetler, mahaller, bölgeler. )

- AHÛ ile ÂHÛ[Fars.]
( Kardeş. | Dost. İLE Ceylan, karaca. | Güzellerin gözü. )

- AHZÂR[< HAZER] ile AHZAR
( Endişeler, ihtiyatlar. İLE Yeşil. )

- A'KAL[< AKIL ] ile ÂKAL[Fars.]
( [daha/çok/pek] Akıllı. İLE Çer-çöp. )

- AKAM ile AKAM[ka uzun okunur]
( Kısırlık. İLE Kısır, çocuksuz. | Tedavi olanağı bulunmayan hastalık. [ÂKIM: Kısır. | Verimsiz.] )

- AKÎB[< AKEB] ile ÂKİB
( Bir diğerinin arkasından gelen. İLE Önce. )

- AKÎK ile AKÎK
( Çoğunlukla kırmızı renkte olan bir cins değerli taş. İLE Bunaltıcı sıcak/lık. )

- AKNÂ ile AKNA'
( İnce, yumru burunlu. İLE En çok kanaat eden. )

- AKRÂ ile AKRA'
( Arkalar, sırt. İLE Başındaki saçlar dökülmüş, dazlak. | Çıplak dağ. )

- AKSAT ile AKSÂT[< KIST]
( Kuru ayaklı hayvan. İLE Hisseler, nasipler, paylar. )

- AKTA ile AKTÂ'
( Eli kesik. İLE Kesmeler, kırılmalar. | İlgiyi kesmeler. | Beylik arâziler. )

- ÂL ile ÂL ile ÂL[< ULÜVV]
( Hîle, düzen, dek. İLE Aile. | Evlât. | Sülâle. İLE Yüce, yüksek. )

- ALÂ ile ALÂ, ALE ile A'LÂ ile ÂLÂ[Ar. < EYL] ile ÂLÂ[Fars.]
( Rütbece yükseklik, büyüklük, şeref, şan. İLE Üst, üzere. İLE [daha/çok/pek] Yüksek. İLE İhsanlar. İLE Kirleten. )

- A'LÂF[< ALEF] ile ÂLÂF[< ELF]
( Hayvan yemleri. | Otlar, samanlar. İLE Binler. )

- ALAK ile ÂLÂK
( Pıhtılaşmış kan. | Sülük. İLE Sakız. )

- AM ile ÂM[çoğ. A'VÂM] ile AMM[çoğ. AMMÂT] ile ÂMM[< UMÛM] ile HAMM
( Sevgi. | İstek, istemek, istenilen. | Dişillik örgeni, vajina. İLE Yıl, sene. İLE Amca. İLE Genel/umûmî, herkese ait. İLE Şiddetli hararet. )

- AMÂ ile A'MÂ
( Körlük, görmezlik, manevi körlük, bilgisizlik. | Yağmur bulutları. İLE Kör. | Bilgisiz/cahil. )

- ÂMÂK[Ar. < MAAK/MAUK] ile A'MÂK[Ar. < UMK]
( Göz pınarları. İLE Derinlikler. )

- AN ile ÂN
( -dan, -den. [ANH, ANHÂ] İLE En kısa süre. )

- [Fars.] ÂN ile -ÂN
( Güzellik çekimi/câzibesi, alım. | Şu, bu. İLE Çoğul edatı. [ŞÂH-AN: Şahlar] | Sıfat edatı. [HİRAS-ÂN: Şahlar] | Sözcüğü zarf yapan. [GÛY-AN: Söyleyerek] )

- ANÂ' ile ÂNÂ'[< ÂNÎ] ile A'NÂ'[< İNV] ile ANA
( Güçlük, zahmet, meşakkat. İLE Gece yarısı vakitleri. İLE Taraflar, nâhiyeler. İLE "Anne" sözünün/hitabının kısaltılmışı. )

- ÂNAK ile A'NÂK ile A'NÂK[< UNK]
( Çok/en zarif. İLE Boynu uzun [kişi]. İLE Boyunlar, gerdanlar. | Yaprak sapları. | Rüzgârla kalkan toz bulutu. )

- ÂNÂN[Fars. < ÂN] ile ANÂN[< ANÂNE] ile A'NÂN[< UNK]
( Onlar. İLE Bulutlar. İLE Ağacın ucu. | Ufuklar. )

- ANÂNE ile AN'ANE[çoğ. AN'ANÂT]
( Bir bulut. İLE Gelenek, rivâyet. | Açıklamalar, tafsîlât. )

- AN'ANÂT ile ANÂNET
( Gelenekler, rivâyetler. İLE Eşeysel güçsüzlük, iktidarsızlık. )

- ÂNÎ ile ÂNÎ ile ÂNÎ ile A'NÎ
( Alçakgönüllü. | Köle. | Meşgul. | Mustarib. | İşçi. | Müfettiş. | Tahsildar. [dişil ÂNİYE] İLE Bir an içinde, hemen, o anda, derhal. İLE Olmuş, kemâle ermiş. İLE Yâni. )

- ÂNİD ile ANÎD[< İNÂD]
( İnat eden, inatçı. İLE Çok inatçı. )

- ANÎF[< UNF] ile ÂNİF
( Sert, şiddetli. | Kaba/kötü tutumda bulunan. İLE Pek yakında geçen. )

- ÂNÎSE[Fars.] ile ÂNİSE[Ar.]
( Sıkı bağlı şey. | Koyulaşmış/katılaşmış akıcı maddeler. [kan ya da mürekkep gibi] İLE Cana yakın kız/kadın. )

- ARÂ' ile ÂRÂ'[Ar. < RE'Y] ile -ÂRÂ[Fars.]
( Bölge, mıntıka/mıntaka. İLE Oylar. İLE Süsleyen, bezeyen. [Dil-ârâ] )

- ARAB ile ÂRÂB[< İREB, İRBE] ile A'RÂB[< ARAB]
( Irak, Şam, Hicaz, Yemen, Mısır'da ve Afrika'nın kuzeyinde bulunan semitik kavmin genel adı. İLE Akıllar, zekâlar. | Hâcetler. | Hîleler, dekler, oyunlar. İLE Çöl Arapları. )

- ARABÎ ile A'RÂBÎ[Ar. çoğ. EÂRÎB]/[Fars. BÂDİYE-NİŞÎN]
( Arap budununa/kavmine ait olan/lar. | Arapça, Arap dili. İLE Çölde yaşayan Arap. )

- A'RÂK ile A'RÂK[< IRK] ile ARAK ile ARAKK
( Ter. | Üzüm ve çeşitlerinden çekilip elde edilen ispirto, rakı. İLE Kökler, damarlar. İLE Rakı. İLE [daha/çok/pek] İnce. )

- ÂRÂM[Ar. < İREM] ile ÂRÂM[Fars.]
( Çölde, özellikle konulan belirteç/nişan. İLE Durma, eğlenme, dinlenme. | Yerleşme, dinlenme, karar kılma. )

- [Fars.] ÂRÂMÎ ile ÂRÂMÎ
( Dinlenme, rahatlık. | Ârâmca [semitik dillerden]. İLE İstanbul'da doğmuş ve vefât etmiş bir Mevlevî şairi. [ö. 1630] )

- A'RÂS[< URS] ile A'RÂS ile ARAS
( Nikâh törenleri. | Düğünler. | Evliler. İLE Arsalar, boş topraklar. İLE Yorgunluk, bitkinlik. )

- A'RÂZ[< ARAZ] ile ARAZ ile A'RÂZ[< IRZ]
( İşâretler, alâmetler. | Tesâdüfler, hastalık alâmetleri. | Kazalar, felâketler. İLE İşâret, alâmet. | Tesâdüf. | | Kaza, felâket. | [Felsefede] Kendi kendine varolmayıp başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet. İLE Irzlar, namuslar. )

- ARÂZİ[< ARZ] ile A'RÂZÎ
( Yerler, topraklar. İLE Ârızî, tesâdüfî, rastgele. )

- ÂREC[Fars.] ile AREC ile A'REC[Ar.] / LENG[Fars.]
( Dirsek. İLE Topallık. İLE Topal, aksak. )

- ÂRIZ[< ARZ] ile ÂRIZÎ[< ÂRIZ]
( Gelen. | Rastlantısal olay. | Dağ, bulut vs. gibi görünmeye engel olan her şey. | Yanak. İLE Sonradan çıkan. | Gelip-geçici, muvakkat. )

- ÂRIZA ile ARÎZA[< ÂRIZ]
( Engebe. | Aksama, aksaklık. | Bir notanın sesini yarım ton yükseltmek, alçaltmak ya da eski durumuna getirmek için notanın soluna konulan diyez, bemol ve bekar belirteçlerinin ortak adı. İLE Küçüğün büyüğe yazdığı yazı. )

- ÂRİM ile ARİM
( Uygunsuz, hoşa gitmez, ters. İLE İnatçı, kafa tutan. )

- ÂRİŞ[Fars.] ile ARÎŞ[Ar.]
( Anlam/mânâ, kavram/mefhum. İLE Asma çardağı. | Samandan yapılmış bir çeşit ev. | Sundurma. )

- ÂRİZ ile ARÎZ ile ARÎZ[< ARZ]
( Ardıç ağacı. İLE Semiz. | Enli, geniş. | Alçakgönüllü, lâtif, lâyık. İLE Geniş, enli. )

- ARS ile ARS
( Sevinç, ferahlık. İLE Yıldırımlı gök gürültüsü, yıldırım. )

- ARÛZ ile/değil ARÛS
( Yan, taraf. | Yanak. | Yol. | Usul. | Hecelerin uzunluğu ve kısalığı esasına dayanan, belirli kalıpları, Türk, Fars, Efgan, Pakistan ve kısmen Hindistan nazımlarında kullanılan vezin. [Arap dilcilerinden İmam Halil'in, eski Arap şiirlerini esas tutarak bir düzene bağladığı söylenegelen] | Arap nazmında beytin birinci dizesinin son bölümü.[bizde yoktur!] İLE Gelin. [ŞEB-İ ARÛS: Düğün gecesi.] | Hüsrev Perviz'in sekiz hazinesinden biri. | Kükürt. )

- ARZ ile ARZ ile ÂRZ[Fars.] ile ARZ
( Bir büyüğe sunma, gösterme, önüne koyma. İLE Dünya. | Toprak. İLE Ardıç ağacı. İLE En, genişlik. | Enlem. )

- ARZÎ ile ARZÎ
( Toprağa ait, toprakla ilgili. İLE En ile ilgili. )

- ÂS ile ÂS
( Mersin ağacı. İLE Değirmen. | Kakum denilen bir hayvan. )

- ASÂ ile ÂSÂ[Fars.] ile -ÂSÂ, ÂSÂY[Fars.] ile A'SÂ
( Değnek, sopa. | Dervişlerin taşıdıkları sopa. İLE Esneme. | Ciddilik, vakar. | Süs, bezek. İLE ... gibi. İLE Değnekler, sopalar. )

- ÂSÂB[< ESEB] ile ÂSÂB ile A'SÂB
( Gövdenin alt kısmında çıkan kıllar, kasık kılları. İLE Sinir, damar. İLE Sinirler. )

- ÂSÂL ile ÂSÂL[Fars.] ile ÂSÂL[Ar. < ASÎL]
( Ahlâk. İLE Temel, kök. İLE İkindi ile akşam ya da yatsı arasındaki zamanlar. )

- ASALE ile ASÂLÉ
( Çok zehirli bir yılan. İLE Bal peteği. )

- A'SÂM[< USME] ile A'SAM ile ASAMM ile ÂSÂN[Fars.]
( Gerdanlıklar. | Tasmalar. İLE Ön ayakları sekili olan hayvan. İLE Sağır, işitmez. | Söz işitmez. | Sert, güç, tahammül edilmez. | Arap yazısında, ikinci ve üçüncü kökünde, uzun harf bulunan bir fiil. İLE Kolay. )
( SEKİ: Atın ayağında genellikle bileğe ya da dize kadar çıkan beyazlık. )

- ÂSÂR[Ar. < ESER] ile ASAR ile ÂSÂR[Ar. < ISR] ile ASÂR ile A'SÂR[Ar. < ASR] ile AS'AR
( İzler, nişâneler, alâmetler. | Âbideler. | Gelenekler, öyküler. İLE Toz. [GUBÂR] | Sığınak, sığınılacak yer. [MELCE'] İLE Görevler. | Yükler. | Kabahatler, cürümler. İLE Fakirlik. İLE Yüzyıllar. İLE Pek kibirli. | Çarpık yüzlü. )

- ASEL ile A'SEL
( Bal. İLE Eğri olan katı şey. | Eğri dişli ya da bacaklı kişi. )

- ASER ile A'SER
( Solaklık. İLE Pek zor ve çetin, dayanılması çok güç. | Solak. )

- ASHAR ile ASHÂR[< SIHR]
( Saçı kızıl olan. | Kırmızı tüylü. İLE Evlenme dolayısıyla erkek tarafı akrabalar, güveyler. )

- ÂSÎ[Ar. < ESER] ile ASÎ ile ASÎ, ASİYE ile ÂSÎ[< İSYÂN, çoğ. USÂT] ile ÂSÎ ile ÂSÎ[Fars.]
( Ahlâkı bozuk, ahlâksız, çapkın. İLE Uygun, elverişli. İLE Çok isyancı. İLE Karşı gelen. | Haydut, şakî. | Günahkâr. İLE Hekim, cerrah. İLE Kederli, mahzûn. )

- ASÎL ile ASÎL[< ASL]
( Öğleden sonranın son bölümü, akşamüstü. | Ölüm. İLE Sağlam. | İyice kökleşmiş. | Kendi adına hareket eden. | Edepli, terbiyeli. )

- ASÎL ile ASÎLE[çoğ. ASÂİL]
( Öğleden sonranın son bölümü, akşamüstü. | Ölüm. İLE Öğleden sonranın son bölümü, akşamüstü. | Bir şeyin bütünü. | Ölüm. )

- ÂSİR ile ÂSİR/ÂSİRE ile ÂSİR/ÂSİRE ile ASÎR ile ASÎR ile ASÎR[< USRET]
( Bir söylenceyi/efsaneyi aktaran/nakleden. İLE Ayağı kayan. İLE [Üzüm ve benzerleri gibi şeyleri] Şırasını ya da yağını almak üzere sıkan. İLE Bitişik komşu. | Karmakarışık, dolaşık. İLE Şırası ya da yağı alınmak üzere sıkılmış şey, usâre. İLE Zor, güç, zahmetli. | Titiz. )

- ÂSİRE ile ASÎRE, SECÎR
( Hayvanın ayağının arasına takılan köstek. İLE Posa, cibre. )

- [Fars.] ÂSİTÂN ile ÂSİTÂN
( Eşik. İLE Müneccimlerin hesaplarına göre insan hayatının uğursuz dakikaları. )

- [Fars.] ÂSİTÂN ile ÂSTÂN
( Eşik. İLE Eşik, ayakkabılık. | Dergâh, tekke/tekye. )

- ÂSİYE ile ÂSİYE ile ÂSİYE
( Sütun, direk, kolon. | Kederli, üzüntülü [kadın]. İLE Hz. Mûsâ'yı, Nil'den çıkararak büyütüp yetiştiren Firavun'un eşinin adı. İLE İsyancı kadın. )

- ASKA'[< SUK] ile ASKA'
( Bölgeler. | Çeşme duvarlarının bölmeleri. İLE Kanarya. [kuş] )

- ASKER[Fars.] ile ASKER, CÜND[Ar.], LEŞKER[Fars.]
( Devredici, seyyar. İLE Er. )

- ASLA' ile ASLA'
( Dazlak, başının ön tarafındaki saçlar dökülmüş olan. İLE Hiçbir zaman/vakit. )

- ASMA' ile ASMÂ ile ASMAH
( Uyanık ve "gözü açık" olan. | Keskin kılıç. İLE Eğri elli/bacaklı. İLE Pek kahraman, çok şecâatli. )

- ASÛF ile ASÛF[< ASF]
( Çok şiddetli rüzgâr. | Hızlı yürüyen. İLE Çok zulüm eden. )

- ASÛM ile ASÛM
( Geçimi/maişeti için çok çalışan. İLE Obur, açgözlü. )

- AŞÂ' ile A'ŞÂ
( Geçimi/maişeti için çok çalışan. İLE Gözleri "dumanlı" kişi. | Çeşitli yüzyıllarda yaşamış birkaç Arap şairinin adı. )

- [Fars.] ÂŞÂM ile ÂŞÂM
( Yiyecek ve içecek. İLE İçen, içici. )

- ÂŞÎ[Fars.] ile ÂŞÎ[Ar.] ile AŞÎ
( Aşçı. İLE Akşam yemeği yiyen. | Gidip, uzaklaşan. İLE Tavuk karasına tutulmuş. | Akşam. | Akşam yemeği. )

- AŞİB ile AŞÎB
( Çok otlu. İLE Bol otlu. )

- AŞÎR ile ÂŞİR
( Onda bir [1/10]. | Samimi dost ve arkadaş. | Koca. İLE Onuncu. | Öşür toplayan. )

- AŞKÂR[/Â/E], ÂŞİKÂR/E[Fars.] ile AŞKAR[Ar.]
( Belirli, açık, meydanda. İLE Koyu al. | Kızıl saçlı adam. | Doru[gövdesi kızıl, ayakları ve yelesi kara] at. )

-@ ATA[Türkçe] ile ATÂ'[Ar.]
( Baba. | Dedelerden/büyükbabalardan her biri. | ATATÜRK sözcüğünün kısaltılmış biçimi. İLE Bağışlama, bahşiş. [> TEÂTÎ] )

- A'TAF[< ATF] ile A'TÂF[< ATF]
( En âtıfetli, pek şefkatli, çok merhametli. İLE Merhametler, şefkatler. | Meyiller, atmalar. )

- ATAL[çoğ. A'TÂL] ile ÂTÂL[< ITL]
( Gövdenin örtülü olmayan bir yeri. [özellikle ense] | Tüm gövde. | Bir kişinin güzelliği. İLE Koltuk altları. | Böğürler. | Yanlar, kenarlar. )

- ATBÂ'[< TIB] ile ATBA' ile ATBÂ[< TABY]
( Dereler, kanallar. İLE En pis. İLE Meme başları. )

- ATHÂR[< TÂHİR] ile ATHAR
( Hanımların, âdet ve doğumdan kurtuldukları zamanlar. İLE Çok temiz olan. )

- ÂTÎ[< İTYÂN] ile ÂTÎ/ÂTÎYE[< UTV] ile ATÎ
( Gelecek, gelen [kişi ya da şey]. | Gelecek zaman, istikbal. | Önde, aşağıda. İLE İsyân eden, kafa tutan. İLE İnatçı, "kalın kafa/lı". )

- ÂTİK[çoğ. AVÂTİK] ile ÂTİK ile ATÎK/ATÎKA[< ITK]
( Sırtın üst bölümü. İLE Berrak, sâf; karışmamış, değerli/kıymetli. İLE Eski. | Hür. | Güzel, genç kız. | Asîl. | Hz. Ebû Bekir'in takma adı/lâkabı. )

- ATLAS ile ATLÂS[< TALAS]
( Üstü ipek, altı pamuk kumaş. | Düz, havsız, tüysüz. | Büyük harita. | Atlas Denizi. İLE Eskitmeler. | Eski, aşındırılmış. )

- AVÂM[< ÂMM] ile A'VÂM[< ÂM]
( Herkes, kaba ve cahil halk, ayak takımı. İLE Yıllar, seneler. )

- AVÂZ[Ar.] ile ÂVÂZ[Fars.] ile A'VÂZ[Ar. < İVAZ]
( Nefret. İLE Ses, sedâ. İLE Bedeller, karşılıklar. )

- -ÂVER[Fars.] ile A'VER
( Getiren, taşıyan. [PEYÂM-ÂVER > PEYGAMBER] İLE Bir gözü kör, tek gözlü. | Körbağırsak. )

- AVEZ ile A'VEZ
( Fakirlik, sıkıntı. İLE Anlaşılması güç şiir. | Anlamı anlaşılmaz şey. )

- AYÂ ile ÂYÂ[Fars.], ACABA[Ar.] ile A'YÂ ile AYA
( Yeteneksiz/kabiliyetsiz, kudretsiz. | Tedavi edilemez, iyileştirilemez. İLE Şüphe ve tereddüt bildiren edat. İLE Daha ya da en kudretsiz, hiç iktidarı olmayan. İLE El/avuç içi, ayak tabanı. | Yaprakların düz ve parlak bölümü. )

- AYÂN ile Â'YÂN[< AYN]
( Belirli, açık, meydanda. İLE Gözler. | Bir memleketin ileri gelenleri. )

- A'YEN ile ÂYEN, ÂHEN[Fars.]
( Büyük, iri gözlü. | Bakılan yer. | Çok açık, pek belirli. İLE Demir. )

- AYNÂ[Ar. < ÎYN] ile AYNA[Fars.]
( İri ve güzel gözlü. İLE Işığı yansıtan, varolanların görüntüsünü veren, cilâlı ve sırlı cam. )

- AYNİ ile AYNÎ
( Hep o, başkası değil. | Tıpkısı. İLE Para olarak değil, maddî/eşya olarak verilen. )

- A'ZÂ[< UZV] ile AZÂ'
( Örgenler/organlar, uzuvlar, üyeler. İLE Sabır. | Cenâze alayı. | Başsağlığı ziyareti. )

- A'ZÂR[< ÖZR] ile ÂZÂR[Fars.] ile ÂZÂR[Fars.]
( Bahaneler, engeller, özürler. İLE Mart ayı. İLE İncitme, azarlama/tekdîr, kırılma. )

- AZÎM/E[< AZAMET] ile ÂZİM[< AZM]
( Büyük, ulu, iri. İLE Niyetli, kesin karar veren. )

- ÂZÎR[Fars.] ile ÂZÎR ile ÂZÎR
( Ağrı, sızı, akıntı, ıstırap. | Azar. İLE Özür, özür dileyen. İLE Biçilmiş ekinin tarlada satılması. )

- BÂ' ile BÂ'
( B harfinin Arapça okunuşu. [BÂ-İ MUVAHHİDE: Tek noktalı harf olmasından. | BÂ-İ TAHTÂNİYYE: Noktasının harfin altında olmasından.] İLE Kulaç. | Erişme, yetme. | Kuvvet, kudret, beceriklilik. | Şeref, kerem, vergili, verimli olma. )

- BÂB[çoğ. EBVÂB] ile BÂB[Fars.] ile BÂB
( Kapı. | Geçit, boğaz. | Bölüm. | İş, şekil, mesele, yol, konu/mevzû. | Tövbe.[tas.] İLE Uygun, lâyık. Elverişli. Hayır, uğur. İLE Baba, ata. | Mânevî önder, şeyh. )

- BÂBET[Fars.] ile BABET[Fr.]
( Dizinde "kezâlik". | Uygun bir şey. | Bent, fıkra. | Taallûk, münâsebet. | Elmas dal. [süs] İLE Bayan [bale] ayakkabısı. )

- [Fars.] BÂD ile BÂD
( Olsun, ola, olaydı. İLE Yel, rüzgâr. | Soluk, nefes. | Ah sesi, ah çekme. | [tas.] Allah'ın yardımı. | Övme, söz. | Büyüklük taslama, kibir. | Şarap. )

- [Fars.] BÂDÂM ile BÂDÂME
( Bâdem. | Sevgilinin güzel gözü. İLE İpek kurdu. | Nazarlık, nazar boncuğu. | Et beni. | Zincir halkası. | Eski püskü hırka. | Süslü nesne. )

- BÂDÂŞ[Fars.] ile BAĞDAŞ
( Mükâfât[< kifâyet], yeterlilik. İLE Her iki ayağın da öteki bacağın uyluğunun altına alınarak oturma biçimi. )

- BA'DE ile BÂDE[Fars.]
( Sonra. İLE Şarap, içki. | Aşk, Allah sevgisi. | Halk öykülerinde Hızır'ın kahramanlara ve bazı saz şairlerine rüyalarında sunduğu içki. )

- BÂDÎ[< BED] ile BÂDE[Fars.]
( Neden, mûcib. | Neden olan. | İlk, başlangıç. | [Fels.] Sonsal, aposteriori. İLE Rüzgâra ya a havaya özgü. | Geçici. )

- BÂDİNCÂN ile BÂDİNGÂN[Fars.]
( Patlıcan. )

- BÂDİR ile BÂDİRE[çoğ. BEVÂDİR]
( Hemen yapmak isteyen. | Birdenbire vukû bulan. | Dolunay. | Büyümüş çocuk. | Olgun meyve. İLE Musîbet, felâket. | Zor geçit. | Hiddetli iken yapılan bir yanlışlık. | Bazı nesnelerin ya da her türlü bitkinin ucu. | Külfetsiz, güçlük çekmeden söylenilen söz. )

- [Fars.] BÂFTE ile BÂFTE
( Sıfat. İLE Ad. )
( Dokunmuş. İLE Büyük renkli leke. | Oyma levha. | Parça. | Büyük bir haritayı oluşturan parçalardan her biri, pafta. )

- BAGİ ile BÂGÎ[Fars.] ile BÂGI[çoğ. BUGAT]
( Serkeşlik, azgınlık. İLE Aynı bahçede yetişen. İLE Haksızlık eden serkeş. )

- BÂH ile BÂH[Fars.]
( Şehvet. İLE Yol. )

- BAHÂ ile BAHÂ'[Fars.] ile BÂHÂ/BÂHA
( Güzellik, zariflik. | Parıltı. | Alışma, dadanma. İLE Değer, kıymet, bedel. İLE Bir evin etrafiındaki kapalı avlu ya da bahçe. | Açık meydan, alan. | Suyun derin yeri. )

- BAHÂ ile VÂHA
( ... İLE Çöl ortasında suyu ve yeşilliği olan yer. )

- BAHÂÎ ile BAHAÎ/LİK
( Alışkın. İLE Din. )

- BAHÂR[Fars. çoğ. BAHÂRÂN] ile BAHÂR ile BAHHÂR[< BAHR]
( Kışla yaz arasındaki mevsim. İlkyaz. [22 Mart - 21 Haziran arasıdır] İLE Güzellik. | Güzel. | Sığırgözü, papatya, sığır papatyası, sarı papatya. | Put, sanme, çelîpa. | Atılmış pamuk. | Ölçek. | Karanfil, tarçın, karabiber gibi kokulu şeyler. İLE Denizci, gemici. )

- BAHÂRÂT[< BAHÂR] ile BAHÂRET[Fars.]
( ... İLE Üstünlük, seçkinlik. )

- BÂHİK ile BÂHİKA
( Bir gözü görmeyen. İLE Görmeyen, kör. )

- BAHÎL[< BUHL çoğ. BUHALÂ] ile BÂHİL
( Cimri, hasîs, tamahkâr. İLE Serseri, başıboş. | Eli değneksiz çoban. | Yularsız deve. )

- BAHİR ile BÂHİR ile BÂHİR ile BÂHİR
( Deniz. İLE Yalancı, ahmak, alık. İLE Ekin sulayıcı, sulayan. İLE Belirli, açık, apaçık. | Işıklı, parlak, güzel. )

- BÂHİRE ile BÂHİRE ile BAHÎRE
( Dikenli ağaç. | Çok koşan cins deve. İLE Vapur. İLE İslâm'dan önceki dönemde, Araplar'ın, kulağını keserek işaretleyip biraktıkları dişil deve ya da koyun. )

- BAHİS[< BAHS] ile BÂHİS
( Konuşulan şey, söz. | İddialaşma. İLE Bahseden, araştıran. )

- bahreyn ile Bahreyn
( İki deniz. [Basra Körfezi ile Hint Denizi. / Akdeniz ile Hint Denizi. / Karadeniz ile Hint Denizi.] | İki büyük esas, temel şey. İLE Basra Körfezi'nde yer alan bir ada ülkesi. )

- BAHS ile BAHS/BAHİS
( Kur'an tabirlerinden olup "nâkıs" anlamına gelir. | Yağmur suyu ile ekilmesi olanaklı tarla. | Zulüm, işkence. | Gümrük alma. İLE Konuşulan şey, söz. | İddialaşma. )

- [Fars.] BAHŞ ile BAHŞ(Â)
( Bağış, ihsan. İLE Bahşeden, bağışlayan, veren, affeden. | )

- BAHT ile BAHT[Fars.]
( Öz, hâlis, saf. İLE Tâlih, kader, kısmet. | Cet, büyük baba. | Kargı. )

- [Fars.] BÂHTE[< BÂHTEN] ile BAHTE
( Oynamış, oyunda yutulmuş/ütülmüş kişi. İLE Besili, semiz koyun. | Burulmuş, üç yaşında koç. )

- BÂHÛR ile BAHÛR
( Çok sıcak/lık. İLE Ödağacı, misk, lâden gibi maddelerden meydana gelen ve yakılırsa güzel bir koku veren ot, tütsü, günlük. )

- BAÎM ile BÂİN
( Put, heykel. İLE Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu. )

- BAÎR ile BÂİR
( Eril deve. İLE Şaşkın, perişan durumda olan. )

- bâkî[< BEKA çoğ. BEVÂKİ] ile bâkî[< BÜKÂ] ile BÂKÎ
( Tanrı. | Sürekli/daimi, kalıcı. | Alt taraf. | Artık, artan, fazla, geri kalan, bundan başka. İLE Ağlayan. [Fars. GİRYÂN] İLE Divan şairi ve uzun adıyla Abdülbâki Mahmut. Kanûnî Sultan Süleyman tarafından korunmuş ve Meliküşşuarâ, Sultânüşşuarâ gibi unvanlar kazanmıştır. [1527 - 1599] [Tüm Osmanlı tarihinde cenazesine en çok katılım olan kişidir.] )

- BÂKURE["ku" uzun okunur] ile BÂKÛRE
( Sığır sürüsü. | Yararı, zararı ayıramayan sersem, budala. İLE Önce yetişen, turfanda yemiş. )

- BA'L ile BÂL[Fars.] ile BÂL ile BAL
( Karı-koca'dan her biri. | Güneş tanrısı. [İslâm öncesi] İLE Kanat. | Kol. | Boypos. | Üst, yukarı. İLE Kalp, yürek, gönül, hatır. | Kızıldeniz'in Habeş sahillerinde bulunduğu söylencesiyle gayet büyük ve pullu bir balık. İLE Arıların, beslenmek üzere çiçeklerden topladığı ve peteklere doldurdukları sıvı. )

- BÂN[Fars.] ile BÂN
( Dam, yüzey. İLE Sorgun ağacı, bey söğüdü. | [mecaz] Sevgilinin boyu. )

- [Fars.] BÂR ile -BÂR
( Tanrı, Allah. | Yük. | Defa, kere. | Meyve, yemiş. | İzin, müsâade. İLE Yağdıran, serpen, saçan, döken. [ŞÛLE-BÂR: Işık saçan] )

- BÂRÎ ile BÂRÎ[Fars.] ile BÂRİ'/BÂRİA[Ar. < BERÂAT]
( Yaratan, yaratıcı. İLE Hiç olmazsa, bir kere, hâsılı. İLE Mükemmel, güzel, üstün. )

- BÂRİK ile BÂRÎK[Fars.]
( Parıldayan. İLE Nâzik, dakik, rakik/ince. )

- BATIN/BATN[çoğ. BUTÛN, EBTÂN] ile BÂTIN[çoğ. BEVÂTIN] ile BATÎN
( Karın. | Nesil, soy. İLE İç. | İç yüz. | Gizli, görünmeyen nesne. | Tanrı. | İçteki. | Çukur, kuytu yer. İLE Büyük karınlı. | Uzak yer. )

- BÂRRÎ ile BÂRİYY
( İnce kumaştan örülen hasır. İLE Hasır. )

- [Fars.] BÂŞÂM ile BÂŞÂME/BÂŞÛME
( Perde, örtü. İLE Hanımların örtündükleri yaşmak, bürümcük, tülbent, başörtüsü, namaz bezi. )

- BATÎR ile BÂTİR ile BÂTİR[Fars.]
( Nalbant. İLE Keskin kılıç. İLE Turna. )

- BÂZ ile BÂZ[Fars.] ile BA'Z
( Geri, gerisin geriye. | Tekrar, yeniden. İLE Doğan, şahin, şeh-bâz. | Açık. | Oynatıcı, oynayan. | Tekrar, geri, yine. | Bir kulaç boyu. | İniş. | Fark etme, ayırma. | Sel uğrağı. | Yan taraf. | Karış. | Dönük. | Şarap. | Haraç. İLE Bir şeyin küçük parçası. | Birkaç, bir miktar, bir kısım, bir takım. )

- BÂZÎ ile BÂZÎ[Fars.]
( Beğenmeyen, istihfâf eden, ağzıbozuk, küfürbaz. İLE Oyun, eğlence. )

- BECÂ' ile BECÂ[Fars.]
( Geniş, bol. | Geyik, karaca. İLE Yerinde, uygun. )

- BEDÂN[Fars.] ile BED'AN
( Fenâlar, yaramazlar, çirkinler. | Onunla. İLE Başlangıçta, ilkönce. )

- BEDEN ile BED'EN/BED'AN
( Gözde, cisim, ten. İLE Başlangıçta, ilkönce. )

- BEDEVÎ ile Bedevî
( Göçebe. | Çölde yaşayan. [BEDÂVET: Bedevîlik, göçebelik.] İLE Seyyit Ahmed-ül-Bedevî tarafından kurulan tarikat. )

- BEDR ile Bedr
( Ayın ondördüncü gecesi, dolunay. İLE Hz. Muhammed'in dinsizlerle çarpıştığı Mekke ile Medîne arasında bir yer. Bedir Gazâsı. )

- BEDR-İ KEMÂL ile BEDR-İ KÂMİL
( Bir yazı çeşidi/tarzı. İLE Ayın ondördüncü gecesi. )

- [Fars.] BED-RÂM ile BED-RÂN
( Sert başlı at. | Sürekli/dâima. | Hoş, lâtif, yakışıklı, süslü. İLE İşleri kötü yöneten. | Çapkın. [kadın] | Orospu. )

- BEDRE ile BEDRİ[Fars.]
( Kuzu, oğlak derisi. | İçi altın dolu kese. İLE İçi altın dolu kese. )

- [Fars.] BEHMEN ile Behmen
( Zekî, anlayışlı. | Tedbirli. | Turpa benzeyen ve "kavza kökü" denilen bir ot. İLE İran hükümdarlarından İsfendiyâr'ın oğlu Erdşîr'in lâkabı. )

- BEHREME ile BEHREME[Fars.]
( Çiçeğin göz alıcı güzelliği ve parlaklığı. | Hindlilerin ibâdeti. | Saç ve sakalı kına ile boyama. İLE Burgu. )

- BEHV/BEHVE ile BEHV[Fars.]
( Misafir odası. | Yer altında hayvan ağılı. | Geniş meydan, yer. | Göğsün içi, boğazdan mideye kadar olan aralık. | Rahim ile mahrecinin/çıkışının arası. İLE Köşk. | Sofa. | Salon. | Cumba. | Çardak. )

- BEL ile BEL[Fars.]
( Belki. İLE Ökçe. )

- BELÂ ile BELÂ
( Evet, hayhay, peki. İLE Gam, keder, musîbet, âfet, cezâ, gayet zor iş, büyük uğraş. )

- BELÂBİL[< BELBÂL] ile BELÂBİL[< BÜLBÜL]
( Vesveseler, telâşlar, tasalar, kuruntular. İLE Bülbüller. )

- BELÂDE/BELÂD[Fars.] ile BELÂDET[Ar.]/ABRUTISSEMENT, APATHIE[Fr.]
( Kötü kişi, günahkâr, müzevir. | Fenâ şey. İLE İzansızlık, akılsızlık, sersemlik, budalalık. )

- BELDE[çoğ. BİLÂD, BÜLDÂN] ile BELED
( Şehir, kasaba, memleket. İLE Şehir, memleket. )

- BELKA' ile BELKA'
( Alaca, alaca bacaklı at. İLE Tenha [çöl], harap ve boş yer. )

- BEN ile BEN[Fars.]
( Kişi. | 1. tekil kişi. İLE Harman, ekin. | Bağ. | Çitlenbik. )

- [Fars.] BEN ile BENG
( Harman, ekin. | Bağ. | Çitlenbik. İLE Küçük çitlenbik. )

- BENEK[Fars.] ile BENEK[Tr.]
( Atlas zemin üzerine sırma işlemeli bir tür kumaş. İLE Herhangi bir şey üzerindeki ufak leke. )

- BENÛ/H[Fars.] ile BENÛ/N[< İBN]
( Yığın, küme. İLE Oğullar. )

- BER[Fars.] ile -BER[Fars.] ile BER[Fars.] ile BER'/BÜR/BÜRÛ'[Ar.]
( Üzere. İLE Alan, getiren, götüren. [DİL-BER: Gönül alan. | PEYÂM-BER: Haber getiren.] İLE Göğüs, sîne. | Meyva, yemiş. | Meme. | Kucak. | Yaprak. | Genç hanım. | Evin kapısı. | En, genişlik. İLE Hastanın iyileşmeye başlaması. )

- BER-BÂD[Fars.] ile BER-BATT[Ar., Fars.]
( Perîşan, harap, viran. | Pis, fenâ, kirli. İLE Kaz göğüslü. | Lavuta/lavta adlı bir çalgı.[LYRE(Fr.)] )

- [Fars.] BERBER ile BERBER
( Saç/sakal kesen usta/esnaf. İLE Afrika'nın kuzeyinde bulunan bir budun/kavim[Ar.]. )

- BERDE ile BERDE/BENDE[Fars.]
( Mide dolgunluğu. İLE Tutsak, esir, köle, karavaş. )

- BEREKET ile BEREKÂT
( Bolluk. | Meymenet, saâdet, mutluluk. | Tanrı vergisi. İLE Bolluklar, hayırlar. | Meymenetleri saâdetler, mutluluklar, hayırlar. )

- [Fars.] BERG ile BERG
( Bent, set. İLE Yaprak. )

- BERÎK ile BERÎK/E, BÜRÛK
( Işık, parıltı. İLE Un helvası. )

- BERR ile BERR
( Kara toprak. İLE Doğru sözlü, hayır işleyen. )

- BERS ile BERŞ[Ar., Fars.]
( Çukur, yumuşak yer. İLE Afyon şurubu, keten yaprağı ile yapılan bir çeşit yatıştırıcı/müsekkin mâcun. | Arzu, gönül isteği. )

- BE'S ile BES[Fars.]
( Zarar, ziyan. | Zahmet, zorluk. | Azap, şiddet, korku. | Fenâlık. İLE Yeter, yetişir, tamam, kâfi. | Çok. )

- BEŞERİYYÂT ile BEŞERİYYET
( İnsan bilimi, antropoloji. İLE İnsanlık, beşerlik. )

- BEŞÎ' ile BEŞÎR
( Acı, ekşi, tadı kötü olan. İLE Müjde getiren, müjdeci. | Güleryüzlü, güleç. )

- BETÛK ile BETÛK[Fars.]
( Çok keskin. İLE Yuvarlak tabla, bakkal sepeti. )

- BEVÂ' ile BEVÂH
( Benzer, beraber, beraber oluş. İLE Meydanda, âşikâr, belirli. )

- BEVÂDÎ[< BÂDİYE] ile BEVÂDÎR[< BÂDİRE]
( Çöller/sahralar, kırlar. İLE Olagelen olaylar/hadiseler. )

- BEVÂRÎ[< BÂRİYÂ, BÂRİYYE/BÂRİYY] ile BEVÂRİH[< BÂRİH]
( Hasırlar, ince kamıştan örülen hasırlar. İLE Samyeli denilen sıcaklar ve şiddetli rüzgârlar. )

- BEVÂTIL[< BÂTIL] ile BEVÂTIN[< BÂTIN]
( Bâtıl, yaramaz şeyler. İLE Gizli, kapalı şeyler. )

- BEVC ile BEVC
( Yorulma. | Şimşek. | Haykırma. İLE Ziynet, süs, debdebe. | Büyüklük, gösteriş. )

- BEVH ile BEVH ile BEVH
( Meydanda, zâhir, âşikâr. | Belâya uğrama, kederlenme. İLE Ateşin sönmesi. | Hiddet ve kızgınlığın geçmesi. İLE Düşünme, haberli olma. | Lânet etme, sövme, beddua etme, ilenme. | Eşeysel birliktelik/ilişki. )

- BEVN ile BEVN[Fars.]
( İki şey arasındaki uzaklık, mesafe. İLE Pay, hisse, nasip. )

- BEVS ile BEVŞ[Fars.]
( Acele, ileri geçme/gitme. | Bıktırıncaya kadar ısrar etme. | Bir kimseden kaçıp gizlenme. | Bir şeyin rengi. İLE Çalım, gösteriş, debdebe. )

- BEVZ ile BEVZ / BEVZEK[Fars.]
( Sürekli oturuş. | Kaybolan çillerden sonra yüzün güzelleşmesi. İLE Nem dolayısıyla yiyeyecek ve giyeceklerde oluşan yeşil küf. | Eşek arısı. | Ağacın köküne yakın olan yerleri. )

- BEYÂT ile BEY'AT/BÎAT
( Gece uyuma, gece iş görme, geceyi işle geçirme. İLE Kabul ve onay/tasdik uygulaması. )

- BEYÛN ile BEYÛN[Fars.]
( Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu. İLE Afyon. )

- BEYÛZ[< BEYZÂ] ile BEYÛS[Fars.]
( Çok yumurtlayan. İLE İstek. | Ümit. | Tamah. | Yaltaklanma. | Alçakgönüllülük. )

- BEYZÂR ile BEYZÂR/E
( Tenâsül âleti, penis. İLE Geveze, çalçene. )

- BEZÂZET ile BEZÂZET
( Bezcilik, manifaturacılık. İLE Perişanlık, pejmürdelik, kıyâfetsizlik. )

- BEZ BEZE ile BEZBEZE
( Zafer, üstünlük, galebe. İLE Hızlı yürüme, kaçma. | Şiddetli sarsma, depretme. )

- BEZE ile BEZE[Fars.]
( Fakir, miskin. İLE Günah, hata, suç, kabahat. )

- BEZÎM ile BEZÎN[Fars. < BEZÎDEN]
( Kuvvetli, zorlu kimse. İLE Esici, esen, esnek. )

- BEZME ile BEZME[Fars.]
( Gündüz yenilen bir öğün yemek. İLE Sohbet ve muhabbet meclisinin bir köşesi. )

- BEZR ile BEZR[< BÜZÛR] ile BEZR[Fars.]
( Tohum, ekilecek tâne. İLE Çiçek ve sebze tanesi İLE Ekim, ziraat. )

- [Ar., Fars.] BEZZÂZ-İSTÂN ile BEZZ-İSTÂN
( Bedesten/bedestan, esnaf çarşısı. )

- BID'/BID'A ile BIDÂA/T
( Geceden bir bölüm. İLE Anapara, sermaya. | Bilgi. )

- BITN ile BITNA
( Zengin. | Bodur. | Obur. | Şaşkın. | Sadece kendi çıkarını düşünen kişi. İLE Mide dolgunluğu. | Malın ve paranın çokluğundan doğan sevinç. )

- BIZR ile BIZIR
( Boş, beyhûde. İLE Klitoris. )

- Bİ- ile BÎ-[Fars.]
( Başlarına eklendiği zaman sözcükleri -e haline getirir. [Bİ-HAKKIN: Hakkıyla.] İLE -sız, -maz. [BÎ-ÂR: arsız, utanmaz] )

- BİAT ile BÎ-ADD[Fars.]
( Kabul ve onay uygulaması. İLE Sayısız. )

- BİCÂD ile BİCÂD/E[Fars.]
( Yol yol, çizgili olarak dokunulmuş kilim, halı, aba. | Hz. Abdullah'ın takma adı. İLE Kehribar gibi saman çöpünü kendine çeken, yâkuttan daha az değerli kırmızı bir taş. | Kırmızı dudak. )

- BÎD ile BİD ile BÎD[Fars.]
( Yok olma. İLE Arapça'daki bi edatının d,t ile başlayan sözcüklere katıldığı zamanki şeklidir. [Sözcüğü zarf yapar. (Bİ-D-DA'VÂ: Dâvâ ederek.)] İLE Söğüt ağacı. )

- BİDA' ile BİD'AT[< BİDA'] ile BİDÂD ile BÎ-DÂD/GÜRDÂS[Fars.]
( Sonradan meydana çıkan şeyler. İLE Sonradan meydana çıkan şey. | Peygamber zamanından sonra dinde meydana çıkarılan şey. İLE Hisse, bedel verme. | Arkadaşlar arasında nöbetle satın alma. İLE Zulüm, işkence. | Zâlim.[Ar. GAŞÛM] )

- BİDÂL ile BÎDÂR[Fars.]
( Bir şeyi başka bir şeyle değişme. İLE Uyanık, uyumayan, uykusuz. )

- BİH ile BÎH[Fars.] ile BÎD[Fars.]
( O, onu, ona, ondan, onunla. İLE İyi, yeğ. | Ayva. İLE Kök, asıl, temel. | Kaynak. )

- BİHÂR[< BAHR] ile BÎ-HÂR[Fars.]
( Denizler. İLE Dikensiz. )

- BİHİM ile BİHÎN/E[Fars.]
( O, onları, onlara, onlardan, onlarla. İLE Pek/en iyi, seçkin. | Hallaç. )

- [Fars.] BİHTER/EK ile/değil BİHTEREK
( Daha, en, pek iyi. İLE/DEĞİL Farslılarca 120 yılda bir kere onüç ay olarak sayılan yılın adı. [sonraları, dört yılda bir gün fazlası olan SENE-İ KEBÎSE şekline konulmuştur.] )

- [Fars.] BİHTER/EK ile BİHTERÎ ile BİHTERÎN
( Daha, en, pek iyi. İLE En iyi olma, üstünlük. İLE En iyi, pek iyi. )

- [Fars.] BİJEN ile BİJENG
( İran söylencesinde(mitolojisinde] kahraman ünlü Rüstem'in kızkardeşinin oğlu. [Efrâsyab'ın kızı Münije'ye âşık olmasından dolayı Efrâsyab tarafından bir kuyuya hapsedilmişse de Münije'nin yardımıyla Rüstem tarafından kurtarılmıştır.] İLE Kapı anahtarı. )

- BÎKA ile BİKA'[< BUK'A]
( Mercimek. İLE Yerler, topraklar, ülkeler. )

- BİL- ile BÎL[Fars.]
( -ile anlamına gelip, eklendiği -kameriyye harfleriyle başlayan- sözcükleri zarf yapar. [BİL-İKTİFÂ: Yetinerek, iktifâ ederek.] İLE Bel; çapa. | Hindayvası denilen Hindistan'a özgü bir meyve. | Gübre sepeti. )

- BİLE ile BÎLE[Fars.]
( Birlikte. | Aynı zamanda. | Üstelik. İLE Ada. | Yanak. | Yan. | "Kesme" denilen küçük bahçıvan beli şeklindeki ok temreni. | Kayık küreği, gönderi. )

- Bİ-L-Fİ'L ile Bİ-L-HÂSSA
( Gerçekten, hakîki olarak. İLE Özellikle, mahsus, hususî olarak, hele. )

- Bİ-L-İHTİMÂM ile Bİ-L-İHTİRÂM
( Özenerek, özenle, dikkat ederek, dikkatle. İLE Saygı duyarak, saygıyla. )

- Bİ-L-İSTİ'CÂL ile Bİ-L-İSTÎCÂR
( Acele ederek, aceleyle. İLE Kiraya vererek, kiralayarak. )

- BİLLÛR ile BİLÛR[Fars.]
( [ikisinin de anlamı aynıdır!] Gayet parlak ve saydam/şeffaf taş ya da pek saf ve temiz beyaz cam/kristal. )

- BİN- ile BİN[çoğ. BENÎ] ile BÎN[çoğ. BÜYÛN] ile -BÎN[Fars.]
( -e, -de, -ile hallerini karşılar ve şemsiye harfleriyle başlayan sözcükleri zarf yapar. [BİN-NETÎCE: Sonuç olarak.] İLE Oğul, oğlu. İLE Bölge, mıntıka. İLE Gören, görücü. [DÛR-BÎN: Uzaktan gören, dürbün.] )

- BİNÂ' ile BÎNÂ[Fars.]
( Yapı. | Ev. | Yapma, kurma. | Müteaddî[geçişli], lâzım[geçişsiz], meçhûl[edilgen], mutâvaat[dönüşlü] gibi fiillerin esâsını konu alan kitap. İLE Gören, görücü. | Göz. )

- [Fars.] BÎNÎ ile BÎNÎ
( Burun. | Uc. | Dağ tepesi. | Yayın ele alındığı kısmının ucu. İLE Görürlük. )

- BİN ile BİNT
( Oğul, oğlu. İLE Kız, kızı. )

- BİR ile Bİ'R[çoğ. ÂBÂR] ile BİRR ile BÎR[Fars.] ile BİR
( -ile, -ederek anlamına gelip eklendiği -şemsiye harfleriyle başlayan- sözcükleri zarf yapar. [Bİ-R-RECÂ: Ricâ ile.] İLE Kuyu. İLE İyilik, güzellik, hayır. | Anaya, babaya itâat. | Bağışta bulunma. İLE Yıldırım. | Yatak, döşek, kilim, halı, seccâde, örtü gibi şeyler. İLE Sayıların ilki. | Bir sayısını gösteren rakam. | Bu sayı kadar olan. | Herhangi bir varolanı belirsiz olarak gösteren. | Tek. | Birleşik. | Eş. | Ortaklaşa olan. | Sadece. | Ancak, yalnız. )

- BİRÂZ ile BİRÂZ
( Savaşa atılma. | Karşı karşıya döğüşme. İLE Az şey, biraz. )

- [Fars.] BÎREG ile BÎ-RENG
( Damarsız, soysuz, arsız. İLE Renksiz. | Renksiz, taslak durumunda bulunan resim. | İlâhî cevher. )

- [Fars.] BÎ-RÛ ile BÎ-RÛH
( Yüzsüz, arsız. İLE Cansız. )

- [Fars.] BÎŞ ile BÎŞÎ
( Artık, fazla. | Bıldırcın otu dnilen zehirli bir ot. [Çin'de bulunur] İLE Fazlalık. )

- BİT- ile BÎT ile BİT
( -ile, ederek anlamına gelip, eklendiği -şemsiye harfleriyle başlayan- sözcükleri zarf yapar. [Bİ-T-TAGYÎR: Değiştirerek]. İLE Kuvvet, gıda. İLE Yarımkanatlılar alttakımına giren, insan ve memeli hayvanların gövdesinde asalak olarak yaşayan ufak böcek. [KEHLE(Ar.) | PEDICULUS(Lat.)] )

- BİTA' ile BÎ-TÂ[Fars.]
( Baldan ve hurmadan yapılan bir çeşit şarap, koyu şıra. | Uzun boylu [adam]. İLE Buruşuksuz. )

- BÎTE ile BÎTET
( Geceleme, geceleyiş. )

- BİZ- ile -BİZ[Fars.] ile BİZ
( -e, ile, -rek anlamına gelip eklendiği -şemsiye harfleriyle başlayan- sözcükleri zarf yapar. [Bİ-Z-ZARÛRE: Zorunlulukla.] İLE Eleyen, kalburdan geçiren, tarayan. İLE Çoğul birinci kişi adılı. )

- BÎ-ZÂD[Fars.] ile BİZÂZ
( Azıksız, zahiresiz. İLE/VE/<> Yetersizlik/kifâyetsizlik, perişanlık, pejmürdelik.[BEZÂZET, BÜZÛZET] )

- Bİ-Z-ZÂT ile Bİ-ZÂTİHİ
( Kendi. İLE Kendiliğinden. )

- BÎ-ZÂD[Fars.] ile Bİ-Z-ZÂT
( Azıksız, zahiresiz. İLE Kendi. )

- Bİ-Z-ZÂT ile Bİ-L-Fİ'L / BİLFİİL
( Kendi. İLE/DEĞİL Gerçekten. / İş olarak, eylemli, edimli. )

- BİZLE ile BİZLE/BEZLE[Fars.]
( Gündelik giysi. İLE Şaka, lâtife. )

- BÛ ile BÛ[Fars.]
( Baba. İLE Koku. )

- BU'D ile BÛD[Fars.]
( Uzaklık. | Aralık. | Boyut. İLE Varlık. )

- BUHT ile BUHT[Fars.]
( İki hörgüçlü deve. İLE Oğul. )

- BUHÛ' ile BUHÛH
( Alçakgönüllülükle hakkını isteme. İLE Ses kısıklığı. )

- BUHÛL ile BUHUR, BUHÛR
( Cimrilik. İLE ... )

- BUHUR[< BAHR] ile BUHÛR[Fars.]
( Denizler. İLE Tütsü. )

- BUK'A ile BUK'A BUK'A
( Yer, toprak, ülke. | Büyük yapı. | Benek, leke. İLE Yer yer, memleket memleket. )

- BÛM/E[Ar., Fars.] ile BÛM[Fars.]
( Baykuş. İLE Yer, toprak, yurt. | Sürülmemiş tarla. | Tabiat, huy. )

- BÛM ile BÛN[Fars.]
( ... İLE Kolay. | Dip, nihâyet. | Rahim. )

- [Fars.] BUNDUK ile BUNDUKÎ
( Fındık. İLE Bir altın para. [Türkçe'de "Fındık altını" denilen Bundukî adı, Venedik şehrinin Arapça adı olan Bundukiyye'den gelmiştir.] )

- BÛR ile BÛR[Fars.]
( Dünya ve ahirete hayrı olmayan kişi. İLE Fıstıkî renk. | Doru, kızıla çalar at. | Sülün. )

- BU'RE ile BÛRE[Fars.]
( Çukur. | Çölde çukur biçiminde yapılan ocak. İLE Kuyumcuların kullandıkları, tuza benzer bir madde. | Nebat şekeri.[TEBERZED] )

- [Fars.] BÛS/E ile -BÛS
( Öpme, öpücük, öpüş. İLE Öpen. [DÂMEN-BÛS: Etek öpen.] )

- BÜC[Fars.] ile BÜCC[Ar.] ile BÜÇ[Fars.]
( Keçi. İLE Kuş yavrusu, palazı. İLE Ağzın iç tarafı, avurt. )

- BÜRD ile BÜRD[Fars.]
( Bir çeşit çubuklu kumaş, aba. İLE Bilmece, bulmaca, muammâ. )

- BÜRDE ile -BÜRDE[Fars.]
( Arapların giydiği bir çeşit aba, hırka. İLE Adlara eklenerek "götürülmüş, götürmüş, götüren" anlamlarına birleşik sözcükler yapar.. )

- BÜRÛK ile BÜRÛK[< BERK]
( Un helvası. İLE Şimşekler. )

- BÜSÛL[< BESR] ile BÜSÛL/BÜSÛR[Fars.]
( Gövdede çıkan sivilce, ufak çıban. İLE Lânet, beddua, ilenme, ilenç. )

- BÜYÛD ile BÜYÛT[< BEYT]
( Yok olma. İLE Mesken, hane, ev, oda, oba. )

- CÂBE ile CA'BE[< BEYT]
( Bir yanıt. İLE Ok kuburu, yelek, sadak. )

- CA'D ile CÂDD/E
( Kıvırcık saç. İLE Ciddi, çalışkan, azimli. )

- CÂDDE ile CADDE[Ar.]/ŞÂH-RÂH[Fars.]
( Ciddi, çalışkan, azimli. İLE Geniş, işlek, büyük yol, anayol. )

- CÂDÎ[çoğ. CÜDÂT] ile CÂDÎ[Fars.]
( Dilenci. İLE Safran. )

- CAHD ile CÂHİD[< CAHD] ile CÂHİD[< CEHD]
( Bile bile inkâr etme. İLE Bilerek inkâr eden. İLE Cehdeden, elinden geldiği kadar çalışan. )

- CÂHIZ ile CÂHİZ
( Patlak/lokma gözlü. İLE Cesaretli, gözüpek. )

- CÂHİZ ile CAHİZ/CAFİZ
( Cesaretli, gözüpek. İLE Katılar için kullanılan hacim ölçüsü. )

- CÂİL[< CEVELÂN] ile CÂİL
( Dönüp dolaşan, cevelân eden. İLE İşleyen, yapan, eden, yaratan. )

- CÂİL ile CÂHİL[< CEHL]
( ... İLE Bilmeyen, bilgisiz. | Genç, tecrübesiz, toy. )

- CA'L ile CÂL/CÂLÎ[Fars.]
( Yapma, meydana getirme. | Sabır, tahammül. | İşe başlama, alma. İLE Tuzak. | Misvak ağacı. )

- CÂLÎ ile CÂLİ' ile CA'LÎ ile CÂL/CÂLÎ[Fars.]
( Parlayan, cilâlı. | Cilâlayan, parlatan, temizleyen. | Sürgün eden. İLE Açık-saçık hanım. | Utanması kıt adam. İLE Sahte, yapmacıklı, düzme. | [Felsefe'de] Yapma. [ARTIFICE(Fr.)] İLE Tuzak. | Misvak ağacı. )

- CÂLİS[< CÜLÛS] ile CÂLİŞ[Fars.]
( Oturan, oturucu, tahta çıkan, cülûs eden. İLE Çiftleşme. | Naz ve gamze ile salınan. )

- CÂMİ'[< CEM çoğ. CEVÂMİ'] ile CÂMİ'[< CEM çoğ. CEVÂMİ'] ile Câmî[Fars.]
( Derleyen, toplayan, cem eden. | İçine alan, içinde bulunduran. İLE İçinde namaz kılınan ibâadet yeri. İçinde Cuma namazı kılınan mescit. İLE İran'ın XV. yy.da yetişmiş büyük mutasavvıf, mütefekkir ve âlim şâiri. )

- CÂMİ' ile CÂMİH
( ... İLE Başı sert hayvan. )

- CÂN[Fars.] ile CÂNN/CÂN
( Can, ruh. | Hayat, yaşayış. | Gönül. | Silah. İLE Cin taifesi. )

- CÂNÎ[< CİNÂYET] ile CÂNÎ[Fars.]
( Cinâyet işleyen. İLE Candan sevilen, azîz. )

- [Fars.] CÂVİDÂN-NÂME ile CÂVİDÂN-NÂME
( Kur'an'ın, Esterâbâd'lı Fazlullah tarafından, Hurûfiye tarikatının inancına göre yapılmış tefsiri. İLE Baba Efdâl-i Kâşânî tarafından yazılmış ahlâk ve felsefe kurallarını derleyen Farsça eser. )

- CÂYİ'[çoğ. CİYÂ'] ile CÂYİR
( Ac, ac olan, acıkmış. İLE Cevir ve cefâ eden/edici. )

- CEBÂN ile CEBBÂN
( Korkak. İLE Peynirci. )

- CE'BE ile CEBE
( Göbek bölgesi. İLE Zincirden ya da halkadan örme zırh. )

- CEBÎRE ile CEBÎRE[Fars.]
( Kırık/çıkık olan bir örgene sarılan tahtalar. İLE Halkın bir işe hazırlanması. )

- CEBL ile CEBR
( Yoktan yaratma. İLE Zor, zorlama. | Düzeltme, tamir etme. | Matematik, cebir. )

- CEBREN ile CEBRÎ
( [zarf] İLE [sıfat] )
( Zorla, cebr ile. İLE Zorla, zor altında. | Cebirsel. )

- CED/CEDD ile CED'
( Dede, büyükbaba. Annenin/babanın babası. İLE ... )

- CEFR ile CEFR/CİFR
( Geniş kuyu. İLE Güyâ bilinmezden/gaipten haber veren bir ilim. )

- CEHÂM ile CEHÂN[Fars.]
( Yağmur vermeyen bulut. İLE Dünya. | Sıçrayan, fırlayan, çabuk hareket eden. )

- CEHL ile CEHR
( Bilmezlik, cehâlet. İLE Yüksek sesle söyleme. )

- CELEB ile CELEB[Fars.]
( ... | İstanbul sarayında ilk işe başlamış acemi. İLE Orospu, fahişe. | Çan. )

- CELÎD ile CELÎD[Fars.]
( Fazla celâdetli[yiğit/kahraman] olan. İLE Kırağı, çiy, şebnem. )

- CEM ile CEM'[çoğ. CUMÛ] ile CEMM
( Hükümdar, şah. | Şark söylencesinde/mitolojisinde şarap ve içkinin mucidi. | Süleyman Peygbamber'in takma adı. İLE Toplanma, yığma. | Birden fazla insan, hayvan ve eşyayı gösteren ad. | Çoğul. [Ar. dilb.] İLE Büyük sayı, çokluk, kalabalık. )

- CEMÂAT[< CEM] ile CEMÂÂT[çoğ. CEMÂAT] ile CEMÂD
( İnsan topluluğu. | İmamın arkasında namaz kılanlar. İLE İnsan toplulukları. | İmamın arkasında namaz kılanlar. | Bir mezhepten olan topluca halk. | Yeniçeri teşkilâtında birkaç odadan oluşan bölüm. İLE Taş gibi cansız olan şey. )

- CEMÂH ile CENÂH
( Atın baş sertliği, harınlık. İLE Kanat, kuş kanadı. | Kol, pazı. | Yan, kol. | Âhiret. )

- CER' ile CER/CERR ile CER[Fars.]
( Suyu, yudum yudum içme. İLE Çekme, sürükleme.| Arapça'da, ait olduğu ismi, meksûr[kesreli=esreli] okutan harf ya da edat.[harf-i cerr] | Para, eşyâ vb. çekme. İLE Yarık, çatlak, özellikle yarılmış yer. )

- CERÂHAT/CİRÂHAT ile CERÂHÂT[çoğ. CERÂHAT/CİRÂHAT]
( İrin, yara. | Cerrahlık. İLE Yaralar, irinler. )

- CERDE ile CERDE[Fars.]
( Mekke'de, hacılara eşlik eden atlı koruma görevlisi. | Tüysüz, dazlak. İLE Sarı renkli, donu sarı, kuladan açık olan at. )

- CERED ile CERED[Fars.]
( Çıplak bir duruma getirme. İLE Yaralı. )

- CERÎ/CERY ile CERÎ'[< CÜR'ET]
( Cereyan. İLE Yiğit, cesur, gözü pek, yürekli. )

- CERİB ile CERÎB
( Uyuz hastalığına tutulan, uyuz. İLE Eskiden Arap ülkelerinde kullanılan [aşağı-yukarı] 216 litrelik bir hacim ölçüsü. | Tarla ve arazi ölçüsü. | Dönüm. )

- CERİD/E, CERDÂ ile CERÎDE ile CERÎDE[Fars.]
( Verimsiz, çorak yer. İLE Gazete, tutanak, zabıtnâme. İLE Yalnız, tenha. )

- CERÎM ile CERÎN[çoğ. ECRÂN, ECRİNE, CÜRÜN]
( Kabahatli, suçlu. İLE Hurma kurutma yeri. )

- CEVÂBÎ ile CEVÂBÎ[< CÂBÎ]
( Yanıt/cevap, karşılık. İLE Tahsildarlar, câbîler. )

- CEVÂD[< CÛD] ile CEVÂDD[< CADDE]
( Cömert, eli açık. İLE Büyük, işlek yollar, caddeler. )

- CEV'ÂN, CÂYİ' ile CEVÂN/CÜVÂN/CİVÂN[Fars.]
( Ac, acıkmış, midesi boş. İLE Genç, taze, delikanlı. )

- CEVÂRÎ ile CEVÂRİH/CÂRİHA[< CERH]
( Hizmetçi kızlar, halayıklar. İLE Yırtıcı kuş ya da hayvanlar. )

- CEZ' ile CEZ' ile CEZ[Fars.]/CEZÎRE[Ar.]
( Göz boncuğu denilen, kara alaca ve değerli bir süs taşı, damarlı akik. İLE Ağaç kökü. İLE Ada. )

- CEZÂ' ile CEZÂ'
( Sabırsızlıkla sızlanma. İLE İyi ya da kötü karşılık, azap. )

- CEZEL ile CEZER
( Bir şeyi ikiye bölme. İLE Havuç. )

- CEZÎL ile CEZL
( Peltek ve bozuk olmayan söz/sözcük. İLE Tomruk, kalın odun. | Çetrefil olmayıp, dürüst, doğru olan. [sözler/sözcükler için kullanılır] )

- CÎBÂ ile CİBÂH[< CEBHE: Alın]
( Odun. İLE Alınlar. )

- CİDÂL ile CİDÂR[çoğ. CÜDÜR/CÜDRÂN]
( Karşılıklı kavga, savaş. | Zorlu, hararetli konuşma. İLE Duvar. | Zar. )

- CİMÂ' ile CİMÂH
( Birleşme. [insanda] İLE Atın sert başlı olması. )

- CİMÂL ile CİMÂR
( Eril develer. İLE Toplu kabîle. | Süvâri alayı. )

- CİRÂN[< CÂR] ile CÎRÂN[< CERRE]
( Toprak testiler. İLE Komşular. | Müşteriler. | Etrafta/civarda olan yerler. )

- CİZM ile CİZN
( Tayın, porsiyon. İLE Ağaç kütüğü. | Kök. )

- CİZYE ile MAKTÛ' CİZYE
( Müslüman olmayan teb'adan alınan vergi. İLE Fetih sırasında, ahâlîsi Müslüman olmayan yerlerin halkından sulh yoluyla tâyin olunan maktû bedel, vergi. )

- [Fars.] CÛ ile CÛ/CÛY ile -CÛ ile CÛ'[Ar.]
( Arama, araştırma. İLE Akarsu, ırmak, çay. İLE "arayan, araştıran, arayıcı" anlamalarına gelen sıfatlar oluşturur. İLE Aclık, ac kalma. )

- CU'L ile CÛL[Fars.]
( Ücret, karşılık. | Ayak kirası. İLE Çaylak. )

- CÜLMÛD ile CÜLMÜD
( Kaya. İLE Sesi güçlü olan kişi. )

- [Fars.] CÜNBÂN ile -CÜNBÂN
( Sallayan, kımıldayan, hareket eden. İLE Kımıldanan, kımıldatan, sallanan, oynayan, oynatan anlamlarına sıfatlar oluşturur.[DÜNBÂLE-CÜNBÂN: Kuyruk sallayan.] )

- CÜRÛF ile CÜRÜF
( Maden posası, dışık. İLE Yar, uçurum. )

- CÜSÂM ile CÜSÂM
( Büyük, geniş. İLE Uykuda gelen ağırlık, ağırbasma, kâbus. )

[Fars.] ÇEH ile ÇEH
( Kılıç ve hançer gibi şeylerin kını/kılıfı. İLE Kuyu. )

- [Fars.] ÇEMÂN ile ÇEMEN
( Naz ile salınarak yürüyen. | Şarap kadeni. | Çemen. İLE Yeşil ve kısa otlarla örtülü yer, çimen. | Ağaç ve çiçeği olan çayır, yeşillik. | Pastırmaya konulan bir ot. )

- [Fars.] ÇÎN ile -ÇÎN
( Kıvrım, büklüm, çatıklık, buruşukluk. İLE "toplayan, derleyen" anlamlarıyla bileşik sözcükler oluşturur.[HÛŞE-ÇÎN: Başak toplayan.] )

- [Fars.] ÇİRÂ ile ÇİRÂĞ
( Nasıl? İLE Fitil, kandil, mum. | Çırak. | Emekli, tekaüt. | Öğrenci, talebe. )

- [Fars.] ÇÛBÎN/E ile ÇÛBÎN
( Ağaçtan yapılan şey. Değnek gibi kuru nesne. İLE Nûşirevân'a karşı ayaklanmış olan, Hürmüz'ün seraskeri Behrâm'ın takma adı. )

- DABB ile DÂB[Fars.]
( Kertenkele. İLE Şan ve şeref. )

- DAD ile DÂD[Fars.]
( Osmanlı abecesinin onyedinci harfidir.[ebced değeri 800'dür.] İLE Adâlet, doğruluk. | İhsan, vergi. | Veriş, satış. | Sızlanma, yanıp yakılma. | Feryâd, figan. | Kısmet, nasip. | Tuzlu balgam denilen bir cilt hastalığı. )

- [Fars.] DÂDER ile DÂDENDER ile DÂDER-ENDER
( Kardeş. İLE Üvey kardeş. İLE Üvey kardeş. )

- Dâğıstân ile DÂĞISTAN[Fars.]
( Kafkas dağlarının kuzeyinde ve Hazar Denizi'nin batı kıyısında bulunan bir bölge. İLE Dağlık yer. )

- DAHHÂK[< DIHK] ile Dahhâk[Fars.]
( Çok gülen/gülücü. İLE Çemşîd'in yerini almış olan Îran'ın zâlim ve gaddar bir hükümdarıydı. )

- DÂHİL ile DAHÎL[< DÜHÛL]
( İç, içeri, içeride, içeri girmiş. İLE Yabancı, sığıntı, sığınan, sığınmış. )

- DAHÎM[< DAHÂMET] ile DÂHİM ile DÂHÎM[Fars.]
( Fazla kalın olan, yoğun. İLE Nasip ve rızk. İLE Taç. )

- DÂLL[< DELÂLET] ile DÂLL/E[< DALÂLET]
( Gösteren, işâret eden, delâlet eden. İLE Doğru yoldan ayrılmış. | Hataya düşmüş. )

- DÂMİA ile DAMİYE
( Yavaş yavaş, damla damla kan sızdıran yara. İLE Kanı akan yara. )

- [Fars.] -DÂN ile DÂN
( Arapça, Farsça, bazen de Türkçe sözcüklere takılarak, yer, mahfaza, kab anlamına sözcükler oluşturur. [CÜZ-DÂN vs.] | Bilen, bilir.[SUHAN-DÂN: Söz bilir. | NA-DÂN: Cahil.] İLE Tâne. )

- DÂNİK ile DÂNG[Fars.]
( Mangır, para. | Bir dirhemin dörtte biri. İLE Bir dirhemin altıda biri. )

- [Fars.] DÂR ile -DÂR ile DÂR ile DAR/DARR[Ar.]
( Darağacı. | Ağaç. | Direk. İLE Tutan.[DEFTER-DÂR: Defter tutan.] | Sahip, malik.[ALÂKA-DÂR: İlgili. | HİSSE-DÂR: Hisseli. | HÜKÜM-DÂR: Hükme sahip.] İLE Savaş.[DÂR Ü GÎR: Kavga, savaş.] İLE Sıkıntı, belâ. | Zarar. )

- DARR ile DARR ile DÂRR
( Sıkıntı, belâ. İLE Zarar. İLE Zararlı. )

- [Fars.] DÂS ile DÂSE
( Orak. İLE Orak. )

- DA'VÂ ile DÂV[Fars.]
( Şikâyetçi olarak mahkemeye başvurma. | Sorun, mesele. | Bir konu/sorun üzerinde özel bir düşünce sahibi olma, iddia. İLE Satranç, dama, tavla gibi oyunlarda tutulan sıra, nöbet. | Oyunda sürülen para. | Sövme. | Dâvâ. | Duvar sırası. )

- DEBDÂB ile DEBDÂB[Fars.]
( Davul. İLE Şöhret, azamet. )

- DEF' ile DEFF[Ar.]/DEF[Fars.]/
( Öteye itme, savma, savulma. | Verme, ortadan kaldırma. | Giderme. | Bir dâvâyı savunmak üzere açılan başka bir dâvâ. İLE Tef. Zilli ve pullu bir çembere gerilmiş deriden oluşturulan çalgı, daire. )

- DEF'ATEN ile DEF'ATEYN
( Bir defada, birden. İLE Şöhret, azamet. )

- [Fars.] DEH ile DEH/DÂH
( İyi, güzel. | Saf, sıra. İLE On[10]. [Ar. AŞR] )

- [Fars.] DEHÂN ile DEHEN
( Ağız. İLE Ağız. )

- [Fars.] DEHÛN ile DEH-ÜM
( Ezber okuma, anımsama. İLE Onuncu. )

- DELÂLÂT ile DELÂLET
( Yol göstermeler, kılavuzluklar. İLE Gösterme, yol gösterme, kılavuzluk. | İz, işâret. )

- DELİK[Tr.] ile DELÎK[Fars.]
( Dar/küçük açıklık. İLE Gül tohumu. )

- DELK ile DELK[Fars.]
( El ile ovma, sürtme, ovuşturma/ovuşturulma. İLE Eski giysi, yamalı dilenci hırkası. | Dervişlerin giydiği eski aba ve yırtık cübbe. )

- DEM[çoğ. DİMÂ'] ile DEM' ile DEM[Fars.]
( Kan. İLE Gözyaşı. Gözyaşı dökme. İLE Soluk/nefes. | İçki. | An, vakit, saat, zaman. )

- DEM'ÂN ile DEMÂN[Fars.]
( İçi pek dolu, ağzına kadar dolu kap. İLE Heyecanlı, hiddetli. | Kükremiş. | Bağırıp çığırma. | Heybetli, zorlu. | Vakit, zaman. )

- DENDENE ile DENDENE[Fars.]
( Sözü, açık söyleme. İLE Ağır ağır, dudak kıpırtısıyla söylenilen söz, mırıltı, homurdanma. )

- [Fars.] DER ile -DER ile DERR[Ar.]
( -de, içinde.[DER-ANBAR: Anbarda. | DER-HÂTIR: Hatırda.] | Kapı.[DER-SAADET: İstanbul.] | Mağara. | Kere, defâ. | Cins, çeşit, kısım, nevi. İLE "Yırtan, yırtıcı, yaran, delen" anlamlarına sözcükleri sıfatlaştırır.[PERDE-DER: Perde yırtıcı, edepsiz.] İLE Kimse, kişi. | Güzel iş/eser. )

- [Fars.] DERÂ ile -DERÂ/DERÂY
( Çan, çıngırak. İLE "Durmadan söylenen" anlamına sıfat yapar.[HERZE-DERÂY/YÂVE-DERÂY: Saçma sapan şeyler söyleyen.] )

- [Fars.] DERHÛR ile DER-HÛR
( Uygun, lâyık, münasip. İLE Lâyık. )

- DERİ[Tr.] ile DERÎ[Fars.]
( İnsan ve hayvan gövdesini kaplayan, tüy/kıl ya da pulla kaplı örtü. İLE Farsça'nın düzgünü/fasîhi/sahîhi. | Havası iyi, yeşilliği bol olan dağ eteği. )

- [Fars.] DER-MİYÂN ile DER-NİYÂM
( Ortada, arada. İLE Kında, kılıfta, kına sokulmuş. )

- [Fars.] DERVÂ/DERVÂH ile DERVÂ
( Şaşkın, hayran. | Başaşağı asılmış, ters. | Gerekli/lâzım, zorunlu/zarûrî. İLE Hastalıktan yeni kurtulup yeterince kendine gelemeyen. | Sağlam, muhkem. | Doğru, gerçek. | Ayıp, utanma. | Cesâret, şecâat. | Sertlik, kabalık. )

- [Fars.] DESTÂN ile DESTÂN
( Eller. İLE Öykü/hikâye, kıssa. | Hîle, mekr, tezvîr. [Fr. ÉPOPÉE] )

- DEVÂM ile DEVÂN[Fars.]
( Sürekli/daim olma, bir halde bulunma, sürme. | Sebat. | Bir işe, bir me'muriyete gidip gelme. İLE Koşan, seğirten, hızlı yürüyen. | Koşarak, hızla/sür'atle. )

- [Fars.] DÎDE ile -DÎDE
( Göz. | Gözcü. | Gözbebeği. | Gözucu. İLE Görmüş, görülmüş.[LÜTUF-DÎDE: Lütuf/incelik görmüş.] )

- [Fars.] DİH ile -DİH ile DÎH
( Köy, karye. | Tek renkli, kenarları gümüş ya da altın motifli ipek kumaş. İLE Veren, verici.[ÂRÂM-DİH: Rahatlık veren. | HACLET-DİH: Utanç verici.] İLE Köy, karye. )

- DÎK[çoğ. DİYEKE, EDYÂK] ile DÎK ile DİK[Tr.]
( Horoz. İLE Dar olma, darlık. İLE Yatay bir düzleme göre yerçekimi doğrultusunda bulunan. Eğik olmayan. )

- [Fars.] DİL ile DÎL ile | [Tr.] DİL ile DİL
( Gönül, yürek/kalb. İLE Nokta. | Gönül, kalb. | Mandıra, ağıl. İLE | Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan, etli, uzun, hareketli örgen. Tat alma örgeni. İLE İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için sözcüklerle ya da işaretlerle yaptıkları anlaşma. Lisan. )

- DİMÂ'[< DEM] ile DİMÂĞ[çoğ. EDMİGA]
( Kanlar. İLE Beyin. | Akıl, şuur. [Fars. HÛŞ] )

- DİMNE ile Dimne
( Süprüntülük. İLE Çakal adı.["Kelîle ve Dimne" adlı öykü kitabındaki] )

- DÎN[çoğ. EDYÂN] ile DÎN[Fars.]
( Allah'a inanma ve bağlanma. İLE Her Güneş ayının 24. günü. | Kalemi korumakla görevli sayılan melek. )

- -DİSÂR ile DİSÂR
( Eklendiği sözcüğe çokluk, bolluk anlamı verir.[MERHAMET-DİSÂR: Çok merhametli.] İLE Üste giyilen kaftan, giysi. | Yatak çarşafı. )

- DÎVÂN[çoğ. DEVÂVÎN] ile DÎVÂN[Fars. < DÎV: Dev. | Şeytan. | Cin.]
( Büyük meclis. İLE Devler. )

- [Fars.] DÎZ ile DİZ ile | DİZ[Tr.]
( Renk. İLE Kale, sur. İLE Bacakların ortasındaki eklem yeri. Kaval, baldır ve uyluk kemiğinin birleştiği yer. )

- [Fars.] DUH ile DÛH
( Kız. | Hasır otu, hasır sazı. | Havâi fişek. İLE Otsuz, çıplak arazi, yer. Yapraksız ve meyvesiz ağaç. | Tüysüz, çıplak baş ve yüz. | Hasırotu. )

- DUMÛR ile DUMÛR
( Hastalıktan bir örgenin kuruması. | Zayıflıktan/açlıktan hayvanın karnının içeri çökmesi. İLE Bir örgenin beslenememesinden dolayı kuruyup kalması, körelme. )

- DÛR[< DÂR] ile DÛR[Fars.]
( Evler. | Bölgeler. İLE Uzak. [DÛR-BÎN: Uzağı gören. | Dürbün.] )

- [Fars.] DÛR-BÎN ile DÛR-NÜMÂ/Y
( Uzağı/ileriyi/geleceği gören. İLE Uzağı gösteren. )

- DÜZ ile DÛZ[Fars.]
( Yatay durumda olan. Eğik ve dik olmayan. | Eğri ya da kıvrımlı olmayan. İLE Dikici, diken. [ÇUVALDIZ < CÜVÂL-DÛZ: Çuval dikmeye özgü iğne.] )

- DÜCNE[çoğ. DÜCEN, DÜCÜNÂT] ile DÜCÜNNE[çoğ. DÜCÜNÂT]
( Karanlık, kapalı hava. İLE Bulut, kat kat olma, karanlık. | Yağmur yağma. )

- DUHÛL ile DÜHÜL[Fars.]
( İçeri/içine girme. İLE Davul. )

- [Fars.] DÜMBÂL/E ile DÜNB/E
( Kuyruk. İLE Kuyruk. )

- DÜSÛR ile DÜSÜR[< DİSÂR]
( Mahvolma, eseri kalmama. İLE Üste giyilen kaftanlar, giysiler. | Yatak çarşafları. )

- E ile -E
( Elif harfinin üstün ve ince okunan şekli. İLE Arapça sözcükleri dişil/müennes yapmaya yarar. )

- EB'AD[< BA'D] ile EB'ÂD[< BU'D]
( Daha uzak. İLE Uzaklıklar, uzunluklar. )

- EBÂET[çoğ. ÂBÂ] ile EBÂİD[< EB'AD]
( Kamışlık.[yer] | Kamış. İLE En uzak.[yerler] | Yakın olmayan.[akraba] )

- EBÂRİK ile EBÂRÎK[< İBRİK]
( Kumlu, balçıklı.[yer] | Alaca atlar. İLE İbrikler, su kapları. )

- EBCEL ile EBCER
( İri yapılı adam. İLE Büyük ve çıkık karınlı adam. )

- EBDÂN[< BEDEN] ile EBDÂN[Fars.]
( Gövdeler, tenler, cisimler. İLE Kavim, kabile. | Lâyık. )

- EBHAL[< BUHL] ile EBHÂR[< BAHR] ile EBHAR
( Daha/en/pek cimri/pinti/hasîs. İLE Denizler. İLE Ağız/soluğu kötü kokan. )

- EBÎ ile EBİR/EBR[Fars.]
( Baba. İLE Bulut. )

- EBLAG[< BELİĞ] ile EBLAK[< BALIK]
( Olgunluk derecesine çok yakın olan, dah beliğ, en fasîh. İLE Alaca, bulaca. | Rengârenk. | Alabacak at. )

- EBLEC ile EBREC
( Açık kaşlı. | Nurlu, parlak, vuzuhlu. İLE Gözünün akı çok fakat güzel gözlü kişi. )

- EBLEH[< BELÂHET] ile EBLEK[Fars.]
( Pek akılsız, ahmak, bön, alık. İLE Alacalı. )

- EBTAL[çoğ. EBÂTIL] ile EBTÂL[< BATTÂL]
( En boş, beyhûde. İLE Yiğitler, dövüşken erler. )

- ECEL[çoğ. ÂCÂL] ile ECELL[< CELÎL]
( Belirli olan süre/vâde. Ömrün sonu, hayatın son anı. İLE Çok büyük, en ulu. )

- ECHEL[< CÂHİL] ile ECHER
( Çok cahil. | Nâdân, aksi kimse. İLE Son derece güzel hanım. | Gündüz iyi görmeyen, kamaşık gözlü adam. )

- ECİR/ECR[< UCÛR] ile ECÎR[< ECR]
( Bir iş/hizmet karşılığında verilen şey. | Âhirete ait ödül/mükâfat, sevap. | Ücret. İLE Ücretle çalışan, gündelikçi. )

- ECLA' ile ECLÂ[< CELÎ]
( Kısa dudaklı ve miskin adam. İLE Pek belirli, çok âşikâr. )

- ECZEM[< CÜZÂM] ile ECZEM
( Cüzâmlı, miskinlik illetine uğramış olan. | Parmakları ya da eli kesik kimse. İLE Burnu kesilmiş. )

- EFDAL[< FÂDIL/FÂZIL] ile EFDÂL[< FAZL]
( Daha erdemli/fazîletli. | En üstün/âlâ. İLE Fazlalar/ziyâdeler. | İyilikler, ihsanlar, meziyetler, lütûflar. )

- EFFAK ile EFFÂK[< İFK]
( Ticaret için tüm dünyayı gezen. İLE Fazla iftirâ eden. )

- EFHÂM[< FEHM] ile EFHAM[< FEHÎM]
( Zihinler, anlamalar, idrâkler. İLE En ulu, çok şeref sahibi, daha fehâmetli. )

- EFHÂS[< FAHS] ile EFHÂZ[< FAHZ]
( Herşeyin içi/boşlukları. İLE Yakın akrabalar. )

- EFHÂS ile EFHÂZ[< FİKR]
( Daha fakir ve muhtaç. İLE Düşünceler. )

- EFLÂK[< FELEK] ile EFLÂK[< FİKR]
( Gökler, semâlar, felekler, küreler, zamanlar. | Bahtlar, tâlihler, kaderler. İLE Osmanlı döneminde, merkezi Bükreş olan, iki memleketten bir kısım. )

- EFRA' ile EFRÂH[< FERH] ile EFRÂH[< FERAH]
( Vesveseli, kuruntulu. | İşi gücü olmayan. İLE Piliçler. | Piçler. İLE İç açıklıkları, sevinmeler. )

- EFRÂS[< FERES] ile -EFRÂZ/FİRÂZ[Fars.]
( Atlar, beygirler, kısraklar. İLE Kaldıran, yükselten. )

- [Fars.] EFRÛZ ile -EFRÛZ
( Parıltı, şûle. İLE Aydınlatan, parlatan. | Tutuşturan, yakan. )

- [Fars.] EFSÂNE CÛ/Y ile EFSÂNE GÛ/Y
( Efsâne arayan/arayıcı. Boş vakit geçirmek isteyen. İLE Masal söyleyen, saçmasapan söyleyen. )

- [Fars.] EFŞÜRDE ile EFŞÜRE
( Sıkılmış, posası çıkarılmış şey. İLE Öz, uşâre. )

- EFZÂ'[< FEZÂ] ile -EFZÂ/-FEZÂ[Fars.] ile EFZAH/EFDAH[< FAZÎH] ile EFZÂR[Fars.]
( Korku ile bağırmalar. İLE Artıran, çoğaltan. İLE Daha/pek rezil. İLE Ayakkabı, kundura. | Gemi yelkeni. | Sanatçıların kullandıkları aletler. | Yemeğe konulan baharat. )

- EGVÂL[< GUL] ile EGVÂR[< GAVR]
( Büyük kazalar, felâketler. | Şeytanlar, türlü şekil alan periler. | Gulyabaniler, gövdesi olmayan hayvanlar. İLE Dipler, çukurlar. Sonlar. )

- EHAD ile EHADD[< HADD]
( Tek, bir, ilk sayı. İLE Daha keskin. )

- EHÂLÎ/AHÂLİ[< EHL] ile EHÂLÎL[< İHLÎL]
( Bir mahallede/semtte/kasabada/köyde yerleşip oturanlar. | Halk, umûm. İLE Penis deliği. )

- EHASS[< HASİS] ile EHASS[< HÂSS]
( Daha cimri, çok pinti. | Çok/en bayağı. İLE En özel. | Başlıca. )

- EHVÂ'[< HEVÂ'] ile EHVÂL[< HEVL] ile EHVÂR[Fars.]
( İstekler, arzular, şehvetler, hevesler, meyiller. İLE Korkular, dehşetler. İLE Şaşkın, sersem, alık. )

- EKTÂR[< KETER] ile EKTÂR/AKTÂR[< KUTR]
( Şerefler, haysiyetler. Hasepler, nesepler. Mertebeler, dereceler. İLE Taraflar, yanlar. )

- EKVÂS[< KEVS] ile EKVÂZ[< KÛZ]
( Yaşmaklar. İLE Kadehler, kâseler, bardaklar. )

- ELÂ ile ELA
( Başlama ve tenbih edatı.[Nazımda ve sözün başında kullanılır.][ELÂ'dan sonra EY nidâsı gelir.] İLE Sarıya çalar kestanerengi.[göz] )

- ELBÜRZ ile ELBÜZ
( Kafkas sıradağlarının en yükseği. | Hakkında türlü hûrafeler anlatılan Kaf Dağı. | Uzun boylu, yakışıklı. İLE Yüce, yüksek, bâlâ. | Kafkas Dağı'nın tepesi. )

- ELİBBÂ[< LEBÎB] ile ELİFBÂ/ELİFBE
( Akıllı, olgun, kâmil kişiler. İLE 33 harften oluşan Osmanlı abecesi. | Bir şeyin başlangıcı. | Bir örgü motifi. )

- ELMA'/ELMAÎ ile ELMAH/ELMAHÎ
( Pek zeki, çok anlayışlı. İLE Her gördüğü şeyi, incelemeye/tetkike, araştırmaya meraklı. )

- ELTAF[< LATÎF] ile ELTÂF[< LÛTF]
( Daha/pek lâtif, güzel, hoş. İLE İyilikler, iyilikseverlikler, nezâketler. )

- EMÂLÎC[< ÜMLÛC] ile EMÂLÎS[< İMLÎS/E]
( Uzun yapraklı otlar/fidanlar. İLE Otsuz ve susuz çöller. )

- EMÂRÂT[< EMÂRE] ile EMÂRET[< EMR] ile EMÂRİD[< EMRED]
( Nişanlar, eserler, deliller, alâmetler. İLE Emirlik, beylik, prenslik. | Emir'in hali ve sıfatı. İLE Bıyıkları terlememiş gençler. )

- EMCÂD[< MECÎD] ile EMCED[< MECÎD]
( Onur, şeref, haysiyet sahibi olanlar. İLE Daha/pek çok onur, şeref, haysiyet sahibi olan. )

- EMED ile EMEDD[< MEDD]
( Son, nihâyet. İLE Daha/pek uzun, sürekli. )

- EMHÂR[< MEHR] ile EMHÂR[< MÜHR] ile EMHÂL[< MEHL]
( Nikâh bedelleri, ayrılma durumunda, hanım eşe verilecek, nikâhta kararlaştırılan para vs. İLE Taylar, at yavruları. İLE Bir şeyin yapılması için verilen fazla zamanlar, mühletler, vâdeler. )

- EMLÂ'[< MELÂ] ile EMLAH[< MELÎH] ile EMLÂH[< MİLH]
( Bölükler, kalabalıklar, cemaatler. İLE Son derece güzel, en melâhatli, pek melîh. İLE Tuzlar. )

- EMSÂL[< MESEL] ile EMSÂL[< MİSL]
( Destanlar, öyküler, kıssalar. İLE Örnekler, nümûneler. | Eş, benzer. | Eşler, benzerler. | Katsayı. Kaç katı/misli alınacağını bildiren sayı. )

- EMYÂH[< MÂ] ile EMYÂ/EMYÂN[Fars.]
( Sular. İLE Para kesesi/çantası. )

- ENBÂR[< NİBR] ile ENBÂR[Fars.]
( Anbarlar. İLE Dolu, yığın, küme. | Güç vermek üzere ekinlere dökülen çer-çöp, gübre. )

- ENBÂZ[< NEBEZ] ile ENBÂZ[Fars.]
( Takma adlar, lâkaplar. İLE Ortak, eş. )

- ENDÂD[< NİDD] ile ENDÂD/ENZÂD[< NADAD/NAZAD] ile ENDÂHT[Fars.]
( Benzeyenler, eşler, misiller, nazîrler. İLE Onurlu ve düzenli kişiler. | Toprak tabakaları. İLE Atma, atış, atılma. | Silah atma, boşaltma. )

- ENFÂL[< NEFEL] ile ENFÂR[< NEFÎR]
( Ganimetler, düşmandan alınan mallar, emeksiz kazançlar. İLE Kalabalıklar, halk, cemâatler. )

- ENHÂ'[< NAHV] ile ENHÂR[< NEHR]
( Taraflar, yanlar, cihetler. | Yollar. İLE Irmaklar, çaylar. )

- ENÎSE ile ENÎSE[Fars.] ile ENÎŞE[Fars.]
( Ateş, od. İLE Donmuş, pekişmiş nesne. İLE Hafiye. | Câsus. | Dalkavuk. )

- ENKAS ile ENKAZ[ka uzun okunur!][< NUKZ]
( Daha/pek/çok eksik. İLE Binâ yıkıntıları, moloz. | Eski hayvanların artıkları. )

- ENSÂB[< NESEB] ile ENSÂB[< NUSUB]
( Soylar, baba tarafından akrabalar/hısımlar. | Logaritma cetvellerinin sayıları. [CEYB(SINUS), TECEYB(COSINUS), MÜMÂS(TANGENT), TAMAM MÜMÂS(COTANGENT), KATI'(SÉQUENCE), TAMAM KATI'(COSÉQUENCE)] İLE Belâlar, şerler. | Putlar, heykeller. )

- ENSÂF[< NISF] ile ENSAF[< İNSÂF]
( Yarımlar, yarılar. İLE Daha/pek insaflı. )

- ENSÂL[< NESL] ile ENSÂR[< NÂSIR]
( Soylar, evlâtlar, sülâleler. İLE Yardımcılar/muavinler, koruyucular/müdâfîler. )

- ENSÂL[< NESL] ile ENZÂL[< NEZL/NEZÎL]
( Soylar, evlâtlar, sülâleler. İLE Soysuzlar, alçaklar, aşağılıklar. )

- ENSÂR[< NÂSIR] ile ENZÂR[< NAZAR]
( Yardımcılar/muavinler, koruyucular/müdâfîler. İLE Bakışlar, bakmalar. )

- ENZÂL[< NEZL/NEZÎL] ile ENZÂR[< NAZAR]
( Soysuzlar, alçaklar, aşağılıklar. İLE Bakışlar, bakmalar. )

- ER[Fars.] ile ER[Tr.] ile Er.[kimya]
( Eğer, ise, olsa, olur ise. İLE Erkek. | Aşamasız asker. | Yiğit, kahraman. | İşini iyi bilen, yetenekli. İLE Erbiyum'un simgesi. )

- ERÂNİB[< ERNEB] ile ERÂNÎB[< ERNEBE]
( Tavşanlar. İLE Burun ucları. )

- ERÂZÎ/ARÂZÎ ile ERÂZİL[< ERZEL]
( Yerler, topraklar. İLE Reziller, namussuzlar, yüzsüzler. )

- ERBAÂ' ile ERBAA
( Çarşamba günü. İLE Dört. )

- ERBÂB[< RABB] ile ERBÂB[Fars.]
( Sahipler, mâlikler. | Becerikli, ehil, muktedir. İLE Ulu, başkan, reis. )

- ERCÂ[< RECÂ] ile ERCÂ ile ERCAH[< RÂCİH]
( Taraflar, yönler. İLE Daha çok istenilen, ricâ edilen. İLE Üstün, uygun, tercihe uygun. )

- ERDEB/İRDEB ile ERDEB[Fars.]
( Arap şehirlerinde kullanılan ve İstanbul kilesiyle 9 kileyi karşılayan bir ölçek. İLE Savaş. )

- ERES ile ER'ES
( Çiftçilik, çiftçi olma. İLE Başı büyük, kocakafa. )

- ERHAM[< RAHÎM] ile ERHÂM[< RAHM]
( Daha/pek merhametli. İLE Döl yatakları. | Akrabalar, hısımlar. )

- ERÎS ile ERÎS[Fars.] ile ERİŞ[Fars.]
( Çiftçi, ekinci. İLE Zeki, uyanık, akıllı, uslu. İLE Bilek. | Endâze, arşın. )

- ERMÂ'[< REMH] ile ERMÂH[< REMH]
( Çok güzel ve cilveli olan.[sevgili] İLE Vuruşlar, darbeler. | Mızraklar, süngüler.[< RUMH] )

- [Fars.] ERS ile ERZ/ERZİŞ ile ERZ/ERÜZ[Ar.]
( Gözyaşı. İLE Değer, kıymet, kadir ve îtibar. İLE Pirinç.[hubûbat] )

- ERŞ[çoğ. URÛŞ] ile ERS[Fars.]
( Sakatlanan bir örgen için kesenden alınan diyet, kan pahası. | Satılık malın kusuru dolayısıyla değerinden indirilen para. İLE Gözyaşı. )

- ERŞ-MUKADDER ile ERŞ-İ GAYR-İ MUKADDER
( Ölüme neden olmayarak kesilen ya da kullanılamaz duruma getirilen örgenlere özgü, miktarı belirli olan diyet. İLE Ölüme neden olmayan ve miktarı belirli olmayan örgenler için bilirkişinin takdir ve tayinine bırakılan diyet. )

- ERVA' ile ERVÂH[< RÛH]
( Çok güzel genç. | Son derece cesur ve yiğit. İLE Canlar, hayatın cevherleri. )

- ERZE ile ERZE[Fars.]
( Çam ağacı. İLE Samanlı sıva çamuru. | Çamdan çıkarılan zift. | Eski yönteme göre yeryüzünün bölündüğü yedi iklim.[yedi parçadan birinci iklim, ekvatora yakın olan bölge.] | Çam. )

- ESÂBİ'[< ISBI] ile ESÂBÎ'[< ÜSBÛ] ile ES'ABÎ
( Parmaklar. İLE Haftalar. İLE Gayet güzel ve beyaz göz. )

- ESÂKIF[< ÜSKUF] ile ESÂKİF[< ESKEF]
( Piskoposlar, metropolitler. İLE Eskiciler, kunduracılar, köşkerler. )

- ES'ÂR[< SI'R] ile ES'ÂR[< SU'R]
( Satılan şeylerin bilinen fiyatları, narhlar. İLE Yiyecek-içecek artığı. )

- ESÂS ile ESÂS[çoğ. ESÂSÂT]
( Döşeme, minder gibi ev eşyası. İLE Asıl, temel, dip, kök. | Doğruluk, gerçek. )

- ESER ile ESER[çoğ. ÂSÂR]
( Serçe kuşu. İLE Nişan, iz, alâmet. | Te'lif. | Basılmış kitap. | Hadîs-i şerîf. | Tarih, vakayi kitabı. | Bir kimsenin meydana getirdiği şey. | Te'sir. )

- ESFÂ ile ESFÂR[< SEFER] ile ESFÂR[< SİFR]
( En saf/temiz. İLE Yolculuklar, yola gidişler. | Düşmana karşı gidişler. İLE Büyük kitaplar, ciltler. )

- ESHÂ' ile ESHÂ'[< SAHÎ]
( Rengârenk, türlü türlü. İLE Daha cömert, eli açık, sahî. )

- ESÎL ile ESÎL
( Uzun, dolgun ve parlak yüz. | Doğru şey. İLE Şerefli ve otoriter kişi. )

- ESÎNE ile ESİNNE[< SİNÂN]
( Kirişin bir katı. | Yalın kat tasma. İLE Kılıçlar. | Süngüler. | Bileği taşları. )

- ESÎR[Ar. < Rumca] ile ESÎR[çoğ. ÜSERÂ]
( Evreni dolduran ve tüm cisimlere işleyen, fizikçilere ışık, harâret ve elektrik gibi şeylere aktarım aracılığı hizmeti gördüğü varsayılan, tartısız, esnek ve akıcı hafif bir cisim. İLE Savaşta düşman eline düşen kimse, tutsak. | Kul, köle. | Düşkün, vurgun. )

- ESKAL[< SIKAL]["ka" uzun okunur] ile ESKAL[< SAKİL]
( Ağır yükler/şeyler. İLE Daha sakil, en ağır. | En çirkin. | Kaba, can sıkıcı. )

- ESKEF[çoğ. ESÂKİF] ile ESKEFE
( Eskici, kunduracı, köşker. İLE Eşik, kapının basamağı. )

- ESMÂ'[< İSM] ile ESMÂ'[< SEM] ile ESMAH
( Adlar. İLE Kulaklar, kulak işitmeleri. İLE En semahatli, eli açık, pek cömert. )

- ESMÂR[< SEMER] ile ESMÂR[< SİMER] ile ESMÂR[Fars.]
( Meyveler. İLE Gece masalları, kıssalar, öyküler. İLE Mersin ağacı. )

- ESNÂ'[< SİNY] ile ESNA' ile ESNÂN[< SİNN]
( Ara, aralı, vakit, sıra. İLE "Efdal" gibi "bülent, yüksek". İLE Dişler. )

- ESRE ile ESRE
( Arap yazısında/harflerinde bir ünsüzün, dar, düz ve kısa okunacağını gösteren im. İLE Eski zamanlardan söylenilegelen bilgi ve haberlerin sonucu. )

- ESTÂR[< SİTR] ile ESTÂR[< SATR]
( Örtüler, perdeler. İLE Yazı sıraları, dizileri. )

- EŞ'ÂR[< Şİ'R] ile EŞ'AR[< ŞAİR]
( Ölçülü/vezinli ve uyaklı/kâfiyeli sözler. | Kıllar.[< ŞA'R] İLE En/daha güzel şiir okuyan. )

- EŞBÂH[< ŞEBÂH] ile EŞBÂH[< ŞİBH/ŞEBÎH]
( Kişiler, cisimler, gövdeler. | Büyük kapılar. | Uzaktan görünen şeyler, hayaller, karaltılar. İLE Nazîrler, misiller, benzeyenler, eşler. | İbn-i Nüceym ile İbn-i Vekîl'in "Furû"a, Süyûtî'nin "nahv"e ait ünlü eserleri.[el-eşbâh ve-n-nezâir] )

- EŞCA'[< ŞECÎ] ile EŞCÂR[< ŞECER]
( Daha şecâatli, en cesur ve yiğit. İLE Ağaçlar. )

- EŞEK ile EŞEKK
( Hayvan. İLE Çok şek sahibi, fazla ikircikli, tereddüd eden. [SEPTİK] )

- EŞFAK[< ŞEFÎK] ile EŞFÂK[< ŞAFAK]
( Daha şefkatli, çok merhametli. İLE Şefkatler, merhametler, acımalar. )

- EŞGAL[< ŞUGL] ile EŞGAL[< MEŞGUL] ile EŞKÂL[< ŞEKL]
( İşler. İLE Çok işi olan. İLE Şekiller, biçimler, sûretler, tarzlar. )

- EŞHÂ[< ŞEHÎ] ile EŞHÂR[Fars.]
( En çok sevilen, sevilerek/istekle yenilen şey. İLE Kalye taşı denilen radyom hamızı. | Nişadır. )

- EŞHEL ile EŞHER[< ŞEHÎR]
( Koyun gözlü, elâ gözlü adam, kırmızı ile karışık koyu mavi, elâ.[dişili/müennes ŞEHLÂ] İLE En/pek ünlü, çok iyi tanınmış. )

- EŞKA["ka" uzun okunur] ile EŞKAH
( Daha/en/pek şakî, haydut. İLE Al renkli at. | Kızıl donlu hayvan. | Kırmızı yüzlü adam. )

- [Fars.] EŞK-BÂR ile EŞK-RÎZ ile EŞK-VER
( Çok gözyaşı döken, ağlayan. İLE Gözyaşı döken, ağlayan. İLE Gözyaşı döken, ağlayıcı. )

- EŞNÂ[< ŞENÎ] ile EŞNA'[Fars.]
( Daha/pek şenî, fenâ, kötü ve çirkin. İLE Çok değerli mücevher. | Yüzgeç, yüzücü. )

- EŞREF[< ŞERÎF] ile Eşref
( Daha/pek/en şerefli/onurlu. İLE Hicivleriyle tanınmış şair.[Eserleri: Hasbihal, İran'da Yangın Var, İstimdat, Deccâl, Külliyât-ı Eş'âr. 1846 - 1911] )

- EŞTÂT[< ŞETÎT] ile EŞTÂD[Fars.]
( Takımlar, sınıflar, fırkalar, çeşitler, nevîler. İLE Güneş ayının 26. günü. | O güne memur sayılan melek. | Zend'de bir sûrenin adı.[Zerdüşt] )

- EŞVÂK[< ŞEVK] ile EŞVÂK[< ŞEVK]
( Şiddetli istekler/arzular, neşveler. İLE Bitkilerin dikenleri. | Kemiklerin uzamaları. )

- EŞYÂ'[< ŞEY] ile EŞYÂ'[< ŞÎA] ile EŞYÂH[< ŞEYH]
( Nesneler, varolanlar. | Çamaşır, yolcunun sandığı/bavulu/sepeti, evin masası, koltuğu, perdesi vb. nesneler. İLE Bölükler, yardımcılar, cemâatler. İLE Yaşlılar, ihtiyarlar. )

- ET'İME-İ LEZÎZE ile ET'İME-İ NEFÎSE
( Lezzetli yemekler. İLE Çok hoş yemekler. )

- ETRA' ile ETRÂH[< TERAH]
( Dere gibi akan su. İLE/VE Kaygılar, tasalar, gamlar, kederler. )

- ETRÂF[< TARAF] ile ETRÂF[< TÜRFE]
( Yanlar, uclar, kıyılar. İLE Zarif ve nazik şeyler. )

- EVÂN[çoğ. ÂVİNE] ile EVÂM[Fars.]
( Vakit, zaman, çağ. İLE Borç, ödünç. | Renk, boya. )

- EVC[çoğ. EVCÂT] ile EVC[Fars.]
( Yüce, yüksek bir şeyin en yüksek noktası, doruk. İLE Segâh dörtlüsünün ırak perdesindeki şeddi ile uşşak dörtlüsünün karışmasından oluşan eski bir makamdır. )

- EVCÂ'[< VECÂ] ile EVCÂR
( Ağrılar, sancılar, acılar, sızılar. İLE İçinde gizlenmek üzere oluşturulan çukurlar, siperler. )

- EVCEL ile EVCER
( Çok korkak. İLE Çok çekingen. )

- EVRE[Tr.] ile EVRE[Fars.]
( Bir olayda/işte birbiri ardınca görülen/beliren, gelişen değişik durumların her biri. Aşama, safha, merhale, faz. İLE Giysinin/esvabın dış yüzü. )

- EVSA'[< VÂSÎ] ile EVSÂH[< VESAH]
( Dahe/pek geniş/açık/enli/bol. İLE Kirler, pislikler. )

- EVSÂM[< VESM/VEŞM] ile EVSÂM[< VASM]
( Gövde üzerine bir iğne ile kara bir tozdan yapılan resimler, şekiller ya da yazılan yazılar, döğmeler. İLE Ayıplar, utanmalar, arlar, hayâlar. )

- EVSÂT[< VASAT] ile EVSAT[çoğ. EVÂSİT]
( Ortalar. İLE Bir şeyin ortası. | Ortadaki. | Orta, orta halli. | Yüksek ile alçak arası. | Türk müziğinin büyük usûllerindendir. )

- EVTÂR[< VATAR] ile EVTÂR[< VETER]
( Gereksinimler, gerekli olanlar. İLE Yaya gerilmiş ipler, kirişler, teller. | Bir eğimin iki ucuna bağlanan düz çizgiler. )

- EVZÂ'[< VAZ] ile EVZAH[< VÂZIH]
( Durumlar/haller, duruşlar, tavırlar, vaziyetler. İLE Çok açık, besbelli. )

- EVZÂR[< VEZER] ile EVZÂR/EFZÂR[Fars.]
( Kaleler, hisarlar, sığınılacak yerler. | Galebeler, üstünlükler. | Dağlar. İLE Sanat/zanaat sahiplerinin kullandıkları aletler. )

- EYÂLÂT[< EYÂLET] ile EYÂLET
( Vâlîlerin yönetimi altında bulunan bölgeler. İLE Bir vâlînin yönetimi altında bulunan bölge. )

- EZ'AF[< ZAÎF] ile EZ'ÂF[< ZI'F]
( Daha/pek zayıf, dermansız, kuvvetsiz. İLE Bir şeyi, iki katı yapan fazlalıklar, katlar. )

- [Fars.] EZ-BER ile EZ-DİL
( Zihinde tutma, unutmamaya çalışma. [EZ: -den. | BER: Göğüs. EZ-BER: Göğüsten.(Kalpten/kalbe anlamına!)]["ezberden" değildir/yanlıştır!] İLE Gönülden. )

- EZECC ile EZEBB[Fars.]
( İnce ve uzun kaşlı, kalem kaşlı. İLE Kaşlarının kılı çok ve saçı uzun olan. )

- EZEL ile EZELL[< ZELÎL]
( Başlangıcı olmayan geçmiş zaman, öncesizlik. İLE Daha/pek/çok aşağılık kişi. )

- EZHÂR[< ZAHR] ile EZHÂR[< ZEHRE/ZEHERE]
( Arkalar, sırtlar. | Yüzler, satıhlar. İLE Çiçekler. )

- EZHEL ile EZHER
( Pek dalgın ve unutkan. Gaflette çok bulunan. İLE Pek beyaz, güzel ve parlak. )

- EZKÂ ile EZKÂ
( Daha/pek lekesiz, temiz, hâlis, erdemli. İLE Daha anlayışlı, çok zeki. )

- EZKİYÂ'[< ZEKÎ] ile EZKİYÂ[< ZEKÎ]
( Lekesizler, hâlisler, erdemliler. İLE Keskin fikirliler, anlayışlılar. )

- EZRA' ile EZRÂ'
( Pek düzgün/fasih. Sözü düzgün kişi. İLE Beyaz kulaklı siyah at. )

- F ve FÂ'
( Osmanlı abecesinin 23. harfidir. Ebced hesabında 80 sayısının karşılığıdır. )

- FÂCİ'[çoğ. FEVÂCİ] ile FÂCİR/E[< FÜCÛR | çoğ. FECERE/FÜCCÂR]
( İnsanı dertli eden, keder veren, acıklı. İLE Kötü huylu. | Ayyaş, sefih. | Rezil, habîs, şerîr, şakî. | Yalancı. | Bayanlara düşkün bay, baylara düşkün bayan. )

- FAHM ve FAHM
( Osmanlı abecesinin 23. harfidir. Ebced hesabında 80 sayısının karşılığıdır. )

- FAHŞÂ'(FAHŞ/FÂHİŞ/FUHUŞ) ile FAHS
( Akıl ve mantığın kabul edemeyeceği söz ve iş. | Meşrû olmayan şehvâni haller, fuhuş, zinâ. | Verilen zekâttaki tamahkârlık. İLE Bir şeyin iç yüzünü araştırma/arama. )

- FÂİZ/FÂİZE[< FEVZ] ile FÂİZ[< FEVZ, çoğ. FEVÂİZ]
( İsteğine ulaşan, bir başarı kazanan, fevz bulan. İLE Ödünç verilen paraya karşı alınan kâr. | Bolluk, çokluk, taşkınlık. | Taşan, feyezan eden. )

- FAKAT ile FAKD ile FAKÎD
( Yalnız, ancak, lâkin, ama, şu da var ki. İLE Yokluk, bulunmama. İLE Nadir bulunan.[nesne] )

- [Ar., Fars.] FAKÎR-ÂNE ile FAKÎR-HÂNE
( Fakire yakışacak şekilde/sûrette. | Fakircesine. | Nezâket olarak "ben" zamirinin karşılığı. İLE [alçakgönüllülükle] Söz söyleyenin evi. )

- FARK[çoğ. FURÛK] ile FÂRIK/A[< FARK] ile ile FÂRİG[< FERÂĞ]
( Ayrılık, başkalık, iki ya da daha çok şey arasındaki ayrılık. | Ayırma, ayırlma, seçilme. İLE Fark eden, ayıran. İLE Vazgeçmiş, çekilmiş. | Rahat, âsûde. | Boş, boş kalmış, işini bitirmiş, işsiz. | Bir mülkün, tasarruf, sahip olma, kullanma hakkını başkasına terk eden. )

- FASIL[çoğ. FUSÛL] ile FÂSIL[< FASL]
( Fasl. | Bir bestekârın aynı makamdan bestelediği iki beste. | Türk müziğinde klasik bir konser programı. İLE Ayıran, bölen, fasleden. )

- FÂSILA-YI SUGRÂ ile FÂSILA-YI KÜBRÂ
( Üç harekeli ve bir sâkin harften oluşan dört harfli sözcük.[vatanım gibi] İLE Dört harekeli ve bir sâkin harften oluşan dört harfli sözcük.[vatanımız gibi] )

- FÂSİH[< FESH] ile FASÎH[çoğ. FUSAHÂ]
( İptal eden, bozan, çürüten, fesheden. İLE Güzel, düzgün ve açık konuşan, iyi söz söyleme becerisi olan. | Açık, âşikâr, sarih. )

- FÂTİHA-HÂN ile FÂTİHÂN
( Birinin ruhuna Fatiha suresi okuyan. İLE Fethedenler, fatihler. )

- FATÎN/E[< FITNAT] ile FÂTİN[< FİTNE]
( Zeki, akıllı, uyanık, anlayışlı, kavrayışlı. İLE Fitneci. )

- FÂTİR ile FATÎR ile FATR[çoğ. FUTUR]
( Füturlu, durgun, gevşek. | Az sıcak, ılık olan. İLE Mayasız saç ekmeği, bazlama. | Bir çeşit pasta. | Olmamış, derecesini bulmamış şey. İLE Çatlak, yarık. | Mantar. )

- FÂYİH ile FÂYİHA[çoğ. FEVÂYİH]
( Kendiliğinden dağılan güzel koku. İLE Çiçek ve meyve kokusu. | Hoş kokulu nesne. )

- FÂZÎH/A ile FAZÎHA[çoğ. FAZÂYİH]
( Utanmaz, rezil. | Çirkin, fena. İLE Edepsizliği, alçaklığ gerektiren iş/şey. )

- FAZ[< Fr. < Yun.] ile FAZZ
( Evre, safha. İLE Huysuz, kötü sözlü, kaba. )

- FEDÂÎ ile FEDÂKÂR/FİDÂ-KÂR[Ar., Fars.]
( Evre, safha. İLE Kendini ya da kişisel çıkarlarını esirgemeyen, fedâ eden, cömert, eli açık. )

- FEHÎM[< FEHM] ile FEHM
( Zeki, anlayışlı, akıllı. İLE Anlama, anlayış. )

- FEHVÂ[çoğ. FEHÂVÎ] ile FEHVÂSINCA[Ar., Tr.]
( Anlam, mânâ, kavram, mefhum. İLE Uyarınca, sözü gereğince. )

- FELÂ ile FELÂH ile FELAH[Fars.]
( O halde, o zaman. İLE Kurtuluş, selâmet, onma. | Mutluluk, kutluluk. İLE Başlangıç, iptida. )

- FENNEN ile FENNÎ
( Fen aracılığıyla, fen ile, fenne uygun olarak. İLE Fen ile ilgili olan. )

- FER'[çoğ. FÜRÛ] ile FERR ile FER[Fars.]
( Dal, budak. | Tomurcuk. | Bir aslın sonucu. | İkinci derecede önemli olan. İLE Kaçma, firâr. [KERR Ü FERR: Saldırma ve çekilme.(KELLİ-FELLİ değil KERLİ-FERLİ!)] İLE Parlaklık, aydınlık. | Zînet, süs, bezek. | Kuvvet, nüfuz, iktidar. )

- FERÂĞ ile FERÂG[Fars.]
( Vazgeçme, bırakıp terk etme. | Bir mülkün tasarruf, sahip olma hakkını başkasına terk etme. | Dinlenme, istirahat. | Hiçbir işle meşgul olmama, rahat etme. İLE Serin rüzgâr. )

- FERAH ile FERÂH[Fars.]
( Gönül açıklığı, sevinç, sevinme. İLE Bol, geniş, yayvan, açık. )

- [Fars.] FERÂMÛŞ ile FERÂMÜŞ
( Unutma, hatırdan çıkma. İLE Ferâmûş'un hafifletilmişi. )

- FERÂSET/FİRÂSET ile FERÂŞET
( Anlayışlılık, çabuk seziş. /| Binicilik, at yetiştirme bilgisi. | Yiğitlik, mertlik. İLE Kâbe süpürücüsünün hizmeti. )

- FERC[çoğ. FÜRÛC] ile FEREC
( Aralık, yarık, çatlak. | Dişilik örgeni, avret, utyeri, edep yeri. İLE Gam, tasa ve sıkıntıdan kurtulma. Kederden, darlıktan sonra gelen sevinç, teselli. | Zafer. )

- FERES[çoğ. EFRÂS] ile FERES[Fars.]
( At, beygir. İLE Oyun. | [satrançta] at. )

- FERHAT ile FERHÂD[Fars.]
( Sevinç, neşe. İLE Ferhâd ve Şîrîn adıyla ünlü olan eski bir öykünün erkek kahramanı olup Şîrîn'in âşıkıdır. )

- FERÎD[< FERD] ile FERÎD[Fars.]
( Tek, eşsiz, eşi olmayan. Tasım/kıyas kabul etmez, ölçüsüz. Üstün. İLE Avcı kuş. | Donmuş, katılaşmış şey. )

- FERÎD/E ile FERÎDE[Fars.]
( Tek, eşsiz, eşi olmayan. Tasım/kıyas kabul etmez, ölçüsüz. Üstün. İLE Kendi oyuyla hareket eden, kibirli, gururlu. )

- FERÎK ile FERÎK
( Askerî kolordu komutanı, korgeneral[birinci ferîk], tümgeneral[ikinci ferîk]. | İnsan topluluğu, cemâat. İLE Buğday tanesinin olgunu, öğütülecek duruma gelmişi. )

- FERÎKAN["ka" uzun okunur] ile FERÎKAYN
( Topluluklar. İLE İki askerî fırka, iki taraf. )

- [Fars.] FERMÂ ile FERMÂN
( Buyuran, emreden, âmir. | Süren. İLE Buyruk, emir. | Padişah tarafından verilen yazılı emir, berat, buyrultu. )

- FERSAH[Ar.]/FERSENG[Fars.] ile -FERSÂ[Fars.]
( Çeşitli mesafelere karşılık gelen değerde bulunan bir uzunluk ölçüsü. | Üç millik bir deniz mesafesi. İLE İki askerî fırka, iki taraf. )

- FE'S[çoğ. FÜÛS] ile FES[< FAS]
( İki yüzlü balta. İLE Şapka yerine kullanılan, kırmızı, kalın çuhadan yapılmış, tepesinde püskülü olan, silindir biçiminde başlık. )

- [Fars.] FAŞÂFEŞ ile FEŞFEŞE
( Atılan okun havada çıkardığı ses. İLE Hışırtı. )

- FEVREN ile FEVRÎ
( Çarçabuk, birdenbire. İLE Birdenbire, düşünmeden yapılan hareket. )

- FEYFÂ'[çoğ. FEYÂFÎ] ile FEYÂFÎ[< FEYFÂ']
( Düz, büyük sahra, susuz kumlu çöl. İLE Susuz çöller, sahrâlar. )

- FEZA' ile FEZÂ' ile -FEZÂ/Y[Fars.]
( Korkma, bağırıp çığırma. | Dayanamama. | Ümitsizlik. | İnleyip sızlanma. İLE Ucu-bucağı bulunmayan boşluk, dünyanın sonsuz olan genişliği. İLE Artıran, çoğaltan.[FERAH-FEZÂ: Ferah artıran.] )

- FIKRA[çoğ. FIKARÂT] ile FIRKA[çoğ. FIRAK]
( Omurga kemiklerinden bir boğum, omur. | Bend, madde, paragraf. | Kısa öykü, masal, kıssa. | Yasa maddelerinin paragraflarından her biri. | Bölüm, kısım, fasıl.[kitap ya da eserde] | Yazılmış kısa bir haber. | Gazetelerde, gündelik olayların kısa ve temiz bir üslûpla yazılmış şekli.[Fr. CHRONIQUE] İLE İnsan kalabalığı, öbeği/grubu. | Siyâset partisi. | Tümen. )

- FIRSÂD[Ar., Fars.] ile FIRSAT/FURSAT[çoğ. FIRAK] ile FISÂD/FASD
( Karadut. İLE Uygun zaman, elverişli durum, yararlanma sırası, elden kaçırılmayacak yararlı zaman, hal ve ilişki. | Nöbet. İLE Kan alma, damardan kan çıkarma. )

- FITNAT ile FITRAT
( Zihnin her şeyi çabuk anlayışı, zihin açıklığı, zeyreklik. İLE Yaratılış, doğa/tabiat, mizaç, huy. )

- FÎ ile FÎ
( Fiat, baha, kıymet. İLE İçinde, -de. | Tarihin başına konulurdu.[fî 20 Teşrîn-i evvel: 20 Ekim'de] )

- FÎL[çoğ. EFYÂL, FÜYÛL] ile Fİ'L[çoğ. EF'AL, FİÂL]
( En büyük kara memelisi olan hayvan. İLE İş, kâr, amel, zamanla ilgili olup anlamı sağlayan sözcük, eylem. )

- Fİ'LEN ile Fİ'LÎ[çoğ. Fİ'LİYYÂT]
( Hakikatte, gerçekten, işleyerek. İLE Fiille ilgili, gerçekten yapılan iş. )

- FİLİZ[< Yun.] ile FİLİZZ[çoğ. FİLİZZÂT]
( Yeni sürmüş körpe ve küçük dal ya da yaprak, sürgün. İLE Eritilip temizlenmemiş olan altın, gümüş, bakır, demir gibi ham mâden, külçe. | Erimiş bakır. )

- FİTNE[çoğ. FİTEN] ile FİTEN[< FİTNE]
( Belâ, mihnet, sıkıntı. | Ayartma, azdırma. | Fesat, arabozma, karışıklık, ihtilâl. | Dinsizlik, canilik. | Cezâ. | Delilik. | Güzel yüz, güzel göz, güzel kadın. | Ara bozan, karıştırıcı. İLE Fitneler, ayartmalar, azdırmalar, ara bozmalar. )

- FUZÛLÎ[< FUZÛL] ile FUZÛLÎ
( Boşuna, yersiz, gereksiz, haksız. | Boşboğaz, gereksiz işlerle uğraşan, kendisine düşmeyen sözler söyleyen. İLE XVI. yüzyılda yaşamış ve en büyük Türk şairlerinden biridir. Çağatay edebiyatı da içinde olmak üzere, Türk edebiyatının birçok alanında güçlü etki ve nüfûz sahibi olan şair. Azerî-Osmanlı edebiyatının kurucularındandır. Türkçe, Arapça, Farsça, manzum ve mensur birçok eser sunmuştur.[ö. 1555] )

- FÜRÛ'[< FER] ile FÜRÛ[Fars.]
( Dal, budak. | Tomurcuk. | Bir aslın sonucu. | İkinci derecede önemli olan. İLE Aşağı. )

- FÜRÛŞ[< FERŞ] ile -FÜRÛŞ[Fars.] ile -FÜRÛZ[Fars. < EFRÛZ]
( Döşemeler. İLE Satan, satıcı. İLE Parlatan, parlak. )

- GABÎ[çoğ. GUBÂT | "ga" uzun okunur] ile GABÎ
( Ahmaklık, budalalık eden. İLE Kalınkafalı, anlayışsız, beceriksiz. )

- GADÂT[çoğ. GADAVÂT] ile GADÂT[< GUDVE]
( Sabahın erken zamanı. | Kuşluk yemeği. İLE Sabahla güneş doğması arasındaki zaman. )

- GADİR["ga" uzun okunur] ile GADÎR[çoğ. GUDERÂ', GUDÜRÂN]
( Gadreden, ihanet eden, fenalık eden. İLE Sel ile oluşan birikinti su, durgun su, göl. | Küçük ırmak. )

- GAFİL-ÂNE["ga" uzun okunur] ile GAFİLEN["ga" uzun okunur]
( Gafilcesine, dikkatsizlikle, dalgınlıkla. İLE Habersizce. )

- GAFİR["ga" uzun okunur] ile GAFÎR
( Mağfiret eden, yarlıgayan, affeden, Allah. İLE Örten, etrafını çeviren. | Çok fazla. | Muhafız askerler. )

- GAR["ga" uzun okunur] ile -GÂR[Fars.]
( Mağara, in. | Defne ağacı. İLE Fâillik ve nispet anlamlarıyla adlara sonek olarak katılır.[YÂD-GÂR, BESTE-GÂR] )

- GARÎB[< GURBET/GARÂBET] ile GARİB[< GURÛB | "ga" uzun okunur]
( Kimsesiz, zavallı. | Gurbette, kendi memleketinin dışında bulunan, yabancı. | Tuhaf, şaşılacak, bambaşka. | Dokunaklı. İLE Batan. )

- GAVÎ[çoğ. GAVÛN, GUVÂT | "ga" uzun okunur] ile GAVÎ
( Azgın, azmış, yoldan çıkmış adam. İLE Çok azmış, çok azgın. )

- GAVS[çoğ. AGVÂS] ile GAVS
( Yardım, muâvenet. | Yardım istemek için bağırma, medet. | Yardımcı, imdada yetişen.[GAVS-I A'ZAM: Abdülkadir-i Geylânî] İLE Suya dalma, dalgıçlık. | İçine girmek için bir şeyi derinleştirme, iyice anlama. )

- GAVTA[çoğ. AGVÂS] ile GAVTA[Fars.]
( Toprağın çukurluğu. | Sulak yer, ağaçlık yer. Düzlük, ova. İLE Su içindeki derinlik. )

- GAZ[Fr. < Lat. CHAOS[Van Helmont] | "ga" uzun okunur] ile GÂZ[Fars.]
( Normal basınç ve sıcaklıkta, olduğu gibi kalan, içinde bulunduğu kabın her yanına yayılma ve bu kabın iç yüzeyinin her noktasına basınç yapmak özelliğinde olan akışkan madde. İLE Diş. | Dişle tutma, ısırma. )

- [Fars.] GAZE["ga" uzun okunur] ile GÂZE
( Allık. İLE Çocuk salıncağı. )

- GAZÎR ile GAZÎR
( Yumuşak, mülâyim, tatlı, nâzik, uysal. İLE Çok. )

- GENC[Fars.] ile GENÇ
( Hazine, define. İLE Yaşı ilerlememiş olan. )

- [Fars.] GER ile -GER ile GER
( "Eğer" sözcüğünün kısaltılmışı. İLE Adların sonuna eklenen ve yapıcılık bildiren bir edat.[ZER-GER: Kuyumcu.] İLE Uyuz hastalığı. )

- [Fars.] GERD ile -GERD
( Toz, toprak. | Tasa, gam, keder. İLE Sözcüklere eklenerek "dönen", "dolaşan" anlamını verir.[TÎZ-GERD: Çabuk dönen.] )

- [Fars.] GEŞ ile GEŞT
( Güzel, hoş. | Naz ve edâ ile yürüme. İLE Gezme, seyretme, dolaşma. )

- GEZİ ile GEZÎ[Fars.]
( Ülkeler ya da kentler arasında yapılan uzun yolculuk. | Gezilip hava alınacak yer. | Gezinti yeri. İLE Pamuk ve ipekle karışık dokunmuş hâreli, arşınlık enli kumaş. | Bu kumaştan yapılmış olan. )

- [Fars.] GÎR ile GÎR
( Tutma, tutuş. İLE Tutan, tutucu.[CİHÂN-GÎR: Cihanı tutan.] | Dağılan, yayılan. | Kavga, savaş/harp. )

- GUDÜVV ile GUDVE[çoğ. GADÂT]
( Sabah vaktinde bir iş yapma ya da yola çıkma. İLE Sabahla güneş doğması arasındaki zaman. )

- GÛL ile GÛL[Fars.] ile GULL
( Hortlak, şeytan, karakoncolos.[GÛL-İ BEYÂBÂNÎ: Gulyabani.] İLE Ahmak, bön, safdil. İLE Suçlunun boynuna ve bileklerine geçirilen demir halka, pranga. )

- GÜN ile GÜN[Fars.] ile GÛN[Fars.]
( Güneş. | Güneş ışığı. | Gündüz. | Yeryuvarlağının kendi ekseni etrafında bir kez dönmesiyle geçen 24 saatlik süre. | İçinde bulunulan zaman. | Zaman, sıra. | Tarih. İLE Erbezi, haya, husye, testis. İLE Renk. )

- GURÂB ile GÛRÂB[Fars.]
( Karga. İLE Ilgım, serap/serâb.[İng., Fr. MIRAGE] )

- [Fars.] GÜZÂRİŞ ile GÛRÂB
( Düş yorma, rüya tâbir etme. İLE Geçme, geçiş. )

- H, HA ile HE, HÂ'(HÂ-İ HEVVEZ, HÂ-İ RESMİYYE) ile HI ile -HÂ/Y ile -HÂ
( Osmanlı abecesinin 8. harfidir. Ebced hesabında 8 sayısının karşılığıdır. İLE Osmanlı abecesinin 30. harfidir. Ebced hesabında 5 sayısının karşılığıdır. İLE Osmanlı abecesinin 9. harfidir. Ebced hesabında 600 sayısının karşılığıdır. İLE "Çiğneyen" anlamına gelen sözcüklere katılarak birleşik sözcük[vasfı terkîbî] yapar. İLE Çoğul edatı.[ESB-HÂ: Atlar. | SEG-HÂ: Köpekler.] | O. )

- HABAK ile HABÂK[Fars.]
( Yarpuz ya da narpuz da denilen ve nane cinsinden olan güzel kokulu, iştah açıcı bir ot.[Lat. MENTHA PULEGIUM] İLE Dört yanı çevrilmiş olan yer, avlu. | Ağıl, mandra. )

- HABB ile HABB[Fars.]
( Aldatıcı, hilekâr, kurnaz. İLE Denizin dalgalanması, kabarması. )

- HABEN ile HABEN
( Karında su toplanmasından ileri gelen bir hastalık, siroz. İLE Kasma, kısaltma. | Aruzda, "fâilâtün"den "ât" hecesini çıkararak "fâilün" veznine sokma. )

- HABEŞÎ ile Habeşî
( Hat, tezhip, minyatür gibi güzel sanatlarda kullanılan bir kâğıt cinsi. | Çok esmer. İLE Kasma, kısaltma. | Aruzda, "fâilâtün"den "ât" hecesini çıkararak "fâilün" veznine sokma. )

- HÂBİL ile HABÎL ile Hâbîl
( Büyücü, sihirbaz, efsuncu. İLE Tuzak. | Yiğit. İLE Hz. Âdem'in oğullarından birinin adı.[Kâbil'in kardeşi] )

- HABÎR ile HABÎR
( Haberli, ilgili. | Cenab-ı Hakk. İLE Taze, yeni, turfanda. )

- HABÎS ile HABÎS[< HUBS] ile HABÎS ile HÂBİS
( Parasız olarak verilen, bağışlanan şey. İLE Kötü, alçak, pis. İLE Un helvası. İLE Hapseden, tutan. )

- HABS ile HABS
( Murdar, çirkin. | Ayıp. İLE Hapis, alıkoyma, bir yere kapama, salıvermeme, hapishane. | Tutma, zaptetme. )

- HABT ile HABT
( İptal etme, bozma. | Bir bahiste birini susturma, ağzını kapama. İLE Yanlış hareket etme, yanılma. )

- HÂC[< HÂCET] ile HÂC/ÇELÎPÂ[Fars.]
( Gereklilik, ihtiyaç, lüzum. | [bitki] Deve dikenleri, akdikenler. İLE Haç, put.[SALÎB(Ar.), CROISADES(Fr.), CROSS(İng.)] )

- HACC ile HÂCC[çoğ. HÜCCÂC]
( İslâm'ın beş koşulundan biri olan ve belirli zamanda Mekke'deki Kâbe-i Şerîfe'yi ziyaret etmek üzere yola çıkma farîzası. İLE Hacca giden, Kâbe'yi ziyaret eden, hacı. )

- HÂCCE[çoğ. HÂCC] ile HÂCCE[çoğ. HAVÂCC]
( Bir çeşit akdiken. İLE Hacca giden hanım. )

- HÂCE[< HÂCET] ile HÂCE[Fars. | çoğ. HÂCEGÂN]
( Gereklilik, ihtiyaç, lüzum. İLE Hoca, efendi, ağa, çelebi, sahip, muallim, öğretmen, müderris. | Tüccar. )

- HACEL ile HACER[çoğ. AHCÂR]
( Utanma, utanıp şaşırma. İLE Taş. )

- HACÎL ile HACÎL
( Üç ayağı beyaz olan at. İLE Utanmış, utancından yüzü kızarmış. )

- HACÎM ile HACÎM ile HACM/HACİM
( Hacamat eden. İLE Saldıran, hücum eden. İLE Bir cismin kapsadığı boşluk. | Oylum. )

- HADÂLET ile HADÂRET ile HADÂRET
( Kol ve baldırı etli olma. İLE Alçakgönüllülük. İLE Yeşillik. )

- HÂDD ile HADD[çoğ. HUDÛD] ile HADD ile HADD ile HÂD[Fars.]
( Keskin. | Sivri. | Dar. | Sert, etkili, tesirli. | Ekşi. | Azgın ve iltihaplı çıban/yara/hastalık. | Gergin. İLE Sınır, iki devlet toprağının birleştiği yer, kenar. | Derece. | Gerçek değer. | Şeriatçe verilen ceza. | Bir önermede konu ile yüklemden her biri, terim. | Cebirde oran/tenasüp ya da denklem/muadeleyi oluşturan bölümlerden her biri. | Bir şeyin sonu. İLE Denizden gelen gürültülü ses. | Gürültü ile yıkılan. | Gürültülü bir sesle çağıran. İLE Yanak. | Yeri yarma, yeri kazma. İLE Çaylak. )

- HADDÂ'[< HUD'A] ile HADDÂ
( Aldatıcı, dalavereci. İLE Deve çobanı. )

- HÂDİ'[< HADÎA] ile HÂDÎ ile HÂDÎ[< HİDÂYET | çoğ. HEVÂDÎ, HÜDÂT]
( Hileci, dolapçı. | Fena, bozuk. İLE Sırada ilk, birinci. | Yenilene yardım eden, yardımcı. İLE Doğru yolu gösteren, hidâyet eden. | Kılavuz, rehber. | Önde giden. | Mızrak ucu. )

- HÂDİR ile HÂDİR[çoğ. HADERE]
( Öten güvercin. | Kişneyen aygır. | Kükreyen arslan, böğüren deve, anıran eşek. İLE Şişen, yumrulanan örgen. )

- HADÎS[< EHÂDÎS] ile HÂDİS[< HUDÛS]
( Hz. Muhammed'in kutsal sözü/sözleri. | Hadisten bahseden ilim. | Yeni, taze. | Haber, kıssa, söz, söylenti. İLE Çıkan, meydana gelen, hudûs eden. | Yeni, yeni çıkan. )

- HAFF ile HÂFF ile HAF[< İng.]
( Ayakkabı. İLE Bir şeyin etrafını dolanan. İLE Oyun kurucu. )

- HÂFÎ ile HAFÎ[< HAFÂ | çoğ. HAFİYYÂT]
( Çok ikrâm eden, güleryüzle karşılayan. | Yalınayak yürüyen/koşan. İLE Gizli, saklı. )

- HAFÎF ile HAFÎF/HAFFÂF ile HAFÎF[< HİFFET]
( At koşarken, kuş uçarken, rüzgâr eserken oluşan ses. Hışırtı. İLE Ayakkabı, terlik, kavaf vs. yapan ve satan. İLE Ağır olmayan, yeğni. | Türk müziğinin büyük usullerindendir. )

- HÂFİR[< HAVÂFİR] ile HAFÎR[çoğ. HAFÂİR]
( Kazan/kazıcı, hafreden. | At gibi hayvanların tırnağı. İLE Derince kazılmış yer, yer çukuru. | Mezar, kabir. )

- HÂFİYEN ile HAFİYYEN/HAFİYYETEN
( Yalınayak olarak. | İkrâm ederek. İLE Gizliden, gizlice, saklı olarak, âşikâr olmayarak. )

- HAFL/HAFLE ile HAFR/HAFŞ
( Kederlenme, tasalanma. | Toplanma, toplantı. İLE Kazma, kazılma. )

- HAFS ile HAFZ
( Biriktirme, toplama. İLE Basıklık. | Dengeli/îtidâl, aşırı olmama durumu, ölçülülük. | Arap dilbilgisinde kesre/esre imi/işareti. )

- HAFŞ/HAFR ile HAFŞ
( Kazma, kazılma. İLE "Tavuk karası" denilen bir göz hastalığı. )

- HÂİB[< HEYBET] ile HÂİB[< HAYBET | çoğ. HÂİBÎN]
( Korkan, korkak. | Utangaç. İLE Mahrum. | Ümitsiz, me'yûs, dederli. | Zarara uğrayan. )

- HÂİF[< HAVF] ile HÂİF
( Korkan, korkak, ödlek. İLE Sitem ve gadir eden, zulmeden. )

- HÂİL[< HAVL] ile HÂİL[< HEVL]
( İki şey arasında ya da bir şey önünde perde olan, engel olan, arayı kapayan, engel. | Ekran.[fizikte] İLE Korkunç. )

- HAİZ ile HAİZ
( Sahip, mâlik, taşıyan. İLE Âdetini/hayzını gören hanım. )

- HÂK ile HÂK[Fars.] ile HAKK[çoğ. HUKUK] ile HAKK
( Orta, vasat. | İnsaniyetli, mert ve yiğit adam. İLE Toprak. İLE Allah, tanrı. | Doğruluk ve insaf. | Bir kişiye ait olan şey. | Dava ve iddiada hakikate uygunluk, doğruluk. | Geçmiş/harcanmış emek. | Pay, hisse. | Doğru, gerçek. | Lâyık, münâsip. İLE Kazıma, kazınma, bir şeyin üstünü çelik kalemle yazı ya da resim olarak oyma. | Yazıyı, yanlışı kazıma. )

- HÂKKA ile HAKKA["ka" uzun okunur]
( Sürekli musîbet, âfet, keder. | Kıyâmet günü. İLE Doğrusu.[el-HAKK, HAKKAN, HAKİKATEN] )

- HAKKAK["ka" uzun okunur] ile HAKKÂK[< HAKK]
( Kutucu, hokkacı. İLE Hak eden. | Mühür vs. kazıyan kişi. )

- HÂL[çoğ. AHVÂL] ile HÂL[çoğ. AHVÂL] ile HAL' ile HÂL[Fars., Ar.]
( Annenin eril kardeşi, dayı. İLE Şimdiki zaman, geçmiş ve gelecek olmayan zaman. | Oluş, bulunuş, sûret, keyfiyet, durum. İLE Soyma. | Boşanma. | Tahttan indirme. İLE Gövdede oluşan ben, nokta. )

- HALL ile HALL
( Çözme, çözülme, karışık bir sorunun içinden çıkma, karar verip sonuca varma. | Eritme. | Çözümleme/tahlil/analiz. İLE Sirke. )

- HALA/HÂLA[çoğ. HÂLÂT] ile HÂLÂ ile HALÂ'
( Babanın kızkardeşi/ablası. İLE Şimdi, henüz, süregiden. İLE Boşluk. | Ayakyolu, helâ. )

- HALÂK ile HALAK ile HALAK[< HALKA]
( Pay, hisse, nasip. İLE Paçavra, yıpranmış eski şey. İLE Halkalar. )

- HALAKA/HALKA ile HALAKA[< HÂLİK]
( Ortası boş, yuvarlak şekil, daire biçiminde olan şey. | Bir çeşit ufak, yağlı ve tuzlu simit. İLE Berberler. )

- HALAKAT[< HALKA | "ka" uzun okunur] ile HALÂKAT
( Halkalar. İLE Halukluk, iyi ahlâklılık. | Dümdüzlük, düzlük. )

- HÂLÂT[< HALET] ile HÂLÂT[< HALA] ile HALAT[Yun.]
( Durumlar, haller, suretler, keyfiyetler, nitelikler. İLE Halalar. İLE Kenevirden yapılmış çok kalın ip. )

- HALB ile HALB
( Süt sağma. İLE Pençeleme, parçalama. | Birinin aklını başından alma. )

- HÂLE ile HÂLE[çoğ. HÂLÂT]
( Bazen ay ve güneşin etrafında görülen parlak daire, ay ağılı. İLE Annenin kızkardeşi, teyze. | Meme çevresinde bulunan koyu renkli daire. )

- HALF/HALFE ile HALF
( Yemin etme. | Yemin. İLE Art, arka. | Kötü evlât. )

- HÂLÎ ile HÂLÎ ile HÂLİ' ile HALÎ' ile HALÎ[Fars., Ar.]
( Tenha, boş, sahipsiz yer. | Açık yer. İLE Hâle/duruma mensup. Şimdiki. İLE Boşanmış adam.[HÂLİA: Boşanmış bayan.] İLE Soyulmuş. | Kovulmuş. İLE Gamsız, uğraşsız/gailesiz, kayıtsız. | Evlenmemiş adam. )

- HÂLİB ile HÂLİB[çoğ. HALEBE/HÂLİBE(dişil)] ile HALÎB
( Sütçü. | Sidik borusu, üretra. İLE Aldatıcı, hilekâr. İLE Süt, taze süt. )

- HÂLİC ile HÂLİB ile HALÎC
( Pamuk eğiren. İLE Yerinden oynatma, sarsma, hareket ettirme. İLE Denizin büyük ırmak şeklinde, iki kara arasında uzayıp gitmiş olan bölümü. Doğal liman, boğaz, kanal.[HALÎC-İ İSTANBUL/DERSAADET: İstanbul Halici. | HALÎC-İ BAHR-İ SİYAH: Boğaziçi.] )

- HÂLİD/E ile HALÎDE[Fars.]
( Sonsuz, ebedî, daim. | Bir yıldan çok yaşayan ot/ağaç. İLE Dürterek bastırılmış, saplanmış. )

- HÂLİF ile HALÎF ile HALÎF[çoğ. HULEFÂ]
( Peşinden gelen. | Birinin yerine geçen. | Çürümüş, bozulmuş. İLE Yemin ederek birbiriyle sözleşen kişilerden her biri. İLE Arkadan/sonradan gelen, birinin yerine geçen. )

- Hâlik ile HÂLİK[< HELÂK] ile HÂLİK[çoğ. HALAKA] ile HALÎK
( Yaratan, yoktan var eden, yaratıcı, Allah. İLE Helâk olan, miskinlik içinde ölen. İLE Berber. İLE Traş edilmiş. )

- HALÎL ile HALÎL[çoğ. AHİLLÂ, HULLÂN]
( Koca, zevç. İLE Samimi.[dost] | Hz. İbrahim. )

- HÂLİYEN ile HÂLİYEN[< HÂLÎ]
( Şimdiki zamanda/halde. İLE Boş olduğu halde, boş olarak. )

- HALİYYE[çoğ. HALİYYÂT] ile HÂLİYYE
( Bekâr bayan. İLE İbâdet sırasında raks etme, el şaklatma gibi durumları helâl sayan bir tarikat. )

- HALK ile HALK[< HÂLÎ]
( Yaratma, yaratılma. | İcat. | İnsanlar. | İnsanlardan bir bölük. İLE Boğaz. | Traş etme. )

- HALLÂK/HÂLIK ile HALLÂK
( Berber. İLE Halk edici, hâlik. )

- HALLÂL ile HALLÂL
( Çözen, çâre bulan, halleden. İLE Sirke yapan kişi. )

- HALLÎ ile HALLÎ ile HÂLLİ
( Çözümleyerek, çözümleme ile ilgili. İLE Sirke ile ilgili. İLE Kuvvetli. | Zengin. )

- HÂLÛK ile HALÛK
( Sıçan otu. | Mercimek ocağı. İLE İyi huylu, ahlâklı, insaniyetli, geçim ehli olan. )

- [Fars.] HÂM ile HAM
( Pişmemiş, olmamış, çiğ. | İşlenmemiş, üzerinde çalışılmamış. | Boş, nâfile, beyhûde. | Terbiye, tecrübe görmemiş, acemi. İLE Eğri, bükülmüş. )

- HÂME ile HÂME[Fars.]
( Başın üst bölümü, tepesi. Kafatası. İLE Kalem. )

- AMELE[< ÂMİL] ile HAMELE[< HÂMİL]
( İşçi, emekçi, ırgat, amel eden. İLE Taşıyanlar, kaldıranlar. )

- HÂMÎ[< HUMAT] ile HÂMÎ[Fars.]
( Koruyan, koruyucu, sahip çıkan, gözeten, himâye eden. İLE Hamlık, gevşeklik. )

- HÂMİD ile HÂMİD[< HAMD | çoğ. HÂMİDÎN, HÂMİDÛN, HUMMÂD] ile HAMÎD[< HAMD]
( Koru sönmediği halde alevi sönen ateş. İLE Hamdeden, şükreden. İLE Allah'ın adlarından. | Övülmeye değer. )

- HAMİLE[çoğ. HAVÂMİL] ile HAMÎLE[çoğ. HAMÂİL]
( Gebe. İLE Kılıç bağı, kılıç kayışı. | Nusha, muska, tılsım. )

- HAMÎS ile HÂMİS ile HÂMİŞ
( Beşinci. | Öncü, artcı ve öteki merkezlerden oluşan büyük ordu. İLE Beşinci, dördüncüden sonra gelen sayı. İLE Mektubun altına eklenen yazı. )

- [Fars.] HÂMÛŞ ile HAMÛŞ/HAMUŞ/HÂMUŞ/HÂMÜŞ
( Susmuş, sessiz. | Mevlânâ'nın bazı gazellerinde kullandığı takma adı/mahlası. İLE "HÂMÛŞ" sözü/sözcüğünün hafifletilmiş ve çeşitli kullanımları. [çoğ. HÂMÛŞÂN: Mevlevi mezarlıklarına verilen ad] )

- [Fars.] HÂN ile HÂN ile HÂN ile -HÂN
( Hükümdar, hakan. İLE Kervansaray, otel. | Dükkân, meyhane. İLE Yemek sofrası, üstüne yemek konulan tepsi, sini. | Aşçı dükkânı. | Yemek. İLE Okuyan, okuyucu, çağıran. )

- HANÂN ile HÂNÂN[Fars. < HÂN]
( Yürek yufkalığı, acıma, merhamet. İLE Hükümdarlar, hanlar. )

- [Fars.] HANDÂN ile HÂNDE-KÂR ile HANDE-RÎZ ile HANDE-RÛY ile HANDE-ZEN
( Gülen, gülücü, güler, sevinçli. | Sürekli gülen. İLE Gülen, gülücü. İLE Gülüp duran. İLE Güleryüzlü. İLE Gülen. )

- HANDERÎS ile HANDE-RÎZ[Fars.]
( Şarap, yıllanmış şarap. İLE Gülüp duran. )

- HİNDİSTAN ile HANDİSTÂN[Fars.]
( Ülke. İLE Maskara ve soytarıların derneği. | Lâtife, şaka. )

- HÂNE[< HÂNÂT] ile HÂNE[Fars.]
( Meyhane. İLE Ev. | Bir şeyin bölündüğü, ayrıldığı kısımlardan her biri. | Basamak.[matematik] | Hayâlî me'vâ. | Türk müziğinde bir müzik parçasının oluşturulduğu lâhnî topluluklara verilen bir ad. | Halk şairlerinin beyte verdikleri ad. )

- HANİ ile HANİ ile HÂNİ'
( Nerede, ne oldu, nerede kaldı? | Ötekinin daha önceden bildiği bir şey kendisine anımsatılmak istendiğinde kullanılır. | Verilen sözü anımsatan sözün başına getirildiğinde sitem anlatır. | Kimi zaman "bari" anlamında kullanılır. | "Doğrusunu söylemek gerekirse", "Kaldı ki, üstelik" anlamlarında kullanılır. İLE Hanigillerden, Akdeniz'de yaşayan, alaca kırmızı renkli orta büyüklükte bir balık.[Lat. SERRANUS CABRILLA] İLE Boşanmış.[her ikisi için de] )

- HÂNİF ile HANÎF[çoğ. HUNEFÂ]
( Küskün, dargın. | Gururlu. İLE İslâm dinine sımsıkı bağlı bulunan kişi. )

- HANÎS ile HÂNİS
( Yemini bozup altından çıkmayan. İLE Ettiği yemini yerine getirmeyen. )

- HANÛT ile HÂNÛT
( Ölüyü ilâçlamakta/tahnît etmekte kullanılan ilâç. İLE Dükkân. | Meyhane. )

- [Fars.] HAR ile HÂR ile HÂR ile HÂR[Ar.]
( Eşek. İLE Diken. İLE Hor, hakir, aşağı, bayağı. | Yiyici, yiyen. İLE Yıkılmış. )

- HARDAL ile HARDALA
( Sofrada kullanılan. İLE Hardal tanesi. )

- HAREM ile HAREM
( Herkesin girmesine izin verilmeyen, saygıdeğer ve kutsal yer. | Hac zamanında ihrâma girilen yerden itibaren Kâbe'ye doğru olan bölüm. | Önceleri, saraylarda ve büyük konaklarda bulunan hanımlar dairesi. | Nikâhlı hanım, zevce. İLE "mefâilün"den "me"yi atarak "fâilün" sözcüğünü "mef'ûlün"e çevirme. )

- HARF-KEŞ ile HARF-ZEN
( Yazı yazan, çizgi çeken. | Saçmasapan konuşup can sıkan. İLE Çalçene, geveze. )

- HÂRIK ile HÂRIK
( Yırtıcı, yırtan. İLE Yakan, yakıcı. | Yanan, tutuşmuş. )

- HARÎ ile HÂRÎ[Fars.]
( Lâyık, müstahak. İLE Horluk, hakirlik. )

- HÂRİB ile HARÎB ile HÂRİB[< HARÂB]
( Kaçan, firar eden. İLE Yağma olunmuş, soyulmuş, talan edilmiş. İLE Yıkan, harâb eden. | Haydut, yol kesen. )

- HÂRİC ile HÂRİC ile HARÎC
( Dış, dışarı. | Dışarı çıkan, dışarıda, dışta. | Hiç ilgisi olmayan kişi. İLE Suçlu, günah işlemiş. İLE Dar, ensiz. | Kuşatılmış. )

- HÂRİD ile HARÎD ile HARÎD[Fars.]
( Öfkeli, hiddetli, kızgın. İLE Tek, ayrı. İLE Satın alma. )

- HÂRİF ile HARÎF[< HİRFET] ile HARÎF
( Yemiş toplayan. İLE Meslektaş, sanat arkadaşı. | Herif, adi ve bayağı adam.| Teklifsiz dost. İLE Sonbahar, güz. )

- HARÎK ile HARÎK
( Yangın, ateş. İLE Hadım. )

- HARÎKA ile HÂRİKA[< HAVÂRIK] ile HÂRİKA
( Bulamaç, yulaf vs. lapası. | Acı, sızı. İLE Olanakların üstünde olup insanda hayret uyandıran şey. İLE Ateş, od. )

- HARÎM ile HARÎM
( Saygısız, çekinmez, kayıtsız. İLE Biri için kutsal olan şeyler. | Harem dairesi, harem. | Evin içi gibi başkasına kapalı olan yer. | Bir evin civârı. | Avlu. | Ortak, şerîk. | Hacıların, hac zamanında büründükleri örtü. )

- HARÎRÎ/HARÎRİYYE ile Harîriyye
( İpekle ilgili, ipekten yapılmış. İpek gibi yumuşak. | Güzel sanatlarda kullanılan ve Semerkand'da ipekten yapılan bir kâğıt cinsi. İLE Seyyit Ahmet-ür-Rufâî tarafından kurulan Rufâiyye tarikatının şubelerinden biri.[kurucusu: Ebü-l-Hasan Aliy-ül-Harîrî'dir.] )

- HÂRİS[< HARS] ile HÂRİS[< HİRÂSET] ile HÂRİS ile HARÎS[< HIRS] ile HÂRİŞ[Fars.]
( Çiftçi, ekinci, harâset eden. İLE Bekçi, gözcü, koruyan, koruyucu, muhâfız. İLE Son derece hırslı olan. İLE Hırslı, tamahkâr, bir şeye çok düşkün, gereğinden fazla istekli. İLE Kaşıma, kaşınma. )

- HARÎZ ile HARÎZ
( Güçsüz, tâkatsiz. İLE Saklanmış, hıfzolunmuş. )

- HARK ile HARK
( Yarıp yırtma, yırtılma. | Su akacak yarık, ark. İLE Yakma. )

- HARR[çoğ. HARÛR] ile HÂRR/E
( Sıcaklık, sıcak, harâret. İLE Kızgın, sıcak, yakıcı, harâretli. )

- Hârûn ile HARÛN
( Musa peygamberin büyük kardeşi.[AARON] | Bağdad halifelerinden Hârûn-ür-Reşîd. İLE Harın, ilerleyecek yerde duran ya da geri giden hayvan. )

- HASÂİS[< HÂSSİYYET] ile HASÂİS[< HASÎSE]
( Bir şeye, birine özgü/has olan nitelikler/keyfiyetler. İLE Kötü, fenâ, alçak huylar/tabiatlar. )

- HASÂRET ile HASÂRET[çoğ. HASÂRÂT]
( Zarar, ziyan. İLE Sıvık, sulu şey. Koyulaşıp katılaşma. )

- HASBETEN ile HASBÎ
( Karşılıksız, parasız, bedava. İLE Karşılıksız, parasız, bedava. )

- HÂSILA ile HÂSILAT[< HÂSIL]
( Sonuç, netice. | Elde edilen kazanç. İLE Herhangi bir işten husûle gelen şeyler, temettü', yarar/fayda, îrât, vâridat, gelir, kazanç. )

- HASÎB ile HASÎB ile HÂSİB
( Ucuzluk, bolluk yer. | Hayır sahibi, eli açık, cömert. İLE Değerli, itibarlı, saygın/muhterem, yetenek sahibi. | Sayman, muhasebeci. | Allah'ın sıfatlarından. İLE Hesap eden/edici. )

- HÂSİF[< HUSÛF] ile HASÎF
( Sararmış, rengi, parlaklığı kalmamış. İLE Aklı başında, olgun, hasâfetli. )

- HASÎR ile HÂSİR[< HASRET] ile HÂSİR[< HASÂR | çoğ. HÂSİRÂN, HÂSİRÎN, HÂSİRÛN] ile HÂSÎR
( Feri gitmiş, donuklaşmış göz. | Hasret çeken. İLE Hasret çeken, merâmına nail olmayan. | Çıplak, silahsız, eliboş, savunmadan âciz. İLE Zarara, ziyana uğrayan. İLE Hasır. | Söyler ya da okurken dili tutulan. )

- HASM ile HASM[çoğ. HUSÛM]
( Kesme, kesip atma, kesin olarak hal ve fasletme. İLE Düşman. | Karşı taraf, muhâlif. )

- HASNÂ ile HASNÂ'
( Namuslu bayan. İLE Güzel bayan. )

- HASR ile HASR
( Sıkıştırma, dar bir yerin içine alma. | Hereketten men etme, etrafını çevirme. | Mahsus kılma/kılınma. | Vakfetme, tahsîs etme. | Zaman ayırma. | Konuşurken ya da okurken tutulup kalma. İLE Böğür. | Bel. )

- HÂSS[çoğ. HAVÂS] ile HÂSS[< HİSS] ile HASS ile HASS
( Özel, mahsus. | Hükümdarın kendine özgü olan. | Saf, hâlis. | Osmanlı döneminde, devletin büyüklerine ayrılan ve yıllık geliri yüzbin akçadan yukarı olan arazi. İLE Hisseden, duyan. İLE Birini bir işe teşvik etme, kandırıp ayartma. İLE Alçak, adi. | Marul. )

- [Fars.] HASTE ile HÂSTE ile HÂSTE
( Hasta, rahatsız, sayrı. İLE Ayağa kalkmış. | Uzanmış. İLE İstenilmiş, istenilen. )

- HAŞÂHİŞ[< HAŞHÂŞ] ile HAŞÂİŞ/HAŞÂYİŞ[< HAŞÎŞ]
( Haşhaşlar. İLE Kuru otlar. )

- HAŞÎM ile HÂŞİM
( Gösterişli, haşmetli. | Ezen, yaran, kıran, parçalayan. İLE [Çorba vb. şeylere] Kuru ekmek kırıntısı doğrayan. )

- HATÂ' ile Hatâ
( Yanlış, yanlışlık, yanılma. | Günah. | Kusur, kabahat. İLE Kuzey Çin. )

- HATÂR ile HATAR[çoğ. HATARÂT]
( Çadır eteklerine bağlanan parça. | Bir şeyin etrafını çevreleyen pervaz, çember gibi şeyler. İLE Tehlike. )

- HATÂT ile HATÂT ile HATTÂT
( Süt kaymağı. | Cilt yangısından/iltihabından meydana gelen kabukların soyularak iyi olanları. İLE Bağırma, çığırma. İLE El yazısı çok güzel olan sanatkâr. Hatt[güzel yazı] sanatçısı. )

- HATÂYÎ ile Hatâyî
( Hatay kumaşı. | Süslemede/tezhipte açılmış nilüferi andıran bir çiçek motifi. | Tezhipte, merkezini hatâyî denilen çiçek motifi işgal etmek üzere birbirine geçmiş spiral dallardaki çiçek motiflerinden oluşan süsleme tarzı. | Güzel sanatlarda kullanılan ve Çin'de pirinçten yapılan bir kâğıt cinsi. İLE Hatay'a ait, Hatay ile ilgili. )

- HÂTEM ile Hâtem
( Mühür, üstü mühürlü yüzük. İLE Arap kabîleleri arasında tanınmış "Tayyi" kabîlesine mensup ve cömertliğiyle ünlü olan "İbnü Abd-illâh Bin Sa'd"ın takma adı. | Çok cömert. )

- HÂTEMÎ ile HÂTEMÎ
( Hâtem'e mensup. İLE Mühürle ilgili. | Mühür yapan. )

- HATF ile HATF
( Ölüm, ölme. İLE Kapma, aşırma, çalma. | Şimşeğin göz kamaştırması, gözü alması. )

- HÂTİB ile HATÎB[çoğ. HUTEBÂ]
( Hitâbeden, söz söyleyen. İLE Camide hutbe okuyan. | Düzgün konuşan. )

- HATÎR/HATTÂR/HATÛR ile HATÎR
( Hilekâr. İLE Şan ve şeref sahibi. | Yüce, ulu. | Tehlikeli, muhataralı. )

- HATM ile HATM
( Hâlis. | Hüküm ve kaza gerektirme, icab ettirme. | Sağlamlaştırma. İLE Kuş gagası. | Burun.[insanda ve hayvanda] )

- HATT[çoğ. HUTÛT] ile HATT
( Çizgi. | Satır. | Yol. | Yazı. | Buyruk/ferman, padişah yazısı. | Sıra, saf. | Gemiler için hareket istikameti olarak belirtilen taraf. | Yalnız uzunluğu olan boyut/buut. | Gençlerde terleyen bıyık/sakal. | Parmağın onikide biri olan bir ölçü. İLE Aşağı inme/indirme. | Oyunda taş çıkarma. )

- HAVÂSS[< HÂSSE] ile HAVÂSS[< HASS/HASSA]
( Duygular, hasseler. İLE Hassalar, keyfiyetler. | Saygın/muhterem olanlar. | Bazı manevi etkiler için okunan dualar. )

- HAVRÂ[çoğ. HÛR] ile HAVRA[İbr.]
( Âhû gözlü. İLE Yahudilik tapınağı, sinagog. | Çok gürültülü yer. )

- HAVZ ile HAVZ ile HAVZ[çoğ. HİYÂZ]
( Etrafı çitle çevrili yer. İLE Suya girme. | Sakınılacak işe girişme. İLE Havuz. )

- HAVZA ile HAVZA
( Bir hükümetin idaresi altında bulunan ülkelerin tümü. İLE Açık ve düz olan deniz kıyısı. | Kenar, yan, taraf. | Memleket. )

- HAYÂ' ile HAYA[Fars.]
( Utanma, sıkılma. | Ar, namus, edep. | Allah korkusu ile günahtan kaçınma. İLE Erbezi, husye/husâ, testis. )

- HAYR ile HAYR
( İyilik, iyi, yararlı iş, yarar. İLE İyi, yararlı, yarar, hayırlı. )

- HAYS ile HAYZ[çoğ. HİYÂZ]
( Saygı, itibar. | İlgi. İLE Bayanlarda aybaşı durumu. )

- HAYYÂL ile HAYYÂL[< HAYL]
( Hileci, dalavereci. İLE At yetiştiren, at terbiyecisi. )

- HAZÂ ile HAZA'
( Bu, şu, o. İLE Kesme. | Kesip yarma. )

- HAZAR ile HAZAR
( Sabit meskeni olanların oturdukları memleket. | Barış ve güven. İLE Deniz. | Hazar Denizi çevresinde yaşamış eski bir Türk boyu ya da bu boydan olan kişi. )

- HÂZIM ile HÂZIM
( Hazmeden, hazimli, ihtiyatlı, akıllı, işinde gözü açık, sağlam olan. İLE Sindiren/sindirici, hazmettiren. )

- HÂZİM[< HEZÎMET] ile HAZÎM
( Hezîmete uğratan, zafer kazanan, galip. İLE Sarhoş. )

- HÂZİN[< HİZÂNE | çoğ. HUZZÂN] ile HAZÎN[< HÜZM]
( Hazine muhafızı, hazinedar, bekçi. İLE Hüzünlü, mahzun olarak, kederli, gamlı. | Hüzün verici. )

- HÂZÎZ ile HÂZÎZ
( Mutlu, mes'ud. İLE En aşağı, zîr. | Dağ eteği.[>< EVC: Zirve, doruk.] )

- HAZM ile HAZM
( Kesin karar, sebat, direnme. | Doğru ve sağlam oy ve karar. İLE Midedeki yiyecekleri eritme, sindirme. )

- HAZÛL ile HAZÛR[< HAZER]
( Kimsesiz, yardımsız kalarak herşeyden mahrum sürünme. İLE Çok çekingen/dikkatli. )

- HAZZ ile HAZ/HAZZ[çoğ. HUZÛZ, HUZÛZÂT] ile HÂZ[Fars.]
( Kesme, kısaltma. | Kazıma, yırtma, silme. İLE Hoşlanma, zevklenme, sevinç, memnunluk. Hoşa giden duygulanım, hoşlanma. | Bir şeyden duyusal ya da tinsel sevinç duyma. | Sürdürülmesi istenilen ılımlı ve doygunluk veren coşku. | Baht, tâlih, nasip, saadet, kıymet. İLE Kir, pas. )

- [Fars.] HEFT-HÂN ile HEFT-HÂN
( "Yedi konaklık yol": Rüstem ile İsfendiyar'ın geçtikleri yol. İLE "Yedi sofra": Nev'î Zâde Atâî'nin tasavvuf niteliğinde olan bir mesnevîsi.[1627] )

- HELÂHİL-NİSÂR ile HELÂHİL-RÎZ[Ar., Fars.]
( Öldürücü zehir saçan. İLE Öldürücü zehir saçan. )

- HERKELE ile HERGELE[Fars.]
( İnce, zarif, hoş. | Hoşluk, incelik. İLE Eşek sürüsü. | Binek ve taşıta alışmamış [akıllı] hayvan. | Terbiye ve görgüden uzak, bayağı, aşağılık kişi. )

- HEY'Î ile HEYÎ[Fars.]
( Astronomi ile ilgili. İLE Madde, varolan. )

- HINSIR/HINSAR ile HINSÎR
( Serçe parmak. İLE Alçak. )

- HIRS ile HIRS[Fars.]
( Takdir ve kıyas. İLE Ayı. )

- HISÂM[< HASM] ile HISÂM
( İki kişi, birbirlerine düşmanlık etme. | Muhâsama[: İki taraf arasındaki düşmanlık]. İLE Kavga, çekişme, mücâdele, münâkaşa, uğraşma, iddia. )

- HISÂN ile HISAN
( Mümtaz kişiler. İLE Aygır. )

- HIYÂT[< HÂİT] ile HIYÂT
( Perdeler, engeller/mâniler. İLE İbrişim, tire. | Dikiş iğnesi. )

- HIYÂZ[< HAYZ] ile HIYÂZ[< HAVZ]
( Aybaşları. İLE Havuzlar. )

- HIZÂNE ile HIZÂNET
( Medresede verilen sütanalık dersi. İLE Sütninelik, tayalık. )

- HİBÂ ile HİBÂ[çoğ. AHBİYE]
( Vergi. | Bahşiş. | Bayana kocasından kalan hisse. İLE Keçeden ya da abadan yapılmış göçebe çadırı, oba. )

- HİBB ile HİBB
( Sevgi, sevgili. | Yol arkadaşı.[çoğ. AHBÂB] İLE Hilekâr, aldatıcı, kurnaz. )

- HİBBE[< HİBEB] ile HİBE[< HİBÂT]
( Paçavra, kesilmiş kumaş parçası. İLE Bağışlama, bağış. )

- HİCÂ ile HİCÂ'
( Bilmece, bulmaca, yanıltmaca. İLE Hicvetme, yerme. )

- HİCÂC ile HİCÂC[< HÜCCET]
( Gözün ikinci tabakası. İLE Deliller, hüccetler, vesikalar, senetler. )

- HİCAL[< HACLE] ile HİCÂL[< HECL]
( Gelin odaları. İLE Çukurlar, uçurumlar. )

- HİCÎR ile HİCR
( Huy, âdet, tabîat. İLE Ayrılık. | Sayıklama, saçmalama. )

- HİDÂB[< HADEB] ile HİDÂB/HİZÂB
( Kanburluklar, yumruluklar. İLE Boya. | Kına. )

- HİDÂS ile HİDÂŞ
( Son, nihâyet, bitim. İLE Tırmalama. )

- HİRÂM[< HEREM] ile HİRÂM[Fars.]
( Piramitler, ihramlar. İLE Salınma, salınarak edâlı yürüme. )

- HİSÂR[< HASR] ile HİSÂR[Fars.]
( Kuşatma, etrafını alma. | Kale, etrafı güçlü korumalı[istihkâmlı] kale, bent. İLE Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarındandır. )

- HİTÂR ile HİTR
( Saçma söz, herze. İLE Anlamsız/yararsız söz, yalan, kıtır. )

- HİZÂB ile HÎZAB[Fars.]
( Boya. | Kına. İLE Dalga. )

- [Fars.] HOR ile HOR ile -HÔR
( Önemsiz, değersiz, bayağı, adi kişi. İLE Güneş. | Işık, aydınlık. İLE Yiyen, yiyici. )

- [Fars.] Horâsân ile HORÂSÂN
( İrân'ın doğusunda bulunan geniş arazi. İLE Türk müziğinin en az iki buçuk asırlık bir mürekkep makamı olup örneği kalmamıştır. )

- HUBB ile/değil/yerine/>< HUBB
( Aldatıcı, kurnaz, hilekâr. İLE/DEĞİL/YERİNE/>< Sevgi. )

- HUBUB[< HUBÂB, HUBÂBE] ile HUBÛB[< HABB]
( Su üzerindeki kabarcıklar. İLE Taneler, tohumlar. )

- HUBÛR ile HUBÛR[< HABER]
( Sevinç, neşe/sürûr. | Bilginler, âlimler, fakihler, zekiler, anlayışlıklar.[< HİBR: Öğretmen. | Mürekkep. | Yahudi/İsrailoğulları bilgini.] İLE Haberler, havâdisler. )

- HUD'A ile HUDÂ[Fars.]
( Aldatma, oyun, hile, dalavere, düzen, dek. İLE Tanrı. )

- HUDDÂM[< HÂDEM] ile HÜDÂM
( Hizmetçiler, hizmet edenler. İLE Deniz tutması. )

- HUDÛD[< HADD] ile HUDÛD[< HADD]
( Sınırlar, uclar, bucaklar. İLE Yanaklar. | Yer kazmalar, yeri yarmalar. )

- HULÛL ile HULÛL[< HALL]
( Gelip çatma. | Girme. | Yanaşma. | Geçme. İLE Sirkeler. | Sirkede bulunan kurtçuklar. )

- [Fars.] HÛR/HUR ile HÛR ile HÛR[Ar. < AHVER, HAVRA]
( Güneş. İLE Güneş. | Yiyecek. İLE Âhû gözlüler, gözlerinin akı karasından çok olanlar. | Cennetteki hûriler. )

- [Fars.] HÛRDE ile HÛRDE
( Yemiş, yenilmiş. İLE Ufak, değersiz şey, kırıntı. | Nükte, dakika. | Yazıya ayrıntı/nüans veren bir tarz. )

- HURKAT ile HURKAT
( Yanma, yanıklık, çıban. İLE Akılsızlık, bilmezlik. )

- HUSÛM ile HUSÛM[< HASM]
( Uğursuzluk. | Birbiri ardınca devam etmek üzere olma. | Sürekli esen rüzgâr, fırtına. İLE Düşmanlar. )

- [Fars.] HÛŞENK ile Hûşenk
( Akıl, idrak, iz'an. İLE Siyam bin Kiyumerz'in oğlu ve Câvidân Hurd'un yazarı/müellifi. )

- HUŞÛ' ile HUŞÛNET
( Alçakgönüllülük/tevâzu. | Tanrı huzurunda boyun eğme, nefsini hor ve hakir görme. İLE Akılsızlık, bilmezlik. )

- HUZÛ' ile HUZÛR
( Alçakgönüllülük. İLE Hazır bulunma. | Rahat/lık. )

- HÜCERÂT[< HÜCRE] ile HÜCEYRÂT[< HÜCEYRE]
( Gözler, odacıklar. Sürü konulan yerler. İLE Küçük delikler ve oyuklar. )

- -HÜMÂ ile HÜMA/Y[Fars.]
( Arapça dilbilgisinde iki kişiyi gösterir. Sürü konulan yerler. İLE Devlet kuşu. | Saâdet, kutluluk. )

- HÜNSÂ-Yİ RECÛLÎ ile HÜNSÂ-Yİ NİSÂÎ ile HÜNSÂ-İ MÜŞKÎL
( Erillik göstergesi/örgeni baskın gelen hünsâ. İLE Dişillik göstergesi/örgeni baskın gelen hünsâ. İLE [hukukta] Erillik ya da dişillik örgenlerinden her ikisi kendinde bulunan fakat bu örgenlerden birinin etkinliği, hareketi ve oluşumu ötekine baskın gelmediği ya da önde olmadığı gözönünde bulundurularak durumu belirgin olmayan hünsâ. )
( ERSELİK/HÜNSÂ/ANDROJİNİ: Hem erile, hem dişile özgü özelliklerin bulunması durumu. [HERMAFRODİT] [hayvan ve çiçeklerde de geçerli olarak]

- [Fars.] Hüsrev ile HÜSREV
( Eserlerini Farsça yazmış bir Türk şairi ve edîbi.[1253-1325, Hindistan] | Hüsrev ü Şîrîn masalının eril kahramanı. İLE Sultan, padişah, hükümdar. )

- HÜTÛL ve HÜTÛN
( Sürekli yağmur yağma. İLE Sürekli yağmur yağma. )

- HÜVEYZA ve HÜVEYDÂ[Fars.]
( İç sürgünü, ishal. Kolera ishali. İLE Açık, apaçık, belirli, âşikâr. )

- HÜYÂM ile HÜYYÂM[< HÂİM]
( Azgınlık. [HÜYÂM-İ RAHM/NEMFOMANİ: Hanımlarda.] İLE Sevgiden şaşırmış olanlar. )

- IKÂL[> AKL/AKIL] ile IK'ÂR
( Deve ayağına bağlanan bağ, köstek. İLE Derinletmek/derinletilmek, derinleştirmek/derinleştirilmek. )

- IKMÂ' ile IKMÂH
( Birini aşağılama. | Gelen birini geriye döndürme. İLE Kibir ve azametle kafa tutma. )

- Irâk ile IRÂK
( Ülke. | Dicle nehrinden aşağı Basra'ya kadar Şat Suyu'nun iki tarafı. İLE Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarındandır. )

- IRS ile IRZ
( Karı-kocadan her biri. İLE Şan ve şeref, namus, iffet. | Perde. )

- IRZA ile IRZÂ' ile IRZ'A GEÇMEK
( Otu çok olan yer, çayırlık. İLE Emzirmek, emzirilmek. İLE Tecavüz. )

- ISTILÂ ile ISTILÂH[< SULH | çoğ. ISTILAHÂT]
( Ateşte ısınma. İLE Terim, tabir, ilim/bilim sözü/sözcüğü. )

- ITÂM ile IT'ÂM/İT'ÂM[< TAAM]
( İşeme tutulması/zorluğu. İLE Yemek yedirme/verme. )

- ITLÂ' ile ITLÂ'[< TULÛ] ile ITRÂ'[< TARÂVET]
( Havalı şeylere heves etme. | Bir şeyin üstüne bir şey sürme. İLE Bildirme, haberli kılma. İLE Abartılı, aşırı derecede övme. )

- ITTILÂ' ile ITTILÂ[< TULÛ | çoğ. ITTILAÂT]
( Kokulu şeyler sürünme. İLE Öğrenme, tanıma, bilme, haberli olma. )

- IZA ile IZÂA
( Öğüt, vaız, nasîhat. İLE Kaybetme, mahvetme, edilme. )

- IZLÂL ile IZLÂL
( Gölgelendirme, gölgeli olma. İLE Dalâlete düşürme, doğru yoldan çıkarma, azdırma. )

- İÂLE ile İÂNE
( Çocuğun nafakasını sağlama. İLE Yardım için toplanan para, yardım parası. )

- İBÂ' ile İBÂ
( Çekinme, razı olmama. | İğrenme, tiksinme. İLE Tiksinme, tiksindirilme. )

- İBÂD[< ABD] ile İBÂD ile İB'ÂD[< BU'D]
( Kullar, abidler. | İbâdet edenler. | Çok bol, bereketli. | Müslümanlığın başlangıcından önce Irak'ta Hira devletine oturmuş bulunan Hristiyanlar. İLE Bacaklarda, diz ekleminin iç tarafındaki büyük damar. İLE Uzaklaştırma, uzaklaştırılma. | Kovma, tard etme. )

- İBÂHE ile İBÂHE/T
( Ateşi söndürme. İLE Mubah kılma, helâl kılma, bir işin yapılıp yapılmamasını serbest kılma. )

- İBÂR ile İBÂR/ET
( Yanmış, eritilmiş kurşun. | İbreler, iğneler. İLE Ağaçları ve ekinleri ıslah etme. )

- İBDÂ ile İBDÂ ile İBDÂ
( Örneksiz olarak bir şey meydana getirme, yaratma. | [edebiyatta] Yeni ve güzel bir eser meydana getirme. İLE Yoktan ortaya koyma, icad. İLE Bir kimsenin, kârı tamamen kendisine ait olmak üzere, bir başkasına sermaye vermesi. | Sorulan şeye iyi yanıt verme, güzel söz söyleme. | Kandırma. )

- İBER[< İBRET] ile İBER[< İBRE]
( İbretler, alınan kötü dersler. İLE İğneler, mıknatıslı iğneler. )

- İBKA'["ka" uzun okunur] ile İBKÂ
( Sürekli kılma, devamlı, daim, bâki. | Yerinde, önceki durumunda bırakma. | Sınıf geçememe. İLE Ağlatma. )

- İBLÂ' ile İBLÂĞ ile İBRÂ
( Bellettirme, yutturma. İLE Vardırma/vardırılma. | Eriştirme/eriştirilme. | Ulaştırma. | Gönderme. İLE Temize çıkarılma, aklanma, berî kılma, berâet etme. | Hastayı iyileştirme. )

- İBRÂ ile İBRÂR
( Temize çıkarılma, aklanma, berî kılma, berâet etme. | Hastayı iyileştirme. İLE Yeminin doğruluğunun onaylanması. )

- İBRÎ ile İBRÎ/İBRİYYE
( İbrânî, Yahudi. İLE İbresi, iğnesi olan. | [hayvanlarda] İğneliler.[İng. STYLOID | Fr. STYLOÏDE] | İğne yapan, satan. )

- İBTÂR ile İBTÂR
( Alabileceğinden fazla eşya yükletme. | Şaşma, şaşakalma. İLE Esirgeme, mahrûm etme. | Gündüzün başlangıcı, kuşluk namazı. | Parçalama. )

- İBTİHÂC ile İBTİHÂC
( Herşeyde bolluk. İLE Sevinç, sevinme, gönlü açılma. )

- İBTİKA'["ka" uzun okunur] ile İBTİKÂ'[< BÜKÂ] ile İBTİKÂR
( Rengin doğal olarak değişmesi. İLE Ağlama. İLE Sabah erken kalkma. )

- İBTİLÂ' ile İBTİLÂ'[< BEL]
( Bir şeye düşkün olma, düşkünlük, tiryakilik, mübtelâlık. İLE Zorlukla yutma. | Gelini gerdeğe sokma. )

- İBTİSÂR ile İBTİSÂR[< BASAR]
( Bir şeye başlama. İLE Can ve gönülden görme, görüp aslına/hakikatine varma. )

- İBTİTÂ' ile İBTİTÂR
( Kesilme. İLE Uyma, tâbi olma. )

- İBTİYÂ' ile İBTİYÂR
( Satın alma, mübâyaa etme. İLE Kavga etme. | Güçsüz, olma. | Seçip kabul etme. )

- İBTİZÂ' ile İBTİZÂL[< BEZL] ile İBTİZÂR
( Bir şeyin açık/meydanda olma. İLE Bir şeyin, hor kullanılması. | Bir şeyin, çokluğundan dolayı değerini kaybetmesi, bayağılaşması, ayağa düşmesi. | Bir şeyi sürekli olarak kullanma. | Genelleşmiş, ağızdan ağıza dolaştırılarak değersizleşmiş sözlerin gevelenmesi. İLE Zor ile alma, soyma. )

- İBTİZÂZ ile İBYİZÂZ
( Gereksinim dolayısıyla hakarete ve hor görmeye[zillete] katlanma. İLE Çok ağarma, beyazlaşma. )

- İBZÂ' ile İBZÂ' ile İBZÂ'
( Birini son derece keder ve sıkıntıya düşürme. İLE Kötü söz söyleme. İLE İBDÂ' )

- İBZÂL ile İBZÂR
( Esirgemeyip bol bol harcama ve kullanma. İLE İsraf. )

- İBZÂZ ile İBZÂZ
( Semirme, yağlanma. İLE Bir şeyi gereğinden ya da istenilen miktardan az verme. )

- İ'CÂB[< UCB] ile ÎCÂB[< VÜCÛB | çoğ. ÎCÂBÂT]
( Şaşırtma, taaccübe düşürme. | Kendini beğenmişlik.[Ar.: İyiliğe, güzelliğe hayran etme] İLE Gerek/lilik. | Bir sözleşme için ilk söylenilen söz. | Olumlama.[İng., Fr. AFFIRMATION] )

- İCÂD ile ÎCÂD
( Pencere ve kapı üstlerinde bulunan kemer. İLE Meydana getirme/getirilme. | Yeniden bir şey çıkarma. | Yeni bir fikri, yeni bir konuyu zihinde bulma. )

- İ'CÂF ile İC'ÂF
( Durmaksızın hastaya bakma. İLE Yıkma, yere düşürme. )

- İCÂM[< ECEME] ile İ'CÂM
( Ağaçlıklar, çalılıklar, kamışlıklar. | Aslan yatakları. İLE Yazıyı, harfleri noktalama, yazıya nokta koyma. )

- ÎCÂZ ile İCÂZ ile İ'CÂZ[çoğ. İ'CÂZÂT]
( Sözü kısa söyleme. | Az sözle çok anlam anlatma. İLE Bayan başörtüsü. İLE Âciz bırakma, acze düşürme. | Şaşırtma. | Mucize sayılacak kadar düzgün söyleme. | Bir benzerini yapmada herkesi acze düşürme. )

- İCL ile İCL
( Boyun tutukluğu, ağrısı. İLE Eril buzağı, dana. )

- İCTİRÂ'[< CÜR'ET] ile İCTİRÂ'[< CÜR'A] ile İCTİRÂH
( Yeltenme, cesaret etme, cür'et etme. İLE Suyu birden içme.[soluk almadan] İLE El emeği karşılığından kazanılan para ile geçinme. )

- İCTİVÂ' ile İCTİVÂR
( İğrenme, tiksinme. İLE Civar, komşu olma, muhit yapma. )

- İDÂD ile İDÂD/İDED ile İDÂD[< ADD]
( Sayı, hesap. İLE Zor, kuvvet; zafer, üstünlük. İLE Hazırlama/hazırlanılma, geliştirme/geliştirilme. )

- İDÂDE ile İDÂDE
( Usturlabın sırtı üzerine konulmuş, mihver ya da meyil etrafında dönen bir nişan cetveli olup, yıldızların yüksekliğini ölçmeye yarar. İLE Kol bağı. )

- İDÂM ile İ'DÂM[< ADEM]
( Katık, ekmeğe katık edilen şey. İLE Bir kimsenin yasa/yargı gereği ölümü. )

- İFHÂM[< FUHÛM] ile İFHÂM[< FEHM]
( Ağız açtırmama, susturma. İLE Anlatma/anlatılma, bildirme/bildirilme. )

- İFLÂ ile İFLÂH
( Memeden ayırma, sütten kesme. İLE Kutlu, başarılı olma. | Kötü bir durumdan kurtulup iyi bir duruma girme, felâh bulma, selâmete çıkma. )

- İFSÂH[< FASÂHET] ile İFSÂH[< FÜSHAT] ile İFSÂH[< FESH]
( Açık ve düzgün söz söyleme. İLE Açma, genişletme. İLE Unutma, akıldan çıkarma, ihmal etme. )

- İFTÂ'[< FETVÂ] ile İFTÂH[< FETH]
( Fetvâ verme, bir işi fetvâ ile halletme. İLE Açma, fethetme. )

- İFTİÂL ile İFTİÂL
( İş edinme, iş yapma. | [Ar. dilbilgisinde] Beş harfli sözcüklerin birinci bâbı, iftiâl bâbı. İLE Fala bakma, fal tutma. )

- İFTİKÂL ile İFTİKAR["ka" uzun okunur]
( Fazla çalışma, bir işte çok emek harcama. İLE Fakirlik gösterme. | Büyük/çok gereksinimi olma. | Alçakgönüllülük. )

- İFTİRÂS ile İFTİRÂZ[< FARZ]
( Yırtıp paralama, zorla yere yıkma. İLE Gerekli sayma, farz kılma. )

- İĞMÂZ ile İĞMÂZ
( Ayıplama. İLE Göz yumma, görmezlikten gelme. )

- İGSÂS ile İGSÂS
( Güzel yemek yedirme/yedirilme. İLE Sıkıştırma, tazyik etme; bir yer halkını sıkıntıya düşürme. )

- İGTİMÂS ile İGTİMÂZ
( Suya dalma. İLE Gözünü yumma. )

- İGZÂ' ile İGZÂ'[< GAZÂ]
( Görmemezliğe gelme. İLE Gazâya, cenge/savaşa gönderme/gönderilme. )

- İHÂN[< VEHN] ile İHAN[< İHNET]
( Birini zayıf, güçsüz tutma, güçsüzleştirme. | Birini hor görme, tahkir etme. İLE Öfkeler, hiddetler, gazaplar. )

- İHBÂS ile İHBÂS
( Hayır ve iyilik için mal ve hayvan vakfetme. İLE Birinin hakkını yok etme. )

- İHDÂ[müennesi < AHAD] ile İHDÂ'[< HEDİYYE]
( Bir. İLE Armağan yollama, hediye verme/etme/gönderme. )

- İHDÂL ile İHDÂR ile İHDÂR[< HADR]
( Islatma, ıslatılma. İLE İptal etme, hükümsüz bırakma. İLE Bir örgenin/uzvun hissini iptal etme, uyuşturma. [İng. ANESTHESIA | Fr. ANESTHÉSIE] | Genç kızı yaşmaklandırma, ferâce giydirme. )

- İHKAR["ka" uzun okunur] ile İHKAR
( Tahkir etme, rezil etme. İLE Bir yere bina yapmak ya da ağaç dikmek için yıllık belirli bir para ile ve üzerinde kalması koşuluyla o yeri kiralama. )

- İHLÂ' ile İHLÂ'[< HULV]
( Boş bırakma, boşaltma. İLE Tatlılaştırma, tatlılandırma. )

- İHLÂL[< HALEL] ile İHLÂL[< MAHALL]
( Bozma, sakatlama, halel getirme. İLE Yer gösterme, yerleştirme. )

- İHLÂS ile İHLÂS[< HULÛS | çoğ. İHLÂSÂT]
( Bozma, sakatlama, halel getirme. İLE Temiz/doğru/hâlis sevgi. | Gönülden gelen dostluk, samimiyet, doğruluk, bağlılık. )

- İHMÂL[< HAML] ile İHMÂL
( Yükletme, yükletilme. İLE Önem vermeme, önemsememe, boşlama, terk etme. Olduğu gibi bırakma, savsaklama. )

- İHRÂB ile İHRÂB ile İHRÂB
( Harâb etme/edilme. İLE Azmetme. | Kaçmaya zorunlu kılma. İLE Kavgayı kızıştırma. )

- İHRÂK ile İHRÂK[< HARK]
( Dökme, akıtma. İLE Yakma, yakılma. )

- İHSÂ' ile İHSÂ'[< HASÂ | çoğ. İHSÂİYYÂT] ile İHSÂ'
( Hayvan tezeği yakma. İLE Sayma, sayılma. İLE Yalnız bir ilim ve sanat ile uğraşıp onda geniş bilgi elde etme. | Eneme, eusyelerini çıkarma, hadım/iğdiş etme. )

- İHSÂN[< HISN] ile İHSÂN[< HASEN | çoğ. İHSÂNAT]
( Bir yeri sağlamlaştırma. | İffetli ve namuslu olma. İLE İyilik etme. | Bağış, bağışlama. | Verilen, bağışlanan şey. | İyilik, lütûf. )

- İHSÂNEN ile İHSÂNÎ
( İyilik ederek, bağışlayarak, ihsan suretiyle. İLE İhsana ait, ihsan ile ilgili, ihsan yoluyla. )

- İHSÂS ile İHSÂS ile İHSÂS[< HİSS | çoğ. İHSÂSÂT]
( Hisse verme/verilme, pay etme. İLE Kandırma. İLE Üstü kapalı anlatma, duyurma, sezdirme. | Duyum. )

- İHTÂ' ile İHTÂR[< HUTÛR | çoğ. İHTÂRÂT]
( Hatay düşürme/düşürülme. | Yanılma/yanıltılma. İLE Anımsatma. | Dikkatini çekme, tenbih. )

- İHTİDÂ'[< HADA] ile İHTİDÂ'[< HİDÂYET] ile İHTİDÂ'/İHTİZÂ'
( Hilekârlık, hilecilik. | Aldatma, oyun etme. İLE Doğru yola girme. İslâm dinini kabul etme, müslüman olma. İLE Alçakgönüllülük/tevâzu. )

- İHTİFÂ' ile İHTİFÂ'[< HAFÎ]
( Çıplak ayakla yürüme. İLE Saklanma, gizlenme. )

- İHTİKÂK[< HİKKE] ile İHTİKAK["ka" uzun okunur]
( Değme, birbirine sürünme. | Kaşınma. İLE İki taraftan her birinin "hak benimdir" diye ayak diremesi. )

- İHTİKAR[< HAKARET] ile İHTİKÂR
( Hor, hakir görme. | Hakarete katlanma. İLE Halkın, yiyecek ve içecek gibi zorunlu gereksinimlerini ucuz ucuz toplayıp, fırsat bulunca pahalı satma, vurgunculuk, boğuntu, madrabazlık. )

- İHTİLÂ' ile İHTİLÂ'
( Taze ot biçme. İLE Bayanın, mehrinden vazgeçip ya da çok para vererek kocasından boşanması, nikâhı bozdurma. )

- İHTİLÂB ile İHTİLÂB
( Aldatma, aldatılma. İLE Süt sağma. )

- İHTİLÂK ile İHTİLÂK
( Traş etme/edilme. İLE Yalan uydurma. )

- İHTİMÂM ile İHTİMÂM ile İHTİMÂM[< HEMM | çoğ. İHTİMÂMÂT]
( Süpürme. İLE Elemden/kederden dolayı uyuyamama. İLE Dikkatle, çabayla çalışma, özenle iş görme. )

- İHTİRÂS[< HİRÂSET] ile İHTİRÂS[< HIRS] ile İHTİRÂZ[< HIRZ]
( Çekinme, sakınma, korunma. İLE Şiddetli istek/arzu. İLE Sakınma, çekinme. | Korkma. )

- İHTİSÂS[< HİSS | çoğ. İHTİSÂSÂT] ile İHTİSÂS[< HUSÛS] ile İHTİZÂZ ile İ'TİSÂS
( Duyumsama/hissetme. | Duygulanma. İLE Bir ilim ya da sanat üzerinde fazla çalışarak onda derinleşmiş olma, uzmanlık. İLE Gece gezip dolaşma, bekçilik görevi görme. )

- İHTİTÂB[< HUTBE] ile İHTİTÂB[< HATAB]
( Nikâhla isteme. İLE Odun toplama, odun kesme. )

- İHTİYÂL ile İHTİYÂL[< HÎLE | çoğ. İHTİYÂLÂT] ile İHTİYÂL
( Kibirlenme, gururlanma, büyüklenme. İLE Hile yapma, düzen, oyun etme. İLE Korkma. )

- İHTİZÂ' ile İHTİZÂ' ile İHTİZÂ'/İHTİDÂ'
( Ateş yakıp alevlendirme. İLE Örneğe/nümûneye göre iş yapma. İLE Alçakgönüllülük. )

- İHTİZÂR[< HUZÛR] ile İHTİZÂR
( Can çekişme. İLE Sakınma, çekinme, korunma. | Korkma. )

- İHTİZÂZ ile İHTİZÂZ ile İHTİZÂZ[çoğ. İHTİZÂZÂT] ile İHTİSÂS
( Hazzetme, gönül ferahlığı. İLE Kendini alçak tutma, alçalma. İLE Titreme, deprenme. | Sıçrayıp oynama, sallanma. İLE ... )

- İHZÂ' ile İHZÂ'
( Ayakkabı giydirme. | Ganimetten pay alma. İLE Semirme, semirtme/semirtilme. )

- İHZÂL ile İHZÂL
( Islatma, ıslatılma. İLE Alay ve şaka ile çok uğraşma. )

- İHZÂR[< HUZÛR] ile İHZÂR
( Hazırlama, hazır etme/edilme. | Huzura getirme. Birinin mahkemeye davet edilmesi. İLE Gevezelik etme, saçmalama. )

- ÎKA'["ka" uzun okunur][< VUKU] ile ÎKÂ'
( Yapma, yaptırma, oldurma; düşürme. | Türk müziğinde bir usul. İLE Dayanma, dayanılacak şey verme. )

- ÎKAD["ka" uzun okunur] ile ÎKÂD ile İK'ÂD[< KUÛD]
( Yama, yakılma. İLE Sağlam kalma. İLE Oturtma. | Bir hükümdarı tahta çıkarma/oturtma. )

- ÎKAF["ka" uzun okunur][< VAKF] ile İKÂF
( Bir malı vakfetme. Mal. Vakfedilme. | Durdurma, durdurulma. İLE Palan. )

- ÎKÂR ile İK'ÂR
( Doldurma, doldurulma. İLE Derinletme/derinletilme, derinleştirme/derinleştirilme. )

- İKBÂR ile İKBÂR
( Büyük/ulu görme/görülme. İLE Mezara koyma/konulma. )

- İKFÂL ile İKFÂL ile İKFÂR[< KÜFR]
( Kilitleme/kilitlenme. İLE Kefil kılma, tekeffül ettirme. İLE Birine kâfir deme/denilme. )

- İKRÂ' ile İKRÂ' ile İKRÂH[< KERH]
( Kiraya verme/verilme. İLE Okutma. İLE Birine, zorla iş yaptırma. | İğrenme, tiksinme. )

- İKSÂ' ile İKSÂ'
( Kasveti sıkıntı verme/verilme. İLE Giydirme/giydirilme. )

- İKSÂM ile İKSÂM
( Yemin etme, and içme, kasem. İLE Kökünü kırma, hepsinin silinip süpürülmesi. | Çok mal alma/biriktirme. )

- İKSÂR ile İKSÂR[< KESRET]
( Bir şeyi yapmak elinde iken, savsaklayıp yapmama. İLE Çoğaltma/çoğaltılma, artırma. )

- İKTİHÂL ile İKTİHÂL
( Saçın/sakalın ağarması, kır düşme. | Yaşlanma, kocama. İLE Sürme çekme. )

- İKTİNÂ' ile İKTİNÂ' ile İKTİNÂH[< KÜNH]
( Gizlenme, saklanma. İLE Çalışarak kazanma. | Meslek tutma, uyma. | Biriktirme, yığma. İLE Kökünü, aslını, künhünü anlama. )

- İKTİRÂ' ile İKTİRÂ'[< KİRÂ]
( Kur'a atma, atışma, seçme. İLE Kirâ ile tutma, kiralama. )

- İKTİRÂB ile İKTİRÂB[< KURB]
( Korkulu, gamlı, kederli buluşma. İLE Yaklaşma, yanaşma. )

- İKTİRÂS ile İKTİRÂZ[< KARZ]
( Kederli olma. | Bir işe/şeye önem verme. İLE Borç alma. )

- İKTİSÂ ile İKTİSÂ'[< KİSVET]
( Biriktirme/biriktirilme. İLE Giyme/giyinme. )

- İKTİSÂR ile İKTİSÂR[< KASR]
( Kırma, kesretme. İLE Sözü uzatmama. )

- İKTİSÂS ile İKTİSÂS
( İzinden, ardından gitme. | Kısas isteme ya da etme. | Öykü, kıssa söyleme. İLE Çekip koparma/koparılma. )

- İKTİVÂ' ile İKTİVÂ'
( Dağlama/dağlanma, kızgın demirle, cehennem taşıyla gövdenin bir yerine dağ vurma. İLE Güçlenme. )

- İKTİYÂD ile İKTİYÂD[Ar., Fars.]
( Tutup götürme/götürülme. İLE Hile, dalavere yapma. )

- İLÂ ile ÎLÂ' ile ÎLÂ' ile İ'LÂ[< ULÜVV]
( ...ye kadar, ...dek/değin. İLE Yemin etme. | Kocanın eşine yaklaşmaması için yemin etmesi. | Sıkıntı ve derde uğrama. İLE Çok istekli kılma, harîs etme. İLE Yükseltme/yükseltilme, yüceltme/yüceltilme. | Şan ve şöhretini artırma. )

- ÎLÂC ile İLÂC
( Girdirme, içeri sokma. İLE İlâç, derde devâ olan şey. | Çare, tedbir. )

- İ'LÂF[< ALEF] ile ÎLÂF[< ÜLFET]
( Hayvana yem verme/yedirme. İLE Alıştırma/alıştırılma, ülfet etme/ettirilme. )

- İLÂH[çoğ. ÂLİHE] ile ÎLÂH
( Tanrı, mitolojide tanrı. İLE Ve başkaları/benzerleri. vb. | ilâ-âhirihi'nin kısaltması. )

- İLÂHÎ ile İLÂHÎ
( Allah/tanrı ile ilgili. Tanrısal. | Münâcât. İLE "Allah'ım!", "Ey Allah!". "Bu ne hal", "ne tuhaf". )

- İ'LÂM[< ELEM] ile İ'LÂM[< İLM] ile ÎLÂM
( Elem/keder verme. İLE Bildirme/bildirilme, anlatma. | Bir davanın, mahkemece nasıl bir yargı ve karara bağlandığını gösteren resmi belge. İLE Düğün yemeği. )

- İLÂN ile İ'LÂN[< ALEN | çoğ. İ'LÂNÂT]
( Meydana çıkarma, açığa vurma, yayma. İLE Açığa vurma, meydana çıkarma, belirli etme. | Yayma, yaymak için gazeteye verme. | Gazetelerde bu yolda ya da reklâm için yazılmış yazı. )

- İLBÂS ile İLBÂS[< LİBS]
( Alıkoyma, durdurma. İLE Giydirme/giydirilme, örtme/örtülme. )

- İLKA'["ka" uzun okunur] ile İLKAH["ka" uzun okunur]
( Bırakma/bırakılma, terk, atma. | Telkin etme, ilhâm etme. | Bir hatayı/kusuru başkasına yükleme. İLE Aşı vurma, dölleme/döllenme. )

- İLMÂ ile İLMÂ' ile İLMÂH
( Çalma. İLE Parlatma, lemeân ettirme. | Bir şeyi, olmadan önce işaretle bildirme. İLE Bir şeyi parıldatma. | Güzel bir bayanın, yüzünü gösterip hemen çekilmesi. )

- İLTİHÂF ile İLTİHÂF[< LİHAF]
( Yanma, parlama. İLE Yorgan, çarşaf gibi şeylere bürünme. )

- İLTİKA'[< LİKA]["ka" uzun okunur] ile İLTİKA'["ka" uzun okunur]
( Rastgelme, kavuşma, karşılaşma, buluşma. İLE Rengi değişme, benzi atma. )

- İLTİMÂ ile İLTİMÂ'[< LEM | çoğ. İLTİMÂÂT] ile İLTİMÂH[< LEMH]
( Renk değiştirme. | Sararma, solma. İLE Parıldama, lem'alanma. İLE Bir şeye şaşkın şaşkın bakma. )

- İLTİYÂ' ile İLTİYÂH
( İç heyecanlanması, alevlenmesi. İLE Susama. | Gövdenin/cildin güneşten yanması. | Şimşek çakması. | Yıldızın pırıltısı. )

- ÎMÂ' ile İ'MÂ ile İMÂ'[< EMEN]
( İşaret. | İşaretle/dolaylı anlatma. İLE Kör etme/edilme. İLE Cariyeler. )

- İMÂD ile İ'MÂD
( Direk, sütun. İLE Direk dikme. )

- İ'MÂLÂT[< İ'MÂL] ile İMÂLÂT[< İMÂLE]
( Bir fabrikanın ya da bölgenin sanaiye ait yaptığı işler. İLE Vezne uydurmak için, kısa heceyi gereğinden fazla uzun okumalar. )

- İMÂLE ile İMÂLE
( Meylettirme, bir tarafa eğme, yatırma. | Vezne uydurmak için, kısa heceyi gereğinden fazla uzun okuma. İLE [eskiden] İşçilere ödenen gündelik ücret. )

- İMÂME ile İMÂMET
( Sarık. | Tespih, çubuk gibi şeylerin baş tarafına geçirilen, çoğu kehribardan yapılmış olan uzunca bölüm, başlık. | Fildişi oyma ve kakmalarda görünüşü tâcı ve imâmeyi andıran motif. İLE İmamlık. )

- İM'ÂN[< MAAN] ile ÎMÂN[< EMN]
( Bir işte çok ileri varma, çok dikkatli olma. | İnceden inceye araştırma. İLE İnancın pekişmişliği, emin olma. | İslâm dinini kabul etme. )

- İMHÂ'[< MAHV] ile İMHÂ
( Yok etme, mahvetme/edilme. İLE Bileme, keskinleştirme. )

- İMLÂK ile İMLÂK
( Mülk sahibi olma. İLE Çok fakir düşme, düşkünlük. )

- İMSÂS[< MASS] ile İMSÂS
( Emdirme/emdirilme. | Suda erimiş ilâcı şırınga etme. İLE Değdirme, elle tutup sevme, messettirme. )

- İMSÂS[< MASS] ile İMTİSÂS[< MASS]
( Emdirme/emdirilme. | Suda erimiş ilâcı şırınga etme. İLE Emme, emerek çekme, soğurma. | [biyolojide] Soğurulma, emilme.[İng. ABSORPTION | Fr. ABSORBTION] )

- ÎN[< AYNÂ] ile ÎN[Fars.]
( İri ve güzel gözlüler. İLE Bu. )

- İNÂ'[< EVÂNÎ] ile İ'NÂ ile ÎNÂ' ile ÎNÂ'
( Kap kacak. İLE Zahmete uğratma. İLE Yemiş toplama zamanının gelmesi. İLE Geciktirme, alıkoyma. )

- ÎNÂS[< ÜNSÂ] ile ÎNÂS[< ÜNS]
( Bayanlar. İLE Alıştırma/alıştırılma. | Görme, bilme. )

- İNBÂ' ile İNBÂH
( Haber verme. İLE Uyandırma/uyandırılma. | Kımıldatma, hareket ettirme. )

- ÎNCÂ'[< NECÂT] ile İNCÂH
( Kurtarma/kurtarılma. İLE İşi bitirme/tamamlama. | İsteğe erme. )

- İNCÂS[< NECİS] ile İNCÂZ[çoğ. İNCÂZÂT]
( Pisleme/pislenme, necîsleme, necâsetleme. İLE Yerine getirme. )

- İNCİZÂM ile İNCİZÂM
( Meczûm olma, sözcüğün son harfinin harekesiz olarak seslendirilmesi. | Kemiğin kırılması. İLE Cüzzam hastalığına yakalanmış birinin bir örgeninin kopması. )

- İNDİRÂ ile İNDİRÂ
( Yayılıp dağılma. İLE Öne geçme. | Bir işe girişme. | Bulutun altından sıyrılması. )

- İNFÂL ile İNFİÂL[< Fİ'L]
( Ganimetten mal ayırıp verme. İLE Gücenme, darılma. | Edilgi. )

- İNFİSÂD[< FESÂD] ile İNFİSÂH[< FESH] ile İNFİSÂH[< FESH]
( Bozulma, fesada uğrama. İLE Bozulma, etkisiz/hükümsüz kalma. İLE Bollaşma, genişleme. )

- İNGIMÂS ile İNGISÂS ile İNGITÂT
( Suya dalma. İLE Suya batma. İLE Suya dalma. )

- İNHİDÂR ile İNHİDÂR
( Yokuş aşağı inme. | Derinin vurulma ile şişmesi. İLE Perdelenme, örtülme, örtünme. )

- İNHİKAK["ka" uzun okunur] ile İNHİKÂK
( Kördüğüm olma. İLE Kaşınma. )

- İNHİMÂK ile İNHİMÂK[çoğ. İNHİMÂKÂT]
( Ahmak gibi görünme. İLE Bir şeyin üzerine fazla düşme, fazlasıyla düşkünlük. )

- İNHİZÂM[< HEZÎMET | çoğ. İNHİZÂMÂT] ile İNHİZÂM[< HAZM]
( Bozgunluk, bozulma, alt olma, hezimete uğrama. İLE Bir şeyin üzerine fazla düşme, fazlasıyla düşkünlük. )

- İNKA'["ka" uzun okunur] ile İNKA'["ka" uzun okunur] ile İNKÂH[< NİKÂH]
( Temiz/pak olma. İLE Suda ıslatma. İLE Nikâh etme/edilme. )

- İNKAS[< NAKS]["ka" uzun okunur] ile İNKAZ["ka" uzun okunur] ile İNKAZ["ka" uzun okunur]
( Azaltma, eksiltme. İLE Küçük bir hayvanın ya da cansız bir şeyin kendine özgü bir ses çıkarması. | Atları yürümeye teşvik için çıkarılan ses. | Sakız çiğnerken çıkarılan ses. | Gövdedeki oynak yerlerin çatlaması. İLE Kurtarma/kurtarılma. )

- İNKIŞÂ' ile İNKIŞÂR
( Hava açık olup ayazlama, ayaza çekme. İLE Deri ya da kabuğun soyulması. )

- İNSÂF ile İNSÂF
( Yaprak yaprak, lîme lîme olma, dağılma. İLE Merhamete, vicdana ya da mantığa dayanan adâlet. | Ortalama davranış. )

- İNSİLÂL ile İNSİLÂL
( Gizlice savuşma, sıvışma. İLE Bir yere toplanma, üşüntü etme. )

- İNSİYÂG ile İNSİYÂK
( Kalıba dökülüp düzelme. İLE Bir gücün etkisiyle çekilip gitme. | Ardı sıra gitme. | İçgüdü. [İng., Fr. INSTINCT] )

- İNŞİKÂK[< ŞAKK]["ka" uzun okunur] ile İNŞİRÂK ile İNŞİRÂM ile İNŞİRÂS
( Yarılma, çatlama, ikiye ayrılma. İLE Çatlayıp yarılma, yarık olma. | Parlama. İLE Çok yarılma, yarık yarık olma. İLE Soğuktan el derisinin çatlaması. )

- İNTİFÂ' ile İNTİFÂ'[< NEF | çoğ. İNTİFÂAT] ile İNTİFÂH[< NEFH]
( Ortadan yok olma, aradan çıkma. İLE Yararlanma, menfaatlenme. İLE Kabarma, şişme. | Örgenlerden birinin şişmesi. )

- İNTİHÂ' ile İNTİHÂ'[< NİHÂYET]
( Yanına dayanma, yaslanma. İLE Son bulma, sona erme. | Bitme, tükenme. | Son, nihâyet. )

- İNTİHÂB[< NAHB | çoğ. İNTİHÂBÂT] ile İNTİHÂB[< NEHB | çoğ. İNTİHÂBÂT]
( Seçme/seçilme. | Seçim. | En güzel. İLE Yağma ile mal alma, kapışma, talanlama. )

- İNTİHÂBAT[< İNTİHÂB] ile İNTİHÂBÂT[< İNTİHÂB]
( Seçmeler/seçilmeler. | Seçimler. İLE Yağmalar, kapışmalar, talanlamalar. )

- İNTİHÂZ ile İNTİHÂZ
( Fırsat gözleme, fırsatı kaçırmama. İLE Hareket etme, yola çıkma. )

- İNTİKA["ka" uzun okunur] ile İNTİKAH["ka" uzun okunur]
( Bir şeyi seçme, ayırd etme. İLE Zayıf olma, nekahat gerektirme. | İyi bir haber duyup sevinme. )

- İNTİKALEN["ka" uzun okunur] ile İNTİKALÎ["ka" uzun okunur]
( İntikal suretiyle. İLE İntikal ile ilgili. )

- İNTİKAS["ka" uzun okunur] ile İNTİKÂS[< NÜKS] ile İNTİKÂŞ[< NAKŞ]["ka" uzun okunur] ile İNTİKAZ["ka" uzun okunur]
( Eksilme. İLE Başaşağı düşme ya da dönme. İLE Kazılma, nakşolunma. İLE Bozulma, çözülme. )

- İNTİMÂ' ile İNTİSÂB[< NİSBET] ile İNTİSÂB[< NASB]
( Kuşun bir yerden uçup başka bir yere konması. | Birine mensûb olma. İLE Bir kişiye mensûb olma. | Bir yere bağlanma, kapılanma. | Birinin adamı olma. İLE Dikilip durma. | Yükseğe kaldırma. | Kurala göre sözcüğün mensûb olması. )

- İNTİSÂH[< NESH] ile İNTİSÂH
( Kopyasını/nüshasını/sûretini çıkarma, istinsah. İLE Verilen öğüdü tutma. )

- İNTİSÂR[< NESR] ile İNTİSÂR[< NASR] ile İNTİŞÂR[< NEŞR] ile İNTİZÂR[< NAZAR]
( Saçılma, dağılma. | Püskürme/püskürtme. | Aksırma. İLE Öc alma. İLE Yayılma, dağılma, neşr olunma. | Üreme. | Gizli bir şeyin ağızdan ağza yayılması. | Genelleşme. | [fizik] Ayrılma. [İng./Fr. DISPERSION] | [kimya] Dağılım, yayınma. [İng./Fr. DIFFUSION] İLE Bekleme, gözleme. | İlenme, beddua. )

- İNTİYÂH ile İNTİZÂC
( Ağlama, gözyaşı dökme. İLE Çıbanın olgun duruma gelmesi. | Çok gözyaşı dökme. )

- İNTİZÂ'[< NEZ] ile İNTİZÂH
( Çekip koparma, koparıp alma. İLE Dışkılama sonrası temizlenme, tahâret alma. )

- İNZÂL[< NEZR | çoğ. İNZÂLÂT] ile İNZÂR ile İNZÂR[< NEZF | çoğ. İNZÂRÂT]
( İndirme/indirilme. | Tanrı buyruklarının peygamberlere inmesi. | Uykuda düş azması, meni boşalması. İLE Geciktirme, te'hîr etme. İLE Sonunun kötü olacağını haber vererek korkutma, uyarıda/ihtarda bulunma. )

- ÎRÂ' ile İ'RÂ' ile İR'Â
( İyilikte bulunma. | Çakmaktan ateş çıkması/parlaması. İLE Soyma, çıplak bırakma. İLE Otlatma. )

- İRAN ile İRÂN
( Ülke. İLE Neşeli olma. | Tabut. )

- ÎRÂS[< İRS] ile İR'ÂS ile İR'ÂS-/İRÂŞ ile İ'RÂZ
( Verme/verilme. | Neden olma, gerekme/icâb olma. | Getirme. İLE Çekerek sarsma. İLE Titretme. İLE Yüz çevirme, başka tarafa dönme. | Çekinme, sakınma. )

- İRBÂ'[< RİBÂ] ile İRBÂH[< RİBH]
( Artırma, çoğaltma, yarar verip çoğaltma, nemâlandırma. İLE Faizle para verme. | Yarar ve kazanç elde etme. )

- İREM ile İrem
( Ok ya da kurşun atılan nişan tahtası. | Çenk denilen müzik aleti ve bunu icâd edenin adı. İLE Âd kavmi zamanında, Şeddâd tarafından, cennete benzetilerek yapılan bir bahçe.[Şam'da ya da Yemen'de bulunmuş olduğu söylenilir] )

- İRFÂD ile İRFÂD
( Yardım etme, bir şey verme. İLE Herhangi bir çocuk. )

- İRHÂ ile İRHÂ'
( Kibarca, tatlılıkla hareket etme, yumuşak davranma. İLE Gevşetme/gevşetilme, sarkıtma, aşağı salıverme, koyuverme. )

- İRHÂB ile İRHÂB
( Bol olma, bollanma, genişleme. İLE Korkutma/korkutulma, kaçırma. )

- İRHÂS ile İRHÂS[< İRHÂSÂT]
( Fiyat indirme, ucuzlatma. İLE Bir peygamberin gönderilmesinden önce, gönderileceğine işaret olmak üzere çıkan olağanüstü haller. | Sağlam şey. | Hayırlı işlerle uğraşma, duvar yapma. )

- İRKA'["ka" uzun okunur] ile İRKÂ'
( Gözyaşını ve kanı akıtmayıp durdurma. İLE İftira etme. | Geciktirme. )

- İRKAB["ka" uzun okunur] ile İRKÂB[< RÜKÛB]
( Öldükten sonra yasal mirasçılarından başka, birine de bir şey bırakma. İLE Bindirme/bindirilme. )

- [Fars.] İRMÂN ile ÎRMÂN
( Eğreti. İLE Dalkavuk. | Davetsiz olarak bir yere giren kişi. | Eğreti. | İstek, arzu. | Pişmanlık. )

- İRSÂ' ile İRSÂ' ile İRSÂ'
( Geminin demir atması. | Sağlamlaştırma, kuvvetlendirme, pekitme. İLE Yerinden ayrılma. İLE Uzun ve yaralayıcı bir aletle dürtme. )

- İRTÂ' ile İRTÂ'
( Zoraki gülme. İLE Otlatma/otlatılma. )

- İRTİÂS ile İRTİÂS/İRTİÂŞ[< RA'Ş]
( Silkinme, sıçrama, deprenme. İLE Titreme, sarsılma, ra'şeye tutulma. )

- İRTİBAK ile İRTİBÂK
( Zoraki gülme. İLE Karışma. | Çamura batma. | Bir işin ters gitmesi. | Dolambaçlı konuşma. )

- İRTİBÂS ile İRTİBÂS
( Dağılma. İLE Pek sıkışık ve karışık olma. | Zor ve perişan bir durumda kalma. )

- İRTİCÂ'[< RECÂ] ile İRTİCÂ'[< RÜCÛ]
( Ümit etme/ediş, umma. İLE Geri dönme, geri dönücülük, eskiyi isteme. )

- İRTİCÂL ile İRTİCÂLEN/İRTİCÂLÎ
( [şiir ve sözü] Birdenbire, düşünmeden içine doğduğu gibi söyleme/söyleyiş. İLE Düşünmeden, birdenbire, irtical suretiyle. )

- İRTİCÂS ile İRTİCÂZ
( Gök gürlemesi. İLE Kısaltma. | Bahr-i recez'den şiir söyleme.[BAHR-İ RECEZ: Titrek.] )

- İRTİDÂ'[< RİDÂ] ile İRTİDÂ'[< RIDÂ] / İRTİZÂ'[< RIZÂ] ile İRTİDÂ' ile İRTİDÂD[< REDD]
( Örtünme, çarşaf gibi şeye bürünme. Beğenme, seçme. | Uygun bulma, râzı olma. İLE Süt emme. İLE Yasak olan şeyden geri durma, çekinme. İLE İslâm dinini bırakarak başka bir dini kabul etme. )

- İRTİHÂS ile İRTİHÂŞ ile İRTİHÂZ
( Ucuz sayma/sayılma. İLE Istırap ve sıkıntı içinde bulunma, huzuru kaçma. İLE Rezil, kepâze olma. )

- İRTİKAB["ka" uzun okunur] ile İRTİKÂB[çoğ. İRTİKÂBÂT]
( Bekleme, gözleme. İLE Kötü bir iş işleme. | Yiyicilik, rüşvet yeme. )

- İRTİKAS[< RAKS]["ka" uzun okunur] ile İRTİKÂS ile İRTİKAŞ["ka" uzun okunur] ile İRTİKÂZ[< REKZ] ile İRTİKÂZ
( Salıntı, salınım. İLE Başaşağı yuvarlanma. İLE Savaşta askerlerin birbirine karışması. İLE Saplanıp yerinde durma, dikilme. | Bağlanma. | Nabzın atması, seğirme. İLE Iztırap duyma. | Gebelikte çocuğun karında hareket etmesi. )

- İRTİMÂS ile İRTİMÂZ ile İRTİMÂZ
( Suya dalıcılık, dalgıçlık. İLE Iztırap içinde kıvranma. İLE Yerinden oynatıp sıçratma. | Birini koruma. )

- İRTİVÂ' ile İRTİVÂH
( İçerek kanma. | Gövdedeki örgenlerin ve eklemlerin/mafsalların kalınlaşması. İLE Nöbetle çalışma. )

- İRTİYÂ' ile İRTİYÂH[< RİH]
( Korkma, ürkme. İLE Ferahlama. | Rüzgârlanıp rahatlama. )

- İRTİZÂ ile İRTİZÂ'[< RIZÂ] ile İRTİZÂ'[< RIZÂ] ile İRTİZÂH
( Bir şeyin eksilmesi, bir şeyden zarar/ziyan görme. İLE Beğenme, seçme. | Uygun bulma, razı olma. İLE Süt emme. | Özür dileme. | Biraz bahşiş alma. )

- İRZÂ' ile İRZÂ'[< RAZV]
( Emzirme/emzirilme. İLE Gönül alma, hoşnut etme, kandırma. )

- Îsâ ile ÎSÂ ile ÎSÂ' ile ÎSÂ' ile İSÂH[< VESAH]
( Hristiyanlık dininin peygamberi. İLE Teselli edip sabırlılığa teşvik etme/edilme. İLE Vasî yapma, vasiyet yapmaya memur etme. | Vasiyet etme. İLE Zenginleştirme/zenginleştirilme. | Genişletme. İLE Kirletme/kirletilme. )

- İS'ÂD[< SUÛD] ile İS'ÂD[< SA'D]
( Yükseltme, yukarı çıkarma. İLE Kutlu kılma, mes'ûd etme. )

- İS'ÂF ile ÎSÂF ile İsâf
( Birinin isteğini kabul edip yerine getirme. İLE Darıltma, eseflendirme. İLE Mekke putlarından biri. )

- İSÂGA ile İSÂGA
( Kalıba dökme/dökülme. İLE Kolaylıkla yutma. )

- İSÂM[< İSM] ile İSÂM[< İSM]
( Ceza, bir suçun gerektirdiği sonuç. İLE Günaha sokma/sokulma. )

- ÎSÂR ile İS'ÂR ile ÎSÂR ile İS'ÂR/İSGAR["ga" uzun okunur] ile İ'SÂR ile İ'SÂR ile İ'SÂR ile İSÂR
( Bağ, sargı. | Esirlik. İLE Fiyat biçme, narh koyma. İLE İkram, bahşiş. | Cömertlikle verme. | Dökme, saçma, serpme. | Kendi muhtaç olduğu halde bahşiş verme. | Seçme. İLE Çocuğun diş çıkarması. İLE Sürçdürme, ayak kaydırma. | Birini, büyüklere kötüleme/zemmetme. İLE Güçleştirme. | Fakirleşme. İLE İkindi zamanında bulunma. | Gelin olma çağına gelme. | Kasırga. İLE Keçi memesine takılan kese/torba. )

- İSÂRE ile İSÂVE
( Tozu havaya kaldırma. İLE Ağız karalığı, gammazlık. )

- İSBA ile İSBÂH[< SEBH]
( Arapların uzunluk ölçüsü.[kadem'in 1/12'si] İLE Suda yüzdürme/yüzdürülme. )

- İSBÎDÂC ile İSFÎDÂC
( Üstübeç. )

- İSHÂL[< SEHL] ile İSHÂR
( Sürgün, iç sürme, mülâyim dışkılama. İLE Gece uyutmayıp uyanık bulundurma. )

- İSHÂN ile İSHÂN
( Düşmanı perişan etme. İLE Isıtma/ısıtılma, kızdırma/kızdırılma. )

- İSKAL["ka" uzun okunur] ile İSKAR ile İSKÂR
( Ağır şey yükletme/yükletilme. İLE Hor/hakir görme. İLE Sarhoş etme. )

- İSKAT/ISKAT[< SUKUT | çoğ. ISKATÂT]["ka" uzun okunur] ile İSKÂT[< SÜKÛT]
( Düşürme/düşürülme. | Yok etme. | Hükümsüz bırakma. | Ölünün azapsız kalması için dağıtılan sadaka. İLE Susturma, sükût ettirme. | Tartışmada yanıt veremeyecek duruma getirme, ağzını kapattırma. | Kandırma, râzı etme. )

- İSM[çoğ. ESMÂ, ESÂMÎ] ile İSM[çoğ. ÂSÂM]
( Ad. İLE Suç, günah. )

- İSMÂ'[< SEM] ile İSMÂH
( Dinletme, işittirme. İLE Cömert kılma, samâhatli. | Mülâyim ve itaatli etme. )

- İSNÂ' ile İSNÂ
( Övme, medhetme. | Şükretme. İLE Değerini yükseltme. | Bir yerde uzun zaman kalma. )

- İSRÂ'[< SİRÂYET] ile İSRÂ'[< SÜR'AT]
( Geceleyin yürütme/yürütülme, gönderme. İLE Hızlandırma, süratlendirme. )

- İSTÂRE ile İSTÂRE[Fars.]
( Perde, zar. İLE Yıldız. )

- İSTİÂZA[< İVAZ] ile İSTİÂZE[< İYAZ]
( Karşılık olarak bir şey isteme. İLE Allah'a sığınma.[eûzü billâhi min-eş-şeytân-ir-racîm ya da neûzü billâh] | Sığınma. )

- İSTİB'ÂD[< BU'D] ile İSTİ'BÂD
( Uzaksama, uzak görme, olasılık vermeme. İLE ... )

- İSTİ'BÂR ile İSTİBÂR
( Rüya tabir ettirme. İLE Yoklama, muayene etme. )

- İSTİBDÂ' ile İSTİBDÂ' ile İSTİBDÂD
( İşedikten sonra akıntıyı tam arıtma. | Nikâhlanılan bir dulun gebe olmadığına sonucunu elde etmek üzere bir adet dönemi görene kadar ona yaklaşmamak. İLE Nadide sayma, bedi'. İLE Keyfî yönetme düzeni. | Yönetimde baskı/tazyık. )

- İSTİBKÂ'[< BEKA]["ka" uzun okunur] ile İSTİBKÂ'[< BÜKÂ]
( Devamını, sürmesini isteme. | Saklama, koruma, muhafaza etme.[İng., Fr. CONSERVATION] İLE Ağlatma. )

- İSTÎCÂB ile İSTİ'CÂB[< ACEB]
( Haklı sayma, vacib görme. İLE Hayrette kalma, şaşma, taaccübetme. )

- İSTÎCÂL ile İSTİ'CÂL[< ACEL] ile İSTÎCÂR[< ECR]
( Sonraya bırakılmasını, te'cîl edilmesini isteme. İLE Acele etme, tez olmasını isteme, çabuklaştırma. İLE Kira ile tutma, kiralama. )

- İSTİDÂ' ile İSTÎDÂ'[< VEDÂ] ile İSTİD'Â'[< DUA] ile İSTİDÂA/İSTİZÂA[< ZİYA]
( El uzatma. İLE Birinin yanına bırakma, bir şeyi saklamak üzere birine emanet etme. İLE Yalvararak isteme. | Dilekçe, istidâ. İLE Aydınlanma, ışıklanma, ziyalanma. )

- İSTİDÂD ile İSTİ'DÂD
( Doğrulma. | Alışma. İLE Bir şeyin kabulüne, kazanılmasına olan doğal eğilim, beceri. | Akıllılık. | Anlayışlılık. | Becerisi olan kişi. )

- İSTİDÂD-I SÂİD ile İSTİDÂD-I YED
( Bileğin alışması. İLE Elin alışması. )

- İSTİDLÂL ile İSTİDLÂL[< DELÂLET | çoğ. İSTİDLÂLÂT]
( Ayartmaya çalışma, dalâlette bulunmasını isteme. İLE Bir delile dayanarak bir şeyden sonuç çıkarma, delil ile anlama. )

- İSTÎFÂ'[< VEFÂ] ile İSTİ'FÂ'[< AFV] ile İSTİFHÂM[< FEHM | çoğ. İSTİFHÂMÂT]
( Tamamıyla alma/alınma, ödetilme. İLE Affını isteme. | Bir işten kendi isteğiyle çekilme. İLE Sorma, anlama. Anlamak, öğrenmek için sorma. )

- İSTİFTÂ'[< FETVÂ] ile İSTİFTÂH[< FETH]
( Fetvâ almak/istemek. Müftüye başvurma. İLE Siftah etme. | Başlama, başlanılma. | Açma, açılma. )

- İSTÎHÂL[< EHL] ile İSTÎHÂR
( Bir şeye uygun/lâyık/ehil olma. İLE Geri kalma/bırakılma. )

- İSTÎHÂLE[< HAVL | çoğ. İSTİHÂLÂT] ile İSTÎHÂRE[< HAYR]
( Olanaklı/mümkün olmayış, olanaksızlık/imkânsızlık, olamazlık. | Bir durumdan/halden başka bir duruma/hâle geçiş. [KEVN <> FESAD] | Başkalaşma. [İng. METAMORPHOSE, METAMORPHOSIS | Fr. MÉTAMORPHOSE] İLE Bir işin hayırlı olup olmayacağını öngörmek üzere abdest alıp dua edip uykuya yatma. | Hayırlı olmayı arzu etme.[Fr. ONIROMANCIE] )

- İSTİHÂRE[< HAYR] ile İSTİÂRE[çoğ. İSTİÂRÂT]
( Bir işin hayırlı olup olmayacağını öngörmek üzere abdest alıp dua edip uykuya yatma. | Hayırlı olmayı arzu etme.[Fr. ONIROMANCIE] İLE Ödünç alma, birinden eğreti bir şey alma. | Bir sözcüğün anlamını geçici/eğreti olarak başka bir sözcük üzerine kullanma. )

- İSTİHKAK[< HAKK]["ka" uzun okunur] ile İSTİKÂK
( Hakkı olma, hak kazanma. | Hak kazanılan şey. İLE Bitkilerin çokluktan dolayı birbirlerine dolaşık/sarmaşık olması. )

- İSTİHLÂB ile İSTİHLÂB
( Şerbet kıvamına getirme. | Yemeğin, bağırsaklarda sindirilmek üzere yoğun sıvı kıvamına geçmesi. | Süt sağma/sağılma. İLE Tırmalama. )

- İSTİHLÂL[< HELÂL] ile İSTİHLÂL[< HİLÂL]
( Helâl sayma. | Helâlleşme. | Helâl edilmesini isteme. İLE Yeni Ay'ın görünmesi, hilâli görme. | Çocuğun doğar doğmaz ağlamaya başlaması. )

- İSTİHMÂM ile İSTİHMÂM
( Hamama girme, yıkanma. İLE Bağlı bulunduğu cemaate özgü işler için her türlü sıkıntıya girme. )

- İSTİHSÂN[< HISN] ile İSTİHSÂN[< HASEN]
( Savunma, müdâfaa etme, karşı koyma. İLE Beğenme, beğenilme, güzel sayılma, güzel bulma. )

- İSTÎKA'["ka" uzun okunur] ile İSTÎKA'["ka" uzun okunur] ile İSTİKA'[< SAKY]["ka" uzun okunur] ile İSTİKA/İSTEKA[İt. < Cerm.]
( Olacak/gerçekleşecek, vuku' bulacak diye endişelenme. İLE Olmasını bekleme, olacak diye endişeye düşme. İLE İçecek su alma, su isteme. İLE Ayakkabıların altını parlatmak için kunduracıların kullandığı kemik. )

- İSTÎKAN["ka" uzun okunur] ile İSTİKÂN/E/T
( Kesin/yakînen bilme/biliş. İLE Alçakgönüllülük. | Küçülme. )

- İSTİKBÂLEN ile İSTİKBÂLÎ
( Gelecek zamanda, ileride. | Karşılayarak, karşılamak üzere. İLE Gelecek zamanla ilgili. )

- İSTİKFÂ' ile İSTİKFÂ
( ... İLE Yeterli sayma, kâfi. Varolan ile geçinmek isteme. )

- İSTİKFÂL ile İSTİKFÂL[< KEFÂLET]
( Çekmecede/kasada kilit altında bulundurma. İLE Kefil olma, kefilliği kabul etme. )

- İSTİKRÂ ile İSTİKRÂ[Ar. İKTİRÂ] ile İSTİKRÂH[< KERH]
( Gezme, dolaşma; âvârelik. | Bir şey hakkında etraflı bilgi edinme. | Tümevarım. [İng. INDUCTION, Fr. ÉPAGOGIQUE] İLE Kira ile tutma/tutulma, kiralama. İLE İğrenme, tiksinme. | [Ar.: İstemeyerek zorla yapma.] )

- İSTİKRÂR[< KARAR] ile İSTİKRÂR[< TEKRAR]
( Karar bulma, yerleşme. | Kararlaşma, iyice belirli olma. İLE Tekrarlatma. )

- İSTİKTÂL ile İSTİKTÂR[< KATR]
( Ölümden korkmayarak kendini tehlikeye atma. İLE Damla damla akıtma, damıtma. )

- İSTÎLÂ'[< VELY] ile İSTİ'LÂ'[< ULÜVV]
( Bir yeri güç kullanarak ele geçirme. | Yayılma, kaplama. | Basma. İLE Yükselme. | Üste çıkma, üstün gelme. )

- İSTİ'LÂM[< İLM] ile İSTİLÂM
( Karar bulma, yerleşme. | Kararlaşma, iyice belirli olma. İLE Öpme ya da el sürme. | Kâbe'nin tavâfı sırasında "Hacer-ül-Esved"in elle okşanması ve izdiham dolayısıyla bizzat el sürülemiyorsa uzaktan okşama işaretinin yapılması. )

- İSTİMÂ' ile İSTİMÂ'[< SEM | çoğ. İSTİMÂÂT]
( Birinin ziyaretine gitme. İLE Dinleme/dinlenilme, duymalar/işitme. | Dinleyip kabul etme. | Kulak verip dinleme. )

- İSTİMTÂ'[< TEMETTÜ] ile İSTİMTÂR
( Yararlanma. İLE Yağmur isteme, yağmur duasına çıkma. )

- İSTİ'NÂD[< İNÂD] ile İSTİNÂD
( İnat etme, direnme. İLE Dayanma. | Güvenme. | Senet, delil, hüccet sayma. )

- İSTİNBÂ' ile İSTİNBÂT
( Haber sorma, bilgi isteme. İLE Bir söz ya da işten gizli bir anlam çıkarma. Açık olmayarak, dolayısıyla, zımnen anlama. )

- İSTİNKAS["ka" uzun okunur] ile İSTİNKÂŞ[< NAKŞ]["ka" uzun okunur]
( Bir şeyin fiyatını/değerini düşürmeye çalışma. İLE Nakşedilmesini isteme. | Nakşetme. )

- İSTİNSÂ' ile İSTİNSÂH[< NESH] ile İSTİNSÂH[< NUSH]
( Borç ödemek için zaman/mühlet isteme. | Veresiye almak isteme. İLE Nüshasını çıkarma, bir sûretini çıkarma, kopya etme. )

- İSTİNSÂR ile İSTİNSÂR[< NASR] ile İSTİNŞÂ'
( Su ya da başka bir ilâç çekip burnu temizleme. | Püskürme. İLE Yardım isteme. İLE Haber/havâdis araştırma. )

- İSTÎRÂ' ile İSTİR'Â
( Çakmak taşından ateş çıkartma. | İki ağaç parçasını birbirine sürte sürte tutuşturma. İLE Riayet isteme. )

- İSTÎRÂHAT[< RÂHAT] ile İSTÎRÂHÂT[< İSTÎRÂHAT]
( Rahat etme, dinlenme. İLE Dinlenmeler. )

- İSTİRÂK[< SİRKAT] ile İSTİ'RÂK ile İŞTİRÂK[< ŞİRKET]
( Çalma/çalınma, hırsızlık. İLE Terlemek üzere/için yatmak. İLE Ortaklık, ortak olma, paydaşlık. | Bir işte yer alma, paydaşlık etme. | Bir işe, bir düşünceye katılma, katılım. | İktisadi devlet teşekküllerinin ya da kamu iktisadi kuruluşlarının ya da bağlı ortaklıklarının, sermayelerinin en az yüzde onbeşine, en çok yüzde ellisine sahip bulundukları anonim şirketler. | Bir ortaklık ile işletme arasında, sözkonusu ortaklığın yönetimine ve ortaklık politikalarının belirlenmesine katılma anlamında sürekli bir bağ yaratan, doğrudan ya da dolaylı sermaye ve yönetim ilişkisi. )

- İSTİRCÂ'[< RECÂ] ile İSTİRCÂ'[< RÜCÛ]
( Rica etme, yalvarma, dileme. İLE Bir cenâze görüldüğü zaman belirli bir âyeti okuma. [innâ li-llâh ve innâ ileyhi râciûn: Şüphe yok ki biz, Allah'ın kuluyuz, ve yine şüphe yok ki ona dönücüleriz] | Geri dönme, tepme. )

- İSTİ'SÂB ile İSTİS'ÂB[< SA'B]
( İğrenme. İLE Güç sayma, bir şeyin zor gelmesi. )

- İSTİSÂBE ile İSTİSÂBE
( Sevap kazanmayı isteme. İLE Sevap görme/görülme. )

- İSTİS'ÂL[< SUÂL] ile İSTÎSÂL[< ASL] ile İSTİSHÂL[< SEHL]
( Soruşturma. İLE Kökünden koparıp çıkarma/çıkarılma, kökünü kurutma. | Bir urun çıkarılması. İLE Kolay sayma/görme. )

- İSTİ'SÂR ile İSTÎSÂR ile İSTÎSÂR ile İSTİSHÂR
( Bir işin güç olmasını isteme. İLE Bir şeyi nefsine ayırma. [Fr. ÉGOÏSME] İLE Kolaylaşma, kolay sayma/addedilme. İLE Alay etme, eğlenme. )

- İSTİSHÂL[< SEHL] ile İSTİSHÂR
( Kolay sayma/görme. İLE Alay etme, eğlenme. )

- İSTİSRÂ'[< SÜR'AT] ile İSTİSRÂR
( Hızlandırma, süratlendirme. İLE Odalık alma. )

- İSTİŞ'ÂR[çoğ. İSTİŞ'ÂRÂT] ile İSTİŞHÂR
( Yazı ile bildirilmesini isteme. [POLEMİK: Yazarak/yazılı tartışma.] İLE Ün kazanma, şöhret bulma. )

- İSTİŞFÂ'[< ŞİFÂ] ile İSTİŞFÂ'[< ŞEFÂAT]
( Şifa talebetme, hastalığa ilâç arama, derdine derman arama. İLE Şefâat isteme, birinin aracılığını dileme. )

- İSTİTÂBE ile İSTİTÂBE
( Tövbe ettirme/talebetme. İLE Hoş/iyi bulma/bulunma. )

- İSTİ'TÂF[< ATF | çoğ. İSTİ'TÂFÂT] ile İSTÎTÂF
( Yardım ve merhamet dileme. İLE Kaplama. )

- İSTİTÂRE ile İSTİTÂRE
( Saklanma, örtü altına girip gizlenme. İLE Uçurma/uçurulma, gönderme/gönderilme. )

- İSTİVÂ'[< SEVÂ] ile İSTİ'FÂ'[< AFV] ile İŞTİFÂ'
( Saklanma, örtü altına girip gizlenme. İLE Affını isteme. | Bir işten kendi isteğiyle çekilme. İLE İyi olma, şifâ bulma. )

- İSTİYÂK ile İŞTİYÂK[< ŞEVK]
( Misvak kullanma. İLE Şevklenme, göreceği gelme, özleme. )

- İSTİZÂA[< ZİYÂ] ile İSTÎZÂH[< VUZUH | çoğ. İSTÎZÂHÂT]
( Aydınlanma, ışıklanma, ziyâlanma. İLE Bir şeyin açık olarak bildirilmesini isteme, açıklama isteme. | Gensoru.[mecliste] )

- İSTİ'ZÂR[< ÖZR] ile İSTİZHÂR[< ZAHR]
( Bağışlamasını isteme, af/özür dileme. İLE Dayanma, güvenme, arka verme. | Yardım isteme, arka/zâhir olmasını isteme. )

- İSTİZLÂL[< ZİLL] ile İSTİZLÂL[< ZILL]
( Bayağı/aşağılık görme/görülme, zelil görme. İLE Gölgelenme, gölge altına girme. | Gölgede oturma. | Sığınma. )

- İ'ŞÂ' ile İŞ'Â' ile ÎŞÂ' ile İŞÂA/İŞÂAT[< ŞÜYÛ] ile İŞÂHA
( Akşam yemeği verme. İLE Şuâlanma, güneş, ışığını dağıtma. İLE Ağacın çiçek açması. İLE Haber yayma, herkese duyurma. İLE Misvak kullanma.[İSTİYÂK] )

- İŞÂAT/İŞÂA[< ŞÜYÛ] ile İŞÂÂT[< İŞÂA]
( Haber yayma, herkese duyurma. İLE Duyurmalar, yaymalar. )

- İŞ'ÂL[< ŞAAL] ile İŞ'ÂR[çoğ. İŞ'ÂRÂT]
( Alevlendirme, alevi parlatma, tutuşturma, şûlelendirme. | Şiddetlendirme. İLE Yazı ile bildirme, haber verme. )

- İŞKİL/İŞKÎL[< ŞEKL] ile İŞKİL/İŞKÎL[Fars.]
( Güçlük, zorluk. İLE Şüphe, hile. | Önden sağ ve arkadan sol ayağı beyaz olan at.[Araplarca hiç makbul sayılmaz] )

- İŞRÂK[< ŞİRK] ile İŞRÂK[< ŞARK] ile İŞRÎRÂK
( Allah'a ortak koşma, Allah'ın tek/bir oluşuna inanmama. İLE Güneşin doğması, doğarak çevresini ışıklandırması. | Işıklandırma, parlatma. İLE Gözyaşına boğulma, ağlamaktan boğulmak derecesine gelme. )

- İŞTİHÂ'[< ŞEHVET] ile İŞTİHÂR[< ŞÖHRET]
( İstek, meyil. | Yemek yeme isteği, iştah. İLE Ün alma, ünlü olma, şöhret bulma, şöhretlenme, meşhur olma. )

- İŞTİRÂK[< ŞİRKET] ile İŞTİYÂK[< ŞEVK]
( Ortaklık, ortak olma, paydaşlık. | Bir işte yer alma, paydaşlık etme. | Bir işe, bir düşünceye katılma, katılım. | İktisadi devlet teşekküllerinin ya da kamu iktisadi kuruluşlarının ya da bağlı ortaklıklarının, sermayelerinin en az yüzde onbeşine, en çok yüzde ellisine sahip bulundukları anonim şirketler. | Bir ortaklık ile işletme arasında, sözkonusu ortaklığın yönetimine ve ortaklık politikalarının belirlenmesine katılma anlamında sürekli bir bağ yaratan, doğrudan ya da dolaylı sermaye ve yönetim ilişkisi. İLE Şevklenme, göreceği gelme, özleme. )

- ÎTÂ' ile İ'TÂ'/ÎTÂ[< ATÂ]
( Kafiyenin bir anlamda olarak aynen tekrarı. İLE Verme/verilme, ödeme. )

- ÎTÂB ile İTÂB ile İT'ÂB[< TAAB]
( Kolsuz, yakasız bayan gömleği, dekolte gömlek. İLE Azarlama, tersleme, paylama, darılma. İLE Yorma/yorulma, zahmet verme. )

- ÎTÂD ile İTÂD[< ATÂ]
( Kazık çakma. İLE Süt sağarken ineğin ayağına geçirilen ip. )

- İT'ÂM ile İT'ÂM
( İkiz doğurma. İLE Yemek yedirme/verme/verilme. )

- İTÂT ile İTÂAT[< TAV]
( Düşmanlık, zıtlık. İLE Boyun eğme, dinleme, alınan emre göre davranma. )

- İ'TİDÂD[< ADD] ile İ'TİDÂD
( Sayma, iddet çekme. | Nazlanma. | Gururlanma. İLE Bir şeyi kol üzerine alma. | Yardım isteme. )

- İ'TİKAL["ka" uzun okunur] ile İ'TİKÂL ile İ'TİKÂL[< EKL | çoğ. İ'TİKÂLÂT]
( Devenin dizini büküp bağlama. | Güreşte sarmaya getirip yıkma. | Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına alma. İLE Zorlaşma, müşkilleşme. İLE Kemirerek yeme. | Yaranın gövdeyi sarması/yemesi. | Deniz dalgalarının, karaları döverek aşındırması/oyması.[EROZYON, İng. EROSION, Fr. ÉROSION] )

- İ'TİKÂL-İ BAHRÎ ile İ'TİKÂL-İ SEVÂHİL
( Dalga aşındırması. İLE Kıyıların aşınması. )

- İ'TİLÂF[< ÜLFET | çoğ. İ'TİLÂFÂT] ile İHTİLÂF/ŞİKAK[< HİLÂFET | çoğ. İHTİLÂFÂT]
( Uyuşma, anlaşma. İLE Antlaşmazlık, uyuşmazlık/uymayış/uymama, ayrılık, aykırılık. )

- İ'TİSÂ ile İ'TİSÂR
( Asâ kullanma, asâya dayanma. İLE Özünü/usâresini çıkarmak için bir şeyi sıkma, sıkılma. )

- İ'TİZÂL[< AZL] ile İ'TİZÂR[< ÖZR | çoğ. İ'TİZÂRÂT]
( Bir tarafa çekilme. | İşten çekilme. | Ehl-i sünnet'ten Vâsıl b. Atâ'nın kurduğu mu'tezile mezhebi. | Takımdan ayrılma. İLE Özür dileme. )

- İ'TİZÂM[< AZÎMET] ile İ'TİZÂM
( Gitmeye hazırlanma, gidiş. İLE Büyüklük satma, azamet. )

- İTTİÂS ile İTTİÂZ[< VA'Z]
( Öldürme, helâk etme. İLE Öğüt/nasihat dinleme. )

- İTTİKA[< VİKAYE]["ka" uzun okunur] ile İTTİKÂ'
( Sakınma, çekinme. İLE Dayanma, yaslanma, söykenme. )

- İTTİSÂ'[< VUS] ile İTTİSÂH
( Bollaşma, genişleme. | Bolluk, genişlik. | Kaplam.[felsefe] İLE Kirlenme, paslanma. )

- İTTİZÂ' ile İTTİZÂH
( Devenin, boynuna basarak üstüne binmek için başını aşağıya eğme. | Alçakgönüllülük. İLE Açık olma, meydana çıkma, vâzıh. )

- İVÂZ ile ÎVÂZ[Fars.]
( Karşılık, karşılık olarak verilen şey, bedel. İLE Hazırlanmış, koşulmuş, düzülmüş. )

- İZÂ' ile ÎZÂ' ile İZÂA/İZÂAT ile İZÂA/İZÂAT[< ZIYÂ]
( Sıra, hizâ. İLE İyiliğe karşı iyilik etme. | Kedere, mihnete uğratma. | Korkma. İLE Açığa vurma. İLE Kaybetme, zâyi etme. )

- İZÂDE ile İZÂDE/İDÂDE[Fars.]
( Ailesini korumak için birine yardımda bulunma. İLE Usturlabın sırtı üzerine konulmuş, mihver ya da meyil etrafında dönen bir nişan cetveli olup, yıldızların yüksekliğini ölçmeye yarar. )

- İZÂFÂT ile İZÂFET
( Ad/isim tamlamaları/takımları, izâfetler. | Dünya ile olan bağlar, ilgiler. | Zincirleme ad/isim takımı. İLE İki şey arasındaki bağ, ilgi. | Ad/isim tamlaması/takımı. )

- İZÂLE[< ZEVÂL] ile İZÂLE
( Giderme/giderilme, yok etme. İLE Uzun etekli esvap. | Bayanın yaşmağını açması. | Halsiz bırakma. )

- İZÂM[< AZÎM] ile İ'ZÂM[< AZM] ile İ'ZÂM
( Büyükler, ulular. | Kemikler. İLE Büyütme/büyütülme. | Gereğinden fazla önem verme. İLE Yollama, gönderme. )

- İZ'ÂN ile ÎZÂN
( Anlayış, kavrayış, akıl. | Söz dinleme, boyun eğme, itâat. | Terbiye, edep. İLE Bildirme/bildirilme. | Ezan okuma. )

- İZÂR ile İZÂR ile İZÂR[Fars.]
( Belden aşağıya özgü örtü, peştemal.[Fars. FÛTA] İLE Yanak.[Fars. RUH] İLE Suyun dibi.[Ar. GAVR] )

- İZÂRE ile İZÂRE
( Ziyaret ettirme. İLE Birini kuşkulandırma, kuruntuya sevketme. )

- İZDİRÂ' ile İZDİRÂ'
( Tahkir etme, hakir görme. İLE Ekin ekme, ziraat etme. )

- İZLÂK/İZLÂL ile İZLÂL[< ZÜLL] ile İZLÂL[< ZILL]
( Ayak kaydırma, sürçtürme. İLE Küçük/hakîr görme, alçaltma. İLE Gölge verme, gölgelendirme. )

- İZRÂ' ile İZRÂ'
( Aşırı derecede övme. | Altın arama/araştırma. | Korkutma. İLE Arşınlama. )

- KAF ile KÂF[Ar., Fars.] ile Kaf ile KÂF[Fars.]
( Osmanlı abecesinin yirmidördüncü harfidir.[ebced hesabında 100 sayısının karşılığıdır.] İLE kef harfinin başka bir okunuşu. İLE Masallarda, zümrüd-i anka kuşunun yaşadığı söylenilegelen dağ. | [Doğu budunları/kavimleri kozmolojisinde] Arz'ın etrafını çepeçevre kuşatan dağın adı. İLE Yaran/yarıcı. )

- KAB ile KÂ'B
( Uzaklık, mesafe. İLE Topuk kemiği, aşık kemiği. | Tavla zarı. | Sekiz köşeli, sekiz yüzlü cisim. | Küp. )

- KABIZ[< KABZ]["ka" uzun okunur] ile KABIZA["ka" uzun okunur] ile KABZ ile KABZA
( Alan, tutan, kabzeden. | Peklik/kabızlık veren. | [anatomide] Sıkan, çeken. [KABZ >< BAST] İLE [anatomide] Büken.[: Oynak kemikler arasındaki açıları daraltan kasların genel adı.] İLE El ile tutma. | Avuç içine alma, kavrama. | Azrâil tarafından ruh teslim alınma, ölme. | Peklik, amelsizlik, kabız. İLE Tutacak/tutamak yeri, sap. )

- Kâbil[aslı KÂBÜL] ile Kabîl["ka" uzun okunur] ile KABÎL[< KABL] ile KABİL[< KABUL]["ka" uzun okunur]
( Afganistan'ın başkenti. İLE Hz. Âdem'in büyük oğlu olup kardeşi Hâbîl'i öldürmüştür. İLE Sınıf, tür/nev. | Türlü, gibi. | Az/biraz önce. İLE Kabul eden/edici. | Olan/olabilir. )

- KABÎLE[çoğ. KABÂİL] ile KABİLE["ka" uzun okunur]
( Boy. İLE Hanım ebe. )

- KÂBİR ile KABİR/KABR[çoğ. KUBÛR] ile KABL
( Büyük, ulu. İLE Gömüt, sin, mezar/lık, kabristan[Fars.]. İLE Ön, önce, öndeki, evvel/evvelki. )

- KÂD ile KADD ile KÂD[Fars.]
( Mahzûn olma. İLE Boy. İLE Hırs. )

- KA'DE ile KADEH[çoğ. AKDÂH]
( Bir kere oturma, oturuş. İLE Bardak, küçük bardak, içki bardağı. | [botanik] Kadeh. )

- KADÎ/KADI[< KAZÂ | çoğ. KUZÂT]["ka" uzun okunur] ile KADİH[< KADH]["ka" uzun okunur]
( Yapan, yerine getiren. İLE Kötüleyici, zemmedici. )

- KADÎM[< KIDEM | çoğ. KUDEMÂ]["ka" uzun okunur] ile KADİM[< KADEM]["ka" uzun okunur]
( Eski. | Öncesini bilir kimse bulunmayan, öncesi bilinmeyen şey. | Başlangıcı olmayan, öteden beri varolan. | Eski zaman. İLE Ayak basan, varan/ulaşan. )

- KADÎR[< KUDRET] ile KADİR["ka" uzun okunur] ile KADR
( Tükenmez kudret sahibi olan Allah.[Allah'ın adlarından] İLE Güçlü, kuvvetli, kudret sahibi. | Allah. İLE Değer, itibar. | Onur, şeref, haysiyet, meziyet. | Derece, rütbe. | Yıldızları, parlaklık derecelerine göre birbirinden ayırdetmek için yapılan sınıflandırmada her dereceden biri.[Birinci kadirden(en parlak) altıncı kadire kadar olan yıldızlar gözle görülebilir; teleskobun kuvveti arttıkça daha küçük kadirdeki yıldızları görmek olanaklıdır.][Güneşin parlaklığı sıfırıncı kadirdendir.] )

- KÂFİL[< KEFÂLET] ile KÂFİR[< KÜFR, KÜFRÂN(: örten, setr eden) | çoğ. KÂFİRÛN, KEFERE, KÜFFÂR] ile KAFR[çoğ. KUFÂR]
( Üstüne alan, kefâlet eden. | Ödeyen, kefil olan. İLE Hakk'ı tanımayan/bilmeyen. | Allah'ın varlığına ve birliğine inanmayan. | Küfreden/küfredici. | İyilik bilmeyen, nankör. | [mecaz] Zeki, becerikli, kurnaz, yaman, cana yakın, sevimli. İLE Susuz, otsuz, ıssız çöl. )

- [Fars.] KÂH ile KÂH
( Saman, saman çöpü. İLE Köşk, kasr | Yüksek bina. | Bir göz/tek oda. )

- KÂHİL[< KÜHÛLET | çoğ. KEVÂHİL] ile KAHİR[< KAHR]["ka" uzun okunur] ile KAHR
( Olgun, orta yaşlı, erişkin, kühûlet sahibi, 30 - 50 yaş arasında bulunan. | Hareketi ağır, çabasız, tembel, durgun, râkid. İLE Zorlayan, kahreden. | Üstün gelen, ezen/ezici. | Yok eden, ortadan kaldıran. İLE Zorlama, zorla bir iş gördürme. | Batırma, ezme, üstün gelerek mahvetme. | Çok üzüntü duyma, çok kederlenme. )

- KAİD["ka" uzun okunur] ile KAİD[< KUÛD]["ka" uzun okunur]
( Yedeğine alan, yedekte çeken. | Komutan/kumandan. İLE Oturucu/oturan/oturmuş. )

- KAİL[< KAVL]["ka" uzun okunur] ile KAÎR
( Söyleyen, diyen. | Boyun eğmiş, razı olmuş. | Aklı yatmış, inanmış. İLE Daha/pek/çok derin. )

- KAL["ka" uzun okunur] ile KAL'
( Söz, lâf. İLE Koparma/koparılma, sökme/sökülme, yerindne çıkarma/çıkarılma, temelinden çekip atma. )

- [Fars.] KÂLÂ ile KÂLE ile KAL'A[Ar. çoğ. KILÂ']
( Kumaş. | Anamal, sermaye. | Ev eşyası. İLE Kumaş. | Kelek, ham kavun. İLE Kale, hisar. | Bir şeyin aslının, temelinin, güvenliğinin sürdürüldüğü nesne.[O eser, ilmin kal'asıdır.] )

- KAM' ile KÂM[Fars.]
( Ezme, kırma, zapetme. İLE Ağzın üstü, damak. | Meram, arzu, emel, istek. | Lezzet, zevk. )

- KANÂTIR[< KANTARA] ile KANÂTÎR[< KANTAR]
( Taştan yapılan kemerli büyük köprüler. İLE Kantarlar. )

- KANIT ile KANIT[< KUNÛT]["ka" uzun okunur] ile KANİT[< KUNÛT]["ka" uzun okunur]
( Bir şeyin doğruluğu/gerçekliği konusunda kanı verici belge/öğe, delil. İLE Ümidi tamamen sönmüş, ümitsiz, kederli. İLE İtaatli, bağlı, dindar. )

- KÂNÎ ile Kânî ile KANİ'[< KANÂAT | çoğ. KANİÛN, KANİÎN]["ka" uzun okunur]
( Dokunaklı/iğneli söz söyleyen, kinâye eden/söyleyen. İLE XVIII. yy.da Osmanlı edebiyatının şiir/nazım ve düzyazı/nesir üstadlarındandır. Hezl ve mizah tarzında yazdığı hoş mektuplarla ün kazanmıştır. İLE Hırs. )

- KANÛN ile KÂNÛN
( Devletin yasama kuvveti tarafından herkesçe uyulmak üzere konulan her tür düzen, kural, kaide. | Herhangi bir konu üzerindeki yasayı/kanunu taşıyan kitap. | Doğa olaylarının bağlı göründükleri ve dışına çıkamadıkları düzen. | Yol, yordam, âdet. İLE Ateş ocağı. | Soba. | Mangal. | Bir şeyin tutuşup yandığı yer. | Kış mevsiminin ilk ayı.[Aralık] )

- KAR' ile KAR' ile KA'R[çoğ. KUÛR] ile KÂR[Fars.] ile -KÂR[Fars.]
( Kapıyı çalma. İLE Hekimin, hastayı muayene ederken, ses almak üzere, bir örgene/uzva parmakla vurması. | Kapı çalma. | Su kabağı. İLE Çukur şeyin dibi, dip, son/nihayet. | Derinlik. İLE İş güç, iş. | Kazanç, temettü. | Meşguliyet; sanat. | İşleme, etki/te'sir. | Savaş. İLE "-li, -ci, eden, -edici" eklerinin karşılığıdır. Adları sıfat yapar.[HİLE-KÂR, İSYAN-KÂR, KANAAT-KÂR vb.] )

- KÂR-ÂGÂH[Fars.] ile KARÂR-GÂH[Ar., Fars.]
( İş bilir, uyanık. İLE Bir yerde oturup karar kılınacak, dinlenilecek yer. | Bir ordu kurmay kurulunun bulunduğu yer/merkez. )

- [Fars.] KÂR-GİL ile KÂR-GÎR
( Kerpiç bina. İLE İş tutan/tutucu. | Taştan ya da tuğladan yapılmış bina. )

- KARİ'[< KIRAAT | çoğ: KURRÂ]["ka" uzun okunur] ile KARİ["ka" uzun okunur]
( Okuyan/okuyucu, kıraat eden. | Kur'an-ı Kerim'i usûlünce okuyan. İLE Köylü, kariyye ahalisinden. )

- KASIM[< KISMET]["ka" uzun okunur] ile KASIM[çoğ. KAVÂSIM]["ka" uzun okunur] ile KASIM[Fars.]
( Taksim eden, ayıran, bölen. | [matematik] Bölen. İLE Kırıcı, ezici, ufaltıcı. İLE İnce, narin, çabuk kırılabilen. )

- KASIR[< KASR]["ka" uzun okunur] ile KASIR[< KUSÛR]["ka" uzun okunur] ile KÂSİR[< KESÎR] ile KÂSİR[< KESR] ile KASÎR[< KASR] ile KASR ile KASR[çoğ. KUSÛR] ile KASÎL
( Zorla işleten. İLE Kısa. İLE Çok olan. İLE Kıran, kesreden. İLE Kısa, boysuz. Kısa kesme, kısaltma, kısma. | Azaltma, kesme, eksiklik. | İbarenin çok kısaltılması. | Aruzda tef'ile'nin son harfinin düşürülmesi. İLE Köşk, kâşâne, saray. İLE Hayvanlara yedirmek üzere zamanından önce biçilen yeşil ot. )

- KASİD[< KASD | çoğ. KASİDÂN]["ka" uzun okunur] ile KÂSİD[< KESÂD] ile KASÎD
( Kasdeden, tasarlayan, kıyan. | Postacı, haberci, tatar, ulak. İLE Sürümsüz, geçmez, aranmaz. İLE Kasîde. )

- KASTÂL ile KÂSTÂR[Fars.]
( Şeker tozu. İLE Yalancı. )

- KAT/KATT ile KAT'
( Katı bir şeyi enine kesme, yontma. | Tahıl fiyatlarının yüksekliği. | Geçme, ilerleme, yol alma. | Kağıtları oyarak dantel gibi süslü şekiller oluşturma sanatı. | Sözün etkisini artırmak ve dinleyenin anlayışına bırakmak için sözü bitirmeden kesme. [şöyle şöyle oluyor, dikkat edin, yoksa ...] İLE Kesme, keslme, biçme. | Halletme, karar verme, sona erdirme, bitirme. )

- KAT'Â ile KAT'EN
( Hiçbir zaman, asla. İLE Asla, hiçbir zaman. )

- KAT'Â ile KATIA["ka" uzun okunur]
( Hiçbir zaman, asla. İLE Katı'ın dişili/müennesi. | Katı' sanatı ile yapılmış dantel gibi kâğıt oyması eser. | Kesen, kesici. )

- KATI ile KATI ile KATI'[< KAT]["ka" uzun okunur] ile KAT'Î
( Sert. [>< YUMUŞAK] | Hoşgörüsüz, acımasız, merhametsiz. | Düşünce ve davranışlarında belirli ilkelere sıkı sıkıya bağlı olan. | Sıvıların ve gazların tersine, içinde bulunduğu kabın ya da üstünde bulunduğu yerin biçimini almayan. [sulp] | Çok, aşırı derecede. İLE Kuş vb. hayvanların sindirim kanalları üzerinde bulunan kaslı, öğütücü mide. [taşlık, konsa] İLE Kesen, kat eden, durduran. İLE Kesip atan, ikirciye düşmeye olanak bırakmayan, kesin. )

- KAVÂRİ'[< KARİA] ile KAVÂRÎR[< KARÛRE]
( Şiddetli esen rüzgârlar. | Ansızın gelen büyük belâlar. | Kıyâmetler. | Belâdan kurtulmak üzere okunan dualar. İLE Gözbebekleri. | Sırçadan/camdan, bazen de gümüşten yapılan kablar. | Sidik kabları. )

- KÂVÎ[< KEYY | çoğ. KÂVİYÂN] ile KAVÎ[< KUVVET]
( Dağlayan, yakan/yakıcı. [Fr. CAUSTIQUE] İLE Güçlü, kuvvetli. | Güvenilir, sağlam. )

- KAVÎ[< KUVVET] ile KAVİY
( Güçlü, kuvvetli. | Güvenilir, sağlam. İLE Güçlü, sağlam. | Tanrı. )

- KÂZIM/KEZÎM[çoğ. KÂZIMÎN] ile KAZIM/KAZIMA["ka" uzun okunur]
( Kızgınlığını, öfkesini, hırsını yenen. İLE Kemirici.[hayvan] )

- KE ile KE[Fars.]
( Benzetme/teşbih harfi olup "gibi, misillü" anlamlarına gelir. [KE-'L-EVVEL: Önceki gibi. | KE-ZÂLİK: Yine böyle/öylece.] İLE Küçültme edatıdır. [MERDÜMEK: Adamcağız] )

- KEF[Fars.] ile KEF[Ar., Fars.] ile KEFF[çoğ. KÜFÛF]
( Köpük. | Sünger taşı. İLE Eski Türkçe abecesinin yirmibeşinci harfidir.[ebced hesabında yirmi sayısının karşılığıdır] İLE Eliçi, aya, avuç. | Ayağın altı, taban. | El çekme, vazgeçme. | [edebiyatta] Arûz'un yedinci sâkin harfini çıkarma. )

- KEBÂD ile KEBBÂD
( İri limon. İLE Ağaç kavununa benzer bir çeşit büyük ve yumuşak bir limon.[dilim dilim kesilerek tatlısı yapılır] )

- KEBS ile KEBŞ[çoğ. KİBÂŞ]
( Çukurluğu doldurup düzleme. İLE Koç[eril koyun], çebiş. )

- KEHL ile KEHL[çoğ. KİHÂL, KÜHÛL, KÜHLÂN] ile KEHL
( Göze sürme çekme. İLE 30 - 50 yaş arasında bulunan kişi, olgun çağı. İLE Bit. )

- KELÎM[< KİLÂM] ile KELİM[< KELİME]
( Söz söyleyen, konuşan. | İkinci kişi.[muhâtab] İLE Sözler. )

- KEM ile KEM[Fars.]
( Soru edatı.[bir şeyin mikdarını öğrenmek üzere kullanılır][kaç?, ne kadar? vb.] İLE Az, eksik. | Kötü, fena; bozuk. )

- KEMÎN[çoğ. KEMÂÎN] ile KEMÎN[Fars.]
( Pusuya gizlenmiş kişi. | Pusu. İLE Çok az. | Pek küçük. )

- KER[Fars.] ile KERH
( Sağır. | Kuvvet, kudret. | Merâm ve maksat. İLE İğrenme, tiksinme, hoşlanmama. | Zorlama. )

- KERÎ ile KERÎ[Fars.] ile KERÎH[< KERH]
( Kazmak. İLE Örümcek ağı. | Sağırlık. İLE İğrenç, çirkin. | Pis kokan. )

- KE'S[çoğ. KÂSÂT, KÜÛS] ile KES[Fars. | çoğ. KESÂN]
( İçi dolu kap/çanak. | Bardak, kadeh. | Şarap dolu bardak/kadeh. | Çanak. Çiçeğin en dışında bulunan yeşil yaprakların hepsi. İLE Kişi, kimse.[HER-KES: Her bir kişi, her kim olursa olsun] )

- KESÂFET ile KESÂFET
( Bulanıklık, açık ve berrak olmayış. İLE Sıklık, tokluk. | [fizik] Kalabalık, koyuluk, kalınlık, yoğunluk. [DENSITY(İng.), DENSITÉ(Fr.)] | Saydam/şeffaf olmama. | Kalabalık, çokluk. )

- KE'SÎ[< KE'S] ile KESÎ[Fars.]
( Kadehle, bardakla, çanakla ilgili, onlara benzer. | [botanik] Çanaksı. İLE Bir kimse. | İnsanlık, mertlik. )

- KESÎR[< KESRET] ile KESÎR ile KESR[çoğ. KÜSÛR]
( Çok çok olan, bol. | Sık olan, çok kez olan. İLE Kırılmış. İLE Kırma/kırılma, paralama. | Bozma, halel getirme. | [dilb.] Bir harfin esre i okunması. | [mat.] Kesir. )

- [Fars.] KEŞÂN[< KEŞ] ile KEŞÂN
( Çekenler, çekiciler. İLE Çeken, çekerek. )

- KEVKEBE ile KEVKEBE[Fars.]
( Gökteki yıldız. | Süvâri alayı. İLE Gösteriş, tantana. )

- KEVSEL ile KEVSER
( Geminin kıç tarafı. İLE Maddi ve manevi çokluk, kalabalık nesil. )

- KILÂ'[< KAL'A] ile KILÂA
( Kaleler, surlar. İLE Yelken. )

- KIRÂN[< KIRÂNÂT] ile KIRÂN[Fars.]
( Yakınlık. | İki şeyin birleşmesi. | Gezegenlerden ikisinin bir burçta birleşmesi. İLE 1848'den 1927'ye kadar İran'da kullanılan bir gümüş para.[1.25 Dolar değerindeydi. 10 kıran, 1 toman ederdi.] )

- KISAS[< KISSA] ile KISÂS
( Fıkralar, öyküler, söylenceler. İLE Suçun birebir aynısının işleyene uygulanması. )

- KISSA[< KISAS] ile KISSA'
( Fıkra, öykü, söylence. | Vak'a, macera. İLE Salatalık/hıyar.[KISSÂ ÜL-HİMÂR: Eşek hıyarı.(Fr. ÉLATER)] )

- KITÂ' ile KIT'A
( Kat etme, kesme. | Daireden bir parça/kesme/kıt'a. [İng., Fr. SEGMENT] İLE Parça, bölük, cüz. | Arazi, memleket, ülke. | Askeri birlik. | En az iki beyitten oluşan, gazel tarzında kafiyelenen, ancak ilk beytinin mısraları birbiriyle kafiyeli olmayan nazım şekli. )

- KÎH ile KİH[Fars. çoğ. KİHÂN]
( İrin, cerahat. İLE Küçük. )

- KÎR ile KÎR[Fars.]
( Zift, katran. İLE Erillik örgeni, penis. )

- [Fars.] KİŞ ile KÎŞ
( [satrançta] Bir taşı zorlama. İLE Din, mezhep. | Ok kuburu. | Keten kumaş. | Kuş yeleği. | Şimşir. | Âdet, huy, töre. )

- KUR'A[çoğ. KURÂ'] ile KURÂ[< KARYE] ile KURRÂ'[< KARİ]
( Sadece tesadüfe ve şansa bağlı bir ayırma yapmak üzere başvurulan her türlü araç, ad çekme. İLE Köyler, kasabalar. İLE Kur'ân'ı, Yedi Kırâet ve On Rivâyet dahilinde okuyan üstad hafızlar. )

- Kur'ân ile KÛRÂN[Fars. < KÛR] ile KÜRÂN[Fars.]
( Kur'ân-ı Kerîm. [FURKAN] İLE Körler. İLE Kırmızı/al renkli at. )

- [Fars.] KÛS ile KÜS
( Savaşlarda, alaylarda deve ya da araba üstünde taşınarak çalınan büyük davul. Kös. İLE Dişillik örgeni, vajina. )

- KUTÛ' ile KUTÛ'
( Kesintiler. İLE Bir yoldan ya da sudan geçme. | Kuşların göç etmesi. )

- KÛZ ile KÛZ[Fars.]
( Bardak. | Tas, çanak. İLE Kanbur. )

- KÜBÂD ile KÜBBÂD
( Karaciğer yangısı/iltihabı. İLE Ağaç kavununu andıran, iri ve yumuşak bir limon. )

- KÜSÛD ile KÜSÛD
( Kesad. İLE Çekilme, amaca ulaşmadan geri dönme. [RİC'AT] )

- KÜSÛL ile KÜSÛR
( Tembel, üşenici. İLE Parçalar, artan parçalar, atıklar. | Kesirler. )

- LÂM ile/ve LÂM-ELİF[Fars.]
( Osmanlı abecesinin yirmialtıncı harfi.[ebced hesabında 30 sayısının karşılığıdır] | Şevval ayı. İLE/VE Osmanlı abecesinde lâm ile elif harflerinin birarada yazılmış şekli. | Eğri, dolambaç. )

- LÂC ile LÂC[Fars.]
( Dar şey. İLE Çıplak. )

- LÂFZEN ile LÂF-ZEN[Fars.]
( Sözcüğün söylenilişine/yapısına göre, yazılı olmayarak. İLE Geveze, lâfazan. | Övünen, övüngen. )

- LÂFZEN ile LÂFZÎ
( Sözcüğün söylenilişine/yapısına göre, yazılı olmayarak. İLE Sözcüğün söylenilişine/yapısına ait, onlarla ilgili. )

- LÂHÎZ ile LÂHÎZ[Fars.] ile LÂHİS
( Benzer. İLE Sel suyu, seylâb. İLE Sıcaktan ya da susuzluktan dilini çıkararak soluyan köpek. )

- LÂ'L ile LÂL
( Kırmızı, al. | Kırmızı ve değerli bir süs taşı. | Dudak. İLE Dilsiz. )

- [Fars.] LÂLESAR ile LÂLE-ZÂR
( Sığırcık kuşu. | Lâlelik. İLE Lâlelik, lâle yetişen yer, lâle bahçesi. )

- LÂMİ'[< LEMEÂN] ile LÂMÎ/LÂMİYYE
( Parlayan/parıldayan, parlak, lemeân eden. İLE Lâm harfi şeklinde olan. | Lâm kafiyesi ile düzenlenmiş olan kasîde. | Lâm harfi ile yapılmış isim tamlaması[izâfet terkibi]. )

- LÂMİH ile LÂMİH[< LEMH]
( Hz. Nûh'un kardeşi.[eril] İLE Parlayan/parıldayan, parlak. )

- LÂ'N ile LÂN[Fars.]
( İlenç, lanetleme. İLE Vefâsızlık, hakikatsizlik. )

- [Fars.] LÂY ile LÂY[< LÂYÎDEN]
( Çamur. | Tortu. | Kül. İLE Söyleyen/söyleyici. )

- LEBÂN ile LEBBÂN
( Göğüs. İLE Sütçü. )

- LEC[Fars.] ile LECC ile LEÇ[Fars.]
( Tepme. İLE Dar şey. | İnad etme, ayak direme. İLE Yanak. | Yüz. )

- LECÂC/LECÂCET ile LECCÂC
( Ayak direme, çekişme. İLE İnatçı. | İnatçılık. )

- LEK ile LEK[Fars.] ile LEK[Fars.]
( Sana, senin için. İLE Ahmak, sersem. | Yüz bin. İLE Kırmızı boya çıkarmaya yarayan maden. )

- LEMEÂT[< LEM'A] ile LEMEHÂT
( Parıltılar, parlayışlar. İLE Bir kezlik bakışlar, bir göz atışlar. )

- LEV ile LEV' ile LEV'
( Olsa bile. İLE Yısa etme, çekme. İLE Yakma. | Yanma. )

- LEVNÎ ile Levnî
( Renkle ilgili, renge ait. İLE XVIII. yüzyılda yaşamış, Edirne'li, ünlü Türk minyatürcüsü. )

- LEYÂN ile LEYÂN[Fars.]
( Konforlu/lüks hayat. İLE Parlayan/parlayıcı. )

- LEYLÂ' ile Leylâ'
( Çok karanlık gece. | Arabî ayların son gecesi. İLE Leylâ ile Mecnûn öyküsünün bayan kahramanı. )

- LEYS ile LEYS
( Aslan. | Hızla hücum eden kişi. İLE Yokluk, adem. )

- LEZZET-ŞİNÂS ile LEZZET-YÂB
( Tat alan, tadına varan. İLE Lezzet alan, tat duyan. )

- LİBÂN ile LİBÂN
( İnsan sütü. İLE Süt emzirme. )

- LİBÂS ile LİBS
( Giysi. İLE Kâbe'ye örtülen örtü. )

- LİHÂ' ile LİHÂ[< LİHYE] ile LİHÂ[< LEHÂT]
( Ağaç kabuğu. İLE Sakallar. İLE Küçük diller. )

- LİKA'["ka" uzun okunur] ile LÎKA
( Görme, rastgelip kavuşma. | Yüz, çehre. İLE Mürekkep hokkalarına konulan ham ipek, lök. )

- LÛT[Fars.] ile Lût
( Çıplak. | Tatlı yemekler. İLE Hz. İbrahim'in yeğeni olan peygamber. )

- MÂ'[çoğ. MİYÂH] ile MÂ- ile MA'/MAA ile MÂ[Fars.]
( Su. İLE O şey ki, şu nesne, ...daki. | Olumsuzlama/nefi edatı. İLE İle, beraber, birlikte. İLE Biz. )

- MAÂBİD[< MA'BED] ile MAÂBÎD[< MA'BÛD]
( İbâdet edilecek yerler, tapınaklar. İLE İbâdet edilecek yerler. )

- MAAN ile MAÂN
( Beraber, birlikte. İLE Mekân. )

- MAÂZIR[< ME'ZER] ile MAÂZIR[< MA'ZERET] ile MAÂZÎR[< Mİ'ZÂR]
( Sığınılacak yerler. İLE Mâzeretler. İLE Perdeler. )

- MADÂ/MAZÂ ile MÂ-ADÂ
( Geçti. İLE Başka, fazla, gayrı. )

- MAGÂNİM[< MAGNEM] ile MAGÂRİM[< MAGREM]
( Ganimetler, düşmandan ele geçirilen mallar. İLE Ödenilecek borçlar, diyetler. )

- MAGRİB[< GARB | çoğ. MAGARİB] ile Magrib
( Batı. | Akşam. İLE Batı tarafında olan ülkeler. | [Afrika için] Mısır ötesindeki kuzey bölümü.[İspanya, Portekiz] )

- MAGRİB-İ AKSÂ ile MAGRİB-İ EDNÂ ile MAGRİB-İ ESVÂT ile MAGRİB OCAKLARI
( Fas, Marakeş. İLE Trablus ve Berberiye. İLE Tunus, Cezâyir. İLE Trablus, Tunus ve Cezâyir. )

- MAGRİS[< GARS | çoğ. MAGARİS] ile MAGRİZ[çoğ. MAGARİZ]
( Fidanlık, fidan yetiştirilen yer. İLE Bir şeyin dahil edildiği yer, bir şeyin çıktığı, büyüdüğü geliştiği yer, kuyruk dibi. | Büyükayı[Dübb-i Ekber] denilen yıldız takımının dörtgeniyle kuyruğunun birleşme noktasında bulunan, kümenin dördüncü parlak yıldızı.[Lat. URSUS MAJORIS] )

- MAGRÛS/E[< GARS] ile MAGRÛZ
( Toprağa dikilmiş. İLE Taze. )

- MAGZÂ ile MAGZÂ[çoğ. MAGAZÎ]
( Amaç, istek, meram. İLE Gazâ, savaş öyküleri. | Savaş. )

- [Fars.] MÂH ile MÂH
( Ay. | Yılın 1/12'si. İLE Geçersiz [para]. | Rezil, münâfık, alçak. )

- MÂHÂBİS[< MAHBES] ile MAHÂBÎS[< MAHBÛS] ile MAHÂBİZ[< MAHBEZE]
( Hapishaneler. İLE Hapsedilmiş, bir yere kapatılmış olanlar. İLE Ekmek fırınları/dükkanları. )

- MAHÂFİL[< MAHFİL] ile MAHÂFİR[< MİHFER/E]
( Oturulacak, görüşülecek yerler, toplantı yerleri. | Büyük camilerde, sultanlara ya da müezzinlere ayrılmış etrafı parmaklıkla çevrilmiş olan yerler. İLE Hattatların, yanlışı kazımakta kullandıkları, bir çeşit kalemtraş. | Beller. Kazmalar. )

- MAHALL[< HULÛL | çoğ. MAHÂLL] ile MAHÂLL[< MAHALL]
( Yer. İLE Yerler. )

- MAHÂZÎL[< MAHZÛL] ile MAHÂZÎR[< MAHZÛR]
( Rezil/rüsva olan kişiler. İLE Sakınılacak, korkulacak, hazer olunacak şeyler, engeller, sakıncalar. )

- MAHBES[< HABS] ile MAHBEZ[çoğ. MAHÂBİZ]
( Hapsolunma yeri, hapishane, zindan, cezaevi. İLE Ekmek fırını/dükkanı. )

- MAHFÛZ[< HIFZ] ile MAHFÛZ
( Saklanmış, hıfz olunmuş. | Korunmuş, gözetilmiş. | Gizlenmiş. | Ezberlenmiş. İLE Alçalmış. )

- MÂHÎ[< MAHV] ile MÂHÎ[Fars. | çoğ. MÂHİYÂN]
( Yok edici/mahvedici, yok eden/mahveden. İLE Balık. | Güneybalığı'nın a yıldızı. [Fr. FORMALHAUT] | Aylık. )

- MAHLEB ile MAHLEB[çoğ. MAHÂLİB]
( Gülgillerden, 6-10 m. yüksekliğinde bir ağaç. Kokulu kiraz, İdris ağacı. [Lat. PRUNUS MAHALEB] | Bu ağacın, baharat olarak kullanılan, nohut büyüklüğündeki yemişi. | Bal. İLE Aslan, kedi, doğan gibi hayvanların çengelli pençesi. )

- MAHLÛK[< HALK] ile MAHLÛK
( Yaratılmış, halk olunmuş. İLE Traş edilmiş baş/yüz. )

- MAHLÛL[< HALL] ile MAHLÛL
( Çözülmüş, dağılmış, hallolunmuş. | Erimiş, eritilmiş, eriyik. | Sahipsiz maaş ya da memurluk. | Mirasçısı bulunmayan ve hükümete kalan miras. İLE Delinmiş, öbür tarafına işlenmiş olan şey. )

- MAHMÛD[< HAMD] ile Mahmûd ile Mahmûd (Kaşgarlı)
( Övülmeye değer, hamdolunmuş, senâ edilmiş. | Hz. Peygamber'in adlarından biri. İLE Ebrehe'nin Kâbe'yi yıkmak üzere getirdiği filin adı. İLE Türk bilgini, sözlük yazarı ve edibi. | Dîvân-ü Lügat-it Türk'ün yazarı. )

- MAHREK[< HAREKET] ile MAHREK
( [mat.] Hareketli bir noktanın güttüğü yol. | Bir gök nesnesinin hareketinde, ağırlık merkezinin geometri bakımından yeri, yörünge. [Fr. ORBITE] İLE Yakacak yer. )

- MAHREM[< HARÂM | çoğ. MAHÂRİM] ile MAHREM
( Haram. Şeriatın yasak ettiği şey. | Nikâh düşmeyen, şeriatçe evlenilmesi yasak edilen. | Şeriatçe, kadının kendinden kaçmadığı erkek. | Biriyle çok samimi, içli-dışlı olan. | Gizli olan, herkese söylenilmeyen. | Herkesçe bilinmemesi gereken. | Tanrı'nın sırlarını öğrenmeye başlayan kişi. İLE İki dağ arasındaki yol. )

- MAHREM-İ ESRÂR ile MAHREM-İ RÂZ
( Kendisine sır söylenilen kimse, sırdaş. İLE/VE/||/<> Kendisine sır verilmiş kişi. | Allah'ın sırrıan âşinâ olmayan başlayan kişi, velî. )

- MAHSUB[< HİSÂB | çoğ. MAHÂSİB] ile MAHSÛB
( Hesaba katılmış, hesap edilmiş. | Büyük bir zâta mensup kişi. İLE Kızamık çıkarma. )

- MAHSÛD[< HASED] ile MAHSÛD
( Kıskanılan, hased olunan/edilen. İLE Ekini biçilmiş, hasad edilmiş. | Biçilmiş ekin. )

- MAHSUN[< HISN] ile MAHZÛN[< HAZÎNE] ile MAHZÛN[< HÜZN]
( Güçlendirilmiş, istihkâmlı. İLE Hazinede saklanılan şey. İLE Hüzünlü, tasalı, kaygılı. )

- MAHSÛR[< HASR] ile MAHSÛR
( Yorulmuş, feri gitmiş göz. İLE Kuşatılmış, muhâsara edilmiş. | Sınırlanmış, belirli edilmiş, hasredilmiş. | Men edilmiş. | Sıkıştırılmış, tazyik edilmiş. )

- MAHSÛS[< HİSS] ile MAHSÛS[< HUSÛS | çoğ. MAHÂSÎS, MAHSÛSÂT] ile MAHZÛZ[< HAZZ]
( Duyumsanan, hissedilen. İLE Başkasında bulunmayan, sadece bir kişiye ait olan. | Birine ayrılmış olan. | Lâyık. | Ayrı, müstakil, başlı başına. | Özel olarak. | İsteyerek, bile bile. | Şakadan. İLE Hoşlanmış, haz etmiş. )

- MAHZÛR[< HAZR] ile MAHZÛR[< HAZER]
( Haram edilmiş, yanına yaklaşılması yasak edilmiş, haram. İLE Sakınılacak, korkulacak şey. | Engel. | Sakınca. )

- MAKADÎR[< MİKDÂR/MAKDÛR] ile MAKADİR[< MAKDERET]
( Miktarlar, kısımlar. İLE Kudretler, kuvvetler. )

- MAKADÎR-İ MÜŞTEREKE ile MAKADÎR-İ MÜTENÂSİBE
( Aynı ölçü ile ölçülebilen miktarlar. İLE Orantılı çokluklar. )

- MAKİS[< KIYÂS] ile MÂKİS
( Kıyas edilebilir, benzetilebilir. İLE Duraksayan, mekseden. )

- MAKSÛR/E[< KASR] ile MAKSÛRE[çoğ. MAKASÎR]
( Kısalmış/kısaltılmış, kasr olunmuş. | Alıkonulmuş. | Bir şeye ayrılmış. | Bazı Arapça sözcüklerin sonunda bulunan "Y" şeklinde yazılan Elif harfi. İLE Camilerde, etrafı parmaklıklı yüksek yer.[Biraz daha yüksek olursa "mahfil" denilir.] )

- MAKSÛRE[çoğ. MAKASÎR] ile MAHFÎL[çoğ. MAHÂFİL]
( Camilerde, etrafı parmaklıklı yüksek yer. İLE Oturulacak/görüşülecek yer, toplantı yeri. | Büyük camilerde, sultanlara ya da müezzinlere ayrılmış ve etrafı parmaklıkla çevrilmiş olan, yerden ve maksûreden daha yüksek yer. )

- MAKTA'[< KIYÂS] ile MAKTAA
( Kesilen yer, bir şeyin kesildiği yer, eski kamış kalemlerin, yontulduktan sonra üzerine yatırılıp uclarının kesildiği, sert ağaçtan ya da kemikten yapılan alet. | [mat.] Kesit. | Bir gazel ya da kasîdenin son beyti. İLE Üzerinde kamış kalemin ucu kesilerek düzeltilen kemik, şimşir ya da madenden yapılmış alet. )

- MAKTÛ'/MAKTÛA[< KAT | çoğ. MAKATÎ'] ile MAKTÛA[< KAT | çoğ. MAKTÛAB]
( Kesilmiş, kat olunmuş. | Değeri biçilmiş, pazarlıksız. | Götürü. İLE Gazete, dergi ve benzeri şeylerden kesilmiş parça. [Fr. COUPURE] )

- MAKUL[< KAVL]["ku" uzun okunur] ile MA'KUL/MA'KULE[< AKL]["ku" uzun okunur]
( Söylenilmiş, denilmiş. Söylenilen söz. İLE Akıllıca, akla uygun, akıllıca iş gören, anlayışlı, mantıklı. )

- MAKULÂT[< MAKULE]["ku" uzun okunur] ile MA'KULÂT[< MA'KUL]["ku" uzun okunur] ile ME'KÛLÂT[< ME'KÛL]
( Takımlar, çeşitler, sınıflar/kategoriler. İLE Aklın uygun bulduğu, akıl ile bilinen şeyler. [Fr. PRÉDICABLES] İLE Yiyecekler. )

- MÂL[çoğ. EMVÂL] ile -MAL[Fars.]
( Bir kişinin tasarrufu altında bulunan değerli ve gerekli şey. | Varlık, servet. | Para, nakit, gelir. | Tüccar eşyası. İLE "Süren, sürülen, takılan, sarılan" anlamlarıyla oluşumlar yapar.[RÛ-MÂL: Yüz süren.] )

- MÂLÎ ile MÂLÎ[Fars.] ile MÂLİH
( Malla, parayla ilgili. | Devlet, gelir ve giderlerinin yönetimine ait. İLE Çok fazla. | Dolu. İLE Tuzlu. )

- MÂLİK[< MÜLK | çoğ. MÜLLEK] ile Mâlik
( Sahip, bir şeye sahip olan. İLE Yedi Cehennem'in hâkimi ve kapıcısı olan, Zebânileri idâre eden melek. RIDVÂN )

- MA'NÂ[çoğ. MAÂNÎ] ile MÂNÂ[Fars.]
( Anlam. | İç, iç yüz. | Düş/rüya. | Akla yakın neden. İLE Eş, benzer. )

- MÂNİ'[< MEN | çoğ. MENEA] ile MA'NÎ/MÂNÂ[Fars.] ile Mânî[Fars.]
( Geri bırakan, alıkoyan, engel olan, men eden. | Engel, özür. İLE Eş, benzer. İLE Ünlü Çin'li nakkaşın adı. Behram Şâpûr zamanında İran'a gelip Zerdüşt ve Îsâ dinlerinin karışımı olan bâtıl mezhebini yaymaya başlamış olmasından dolayı idam edilmiştir. [Erteng/Erjeng adlı yapıtı ünlüdür.] )

- MÂRR[< MÜRÛR] ile MÂR[Fars. < MÂRÂN]
( Geçen, mürûr eden. İLE Yılan. )

- [Fars.] MÂR-İ HAM-BE-HAM ile MÂR-İ SERMÂDÎDE
( Kıvrım kıvrım, çöreklenmiş yılan. İLE Kışın soğuğundan uyumuş ve uyuşmuş yılan. )

- MA'RÂ ile MA'REF
( Gövdenin, çoğu zaman çıplak yeri/yerleri. İLE Yüzün, sürekli açık görünen yeri/yerleri. )

- MAHREF ile MA'REF
( Yemiş sepeti. İLE Yüzün, sürekli açık görünen yeri/yerleri. )

- MARAZ[çoğ. EMRÂZ] ile MA'RAZ/MA'RIZ[< ARZ | çoğ. MAÂRIZ]
( Hastalık. | [mecaz] Dert, belâ, dayanılması güç durum. İLE Bir şeyin göründüğü, çıktığı yer. | Bir şeyin bildirildiği yer. | Sergi, meşher. [İng./Fr. EXPOSITION] )

- MA'REC[çoğ. MAÂRİC] ile MAHREC[< HURÛC | çoğ. MAHÂR]
( Çıkacak yer, merdiven. İLE Dışarı çıkılacak kapı. | Ağızdan harflerin çıktığı yer. Çıkak, boğumlama yeri.[Fr. POINT D'ARTICULATION] | İlmiyye rütbesinden, İstanbul tarîk-i mevleviyetlerinin ilk pâyesi. | [mat.] Payda. )

- MÂRR-ÜL-BEYÂN ile MÂRR-ÜZ-ZİKR
( Beyânı, yukarıda geçmiş olan. İLE Zikri, yukarıda geçmiş olan. )

- MASÂD ile MAS'AD[çoğ. MASÂİD]
( Dağ yamacının yüksek bir bölümü. | Yüksek ve sarp kıyı. İLE Yukarı çıkacak yer. | Merdiven. | Aşama, rütbe. )

- MASAFF[çoğ. MASÂFF] ile MASÂFF[çoğ. MASAFF]
( Saf, taburun toplandığı yer. İLE Savaş. )

- MASÂHİF[çoğ. MUSHAF] ile MASÂİF[çoğ. MASÎF]
( Mushaflar. İLE Yazlıklar, yazın oturulacak yerler, sayfiyeler. )

- MA'SÛM[< İSMET] ile MASÛN[< SAVN]
( Suçsuz, kabahatsiz. | Küçük çocuk. İLE Saklanmış. | Korunmuş, korunan, sıyânet olunmuş. | Sâlim, sağlam. )

- MA'SÛR[< USRET | çoğ. MA'SÛRÂT] ile MA'SÛR ile MÂSÛR[Fars.]
( Zor, güç. İLE Sıkılmış, suyu ya da yağı alınmış şey. İLE Birbirine katılmış şey. )

- MÂŞ[Fars.] ile MAAŞ[< AYŞ]
( Börülceye benzeyen fasulyenin iki türü. İLE Yaşayış, dirlik. | Geçinilecek şey. | Çalışanlara, memurlara, emeklilere, dul ve yetimlere verilen aylık. )

- MÂŞÎ-ALEL-ESÂBİ' ile MÂŞÎ-ALEL-KEFF
( Parmaklarının ucları üzerinde yürüyen ve etobur sınıfında bulunan hayvanlar.[köpek, sırtlan vb.] İLE Ayaklarının tabanına basan ve etobur sınıfında bulunan hayvanlar.[ayı vb.] )

- MATÂBİ'[< MATBAA] ile MATÂBÎH[< TABH] ile MATÂBİH/METÂBİH[< MATBAH]
( Basımevleri. İLE Pişirilmiş, tabh olunmuş şeyler. İLE Mutfaklar. )

- MATÂİM[< MAT'AM] ile MATÂİM[< MIT'ÂM]
( Yemek yenilecek yerler, yemek odaları. İLE Başkalarını beslemeler. | Doymak bilmezler, oburlar. )

- MATÂİN[< MATÎN] ile MATÂİN[< MAT'AN] ile MATÂÎN[< MIT'ÂN]
( Balçıkla sıvanmış yerler. İLE Ta'n edilecek, sövülecek yerler. İLE Mızrakla vurmakta becerikli olan. )

- MATBAA[< TAB | çoğ. MATÂBI'] ile MATBAH[< TABH | çoğ. MATÂBİH]
( Basımevleri. İLE Mutfak. )

- MATMA'/MATMAA ile MATMAH[çoğ. MATÂMİH]
( İstenilecek, tamah edilecek şey. İLE Göz dikilen şey, göz konulan yer. )

- MATMÛ'[< TAMA] ile MATMÛR
( Hırsla istenilen, tama olunmuş. İLE Toprak altına konulmuş, gömülmüş. )

- MATRÛK ile METRÛK[< TERK]
( Gevşek, sölpük kişi/adam. | Kuruduktan sonra yağmurun tazelediği/tarâvetlendirdiği yer. İLE Terk edilmiş, bırakılmış, kullanılmaktan vazgeçilmiş, battal. )

- MAT'ÛM[çoğ. MAT'ÛMÂT] ile MAT'ÛN[< TA'N]
( Yenilecek yemek. İLE Ayıplanmış, ta'n olunmuş. | Vebâ'ya(taûn'a) yakalanmış. )

- MAÛN ile MAÛN
( Malın zekâtı. | Yararlanılacak şey. | Eve gerekli olan şeyler. İLE Yardım, imdat. )

- MAZÂRR[< MAZARRAT < ZARAR] ile MAZHAR[< ZUHÛR | çoğ. MAZÂHİR]
( Zararlar, ziyanlar. İLE Bir şeyin, göründüğü/çıktığı yer. | Nâil olma, onurlanma/şereflenme. | Bazı tekkelerde, oturarak uyunurken, dayanılan kısa değnek. | Bir çeşit tef. )

- MEÂSİR[< ME'SERE] ile MEÂZİR[< Mİ'ZER]
( Güzel eserler, izler/nişanlar. İLE Peştemallar. )

- MEBHÛS ile MEBHÛS[< BAHS] ile MEB'ÛS[çoğ. MEB'ÛSÂN]
( Sözü geçmiş, bahs olunmuş. İLE Solugan, tık soluk insan/hayvan. İLE Gönderilmiş, ba's olunmuş. | Peygamber olarak gönderilmiş. | Halk tarafından seçilerek, mecliste yer alan kişi, milletvekili. )

- MEBÎ'[< BEY] ile MEBÎT[< BEYT]
( Satılmış şey. İLE Gecelenecek yer. )

- MEBLÛ/A[< BEL] ile MEBLÛL
( Yutulmuş, bel olunmuş. İLE Islanmış, ıslak. Nemli, yaş. )

- MEBRÛS ile MEBRÛZ
( Baras[: gövdede, yer yer beyaz ve alaca lekeler oluşturan ve tedavi kabul etmeyebilen hastalık] hastalığına tutulmuş olan. İLE Gösterilmiş, ibrâz olunmuş. | Açılmış mektup. )

- MEBSÛS ile MEBSÛS
( Yayılmış, dağılmış, saçılmış, herkese yayılmış, herkesçe duyulmuş. İLE Gösterilmiş. | Açılmış mektup. )

- MECÂMİ'[< MECMA] ile MECÂMÎ[< MECMÛA]
( Toplanılacak yerler, toplantı yerleri. İLE Dergiler. )

- MECÂZ-I MÜREKKEB / İSTİÂRE-İ MÜREKKEBE ile MECÂZ-I MÜRSEL
( Benzetmenin temel öğelerinden olup yalnız biriyle arka arkaya birkaç benzerlik sıralayarak yapılan kullanım. İLE Bir sözcüğü, gerçek anlamından, mecâzî anlama geçirirken, aradaki ilgi ve ilişkinin benzeyişinden başka bir duruma dayandırılması. )

- MECÂZEN ile MECÂZÎ
( Mecaz yoluyla, mecaz olarak. İLE Mecâza özgü, mecazla ilgili olan. )

- MECBÛL[< CİBİLLET] ile MECBÛR[< CEBR]
( Yaratılmış. | Yaratılışında, bir durum/hal ve sıfat bulunan. [Ar. "Yaradılışı iri olan"] İLE Zorlanmış, zor görmüş, zorla bir işe girişmiş, icbâr edilmiş. | Hatırı, gönlü alınmış. | Bağlı, düşkün. )

- MECCÂNEN ile MECCÂNÎ
( Ücretsiz, parasız, bedava. İLE Parasız, bedavacı. )

- MECDÛL[< CEDL] ile MECDÛR
( Sağlam şey. | Bükülmüş. [Ar. "Kemikli ve yapısı sağlam kişi"] İLE Çiçek hastalığı çıkarmış olan. )

- MECELLE ile MECENNE ile MECERRE
( Kitap, dergi. | Tanzîmat'tan sonra, 1869-1876 yılları arasında, fıkıh ilminin, uygulamaya özgü olan bölümüyle ilgili olarak yayımlanmış ünlü eser. İLE Delilik, divânelik. | Kalkan, siper. İLE Samanyolu. )

- MECMÂ'[çoğ. MECÂMÎ'] ile MECMAA/MECMÛA
( Toplanılacak yer. | Kavuşulan yer, nokta. İLE Toplanılıp biriktirilmiş, düzenlenmiş şeyler. | Seçilmiş yazılardan oluşturulmuş yazma kitap. | Dergi. )

- MECMÛ/A[< CEM] ile MECMÛA[çoğ. MECÂMÎ']
( Toplanmış, biraraya getirilmiş şey, tüm. | Bir yazı şekli/tarzı. İLE Toplanılıp biriktirilmiş, düzenlenmiş şeyler. | Seçilmiş yazılardan oluşturulmuş yazma kitap. | Dergi. )

- MECNÛN[< CİNN | çoğ. MECÂNÎN] ile Mecnûn
( Çıldırmış, deli, divâne. | Delice seven, tutkun. İLE Leylâ ile Mecnûn öyküsünün, erkek kahramanı. Kays. )

- MEC'ÛL ile ME'CÛR[< ECR]
( Yapılmış, meydana çıkarılmış olan. İLE Ecr ve sevabı verilmiş olan. | Kiraya verilen şey. )

- MECZÛM[< CEZM] ile MECZÛM[< CÜZÂM]
( Niyet edilmiş, kesin karar verilmiş. | Cezimli, son harfi harekesiz olarak okunan sözcük. ["İlm, cezb" gibi] İLE Cüzâmlı, miskinlik hastalığına/durumuna tutulmuş kişi. )

- MEDÂİN/MEDÂYİN[< MEDÎNE] ile MEDÂYÎN[< MİDYÂN] ile Medâin
( İller/kentler. [BÜLDÂN < BELD/BELDE] İLE Borca saplanmış, sürekli borç alan kişiler. İLE Eski İran'da, Dicle etrafında, yedi kentin adı olup, İslâm fetihleri sırasında, başkent konumundaydı. )

- MEDRÛK ile METRÛK[< TERK]
( Anlaşılmış, derk olunmuş. İLE Terk edilmiş, bırakılmış, kullanılmasından vazgeçilmiş. Battal. )

- MEFHÛM ile MEFHÛM[< FEHM | çoğ. MEFÂHÎM]
( Kömürleşmiş, kömür olmuş, fahim durumuna geçmiş. İLE Anlaşılmış, fehm olunmuş. | Sözden çıkarılan anlam, kavram. )

- MEFRAT ile MEFRED
( Pek/çok büyük. İLE Kocaman, iri, büyük. )

- MEFRÛG[< FERÂĞ | çoğ. MEFÂRÎG] ile MEFRÛK[< FARK | çoğ. MEFÂRÎK] ile MEFRÛK
( Başkasına bırakılmış, ferâgat edilmiş. İLE Ayrılmış, araya başka bir şey girmiş, tefrîk edilmiş. İLE Uğulmuş. | Safranla boyanmış şey. )

- MEFRÛZ[çoğ. MEFRÛZÂT] ile MEFRÛZ[< FARZ]
( Ayrılmış, bölünmüş, ifrâz olunmuş. İLE Farz kılınmış. | Varsayılan, farz olunan. )

- MEFSÛL[< FASL] ile MEFZÛL
( Ayrılmış, ayrışık, fasl olunmuş. İLE Fazla gelmiş olan, üstün gelen. )

- MEFSÛL[< FASL] ile MEFRÛZ[çoğ. MEFRÛZÂT]
( Ayrılmış, ayrışık, fasl olunmuş. İLE Ayrılmış, bölünmüş, ifrâz olunmuş. )

- MEFSÛH/A[< FESH] ile MEFŞÛ'
( Yürürlükten kaldırılmış, hükümsüz bırakılmış, fesh olunmuş. | İptal edilmiş, çalışmaz duruma getirilmiş. İLE Duyulmuş, yayılmış, açıklanmış, ifşâ edilmiş. )

- MEFTÛL[< FETL] ile MEFTÛR[< FITRET] ile MEFTÛR[< FÜTÛR]
( Bükülmüş, kıvrılmış, fitil durumuna getirilmiş. İLE Yaratılmış, fıtretlenmiş. | Tabîî, cibillî. İLE Bezgin, bezmiş, kederli, ümitsiz. )

- MEFTÛM ile MEFTÛN[< FİTNE]
( Memeden, sütten kesilmiş çocuk. İLE Fitneye düşmüş. | Gönül vermiş, tutkun, vurgun. | Hayran olmuş, şaşmış. )

- MEHL ile MEHÎL ile MEHÎR[Fars.] ile MEHÎN
( Vâde, zaman tanıma, vakit verme, bir işi belirli bir zamana kadar bırakma. İLE Korkunç yer. İLE [astr.] Ay. İLE Hor, hakir. Zaif[: Zayıf, güçsüz/kuvvetsiz, tâkatsız, kansız, arık. | Gevşek. | Tembel.] )

- MEHÎRE ile MEHÎR[Fars.]
( Nikâh bedeli çok olan kadın. | Usta, becerikli, mâhir. İLE [astr.] Ay. )

- MEHÎR[Fars.] ile MEHR[çoğ. EMHÂR, MÜHÛR]
( [astr.] Ay. İLE [eskiden] Evlenirken, erkek tarafından kadına verilen nikâh bedeli. )

- MEHR-İ MUACCEL ile MEHR-İ MÜECCEL
( Nikâhta, kız tarafına verilen ağırlık, para, başlık, kalın. İLE Boşanma ya da ölüm durumunda, kız tarafına verilmesi, nikâhta kararlaştırılmış olan bedel. )

- [Fars.] MEH-ŞÎD ile MEH-TÂB
( Ay. | Ayışığı. İLE Ayışığı. )

- MEHVÂ ile MEH-VÂR[Fars.]
( Yar, uçurum. İLE Ay gibi. | Aylık, maaş. )

- MEHVEŞ[çoğ. MEHÂVİŞ] ile MEH-VEŞ[Fars.]
( Karışık ve kalabalık yer. İLE Ay gibi. )

- MEKARÎS[< MIKRÂS]["ka" uzun okunur] ile MEKARÎZ[< MİKRÂZ]["ka" uzun okunur]
( Kesecek aletler, makaslar. İLE Kesecek aletler, makamlar. )

- MEKNÛS ile MEKNÛZ/E
( Süpürülmüş. İLE Yere gömülü, hazinede saklı. )

- MEKS ile MEKS[çoğ. MÜKÛS]
( Durma, bekleme, bir yerde kalma, eğlenme. İLE Vergi, öşür, bâç. | Öşür, bâç, cibâyet etme. )

- MEKTEB-İ TIBBİYE-İ MÜLKİYE ile MEKTEB-İ TIBBİYE-İ ŞAHÂNE
( Tıp fakültesi. İLE Askerî tıp okulu. )

- MELÂ ile MELÂ' ile MELÂH[Fars.]
( Sahra, ova. İLE Cemaat. İLE Çekirge. )

- MELÂİK[< MİL'AKA] ile MELÂİK/E[< MELEK]
( Tahta kaşıklar. İLE Melekler. )

- MELÂİN[< MEL'ANE/T] ile MELÂİN[< MEL'ÛN]
( Lânete neden olanlar, lânet edilmeye değer işler/hareketler. İLE Herkesin lânet ve nefretini kazanmışlar, mel'unlar. )

- MELÂMİ'[< LEM'A] ile MELÂMÎ[< MELÂMET | çoğ. MELÂMİYYÛN] ile MELÂMİH[< LEMHA]
( Parıltılar. İLE Her türlü gösterişten uzak, dünya malından yüz çeviren, dervişliği, rintliği kendine ilke edinen kişi. Melâmiye tarikatından olan.[Hem tarikattir, hem de değildir | Ne tarikat, ne de değildir] İLE Lemhalar[: Bir kez bakma. | Parıltı, parlama.]. | Bir şeyin başka bir şeye benzeme noktaları. | Güzellik ya da çirkinlik yapıtları. )

- MELİK[çoğ. MÜLÛK] ile MELÎK[çoğ. MÜLEKÂ]
( Hükümdar, sultan, padişah, hâkan. | Allah'ın adlarındandır. İLE Allah'ın adlarındandır. | Mal sahibi. | Hükümdar, sultan, padişah, hâkan. )

- MEMSÛS ile MEMSÛS
( Dokunulmuş, mesolunmuş. İLE Emilmiş, sorulmuş, massolunmuş. | Baldır, incik. )

- MEMTÛL ile MEMTÛR
( Çekiçle döğülmüş, işlenmiş. İLE Üzerine yağmur yağmış. )

- ME'MÛL[< EMEL] ile ME'MÛR[< EMR | çoğ. ME'MÛRÎN, MEÂMÎR]
( Ümit olunan/edilen, beklenilen, amaç edinilen. | Ümit. İLE Emir almış olan kişi. | Bir işle görevlendirilen kişi. Devlet hizmetinde maaş ya da ücretle çalıştırılan kişi, görevli. | Emrolunan, emirle yaptırılmış olan iş/şey. )

- MEN ile MEN' ile MEN[Fars.] ile MENN
( O kimse ki, kim ki. İLE Yasak etme, bırakmama, durdurma, esirgeme, vermeme, önleme. İLE Ben. İLE Kudret helvası. | İyilik etme, bağışlama, ihsan etme. | Batman. | Edilen iyiliği başa kakma. )

- MEN'Â' ile MEN'Â[çoğ. MENÂÎ]
( Ölüm haberi. İLE Ölüm haberi, kara haber. )

- MENÂBİ'[< MENBA] ile MENÂBİR[< MİNBER]
( Kaynaklar, menbalar. İLE Minberler. )

- MEN'AF[< MENÂİF] ile Menâf
( Dağın sivri tepesi. İLE İslâm'dan önce, Araplar'ın putu. )

- MENÂFİ'[< MENFAAT] ile MENÂFÎH[< MİNFÂH]
( Yararlar, çıkarlar, menfaatler. İLE Körükler. )

- MENÂHÎ[< MENHÎ] ile MENÂHİR[< MENHİR] ile MENÂİR[< MENÂRE]
( Haram olmuş, yapılması şer'an men edilmiş şeyler. İLE Burun delikleri. İLE Minâreler. )

- MENÂHİS[< MİNHAS] ile MENÂHİZ[< MİNHAZ]
( Uğursuz şeyler. İLE Burun delikleri. )

- MENÂÎ[< MEN'Â] ile MENÂÎH[< MENÂHE]
( Ölüm haberleri, kara haberler. İLE Ölü için ağlanacak yerler. )

- MENÂKÎR[< MİNKAR] ile MENÂKİR[< MÜNKER]
( Yırtıcı kuşların gagaları. | Taşçı kalemleri. İLE Günah ve kötü şeyler. )

- MENÂR[< NÛR] ile MENÂRE[< NÛR | çoğ. MENÂİR/MENÂVİR]
( Nur, ışık yeri. | Fener kulesi. | Yol işaretleri. İLE Minâre. | Işık kulesi. )

- MENÂT ile Menât
( Asma yeri, ilişip asılacak yer. İLE [Cahiliye döneminde] Kâbe'de, "Hüzeyl" ve "Huzâa" kabîlelerinin ma'bûdu olmak üzere konulan sanem. )

- MENFES[< NEFES] ile MENFEZ[< NÜFÛZ | çoğ. MENÂFİZ]
( Soluk alacak yer, soluk deliği. İLE Delik, yarık, ağız, nüfûz edecek yer. )

- MENHÎ[çoğ. MENÂHÎ] ile MENHİR/MENHAR/MİNHİR/MUNHUR[çoğ. MENÂHİR]
( Haram olmuş, yapılması şer'an men edilmiş şey. İLE Burun deliği. )

- MENHÛS[< NAHS] ile MENHÛS ile MENHÛŞ
( Uğursuz, nuhûsetli.[MEŞ'ÛM] İLE Kuyruğunun yanları uyuz olan deve. İLE Yılan, akrep gbi hayvanlar tarafından sokulmuş. )

- MENÎ ile MENÎ'[< MENÂAT] ile MENÎ[Fars.]
( Belsuyu, dölsuyu, nutfe. İLE Sarp, el erişmez, zaptı zor yer. İLE Benlik. )

- MENKUB[< NAKB]["ku" uzun okunur] ile MENKÛB[< NEKBET]
( Delinmiş, oyulmuş. İLE Tâlihsiz, nekbete düşmüş. | Gözden ve mevkiden düşmüş. )

- MENKUL/E[< NAKL]["ku" uzun okunur] ile MENKUR[< NAKR]["ku" uzun okunur] ile MENKÛR[< NEKR | çoğ. MENÂKÎR]
( Bir yerden, bir yere taşınmış, taşınan. | Ağızdan ağıza geçmiş söz/haber/öykü. İLE Delinmiş, oyulmuş. İLE İnkâr olunmuş. )

- MENKUS[< NAKS]["ku" uzun okunur] ile MENKÛS[< NÜKS] ile MENKUŞ[< NAKŞ]["ku" uzun okunur] ile MENKUZ[< NAKZ]["ku" uzun okunur]
( Eksik olan. İLE Baş aşağı çevrilmiş, tersine dönmüş. | Hastalığı tekrar etmiş. | Sol ön ayağında beyaz bulunan ve Araplarca kabul görmeyen at. İLE İşlenmiş, nakış olunmuş, resim yapılmış, boya ile süslenmiş. | Nakışlı pencere, alçı pencere. İLE Bozulmuş, hükümsüz bırakılmış, nakz edilmiş. )

- MENŞE'[< NEŞ'ET] ile MENŞER
( Bir şeyin çıktığı, neşet ettiği yer, esas, kök. | Yetişilen yer, bitirilen okul. İLE Dağıtılan, neşr edilen yer. )

- ME'NÛS ile MEN'ÛŞ
( Alışılmış, ünsiyet olunmuş. İLE Yukarı kaldırılmış. | Fakir düştükten sonra sevindirilmiş. | Hayır ile anılan ölmüş kişi. | Tabuta konulmuş. )

- MEN'ÛT ile MENÛT
( İyiliği, güzelliği söylenmiş, medh edilmiş. İLE Asılı, asılmış, rapt edilmiş. | Bağlı. )

- MENZÛL[< NÜZÛL] ile MENZÛR
( İnmiş, nüzûl etmiş. İLE Va'd edilmiş, adanmış, nezr olunmuş. )

- MER' ile MER[Fars.]
( Adam, erkek, kişi. İLE [sayı] Elli[50]. )

- MER'Â ile MER'A[< RA'Y]
( Aynalar. İLE Çayırlık, otlak. )

- MERÂH ile MERAH[çoğ. MERAHÂN]
( Rahat edilecek yer. | Yer, mekân. | Arapça nahv cümlesinden ünlü yapıt. İLE Çok aşırı sevinme. )

- MERÂHİM[< MERHAMET] ile MERÂHİM[< MERHEM]
( Acımalar, merhametler. İLE Merhemler. )

- MERÂÎ[< MİR'AT] ile MERÂÎ[< MER'A] ile MERÂİR[< MERÂRE]
( Aynalar. İLE Çayırlıklar, otlaklar. İLE Öd keseleri. )

- MERÂK ile MERAK ile MERAKK
( Bir şeyi anlamak ya da öğrenmek için duyulan istek. | Bir şeyi edinmek, yapmak. Bir şeyle uğraşma isteği. | İstek, heves, düşkünlük. | İç darlığı. | Kuruntu, telâş. | Kaygı, tasa. | Dalgınlık, kara sevdâ. İLE Çorba. İLE [atta] Sağrı. | [astr.] Dübb-i ekber adlı yıldız kümesinin dörtgeninde bulunan, ikinci derece parlak yıldız. [İng./Fr. MERAK | Lat. BETA URSUS MAJORIS] )

- MERÂRE[çoğ. MERÂİR] ile MERÂRET
( Öd kesesi. İLE Acılık, tadsızlık. )

- MERÂSÎ[< MERSİYE] ile MERÂRET[< MERSÂ]
( Ağıtlar, mersiyeler. İLE Limanlar, gemilerin barındığı yer. )

- MERÂVÎH[< MİRVAHA] ile MERÂVİH[< MİRVAHA]
( Ovalar, çöller. | Etrafı açık ve rüzgârlı yerler. İLE Yelpâzeler. )

- MERC[çoğ. MÜRÛC] ile MERC[Fars.]
( Çayır, çayırlık. İLE Herc ile birlikte kullanılır. [HERC Ü MERC: Karmakarışık, alt-üst.] )

- MERCÛ/MERCÛV[< RECÂ] ile MERCÛH/A[< RÜCHÂN]
( Ümit edilen. | Rica olunan. İLE Başka bir şeyin kendine üstün tutulduğu şey. | Düşmanından önce iddiasını kanıta yetkisi olmayan. )

- [Fars.] MERG ile MERG
( Çayır, çimen. | Sebze. İLE Ölüm. )

- MERÎ ile MER'Î[< RİÂYET] ile MER'Î[< RÜ'YET] ile Merîh/MİRRÎH
( Mide ile gırtlak[bül'ûm] arasında bulunan yemek borusu. İLE Saygı gösterilen, riâyet edilen. | Gözetilen, yürürlükte olan. İLE Gözle görülen. İLE Dünyadan sonra güneşe en yakın olan gezegen. )

- MER'İYÂT[< MER'Î] ile MER'İYET
( Gözle görülen şeyler. İLE Hükmü yürürlükte olma. | Gözle görülür olma. )

- MERKAB/E, MARKAB[çoğ. MERÂKIB] ile MERKEB[< RÜKÛB | çoğ. MERÂKİB]
( Gözetleme, gözleme yeri/kulesi. | Gökyüzünün kuzey yarım küresinde Feres-i Ekber[Pegasus] burcunun büyük dörtgeninin büyük kenarının sağ köşesinde bulunan yıldız. [Lat. BETA PEGASUS] İLE Vapur, gemi, kayık gibi şeyler. | Eşek. )

- MESÂ' ile MESÂ'
( Akşam. İLE Kuyumcu eşyası. )

- MESÂİB[< MUS'AB] ile MESÂİB[< MUSÎBET]
( Zor işler. İLE Felâketler. | Uğursuzlar. )

- MESÂİL[< MES'ELE] ile MESÂİR[< MİS'AR]
( Meseleler. İLE Ateş küsküleri, ateş karıştırmaya yarayan demirler. )

- MESÂKİN[< MESKEN] ile MESÂKÎN[< MİSKÎN]
( Oturulacak yerler, meskenler. İLE Fazlasıyla fakir olanlar. | Miskinler, uyuşuklar. )

- MESÂMİ'[< MİSMA] ile MESÂMÎR[< MİSMÂR]
( Duyma/işitme aletleri. | Kulaklar. İLE Çiviler, mıhlar. )

- MESÂNE ile MESHANE[çoğ. MESÂHİN]
( Sidik torbası/kavuğu. İLE Öteberi ısıtılacak şey. )

- MESÂVÎ[< MESVA] ile MESÂVÎ[< SÛ'ÜN]
( Evler, haneler, meskenler. İLE Kötülükler, fenâlıklar. )

- ME'SEM/E ile MESEMM[çoğ. MESÂMM]
( Suç. Günah. İLE Deri üzerindeki küçük delik. )

- MESFÛ' ile MESFÛH
( Nazar değmiş. İLE Dökülmüş, akıtılmış. | Dağ eteği. )

- MESH ile MESH
( Silme, sığama. | Bir şeyi, elle sığama. | Abdest alırken ıslak eli, başın dört bölümünden bir bölümüne sürme. İLE Şeklini değiştirerek, çirkin bir duruma getirme. )

- MESÎH ile MESÎH[< MESH] ile Mesîh
( Üzerine yağ sürülmüş olan. İLE Başka bir şekle, hayvan kılığına girmiş olan kişi, mesh olunmuş. | Acîbe, garîbe. İLE Hz. Îsâ.[elini sürdüğü hastaların, anında iyileşmesinden kinâye olarak] )

- MESÎL ile MESÎL[< SEYELÂN] ile MESÎR/E[< SEYR]
( Benzer. İLE Suyun aktığı, geçtiği yer. İLE Seyir edilecek, gezilecek yer, gezinti yeri. )

- MESKUB[< SAKB]["ku" uzun okunur] ile MESKÛB[< SÜKÛB]
( Delinmiş, delikli, sakb olunmuş. İLE Kalıba dökülmüş, akıtılmış. )

- MESKUM["ku" uzun okunur] ile MESKÛN[< SÜKÛN]
( Hasta ve yoksul. İLE İçinde insanın oturduğu/bulunduğu/yaşadığı yer. | İnsan bulunan, şenlenmiş yer. )

- MESLÛ' ile MESLÛH[< SELH]
( Gövdesinde ur bulunan kişi. İLE ... )

- MESMÛ'[< SEM] ile MESMÛR
( Duyulmuş/işitilmiş, haber alınmış. | Dilenilen, işitilen. İLE Ufak tefek olmasının yanısıra sinirleri güçlü adam. )

- MESRÂ ile MESRAH[çoğ. MESÂRİH]
( Gece vakti yola çıkma. İLE Otluk, çayırlık. )

- MESREBE[< MESÂRİB] ile MEŞREBE[< MİŞREBE][çoğ. MEŞÂRİB]
( Çayır, mera, otlak. | Göğüsten, karına kadar uzanan kıllı bölge. İLE Maşrapa. )

- MESRÛ' ile MEŞRÛ'/MEŞRÛA[< ŞER] ile MEŞRÛH/A[< ŞERH]
( Sar'a hastalığına tutulmuş, sar'alı. kişi. İLE Şeriatın izin verdiği, şer'an caiz olan, şeriata, hukuka/yasaya uygun. İLE Açıklanmış, şerh olunmuş. | Uzun uzadıya anlatılan. )

- MESRÛD[< SERD] ile MESRÛD[Fars.]
( Söylenilmiş, bildirilmiş, serd olunmuş. İLE Büyü, sihir, efsun. )

- MEST ile MEST[Fars. çoğ. MESTÂN]
( Mesh edilen ve üzerine pabuç giyilen, kısa konçlu, hafif ve yumuşak ayakkabı. İLE Sarhoş. )

- MESTÛR[< SATR] ile MESTÛR/E[< SETR]
( Yazılmış, çizilmiş, satırlanmış. İLE Örtülü, kapalı, gizli. | Açık gezmeyen kadın. )

- MESTÛRE[< SETR] ile MESTÛRE
( Örtülü, kapalı, gizli. | Açık gezmeyen kadın. İLE Tanıkları gizli olarak, temize çıkarmak üzere, yargıç tarafından ait oldukları makama yazılan yazı. )

- MES'ÛL-Bİ-L-MÂL ile MES'ÛL-Bİ-L-NEFS
( Para ile sorumlu ve kefîl olan. İLE Şahsen sorumlu ve kefîl olan. )

- MEŞÂ' ile MEŞÂ'
( Açıklanan, duyulan. | Bölünmeyip karışık ve ortak olan. İLE İshal yaptırıcı ilâç. )

- MEŞÂHİR[< MEŞHER] ile MEŞÂHÎR[< MEŞHÛR]
( Sergiler, sergilenecek, teşhir olunacak yerler. İLE Ünlü kişiler. )

- MEŞÂİL[< MEŞ'AL/E] ile MEŞÂİR[< MEŞ'AR]
( Meş'aleler. İLE Hacı olmadan önce durulması gereken önemli yerler. | Duyular, hasseler. )

- MEŞÂİM[< MEŞÎME] ile MEŞÂÎM[< MEŞ'ÛM]
( Dölyatakları, sonlar. İLE Uğursuzlar. )

- MEŞ'AL/E[< ŞU'L | çoğ. MEŞÂİL] ile MEŞ'AR
( Aydınlatıcı âlet, lamba, kandil. | Ucunda, alev çıkarak yanan bir madde bulunan sopa/değnek. İLE Hacı olmadan önce durulacak yerlerden her biri. | Duyu, hasse. )

- MEŞGUL[< ŞUGL]["gu" uzun okunur] ile MEŞKÛL
( Bir işle uğraşan, iş görmekte olan. | Doldurulmuş, tutulmuş, işgal edilmiş. | Tutuk, dalgın; dolgun. İLE Bileklerine kadar üç ayağı beyaz olan at. )

- MEŞHÛM[çoğ. MEŞÂHÎM] ile MEŞHÛN
( Yürekli, cesur. İLE Doldurulmuş, dolu. )

- MEŞK ile MEŞK[Fars.]
( Yazı örneği. | Alışmak, öğrenmek üzere yapılan çalışma, alışma/alıştırma. İLE Tulumdan yapılmış su kabı, saka kırbası. )

- MEŞKÛL ile MEŞKÛR[< ŞÜKR]
( Bileklerine kadar üç ayağı beyaz olan at. İLE Şükre, teşekküre değer, beğenilmiş, övülmüş, makbul. )

- MEŞKÛR[< ŞÜKR] ile MEMDÛH/A[< MEDH | çoğ. MEMDÛHÂT]
( Şükre, teşekküre değer, beğenilmiş, övülmüş, makbul. İLE Övülmüş, övülecek, medh olunmuş. )

- MEŞŞÂT ile MEŞŞÂTA
( Tarak yapan, tarakçı. İLE Gelini süsleyen, gelin giysisi yapan kadın. )

- MEŞÛM ile MEŞ'ÛM[çoğ. MEŞÂİM] ile MEŞ'ÛN
( Gövdesi benekli kişi. | Şomi, meş'um. İLE Uğursuz. İLE Dağınık saç. )

- MEŞ'ÛR[çoğ. MEŞ'ÛRÂT] ile MEŞHUR[< ŞÖHRET | çoğ. MEŞÂHÎR]
( Bilinçlenilmiş olan, bilinç[uygulama] durumuna geçmiş/yükselmiş olan. İLE Ünlü, ün kazanmış/almış/salmış. )

- METÂ ile METÂ'[< EMTİA]
( Öte. [Fr. QUAND, QUANDO] İLE Satılacak mal/eşya. | Elde bulunan varlık, sermaye. )

- METÂBİ'[< MATBAA] ile METÂBİH[< MATBAH]
( Basımevleri, matbaalar. İLE Mutfaklar. )

- METÂİB ile METÂİB[< MET'ABE] ile METÂLİB[< MATLAB]
( Seçilmiş, güzel şeyler. İLE Uğraşlar, meşakkatler, yorgunluklar. İLE İstenilen, talep edilen şeyler. )

- METÎN/E[< METÂNET] ile METN[< MÜTÛN]
( Sağlam, dayanaklı, metânetli. İLE Bir yazıyı, şekil ve noktalama özellikleriyle birlikte oluşturan sözcüklerin tümü. )

- MEVÂHÎB[< MEVHÛB < VEHB] ile MEVÂHİB[< MEVHİBE]
( Verilmişler, hibe olunmuşlar, ihsân edilmişler. İLE Bahşişler, ihsanlar. )

- MEVÂİD[< MÂİDE] ile MEVÂİD[< MEV'İD] ile MEVÂİD[< MEV'ÛD/MÎÂD]
( Sofralar. İLE Söz verilen yerler, söz vermeler, vaidler. İLE Va'd olunmuş şeyler. | Belirli, muayyen şeyler. | Belirli zamanlar. )

- MEVÂKIT[< MEVKIT] ile MEVÂKİT[< MÎKAT]
( Önceden belirtilmiş zamanlar. İLE Bir iş için belirlenen vakitler. | Hacıların, ehrâma büründükleri yerler. )

- MEVÂLÎ[< MEVLÂ] ile MEVÂNİ'[< MÂNİ'/MÂNİA]
( Mevleviyet payesine ulaşmış olan âlimler. | Köleler. İLE Engeller, mânîler. )

- MEVÂLİD[< MEVLİD] ile MEVÂLÎD[< MEVLÛD]
( Doğulan yerler, mevlitler. İLE Yeni doğmuş bebekler. | Mevcutlar. )

- MEVÂNÎ-İ HİSSİYE ile MEVÂNÎ-İ ŞER'İYE
( [eskiden] Küçüklük ya da zararlı hastalık gibi nedenler ile eşlerin birlikte olmalarına engel olan durumlar. İLE [eskiden] Kadın ile kocadan birinin, hac için ihrâma girmesi, oruçlu olması, namazda bulunması ve kadının âdet/hayz ve nifâs durumunda olması gibi durumlar.[Eşlerin birlikte olmasına engeldir.] )

- MEVÂSIK[< MEVSİK, MÎSÂK] ile/= MEVÂSÎK[< MÎSÂK, MEVSÛK]
( Yeminler, sözleşmeler. İLE Yeminler, sözleşmeler, mevâsık. )

- MEVÂTÎ[< MEVTÎ] ile MEVÂTÎ
( Ayak basılan yerler. İLE Cansız şeye özgü, cansızlarla ilgili. | İşlenmemiş toprağa özgü. )

- MEVEDDET ile/ve/||/<> HUBB
( Sevme, sevgi. İLE/VE/||/<> Sevgi. )

- MEVHÛM[< VEHM] ile MEVHÛN
( Aslı yokken, zihinde kurulmuş olan, kuruntuya dayanan, vehm olunmuş. İLE Arık, zayıf kişi. )

- MEVLÂNÂ ile Mevlânâ Muhammed Celâl-üd-dîn-i Rûmî
( "Efendimiz" anlamınadır. | Bazı ilim adamlarının ve şeyhlerinin takma adı. | "Hazret" anlamına kullanılan bir hitap. İLE ... )

- MEVLEVÎ/MEVLEVİYE ile MEVLEVİYE/T
( Mevlâya mensup. | Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin tarikati, yolu ve bu tarikatten olan kişi. İLE Mevlevîlik. | Mollalık. | Müderrislikten sonraki ilmiye pâyesi. )

- MEVLİD[< VELÂDET | çoğ. MEVÂLİD] ile MEVRİD[< VÜRÛD | çoğ. MEVÂRİD]
( İnsanın doğduğu yer. | Doğma, dünyaya gelme. | Doğulan zaman. | Hz. Muhammed'in doğumunu anlatan manzum eser.[en yaygın olanı, Süleyman Çelebi'nin yazdığı eserdir] İLE Varılacak yer/yol. )

- MEVLİD[< VELÂDET | çoğ. MEVÂLİD] ile MEVLÛD[< ELÂDET | çoğ. MEVÂLİD]
( İnsanın doğduğu yer. | Doğma, dünyaya gelme. | Doğulan zaman. | Hz. Muhammed'in doğumunu anlatan manzum eser.[en yaygın olanı, Süleyman Çelebi'nin yazdığı eserdir] İLE Yeni doğmuş bebek. | [galat] Mevlid. )

- MEVTÂ[< MEYT, MEYYİT] ile MEVTÂ'
( Ölüler, ölmüşler. İLE Ayağın bastığı yer. )

- MEVZİ'[< VAZ | çoğ. MEVÂZİ'] ile MEVZİÎ
( Bir şey konulacak yer. İLE Bir yere özgü, bir yerde olan, sınırı dar, yayılmamış, mahallî. )

- MEVZÛ'[< VAZ] ile MEVZÛ'
( Konulmuş, vaz olunmuş. | İşlemekte olan, geçer olan. | Doğru olmayan, uydurma, sonradan düzme. İLE Konu. )

- MEVZÛA[< VAZ] ile MEVZÛA
( Mevzû'nun müennesi. İLE [felsefe] Konut, postula. [İng./Fr. POSTULAT] )

- MEY' ile MEY[Fars.]
( Eriyip akma. İLE Şarap, içki. )

- MEY'A ile MEY'A/T
( [bitkibilim] Karagünlük. İLE Bir şeyin, tazelik zamanı. | Yere dökülen nesnenin akıp gitmesi. )

- MEYÂMİN[< MEYMENET] ile MEYÂMÎN[< MEYMÛN]
( Bereketler, uğurlar, mutluluklar. İLE Bereketliler, uğurlular, kutlular. )

- MEYÂSİR[< MEYSERE] ile MEYÂSÎR[< MEYSÛR/E < YÜSR | çoğ. MEYSÛRÂT] ile MEYÂZİR/MEÂZİR[< Mİ'ZER]
( Zenginlikler. | Sol kanatlar/cenahlar. Ordunun sol kanadı. İLE Kolaylanmış, kolaylatılmış, kolay. İLE Güzel eserler, nişanlar, izler. )

- MEYDÂN ile MEY-DÂN[Fars.]
( Geniş, açık, düz yer/alan. | Yarışma/karşılaşma yeri. | Ortaklık. | Âyin yeri. | Fırsat, olanak. İLE Şarap kabı. )

- MEYMENE ile MEYMENET[< YÜMN | çoğ. MEYÂMİN][>< NÜHÛSET]
( Ordunun sol kanadı/cenahı. İLE Bereket, mutluluk/saadet, uğurluluk. )

- MEZÂBİL[< MEZBELE] ile MEZÂBİR[< MEZBER]
( Süprüntülükler, süprüntü dökülen yerler. İLE Kamışlar, kalemler. )

- MEZÂHİR[< MİZHER] ile MEZÂHİR/MAZÂHİR[< MAZHAR]
( Utlar. | Çiçekli yerler. İLE Bir şeyin göründüğü, çıktığı yerler. Nâil olmalar, onurlanmalar/şereflenmeler. )

- MEZÂİK[< ZÎK] ile MEZÂK[< ZEVK]
( Sıkıntılı, dar yerler. İLE Zevk alma, tad duyma, tadma. | Zevk, lezzet. | Tad duyulan yer, damak. )

- MEZÂMÎR[< MIZMAR] ile MEZÂMÎR[< MİZMÂR, MEZMÛR]
( Koşu meydanları. İLE Düdükler. | Zebûr'un sûreleri. )

- MEZÂR[< ZİYÂRET | çoğ. MEZÂRÂT] ile MEZÂRR/MAZARR[< MAZARRAT]
( Ziyaret yeri. | Ölünün gömüldüğü yer, kabir, sin. İLE Zararlar, ziyanlar. )

- MEZÂRÎ'[< MEZRAA] ile MEZÂRÎ[< MEZRÛ]
( Ziraat olunacak yerler, tarlalar. İLE Ziraat olunmuş, çifte sürülüp tohum atılmış yerler. )

- MEZBÛL[< MEZRAA] ile MEZBÛR/E[< MEZRÛ]
( Zayıf, arık. İLE Adı geçen, yukarıda söylenilmiş olan. )

- MEZRÛ'[< ZER | çoğ. MEZÂRİ'] ile MEZRÛ'[çoğ. MEZRÛÂT]
( Ziraat olunmuş, ekilmiş, çift sürülüp tohum atılmış. İLE Arşınla ölçülmüş olan. )

- MINTÎK ile MISKÂL
( Çok hatip, pek düzgün konuşan. İLE Parlatan, cilâlayan âlet. | İnce, zarif bir hatip. )

- MINZAR ile MINZÂR
( Bakma âleti. | Röntgen. İLE Ayna. | Röntgen. )

- MİAD ile MÎÂD
( Mîdeler, kursaklar. İLE Belirtilen [yıpranma süresi] zaman ya da yer. )

- Mİ'BER ile Mİ'BER/E
( Suyu geçmeye yarayan, kayık, sal, köprü gibi şeyler. İLE İğne kabı/kutusu. )

- MİDDE ile Mİ'DE
( İrin, cerahat. İLE Mide, kursak. )

- MİFERR/MEFERR[< FİRÂR] ile MİĞFER[çoğ. MAGAFİR] ile MİHFER[çoğ. MAHÂFİR]
( Kaçılacak, firar edilecek yer. İLE Savaşta başa takılan demir tas, çelik başlık, tulga. İLE Hattatların, yanlışı kazımakta kullandıkları, bir çeşit kalemtıraş. | Bel, kazma. )

- MİFREŞ ile MİFREŞE[çoğ. MEFÂRİŞ] ile MİFREZ
( Hattatların kullandığı, yazıyı kazımaya yarayan bir çeşit kalemtıraş. İLE Kamış kalemlerin birbirine ve mahfazaya çarparak bozulmalarını önlemek için divitin kalem koymaya yarayan bölümüne ya da kalemdâna konulan örtü. İLE Kamış kalemi ayırmak için kullanılan bir çeşit kalemtıraş. )

- MİFZAL ile MİFZÂL
( Gündelik iş giysisi. İLE Onur ve erdem sahibi. )

- [Fars.] MÎH ile MİH[çoğ. MİHÂN]
( Mıh, çivi, enser, kazık. İLE Büyük, ulu. )

- MİHAN[< MİHNET] ile MİHÂN[Fars. < MİH]
( Sıkıntılar. İLE Büyükler, ulular. )

- MİHCEM[çoğ. MEHÂCİM] ile MİHCEN
( Çekip emmeye yarayan örgen ya da âlet. | Hacamat şişesi. İLE Çomak. )

- MİHEKK ile MİHEK[Fars.]
( Altın ya da gümüşün ayarını anlamaya yarayan taş, mehenk. | Birinin kadrini, kıymetini ve ahlâkını anlamaya yarayan şey, araç. İLE Karanfil. | Küçük çivi. )

- MİHRÂB ile MİNBER[çoğ. MENÂBİR]
( Camilerde/mescidlerde, yönelinen (kıble) taraftaki duvarda bulunan ve imamlık edene ayrılmış olan oyuk, girintili yer. | Ümit bağlanılan yer. | Sevgilinin kaşları. | Halının sınır çerçevesi içinde, yalnız bir tarafında bulunan, kemer görünüşlü desen. | Sunak.[Fr. AUTEL] İLE Camilerde, hatîbin çıkıp hutbe okuduğu, merdivenli kürsü. | 1919'da, İstanbul'da yayımlanmış olan günlük siyâsî ve ticarî gazete.[Rasim Ferit tarafından yayımlanan bu gazete, ancak 50 sayılık yayıma ulaşabilmiştir.] )

- MİHRÂK ile MİHRÂK
( Odak, küre içi biçiminde bir aynaya [ya da dışbükey(konveks) bir merceğe] paralel olarak gelen ışınların yansıdıktan ve kırıldıktan sonra toplandıkları nokta, odak noktası. İLE Çok hareket eden. )

- MÎKAT[< VAKT | çoğ. MEVÂKÎT]["ka" uzun okunur] ile Mîkat["ka" uzun okunur]
( Bir iş için belirtilen vakit/zaman ya da yer. İLE Mekke yolu üzerinde, hacıların, ihrâma girdikleri yer. )

- MİKLEB ile MİKREB[çoğ. MEKÂRİB]
( Eski ciltli kitapların sol tarafındaki, okuma ya da ara verilen yeri belirlemeye yarayan fazla parçanın adı. İLE Çift sürülen saban. )

- MİKSÂR/MİKSÎR ile MİKVÂL
( Sözü uzatan, geveze, çok konuşan. | Çoğaltan, teksir eden. İLE Çok konuşan. )

- MÎL[çoğ. EMYÂL, MÜYÛL] ile MİLH[çoğ. EMLÂH, MİLAH, MİLÂH, MİLHA]
( Göze, sürme çekmeye özgü bir âlet. | Yollardaki mesafeyi belirlemek üzere dikilen nişan. | İğne gibi ince ve uzun bir âlet. | Ucu sivri, çelik kalem. | Sivri dağ tepesi. | Bir kilometreye yakın bir uzaklık. | Bir çarkın, üzerinde döndüğü eksen, mihver. İLE Tuz. )

- MİLHA[< MİLH] ile MİLHÂ/T[çoğ. MELÂHÎ]
( Tuzlar. İLE Oyun, eğlence, cünbüş. )

- MİLKAT ile MİLKAT
( Cerrah maşası. İLE Bir yerden, bir şey almaya yarayan âlet. )

- MÎNÂ[< MİYÂNÎ] ile MÎNÂ[Fars.]
( Liman. İLE Şarap şişesi. | Şişe, cam, billûr. | Mine, kuyumcuların gümüş üzerine nakş ettikleri lacivert ya da yeşil renkli sırça. )

- MİHSAD ile MİNCEL[< MENÂCİL] ile MİŞVEL[< ŞEVLET: Yuvarlak kuyruk.]
( Ekin orağı. İLE Ekin orağı. İLE Küçük orak, orakcık. )

- MİN-EL-ARŞ İLE-L-FERŞ ile MİN-EL-AŞK
( Gökten yere kadar, baştan aşağı. İLE Aşk yüzünden. )

- MİN-EL-EVVEL ile MİN-EL-EZEL ile MİN-EL-KADÎM
( Önceden/öteden beri. İLE Ezelden[öncesiz önce] beri. İLE Eskiden beri, çok önceden. )

- MİNHAS[< MENÂHİS] ile MİN-HAYS
( Uğursuz şey. İLE "... konusunda". )

- MİRSÂD/MİRSAD[çoğ. MERÂSİD] ile MİRSÂT[çoğ. MERÂSÎ]
( Gözetme yeri. | İlk 3 sayısının başyazarı, Muallim Naci olan ve 26 Mart 1891'de yayımlanmış olan haftalık edebiyat dergisi. İLE Gemi demiri, lenger. )

- MİS[< MİSK] ile MİS[Fars.]
( Hoş kokulu olan şey. İLE Bakır. )

- MÎSÂK[< SEVK] ile MÎSÂK[< VÜSÛK | çoğ. MEVÂSÎK]
( Sürme, sevk etme. İLE Sözleşme, antlaşma. )

- Mİ'SÂL ile MİSÂL[< EMSÎLE]
( Ucu uzun ağaç, gelberi. İLE Örnek. | Masal. | Düş/rüyâ. | Benzer, andırır. | Yalnızca ilk harfi[fâsı], harf-i illet olan sözcük.[VASL, VÂİZ, YÜMÜN, MEYSÛR vb.] )

- MİS'AR/MİS'ÂR[< MESÂİR] ile Mİ'SÂR/Mİ'SAR/Mİ'SARA
( Ateş küsküsü, ateş karıştırmaya yarayan demir. İLE Mengene. )

- MİSMA'/MİSMAA[< SEM | çoğ. MESÂMİ'] ile MİSMÂR[çoğ. MESÂMÎR]
( Kulak. | Hastanın, kalbini, göğsünü ve ciğerlerini dinlemeye yarayan âlet, siteteskop. | Kulaklık. İLE Çivi, mıh. | Kazık. )

- MÎSÂK[< SEVK] ile MÎSÂK[< VÜSÛK | çoğ. MEVÂSÎK]
( Sürme, sevk etme. İLE Sözleşme, antlaşma. )

- Mİ'ZÂD/Mİ'ZED ile MÎZÂD
( Ağaç budama bıçağı. | Kolçak, pazvant. İLE Sevinç, neşe/sürûr. )

- Mİ'ZER[< MEÂZİR] ile MİZHER[< MEZÂHİR]
( Peştemal, futa. İLE Ut. )

- MOLLA[< MEVLÂNÂ] ile MOLLA
( [eskiden] Büyük kadı, büyük âlim. İLE [sonradan] Medrese talebesi. )

- MUÂD ile MUADD[< ADD]
( Geri çevrilmiş, iade edilmiş. İLE Hazırlanmış, îdâd olunmuş. )

- MUÂDÂ/T[< UDVÂN] ile MUÂDADAT
( Karşılıklı düşmanlık. İLE Yardım etme. )

- MUÂDİL[< ADL] ile MUADDİL[< ADL]
( Eşit, denk. | [fizik] Eşdeğer. İLE Eşit ve beraber kılan, düzelten, denkleştiren, tâdîl eden. )

- MUÂHEDE[< AHD | çoğ. MUÂHEDÂT] ile MUÂKADE[< AKD]
( Karşılıklı and içme. | Antlaşma. İLE Sözleşme yapmak, antlaşma, akid. )

- MUÂLLAK/A[< ALÂKA] ile MUALLÂKA/T[çoğ. MUALLÂKÂT]
( Asılmış, asılı, ta'lîk edilmiş. | Bir yere dayanmadan, havada, boşta duran. | Sürüncemede kalmış iş. | Bağlı. | Açık hece.[bâ] | Bir yazı biçimi. İLE İslâm'dan önce, Arap şairlerinin beğenilip Kâbe duvarına asılmış olan ünlü kasideleri. [7 ya da 9 tanedir] )

- MUALLÎ ile MUALLİL[< İLLET]
( Yücelten, yükselten. İLE Neden, bahane ileri süren, ta'lîl eden. )

- MUÂSARA/T[< ASR] ile MUÂSERE
( Çağdaşlık, başkalarıyla bir yüzyılda yaşamış bulunma. İLE Güçlük. | Fakirlik. )

- MUÂTTAL[< ATAL] ile MUATTAR[< ITR]
( Bırakılmış, tâtil edilmiş. | Kullanılmaz, battal. | Boş, işsiz. İLE Hoş kokulu, ıtırlı. | Ünlü bir lâle. )

- MUÂVENÂT[< MUÂVENET] ile MUÂVENET[< AVN | çoğ. MUÂVENÂT]
( Yardımlar, yardım etmeler. İLE Yardım, yardım etme. )

- MUÂYENE[< MUÂVENET] ile MUAYYEN/E[< AYN]
( Gözden geçirme, yoklama. İLE Belirli. | Kararlaştırılan. )

- MUBAHHAL ile MUBAHHAR[< BUHÂR]
( Eli sıkı, cimri, pinti, bahîl. | Tebhîl olunmuş. İLE Buharlaşmış, buhar durumuna geçmiş. | Tütsülenmiş. )

- MÛCÎ[< VECÂ] ile MÛCİ'[< VECA]
( Ağrıtan, acıtan. İLE Elem veren. )

- MU'CİB[< ACEB] ile MÛCİB[< VÜCÛB] ile MÜCİB[< CEVÂB]
( Hayrete/taaccübe düşüren, şaşkınlık veren, icâb eden. İLE Gereken, gerektiren. | Neden, vesîle. İLE Teklifi kabul eden, istenileni yapan, sorulana yanıt veren, icâbet eden. )

- MÛCİBE ile MU'CİBE
( Olumlu. İLE Şaşılacak, taaccüb olunacak. )

- MU'CİR ile MÛCİR[< ECR]
( Bir çeşit kadın başörtüsü. İLE Kiraya veren, îcâr eden. )

- MUCÎZ[< VECZ, VÜCÛZ] ile MU'CÎZ[< ACZ] ile MÛCİZ[< VECZ, VÜCÛD]
( İzin/icâzet veren. İLE Başkalarını, bir şey yapmada geri bırakan, acze düşüren. | Kimsenin yapamayacağı yolda olan. İLE Kısaltan, îcâz eden. | Kısa, toplu. )

- MÛDİ'[< VED] ile MUDÎ/E, MUZÎ'[< ZİYÂ]
( Emânet olarak bırakan/veren, tevdî eden. İLE Kaybeden, zâyi eden. )

- MUGALATA[< GALAT | çoğ. MUGALATÂT]["ga" uzun okunur] ile MUGALLAT/A[< GALAT]
( Yanıltmak için, yanıltacak yönde söz söyleme. | Ağız kalabalığı. İLE Yanlış telâffuz edilmiş. )

- MUHACCİL[< HACLET] ile MUHÂCİR[< HİCRET]
( Utandıran, tahcil eden. İLE Göçmen, göç eden. Bir ülkeden ayrılıp, başka bir ülkeye yerleşen. )

- MUHÂDAA/T[< HAD] ile MUHÂDÂT
( Aldatma, oyun/hile etme. İLE Hediyeleşmek. )

- MUHADDAB[< HAD] ile MUHÂTAB[< HUTBE]
( Boyanmış, tahdîb olunmuş. İLE Kendisine söz söylenilen. | İkinci kişi. | Eskiden, Şeyhülislâm tarafından, medresede yetişmiş kişiler arasından seçilen ve huzur derslerine katılan, en çok dört kişiden biri. )

- MUHADDED ile MUHADDED
( Sınırı çizilmiş, sınırlanmış, tahdîd edilmiş. İLE Derisi buruşmuş olan. )

- MUHADDİR/E[< HADR] ile MUHADDİR
( Uyuşturan, uyuşturucu, tahdîr eden. [Fr. NARCOTIQUE] İLE Kabartan, şişiren. )

- MUHÂDENET ile MUHÂDENET
( Dostluk, yakın arkadaşlık. İLE Barışma, barışık olma. )

- MUHÂDESE[< HADİS] ile MUHÂDEŞE
( Konuşma. | Birbirine öykü anlatma. İLE Tırmalama. | Zahmet, sıkıntı verme. )

- MUHÂKÂT ile MUHÂKÂT
( Birbirine öykü anlatma. İLE Birini, ahmak yerine koyma. )

- MUHÂLEFE[< HALF] ile MUHÂLEFET[< HALEFE] ile MÜÂLEFET[< ÜLFET]
( Birbirine karşı yemin etme, antlaşma. İLE Uygunsuzluk, aykırılık, muhâliflik. | Düşmanlık. İLE Alışma, kaynaşma, dostluk, sevgi. )

- MUHÂLEFET ile/değil/yerine/>< MUHÂLESET
( Uygunsuzluk, aykırılık, muhâliflik. | Düşmanlık. İLE/DEĞİL/YERİNE/>< Birbiriyle dost geçinme, dostluk ve iyi davranma. )

- MUHALLÂ[< HALÂ] ile MUHALLÂ[< HALÂ/HÂLÎ]
( Süslenmiş, süs yapılmış, donatılmış, tahliye olunmuş. İLE Boşaltılmış. | Süslenmiş, süs yapılmış. )

- MUHÂLLİM[< HİLM] ile MUALLİM[< İLM]
( Sakin. Yavaş kılan, halîm eden. İLE Öğreten, öğretmen, hoca, tâlim ettiren. | Muallim Naci'nin, 1886'da basılmış, Tercemân-ı Hakîkat gazetesinin edebî sayfasındaki şiirlere yazdığı tenkitleri topladığı bir yapıtı. )

- MUHÂLLİT[< HALT] ile MUKALLİD[< KALD | çoğ. MUKALLİDÎN]
( Karıştıran, tahlît eden. İLE Bir şeyi takan, kuşanan, boynuna asan. | Taklitçi. )

- MUHALLÜN-LEH ile MUHÂLÜN LEH
( Kendine helâl olan. | Boşadığı karısı, başka biriyle evlenip boşandıktan ve bir iddet devresi bekledikten sonra tekrar kendine dönmesi şer'an kabul edilen koca. İLE Alacaklı olan kişi. )

- MUHÂLÜN ALEYH ile MUHÂLÜN BİH
( Aleyhine gönderilen havaleyi kabul eden kişi. İLE Birine havale edilen mal. )

- MUHAMMER[< HİMÂR] ile MUHAMMER[< HAMR] ile MUAMMER[< ÖMR]
( Eşeğe benzetilmiş, eşek denilmiş, tahmîr olunmuş. İLE Mayalanmış, ekşiyip kabarmış. | Yoğurulmuş. Kaynayıp kıvamını bulmuş. İLE Yaşayan, yaşamış, ömür süren. )

- MUHAMMES ile MUHAMMES[< HUMS] ile MUHAMMEZ[< HAMZ]
( Ateş üzerinde kızdırılıp kurutulmuş, tahammüs edilmiş. İLE Beşli, beş katlı, tahmîs edilmiş. | Her bendi, beş mısrâlı olan manzûme. | Beşgen. [Fr. PENTAGONE] İLE Paslanmış, oksitlenmiş, hamızlanmış. )

- MUHAMMIS ile MUHAMMIZ
( Tava. İLE Oksitleyen, humuzlayan. )

- MUHAMMİR[< HAMR] ile MUHAMMİR ile MUHÂMÎ
( Mayalayan, ekşitip kabartan, tahmîr eden. | Yoğuran, mayalayan, kıvamını bulduran. İLE Kızdırıcı ilâç. İLE Savunan, koruyan, müdafaa eden. | Avukat. )

- MUHÂLLİT[< HALT] ile MUKALLİD[< KALD | çoğ. MUKALLİDÎN]
( Karıştıran, tahlît eden. İLE Bir şeyi takan, kuşanan, boynuna asan. | Taklitçi. )

- MUHÂNET[< MUHÂN] ile MUHANNET
( İhânet eden, hain, alçak. İLE Mumyalanmış, tahnît olunmuş. )

- MUHÂRESE/T[< HİRÂSET] ile MUHÂREŞE ile MUHÂREŞE
( Koruma, muhafaza. İLE Kışkırtma, halkı birbirine düşürme. İLE Fitneleyip kavga çıkarma. )

- MUHARREF[< HARF] ile MUHARREF
( Değiştirilmiş, üzerinde kalem oynatılmış, tahrîf edilmiş. İLE Bunak denilmiş, tahrif olunmuş. )

- MUHARRİS[< HIRS] ile MUHARRİŞ ile MUHARRİZ
( Hırslandıran, hırs ve istek artıran. İLE Tırmalayan, azdıran, tahrîş eden. | [biyoloji] İrkilten. [İng./Fr.: IRRITANT] İLE Kışkırtan, tahrîz ve teşvîk eden. )

- MUHARRİK[< HARÎK] ile MUHARRİK[< HARK] ile MUHARRİK[< HAREKET]
( Yakan, tahrîk eden. İLE Çok yakan. | Çok hareket eden. | Pek susatan. İLE Hareket ettiren, oynatan. | Kışkırtan, ayartan, dürten. | [fels.] Devitken. | [kimya] Karmaç. )

- MUHASSAL[< HUSÛL] ile MUHASSAL[< HUSÛL]
( Elde edilmiş, hâsıl edilmiş, tahsîl olunmuş. | Sözün kısası, işin sonu, hâsılı, hulâsa. İLE Elde edilen sonuç. | [fizik] Bileşke. )

- MUHASSAN[< HISN] ile MUHASSEN[< HÜSN] ile MUHASSER
( Güçlendirilmiş, istihkâmlanmış. İLE Beğenilmiş, güzel, yararlı, hayırlı iş. İLE Hasret kalmış, tahsîr olunmuş. )

- MUHASSIN ile MUHASSİN[< HASEN]
( Kale gibi korunaklı ve sağlam kılan. | Nâmâhremden saklayan. İLE Güzel kılan, güzelleştiren, tahsîn eden. )

- MUHAŞŞİ ile MUHAŞŞİ' ile MUHAŞŞÎ[< HAŞYET]
( Hâşiye yazayan, hâşiyeleyen. İLE Kibirlinin, kibrini kıran. İLE Korkutan, haşyete düşüren. )

- MUHAŞŞİM ile MUHAŞŞİN
( Keskinliği dolayısıyla sarhoş edici şey. İLE Gücendiren, öfkelendiren. )

- MUHÂT ile MUHÂT
( Kuşatılmış, etrafı çevrilmiş, ihâta olunmuş. | Bir şeyin içinde bulunan. İLE Sümük, sümüğe benzeyen yapışkanlı nesneler. )

- MUHÂYEE ile MUHÂYENE
( Bölüşme olanağı bulunmayan şeyi sıra ile kullanma. İLE Belirli bir zaman için kiralama. )

- MUHAYYEL[< HAYÂL] ile MUHAYYER[< HAYR]
( Hayal kurulmuş, tahayyül olunmuş. İLE Seçmeli, beğenmeye bağlı. | Türk müziğinin en eski ve en çok kullanılan makamlarından. )

- MUHAYYİL[< HAYÂL] ile MUHAYYİR[< HAYRET] ile MUHAYYİR[< HAYR]
( Hayal kuran, tahayyül eden. İLE Şaşırtan, hayret veren, hayrette bırakan. İLE İki şey arasında tercih edilmesini serbest bırakan. )

- MUHÂZARA[< HUZÛR | çoğ. MUHÂZARÂT] ile MUÂZALA
( Hatırda tutulan şeyler. | Edebî fıkralar, öyküler anlatma ve bunlar üzerine konuşma. İLE Bir beyitin anlamını, başka bir beyitle tamamlaması. )

- MUHÂZELE ile MUHÂZERE
( Aşağılık, hakirlik. İLE Birbirini korkutma. )

- MUHÂZÎ[< HİZÂ] ile MUHÂZÎ[< HİZÂ] ile MUHAZZİ' ile MUHÂDİ'[< HAD, HID]
( Birbirinin karşısında ve aynı sırada bulunan. | Paralel. İLE Birbirinin karşısında bulunan, karşı sırada bulunan. İLE Ot ve saman kesmeye yarayan bir çeşit tarım makinesi. İLE Hile yapan, aldatan. )

- MUHÂZÂT ile MUHÂZÂT[< HİZÂ]
( Yüz yüze gelme. İLE Aynı hizâda bulunma, karşı durma/olma. )

- MUHAZZİL ile MUHAZZİR
( Alçaklık, bayağılık içinde bırakan, tahzîl eden. İLE Sakındıran, tahzîr eden. )

- MUHÎL ile MUHİLL[< HALEL]
( Aktaran, havale eden, ihâle eden. | Borcunu, başkasının borcuna aktaran. İLE Dokunan, sakatlayan, bozan, ihlâl eden. )

- MUHİSS[< HİSS] ile MÛHİŞ[< VAHŞET]
( Duyuran, hissettiren. İLE Korku ve dehşet veren, korkutan, ürküten. )

- MUHLİS ile MUHLİS[< HULÛS]
( Saç ve sakalına kır düşmüş kişi. İLE Katkısız, hâlis. | Dostluğu, samimiyeti ve hali içten, gönülden olan. [eskiden, büyükten küçüğe yazılan resmî yazılarda, bir nezâket dili olarak "ben" anlamına gelen, "muhlisiniz" şeklinde kullanılırdı] )

- MUHRİB ile MUHRİB[< HARÂB | çoğ. MUHRİBÎN]
( Torpidoları avlamaya yarayan ve çok hızlı giden bir çeşit küçük savaş gemisi. İLE Yıkan, harâb eden. )

- MUHSIN/MUHASSIN ile MUHSİN[< HASEN]
( Kale gibi korunaklı ve sağlam kılan. | Nâmâhremden saklayan. İLE İyilikte, bağışta bulunan. )

- MUHTÂL[< HİLE] ile MUHTAL ile MUHTÂL[< HATL]
( Hileci, dalavereci, dubârâcı. İLE Havaleyi alan kişi. İLE Kibirli, büyüklük taslayan. )

- MUHTATIB[< HATAB] ile MUHTATIB[< HATAB]
( Nikâhla isteyen, ihtitâb eden. | Hutbe okuyan, nutuk veren. İLE Odun kesen ya da toplayan. | Baltalık. )

- MUHTAZI' ile MUHTAZIR[< HUZÛR]
( Alçakgönüllülük gösteren, boyun eğen. İLE Can çekişen, ihtizar durumunda bulunan. )

- MUHTEBER ile MU'TEBER/E[< UBÛR | çoğ. MU'TEBERÂN]
( Başvurma. | Başvurma yeri. | El kitabı. İLE Saygın, hatırı sayılır, îtibarlı. | İnanılır, güvenilir. | Yürürlükte olan, geçerli olan. )

- MUHTEKIR ile MUHTEKİR[çoğ. MUHTEKİRÎN]
( Hor gören, aşağı gören, ihtikar eden. İLE Yolsuz kazanç elde eden, vurguncu, istifçi, ihtikâr yapan. )

- MUHTELEF[< HALF] ile MUHTELİF/E[çoğ. HALEFE]
( Birbirine uymamış. Uyuşmamış. İhtilâf olunmuş. İLE Birbirine uymayan, birbirinin öteki ucu. | Türlü, çeşitli, çeşit çeşit. )

- MUHTELİK ile MUHTELİK[< HALK]
( Tıraş eden. İLE Yalancı, uydurucu. )

- MUHTEMÎ ile MUHTEMİR[< HAMR]
( Perhîz eden, ihtimâ eden. İLE Mayalanarak ekşiyip kabaran. | Örtüye bürünen, yaşmaklanan. )

- MUHTERİS[< HİRÂSET] ile MUHTERİS[< HIRS] ile MUHTERİZ[< HIRZ]
( Sakınan, çekinen. İLE Hırs sahibi. | Çok istekli. | Ateşli. İLE Sakınan, çekinen, ihtirâz eden. )

- MUHTEZİN ile MUHTEZİN
( Hüzünlü, kederli. İLE Biriktirip hazineye koyan, saklayan, anbara atan. )

- MUKABELE["ku" uzun okunur] ile MÜKÂBELE
( Karşılık verme, karşılama. | Karşı gelme. | Birbiriyle karşılaştırma, karşılıklı yapılan okuma. | Camilerde, halka karşı Kur'ân-ı Kerîm okuma. | Mevlevî ayinlerinde tarikat mensuplarının cezbe haliyle ayakta dönmesi. İLE Satılık olan komşu evinin satın alınmasını tehir ederek satıldıktan sonra şüf'a yoluyla müşteriden alma. )

- MUÎD[< AVD] ile MUİDD[< ADD]
( İnzibat teminine memur, muallim yardımcısı. İLE Hazırlayan, îdâd eden. )

- MUÎL ile MUİLL ile MUÎR
( Çoluğu çocuğu ve yakınları çok olan kişi. İLE Hasta eden, alîl eden. İLE Ödünç veren, iare eden. )

- MÛK ile MÛK[Fars.]
( Göz pınarı. İLE Diken. )

- MUKABBİL[< KABL | çoğ. MUKABBİLÎN] ile MUKABİL[çoğ. KABİLE]["ka" uzun okunur]
( Öpen, takbîl eden. İLE Karşı karşıya gelen, bir şeyin karşısında bulunan. | Bir şeye karşı/karşılık yapılan. | Karşılık. | Karşılığında. )

- MÛKAD ile MUK'AD[< KU'ÛD]
( Ağır yüklü. İLE Kötürüm, yatalak. )

- MÛKALKAL ile MUKALKALE
( Kararsız. | Şarap. İLE Surâhi. Şişe. )

- MUKANNEN[< KANUN] ile MUKANNİN[< KANUN]
( Belirli, şaşmaz. İLE Yasa yapan. )

- MUKANNEN[< KANUN] ile MUAYYEN[< AYN]
( Belirli, şaşmaz. İLE Belirli, tâyin edilmiş. | Kararlaştırılan. )

- MUKANNEN[< KANUN] ile YAKÎN[< YAKN]
( Belirli, şaşmaz. İLE Kesin, kesinlik. )

- MUKARRER[< KARÂR | çoğ. MUKARRERÂT] ile MÜKERRER[< KERR | çoğ. MÜKERRERÂT]
( Kararlaşmış. | Sağlam, şüphesiz. | Anlatılmış, bildirilmiş. İLE Tekrarlı, tekrarlanmış. )

- MUKARRİ' ile MUKARRİH ile MUKARRİR[< KARÂR | çoğ. MUKARRİRÎN]
( Başa kakan, azarlayan, paylayan, takri' eden. İLE Yara açan ilaç. İLE Yerleştiren, sabit kılan. | Anlatan, bir maddeyi, etraflıca anlatan. | Medresede, dersi tekrar ederek anlatan müderris yardımcısı. | Huzur hocası.[Ramazan ayında, sultanın huzûrunda ders vermek, Kur'ân-ı Kerim'i tefsir etmekle görevli müderris.] )

- MUKATAA[< KAT | çoğ. MUKATAÂT]["ka" uzun okunur] ile MUKATTA/A[< KAT | çoğ. MUKATTAÂT] ile MUKATTAR[< KATR | çoğ. MUKATTARÂT]
( Arazinin kesime verilmesi, belirli bir kirâ karşılığında, birine bırakılması. | Bağ, bahçe, arsa durumuna getirilen ekim toprağı için verilen vergi. İLE Kesilmiş, kesik, ayrı, kat edilmiş. İLE Damıtılmış, imbikten çekilmiş, taktîr edilmiş. )

- MÛKIR ile MUKIRR[< KARÂR]
( Meyvelerinin çokluğu nedeniyle dalları sarkmış ağaç. İLE İkrar eden, doğruyu söyleyen, kusurunu, kabahatini gizlemeyen. | Birinin, kendinde hakkı olduğunu haber veren kişi. )

- MUKTEDÎ[< KADV] ile MUKTEDİR[< KUDRET]
( Uyan, arkadan gelen, iktidâ eden. İLE Gücü yeten, becerebilen, iktidarlı. )

- MUKTÎ ile MUKTİR
( Koruyan, kudretli. | Tanrı. İLE Kocasını, nafaka için sıkıştıran. )

- MU'LİM[< ELEM] ile MU'LİN[< ALEN]
( Ağrıtan, sızlatan, inciten, elem veren. İLE İlân eden, genele bildiren, haber veren. )

- MUNASSAF ile MUNAZZAF[< NAZÎF]
( İkiye ayrılmış, bölünmüş. İLE Temizlenmiş, arınmış, tanzîf edilmiş. )

- MUNSALİH ile MUNSARİH[< SARÂHAT]
( Barış/sulh üzere olan. İLE Açık, meydanda. )

- MUNTABI'[< TAB] ile MUNTABIH[< TABH]
( Basılan, basılmış, damgalanmış. | Yaratılıştan olan. | Hoş görünen, güzel. İLE Pişen, pişmiş, intibâh eden. )

- MUNTAVÎ[< TAYY] ile MUNTAVİ'
( Dürülüp bükülen, toplanmış, devşirilmiş. İLE Söz dinler. )

- MURÂBAA[< RAB] ile MURÂBAHA[< RİBH] ile MURABBA'[< RUB] ile MURABBÂ
( Yazlığa çıkmak üzere sözleşme yapmak. İLE Malı, kâr ile satma. | Tefecilik, yasaların üstünde, aşkın faiz alma. İLE Dörde çıkarılmış, terbi' olunmuş. | Dörtlü, dört şeyden olma. | Dört köşeli. | Kare. | Dört mısralık kıtalardan oluşan manzume. | Kenzî Hasan'ın edvarında geçen makam.[1700] İLE Terbiye edilmiş. | Kaynayıp kıvama geldikten sonra dondurulmuş meyve suyu tatlısı. )

- MURAKKA'[< RUK'A] ile MURAKKAA/T
( Terkî edilmiş, yamanmış, yama vurulmuş, yamalı. İLE Hattat meşknâmesi. Birbiri üstüne yapıştırılarak mukavva gibi olmuş bir kâğıt üzerine yazılan meşk, güzel yazı örneği. )

- MURAKKAM[< RAKAM] ile MURAKKAN
( Yazılmış, yazılı. | Sayı/rakam konulmuş, numaralanmış, numaralı. İLE Bozulmuş, aradan çıkarılmış, terkîn edilmiş. )

- MURASSA' ile MURASSAS
( Değerli taşlarla bezenmiş. | İki mısrası ya da iki fıkrası, sözcük sözcük birbiriyle aynı ölçü ve uyakta olan söz/beyit. | Bir yazı tarzı. | [müzik] Irak perdesiyle geveşt perdesi arasında bir perde adı. İLE Kalay ya da kurşunla kaplanmış. | Lehimlenmiş. )

- MÛRİS[< VERÂSET] ile MU'RİZ[< ARZ]
( Getiren, veren, kazandıran, îrâs eden. | Miras bırakan. İLE Yüz çeviren, başka tarafa dönen, i'râz eden. | Dokunaklı söz söyleyen, "taş atan", ta'rîz eden. )

- MURTAZI'[< RIZÂ] ile MURZI'[< RIZÂ]
( Süt emen, irtizâ' eden. İLE Bebek emziren, ırza' eden. )

- MÛSÂ[< VESÂYET] ile MÛ-SÂ/Y[Fars.] ile Mûsâ
( Vasiyet olunan mal ve yarar. İLE Ustura. İLE Hz. Mûsâ peygamber. )

- MUSADDA'[< SAD] ile MUSADDAR[< SUDÛR]
( Başı ağrıtılmış, tasdî' edilmiş. İLE Çıkmış, sudûr etmiş. )

- MUSÂFAA ile MUSÂFAHA[< SAFH] ile MUSAFFÂ[< SAFVET] ile MUSÂFÂ/T[< SAFVET] ile MUSAFFAF[< SAFF]
( Birbirinin boynuna sarılma. | Gözün, her uzaklıkta bulunan nesneyi görebilme özelliği. İLE İki el ile tokalaşma.[İç tarafta kalan elin işaret ve orta parmakları, ötekinin bileğinin iç tarafında, nabzını duyabilecek, kişinin/dostunun durumunu/zihnini en derinden anlayan, anlamaya çalışan şekildedir.] İLE Süzülmüş, yabancı maddelerden ayrılmış, tasfiye edilmiş. İLE Samimi ve saf/özlü/hâlis dostluk. İLE Sıra sıra, saf saf dizilmiş, tasfîf edilmiş. )

- MUSAFFÎ[< SAFVET] ile MUSAFFİR[< SUFRET] ile MUSÂFİH
( Süzen, sızdıran. İLE Islık çalan, seslenen, tasfîr eden. | Sarıya boyayan, sarartan, sarılaştıran. İLE El sıkışanlardan her biri, musâfaha eden. )

- MUSAHHİR[< SAHR] ile MUSÂHÎ
( Boyun eğdiren, zapt eden, teshîr eden. | Elde eden. İLE Bir şeyin seçilmişi, hâlisi. )

- MUSÂRAA[< SAR] ile MUSÂRÂHA[< SARÂHAT]
( Güreşme, pehlivanlık. İLE İşi, meydanda görme. )

- MUSARRA'[< SAR] ile MUSARRAH[< SARÂHAT]
( İki mısrası uyaklı olan beyit. İLE Açıkça söylenilmiş, belirtilmiş, apaçık. )

- MÛSİL[< VUSÛL] ile MÛSİR ile MUSİRR[< SARR]
( Ulaştıran, yetiştiren, vardıran, îsâl eden. İLE Zengin. İLE Direnen, ayak direyen, ısrâr eden. )

- MUŞT[çoğ. MIŞÂT] ile MUŞT[Fars.]
( Tarak. İLE Yumruk, tokat. | [mecaz] Avuç. )

- MUŞTA ile MUŞTA
( Saç tarağı. İLE ... )

- MUŞTÎ ile MUŞTÎ[< MUŞT]
( Bir avuç, bir avuçluk, bir avucun alabileceği kadar. İLE Tarak biçiminde olan. )

- MUTÂ'/A[< TAV] ile MU'TÂ[< ATÂ]
( Boyun eğilen, itaat olunan, başkalarının kendisine itaat ettikleri. İLE Verilmiş, îtâ olunmuş. | Veri. )

- MUTAATTIL[çoğ. ATELE] ile MUTAATTIR[< ITR]
( İşsiz kalan, taattul eden. İLE Hoş koku ile koklanan, taattur eden. | Hoş koku sürünen. )

- MU'TÂDEN ile MU'TÂDÎ
( Alışıldığı üzere. İLE Alışılmış, her zamanki. )

- MUTAHHİR[< TAHÂRET] ile MUTÂHİR
( Temizleyen, tathîr eden. İLE Temizleyici. )

- MUTÂLİ'[< TULÛ | çoğ. MUTÂLİÎN] ile MUTÂLİÎN[< MUTÂLİ]
( Kitap okuyan, mütâlâ eden. İLE Kitap okuyanlar, mütâlâa edenler. )

- MUTÂRAHA ile MUTARRÂ[< TARÂVET] ile MUTARRAH[< TARH]
( Birbirine söz söyleme. İLE Taze, tarâvetli. İLE Çıkarılmış, tarh edilmiş. )

- MUTASADDI'[< SAD] ile MUTASADDIR[< SADR | çoğ. SADDIRÎN] ile MUTASADDÎ[< SADV]
( Dağılan. | Yarılıp çatlayan. İLE Baş sedire geçip oturan, baş köşeye kurulan. İLE Bir işe girişen, tasaddî eden. | Başkasına saldıran. )

- MUTASAVVER[< SÛRET] ile MUTASAVVİR[< SÛRET]
( Tasarlanmış, düşünülmüş, tasavvur edilmiş. | Akla gelebilir, olabilir. İLE Tasarlayan, zihninde kurup karar veren, tasavvur eden. )

- MUTAZACCI' ile MUTAZACCIR[< ZUCRET]
( Üşengeç. İLE İçi sıkılan, sıkıntılı, tazaccur eden. )

- MUTAZARRI'[< ZER | çoğ. MUTAZARRÎN] ile MUTAZARRIR[< ZARR, ZURR]
( Yalvarıp yakaran, tazarru' eden. İLE Zarar gören, zarara uğrayan. )

- MU'TEMİL ile MU'TEMİR[< UMRE]
( Zoru göze alarak tek başına iş gören. İLE Bir yeri ziyaret eden. | Kâbe'yi tavaf eden. )

- MU'TEZİL[< AZL] ile MU'TEZİR[< ÖZR]
( Topluluktan/toplumdan ayrılıp bir tarafa çekilen, îtizâl eden. İLE Özür dileyen. )

- MU'TÎ/A[< TÂAT] ile MU'TÎ[< ATÂ]
( Boyun eğen, itaat eden. | Bağlı. | Rahat. İLE Veren, îta eden. )

- MUVAFFIK[< VEFK] ile MUVÂFIK[< VEFK]
( Başarı kazandıran, muvaffak eden. İLE Uygun, yerinde. | [müzik] Bir makam. )

- MUVÂHÂT[< UHUVVET] ile MUVAHHAD/E[< VAHDET]
( Kardeş etme, birbirini kardeşliğe kabul etme. İLE Bir ve tek duruma getirilmiş. | Tek noktalı harf. )

- MUVAKKİ'[< VUKU] ile MUVAKKİR[< VEKAR]
( Fermanlara tuğra çeken kişi. İLE Ağırlayan, saygı gösteren, tevkir eden. | Ululayan. )

- MUVÂZAA[< VAZ] ile MUVAZZA' ile MUVAZZAH[< VUZÛH]
( Bir konuda bahse girişme. | Danışıklı dövüş. İLE Saygı gösterilmeyen kişi. İLE Açıklanmış, etraflıca anlatılmış, îzâh edilmiş, tavzîh edilmiş. )

- MUVÂZÎ[< VEZY] ile MUVAZZİH[< VUZÛH]
( Paralel. İLE Açıklayan, ayrıntılı olarak anlatan, îzâh eden. )

- MUZA'AF ile MUZÂAF[< ZIF] ile MUZÂF[< ZAYF | çoğ. MUZÂFÂT]
( Bir o kadar daha çoğaltılmış, bir kat daha artmış, taz'îf edilmiş. İLE İki kat, kat kat, katmerli. | Aynı "orta harfi" ile "son harfi", aynı harfin tekrarından oluşan sözcük.[musrir:musirr / müdrir:müdirr | hâdid:hadd] İLE Katılmış, bağlanmış, bağlı, izâfe edilmiş. | [ad takılarında] Belirtilen, başka bir ada katılmış ve onu tamamlamış olan. )

- MUZA'FER ile MUZAFFER[< ZAFER]
( Safran renginde, sarı renkte. | Safranlı. [pilav vb.] İLE Üstün, üstünlük, zafer kazanmış. )

- MUZAFFER-ÂNE[Fars.] ile MUZAFFEREN ile MUZAFFERİYET
( Muzaffer olana yakışır şekilde. İLE Üstünlük kazanarak, üstün gelerek, muzaffer olarak. İLE Üstünlük, düşmana üstün gelme. Bir işi, gerektiği gibi başarma. )

- MUZÂHÎ[< ZAHY] ile MUZÂHİR/MÜZÂHİR[< ZAHR]
( Benzeyen, benzeyici. İLE Arka, taraflı çıkan, yardım eden, koruyan, zahîr olan. )

- MUZCER[< ZUCRET] ile MUZCİR[< ZUCRET]
( Sıkıntılı, ıstıraplı. İLE Sıkıntı veren, ıstırap. )

- MUZIRR[< ZARAR] ile MÜNZİR[< NEZR][>< MÜBEŞŞİR]
( Zararlı, zarar veren, zarara sokan. İLE Sonunun kötülüğünü söyleyerek korkutan. )

- MUZÎ' ile MÛZÎ[< EZÂ] ile MUZÎ'[< ZÂYİ] ile MUZÎ/E[< ZİYÂ] ile MÛZİH/MUVAZZİH[< VUZÛH]
( Meydana çıkaran, açığa vuran, izâa eden. İLE İnciten, eziyet veren, rahat bırakmayan, îzâ eden. İLE Kaybeden, zâyi' eden. İLE Işık veren, parlayan, parlak, ziyâlandıran. İLE Açıklayan, ayrıntılı olarak anlatan, îzâh eden. )

- MUZMER[< ZIMÂR | çoğ. MUZMERÂT] ile MUZMİR[< ZIMÂR]
( Gizli, saklı, örtülü, dışarı vurulmamış, içte saklı, ızmâr edilmiş. İLE İçinde saklayan, gizleyen, ızmâr eden. )

- MÜBÂADE/T[< BU'D] >< MÜBÂALE
( İki kişinin birbirinden uzaklaşması. | Birbirini sevmeyip soğuk ve uzak durma. İLE Cilveleşme, oynaşma. )

- MÜBÂDELE[< BEDEL | çoğ. MÜBÂDELÂT] ile MÜBÂDERE[< BÜDÛR]
( Değiş-tokuş, bir şeyin, başka bir şeyle değiştirilmesi, trampa. | Ulemânın kadılık ve medrese değiştirmeleri.[1654'ten sonra bu söz yerine "mesafe" kullanılmıştır.] İLE Bir iş yapmaya girişme. )

- MÜBÂDİL[< BEDEL] ile MÜBÂDİR[< BÜDÛR]
( Başkasının yerine getirilmiş, bir şeye bedel tutulmuş, mübâdele olunmuş. | Türkiye'den gönderilen Rumlar'a karşı Yunanistan'dan gelen Türkler'e verilen bir ad. İLE Bir işe hemen girişen. )

- MÜBÂNE[< BEDEL] ile MÜBÂREE[< BER]
( [eskiden] Talâk-ı bâinle boşanmış olan kadınlar. İLE Kadın ve erkeğin, birbirlerinden alacaklı ve verecekli olmamak üzere nikâhı bozmaları. )

- MÜBDİ'[< BİD'AT] ile MÜBTÎ'[< BATÂET] ile MÜBZİ'[< BIZÂA/BIDÂA]
( Yeni şeyler bulan, söyleyen, îcâd eden, ibdâ eden. | Din işlerinde bid'at ehlinden olan. | Benzeri görülmemiş şiir söyleyen. İLE Ağır hareket eden, ağır davranıp geciken. İLE Kârı tamamen kendisine kalmak üzere birine sermaye veren. )

- MÜBERKA ile MÜBERKAA
( Yüzü peçeyle örtülü, peçeli. İLE Başı beyaz olan kara, dişil koyun, marye. | Türk müziğinin en az altı yüzyıllık bir mürekkep makam. )

- MÜBERRED[< BERD] ile MÜBERRİD[< BERD]
( Soğutulmuş, tebrîd olunmuş. İLE Soğutan, soğutucu, tebrîd eden. )

- MÜBEŞŞER[< BEŞÂRET] ile MÜBEŞŞİR[< BEŞÂRET | çoğ. MÜBEŞŞİRÎN]
( Kendisine müjde verilmiş, tebşîr olunmuş. İLE Müjdeci, muştucu, tebşîr eden. | Dört İncil'i yazanlardan biri. )

- MÜBEYYEN[< BEYÂN] ile MÜBEYYİN[< BEYÂN]
( Meydana çıkarılmış, açıkça söylenilmiş, açıklanmış, açıklayan, bildiren, tebeyyün etmiş. İLE Bildiren, açıklayan, meydana koyan. )

- MÜBEZZİR[< BEZR] ile MÜBEZZİR[çoğ. MÜBEZZİRÎN]
( Tohum ekecek âlet. İLE Gereksiz, yersiz harcayan, israf eden, tebzîr eden. )

- MÜBÎ'[< BEY] ile MÜBÎH
( Satılmış şey. İLE İzin veren, ibâha eden. )

- MÜBREZ[< BÜRÛZ] ile MÜBRİZ[< BÜRÛZ]
( Gösterilmiş, meydana çıkarılmış, ibrâz olunmuş. İLE Gösteren, meydana çıkaran, ibrâz eden. )

- MÜBŞER[< BEŞÂRET] ile MÜBŞİR
( Müjdelenmiş, ibşâr olunmuş. İLE Müjdeleyen, ibşâr eden. )

- MÜBTEDÂ'[< BED] ile MÜBTEDA'/MÜBTEDE[< BED]
( Başlangıç, baş. | [dilb.] Özne.[ad tümcelerinde] İLE Aslında yok iken yeni çıkmış olan şey. )

- MÜBTEDÎ[< BED | çoğ. MÜBTEDİÎN, MÜBTEDİYÂN] ile MÜBTEDİ'[< BED]
( Bir şey öğrenmeye yeni başlayan. Acemi. İLE Yeni bir şey ortaya çıkaran, bir yenilik ortaya koyan. )

- MÜBTELÂ'[< BEL] ile MÜBTELA[< BELÂ] ile MÜBTENÂ/MÜBTENÎ[< BİNÂ]
( Yutulmuş, yenilmiş. İLE Düşkün, bağımlı.[kötü şeylere] | Tutkun, tutulmuş. İLE Kurulu, kurulmuş olan, ibtinâ eden. | Dayanan. )

- MÜBTÎ'[< BATÂET] ile MÜBTİL
( Ağır hareket eden, ağır davranıp geciken. İLE İptal eden, hükümsüz bırakan, bozan. )

- MÜCÂVEDET[< CÛD] ile MÜCÂVEZE
( Birine karşı kerem ve ihsân etme. İLE Sınırı aşma. | Bağışlama, göz yumma. )

- MÜCBER[< CEBR] ile MÜCBİR[< CEBR] ile MÜCEBBİR[< CEBR]
( Olunmuş, zorlanılmış, zorlanılan, icbâr olunan. İLE Zorlayan, zorlayıcı. İLE Çıkıkçı. )

- MÜCEDDED ile MÜCEDDİD[< CEDÎD]
( Yenilendirilmiş, yeni, yepyeni, tecdîd olunmuş. İLE Yenileyen, yenileyici, yeni bir şekil ve sûret veren, tecdîd eden. | Dine yeni bir açı katan kişi. )

- MÜCEFFEF[< CEFF] ile MÜCEFFİF[< CEFF]
( Kurutulmuş, suyu çekilmiş, nemi kalmamış, kurumuş, tecfîf olunmuş. İLE Kurutucu, tecfîf edici. )

- MÜCEHHEZ[< CİHÂZ] ile MÜCEHHİZ[< CİHÂZ]
( Donanmış, donatılmış, hazırlanmış, techîz olunmuş. İLE Donatan, techîz eden. | Armadar. )

- MÜCELLED[< CİLD] ile MÜCEMMED[< CÜMÜD] ile MÜCENNED
( Ciltlenmiş, teclîd olunmuş. İLE Dondurulmuş. İLE Sıralanmış asker. )

- MÜCELLED[< CİLD] ile MÜCELLİD[< CİLD | çoğ. MÜCELLİDÎN]
( Ciltlenmiş, teclîd olunmuş. İLE Kitap ciltleyen, ciltçi. )

- MÜCERREB[< TECRİBE] ile MÜCERRİB[< TECRİBE | çoğ. MÜCERRİBÎN]
( Denenmiş, sınanmış, tecrübe edilmiş. İLE Deneyen, sınayan, tecrübe eden. )

- MÜCERRED[< TECRİBE] ile MÜCERRİD
( Soyulmuş, çıplak, tecrîd edilmiş. | Tek, yalnız. | Karışık ve katışık olmayan. | [dilb./felsefe] Yalın, soyut. | Eski yazıda noktasız harflerle yazılmış manzûme ya da mensûre. | Bekâr. | Yalnız, ancak, fakat. İLE Ayıran, tecrîd eden. | Yalıtkan. )

- MÜCİDD[< CİDD] ile MÛCİD[< VÜCÛD] ile MÜCÎZ[< İCÂZET] ile MÛCİZ[< VECZ, VÜCÛZ]
( Çok çalışan. İLE Yeni bir şey oluşturan, icâd eden, vücut veren. | Düşünce ve anlam yaratan. İLE İzin veren, icâzet veren. İLE Kısaltan, îcâz eden. | Kısa, toplu. )

- MÜÇTEHED[< TECRİBE] ile MÜCTEHİD[< CEHD]
( İçtihâd olunmuş. İLE Gücü yettiği kadar çalışan. | Âyet ve hadislerin şer'î hükümler çıkaran din allâmesi. )

- MÜCTERÎ[< İCTİRÂ] ile MÜCTERİN
( Cesâret eden, cür'et eden. İLE Mesleğinde deneyimli, becerikli/mâhir olan. )

- MÜCTERÎ[< İCTİRÂ] ile MÜCTERİN
( Cesâret eden, cür'et eden. İLE Mesleğinde deneyimli, becerikli/mâhir olan. )

- MÜDÂMELE ile MÜDÂMERE
( Yüze gülme, idâre etme. İLE Keder ve sıkıntı ile sabahlama. )

- MÜDÂMÎ ile MÜDÂNÎ
( Durmadan içki içen. İLE Yakın, eş, benzer. )

- MÜDÂRÂ[Fars.] ile MÜDÂVÂ/T[< DEVÂ]
( Yüze gülme, dost gibi görünme. İLE Hastaya bakıp ilâç verme, devâ arama. )

- MÜDÂRÂ[Fars.] ile MÜDÂMELE[< DEVÂ]
( Yüze gülme, dost gibi görünme. İLE Yüze gülme, idâre etme. )

- MÜDÂVÂ/T[< DEVÂ] ile MÜDÂVÎ[< DEVÂ]
( Hastaya bakıp ilâç verme, devâ arama. İLE İlâç veren, iyileştiren, devâ bulan. )

- MÜDÂVÎ[< DEVÂ] ile MÜDÂVÎM[< DEVÂM |çoğ. MÜDÂVİMÎN]
( İlâç veren, iyileştiren, devâ bulan. İLE Devam eden, bir iş üzerinde aralıksız çalışan. | Bir yere, sürekli gidip gelen. )

- MÜDÂVELE[< DEVLET] ile MÜDÂVERE[< DEVR]
( Devrettirme, elden ele gezdirme. | Döndürme, çevirme. | Fikir verme, konuşma. İLE Yönetme, döndürme. )

- MÜDÂVEME[< DEVÂM] ile MÜDÂVİM/E[< DEVÂM]
( Devam etme, bir yere her zaman gidip gelme. | Bir iş üzerinde aralıksız çalışma. İLE Devam eden, bir iş üzerinde aralıksız çalışan. | Bir yere, sürekli gidip gelen. )

- MÜDDAHAR[DUHR] ile MÜDDAHİR[< DUHR]
( Biriktirilmiş, toplanıp saklanmış. İLE Biriktiren, toplayıp saklayan. )

- MÜDDEÂ[DA'VÂ] ile MÜDDEÎ[< DA'VÂ]
( İddia olunmuş, iddia edilen/olunan şey. | Dâvâ edilen şey. | Asılsız iddia edilen şey. | Sav, tez. İLE İddia eden, dâvâcı. | Bir yargıda ayak direyen. | İnatçı. )

- MÜDDEÎ[< DA'VÂ] ile MÜDDÎ
( İddia eden, dâvâcı. | Bir yargıda ayak direyen. | İnatçı. İLE [felsefe] ... [Fr. PROTENSIF] )

- MÜDEBBER/E[< DÜBÛR] ile MÜDEBBİR[< DÜBÛR | çoğ. MÜDEBBİRÂN, MÜDEBBİRÎN]
( Düşünce ile hareket edilmiş, tedbîr alınmış. | Özgürlüğü, efendisinin ölümüne bağlı bulunan köle. İLE Tedbir alan, tedbirli, düşünce ile hareket eden, düşünceli. | [eskiden] Kölesinin özgürlüğünü, kendi ölümünden sonraya bırakmış olan. )

- MÜDENNES[< DENÂSET] ile MÜDENNİS[< DENÂSET]
( Kirletilmiş, tednîs edilmiş. İLE Kirleten, tednîs eden. )

- MÜDESSÎ[< DESÎSE] ile MÜDESSİR[< DİSÂR]
( Yolunu şaşırtan, baştan çıkaran. İLE Giyinmiş, bir örtüye bürünmüş. | Kur'ân-ı Kerîm'in 74. sûresi olup 56 âyettir. )

- MÜDEVVER[< DEVR] ile MÜDEVVİR[< DEVR]
( Döndürülmüş, tedvîr edilmiş. | Yuvarlak, tekerlek, değirmi. | Yeni bilançoya geçirilen hesap. İLE Döndüren, çeviren, tedvîr eden. )

- MÜDHAL[< DAHL] ile MÜDHAR
( Girdirilmiş, sokulmuş, idhâl/dâhil edilmiş. İLE Hor, hakir görülmüş, idhâr olunmuş. )

- MÜDHİL[< DAHL] ile MÜDHİR
( Girdiren, sokan, idhâl/dâhil eden. İLE Hor, hakir gören. )

- MÜDHAL[< DAHL] ile MÜDHİL
( Girdirilmiş, sokulmuş, idhâl/dâhil edilmiş. İLE Hor, hakir görülmüş, idhâr olunmuş. )

- MÜDÎR[< DEVR | çoğ. MÜDÎRÂN] ile MÜDİRR[< İDRAR]
( Çeviren, bakan, idâre eden. | İdâre eden anlayan. | İdâre memuru. | Yönetici. | Bölgedeki en büyük memur. İLE İdrar veren/verici. )

- MÜDMEC ile MÜDMİC
( İçine sokulmuş, idmâç edilmiş. İLE İçine sokturan, sızdıran, idmâc eden. )

- MÜECCEL[< ECEL] ile MÜECCİL[< ECEL]
( İleriye bırakılmış, peşin olmayan, ileride yapılmak üzere zamanı belirtilen, ertelenmiş, te'cîl edilmiş. İLE İleriye bırakan, erteleyen, te'cîl eden. )

- MÜEDDEB[< EDEB] ile MÜEDDİB[< EDEB]
( Terbiyeli, edepli, edeplendirilmiş, te'dîb edilmiş. | Okumuş, bilgili. İLE Bilgi ve terbiye veren, edeplendiren, te'dîb eden. )

- MÜEKKED[< EKKED/VEKKED] ile MÜEKKİD[< EKKED/VEKKED]
( Sağlamlaştırılmış, te'kîd edilmiş. | Tekrar edilmiş, bir daha haber verilmiş, tenbih edilmiş. İLE Sağlamlaştıran, te'kîd eden. | Tekrar eden, bir daha haber veren, tenbih eden. )

- MÜELLEF[< ÜLFET] ile MÜELLİF[< ÜLFET]
( Kitap olarak oluşturulmuş, te'lîf edilmiş. | Yazılmış, toplanmış. | Bir yazı tarzı. | Uyumlu. İLE Kitap yazan, yapıt/eser sahibi. | Uyum gösteren, imtizâc ettiren. )

- MÜESSER ile MÜESSİR[< ESER]
( Kendisine bir şey etki/te'sir etmiş olan. İLE İz bırakan, te'sir eden. | İşleyen, kararını yürüten. | Çok duyumsanan, içe işleyen. | Dokunan, dokunaklı. | Yapıt sahibi. )

- MÜESSES[< ESÂS] ile MÜESSİS[< ESÂS | çoğ. MÜESSİSÎN]
( Kurulmuş, kurulu, te'sîs edilmiş. İLE Kuran, temel atan, te'sîs eden. | Kuran, kurucu. )

- MÜEVVEL[< TE'VİL] ile MÜEVVİL[< TE'VİL]
( Başka anlam verilmiş, yorumlanmış, te'vîl edilmiş. İLE Başka anlam veren, başka anlamla açıklayan, yorumlayan, te'vîl eden. | Rüya tâbir eden. )

- MÜEYYED[< EYD] ile MÜEYYİD[< EYD]
( Güçlendirilmiş, sağlam, te'yîd edilmiş. | Doğrulanmış. | Yardım gören. İLE Güçlendiren, te'yîd eden. | Doğrulayan. | Yardım eden. )

- MÜFÂD[< FEVD] ile MÜFÂZ[< FEYZ]
( Kavram, anlam. İLE Bol, bereketli. )

- MÜFÂHARE[< EYD] ile MÜFÂHİR[< EYD]
( Karşılıklı övünme. İLE Övünen, fahr eden. )

- MÜFÂREZE ile MÜFÂRIK[< FARK] ile MÜFERRAK[< FARK]
( Bir şeyden kesilip ayrılma. İLE Ayrılan, ayrılmış, müfârakat eden. İLE Ayrılmış, tefrîk edilmiş. )

- MÜFERRES ile MÜFERREŞ
( Farsça'laştırılmış. İLE Döşenmiş, tefrîş edilmiş. )

- MÜFERRÎ'[< FER] ile MÜFERRİH[< FERAH]
( Dal budak salan, tefrî eden. İLE İç açan/açıcı, ferahlık veren. )

- MÜFERRİD[< FERD] ile MÜFERRİT[< FART]
( Kendini, din işleriyle sınırlandırarak, bir yana çekilip Allah'a ibâdet etmekle meşgul olan. İLE Kısaltan, teksîr eden, tefrît eden. )

- MÜFERRİG ile MÜFERRİK[< FARK]
( Dolu kabı boşaltan. | Yemeği kurtaran. İLE Kısaltan, taksîr eden. )

- MÜFESSER[< FESR] ile MÜFESSİR[< FESR | çoğ. MÜFESSİRÎN]
( Açıklanmış, anlamı ancak açıklama ile anlaşılmış âyet ya da hadîs, tefsîr edilmiş. İLE Açıklayan, kısa şeyi genişletip anlamını ortaya çıkaran. | Kur'ân-ı Kerîm'i yorumlayana din âlimi. )

- MÜFETTEL[< FETL] ile MÜFERRİK[< FETİL]
( Fitilleştirilmiş, fitil gibi bükülmüş. İLE Büken, bükücü, teftîl eden. )

- MÜFHİM[< FAHM] ile MÜFHİŞ
( Ağız açtırmayan, susturan, yıldıran, ifhâm eden. İLE Kötü söz söyleyen. )

- MÜFÎK[< İFÂKAT] ile MÜFRİG[< FİRÂG]
( İyileşen hasta, ifâkat bulan. İLE Döken, dökücü, ifrâğ eden. )

- MÜFREZE[< FERZ] ile MÜFRİZ ile MÜFTERİK[< FARK]
( Bir askerî birlikten ayrılan kol. İLE Ayıran, ifrâz eden. | Virgül. İLE Ayrılan, iftirâk eden. | Dağılan, perişan olan. )

- MÜFRİD[< FERD] ile MÜFRİT/E[< FART]
( Tek başına bırakan. Yalıtıcı/izolatör. İLE Sınırı geçen, ileri vardıran, aşırı, ifrât eden. )

- MÜFTERÎ[< FERİYY] ile MÜFTERİH[< FERAH]
( İftira atan, kara çalıcı. İLE Şen, keyifli. )

- MÜFTERÎS[< FERS] ile MÜFTERİS ile MÜFTERİŞ
( Yırtıcı hayvan. İLE Fırsat bulan, fırsat bilen. İLE Secdede, iki kolunu yere koyan. )

- MÜHDER[< HEDER] ile MÜHDİR[< HEDER]
( Dökülen, akıtılan. İLE Döken, akıtan, heder eden, ihdâr eden. )

- MÜHDİ[< HEDİYE] ile MÜHDİR[< HEDER]
( Hediye veren/gönderen, ihdâ eden. İLE Döken, akıtan, heder eden, ihdâr eden. )

- MÜHELHİL ile MÜHELLİL[< TEHLÎL]
( Bir şeyi, nâzik ve lâtif yapan. | Nâzik ve lâtif söz söyleyen. İLE "Lâ ilâhe ill-Allah" diyen, tehlîl eden. )

- MÜHEZZEB[< HEZB] ile MÜHEZZİB[< HEZB]
( Düzeltilmiş, yoluna koyulmuş, tehzîb olunmuş. İLE Düzelten, yola koyan, terbiye eden, tehzîb eden. )

- MÜHİMM[< HEMM] ile MÜHÎN[< HEVN]
( Önemli, ehemmiyetli. | Düşündüren, düşündürücü. | Gerekli. İLE İhânet eden, hor gören. | Hor, hakir, alçak. | Hayin. )

- MÜHMEL[< HEML] ile MÜHMİL[< HEML]
( Boşlanmış, bakılmamış, bırakılmış, ihmâl edilmiş. | Abecede, noktasız harf. | Anlamsız, boş söz/tümce. İLE Boşlayan, bırakan, savsaklayan, ihmâl eden. )

- MÜHÛD[< MEHD] ile MÜHÜD[< MİHÂD]
( Beşikler. İLE Yataklar, döşekler. )

- MÜKÂBELE ile MÜKÂBERE[< KİBR]
( Satılık olan komşu evinin satın alınmasını tehir ederek satıldıktan sonra şüf'a yoluyla müşteriden alma. İLE Sözünün anlamsız ve kendinin hasız olduğunu bildiği halde ağız kalabalığı ile karşısındakini susturmaya çalışma, kendini büyük görme. )

- MÜKÂFÎ[< KİFÂYET] ile MÜKÂFİL[< MİHÂD]
( Beraber, eşit. İLE Birbirini korumayı, birbirine yardım etmeyi taahhüt edenlerden her biri. )

- MÜKÂYEDE[< KEYD] ile MÜKÂYESE[< KİYÂSET]
( Hile düzenleme. İLE Akıl ve zariflikte çokluk iddiasında bulunma. )

- MÜKEDDER[< KEDER] ile MÜKEDDİR[< KEDER]
( Bulandırılmış, bulanık. | Azarlanmış, tekdîr edilmiş. | Kederli, üzüntülü, tasalı. İLE Bulandıran, keder veren. )

- MÜKELLEF[< KÜLFET | çoğ. MÜKELLEFÎN] ile MÜKENNEF
( Bir şeyi yapmaya, ödemeye zorunlu olan. | Külfetle süslenmiş, mükemmel şekilde hazırlanmış olan. | Vergi vermekle yükümlü kişi. İLE Etrafı sınırlanmış. )

- MÜKEMMEL[< KEMÂL] ile MÜKEMMİL[< KEMÂL]
( Tam, olgun, kusursuz, eksiksiz, kemâle erdirilmiş, kemâl bulmuş, tekmîl. | Güzel, âlâ. İLE Tamamlayan, tamamlayıcı, ikmâl eden. )

- MÜKENÂ[< MEKÎN] ile MÜKENNÂ[< KÜNYE]
( Oturanlar, yerleşenler. | İktidar ve vakar sahipleri. İLE Künyelenmiş, künyeli. )

- MÜKERRER[< KERR | çoğ. MÜKERRERÂT] ile MÜKERRİR[< KERR]
( Tekrarlı, tekrarlanmış, tekrar olunmuş. İLE Tekrar eden. | Birden çok suç işleyen. )

- MÜKESSER[< KESR | çoğ. MÜKERRERÂT] ile MÜKESSİR[< KESR]
( Kırılmış, kırık, teksîr edilmiş. İLE Kıran, teksîr eden. )

- MÜKEVVEN[< KEVN | çoğ. MÜKUVVENÂT] ile MÜKEVVİN[< KEVN]
( Yapılmış, meydana getirilmiş, yaratılmış, tekvîn edilmiş. İLE Yaratan, meydana getiren, tekvîn eden. )

- MÜKEVVEN[< KEVN | çoğ. MÜKUVVENÂT] ile MÜKEVVER[< KEVR]
( Yapılmış, meydana getirilmiş, yaratılmış, tekvîn edilmiş. İLE Sarılmış, sarık. )

- MÜKREM[< KEREM] ile MÜKRİM[< KEREM]
( Ağırlanmış, ikrâm olunmuş. İLE Ağırlayan, ağırlayıcı, misafirsever, ikrâmcı, ikrâm eden. )

- MÜLÂKAT[< LİKA]["ka" uzun okunur] ile MÜLHAKAT[< MÜLHAK]["ka" uzun okunur]
( Kavuşma, buluşma, birleşme. | Görüşme. İLE Katmalar, ekler. | Bir merkeze bağlı olan yerler. )

- MÜLÂTIF[< LÜTF] ile MÜLÂTTIF[< LÜTF]
( Lâtife eden/edici. İLE Bir iyilikle gönül alan, taltîf eden. | Yumuşatıcı ilâç. )

- MÜLEMMA'[< LEM] ile MÜLEVVEN[< LEVN]
( Parlak, telmi' edilmiş. | Alaca, renk renk. | Bir bölümü Türkçe, bir bölümü Arapça ya da Farsça söylenmiş manzûme. | Bulaşmış, sıvanmış. İLE Renkli, renk renk, türlü türlü. | Boyalı, boyanmış. )

- MÜLEYYEN[< LÎNET] ile MÜLEYYİN[< LÎNET]
( Yumuşatılmış, telyîn edilmiş. İLE Yumuşatan, yumuşatıcı, telyîn eden, lînet veren. )

- MÜLHİME[< LEHM] ile MÜLİMME[< ELEM]
( İçine doğduran, ilhâm eden. İLE Felâket. )

- MÜLTEHİF[< LİHAF] ile MÜLTEHİF[< LEHF]
( Yorgan gibi bir şeye bürünüp sarılan. İLE Alevli. | Kederle yanan, çok üzgün. )

- MÜLTEMİS[< LEMS | çoğ. MÜLTEMİSÎN] ile MÜLTESİM
( Kayıran, iltimas eden. İLE Yaşmaklı. )

- MÜLZİM/E[< LÜZÛM] ile MÜLZİME
( Bir konuda baskın çıkarak susturan, susturucu kişi. | Gerekli gören, gerektiren. İLE Masa üzerindeki kâğıdın dağılmaması, uçmaması için üzerine konulan bir araç. )

- MÜMÂCEDE[< MECD] ile MÜMÂDEHE[< MEDH] ile MÜMÂHADE
( Övünme, biriyle "soyluluk" yarışında bulunma. İLE Övülmeye hak kazanmak üzere birbiriyle çekişme. İLE Övünme. )

- MÜMÂNAAT[< MEN] ile MÜMÂRÂT[< MEREY]
( Engel olma, önleme, men etme. İLE Çekişme, mücâdele. )

- MÜMELLEK[< MÜLK] ile MÜMELLİK[< MÜLK]
( Mülk olarak verilmiş, temlîk edilmiş. İLE Mülk olarak veren kişi, temlîk eden. )

- MÜMESSEL[< MESL] ile MÜMESSİL[< MESL]
( Örnek getirilmiş, örnek olarak söylenilmiş, temsîl edilmiş. | Basılmış, tab edilmiş. İLE Benzeten, temsîl eden. | Kitap bastıran. | Biri ya da bir kurum adına hareket eden. | Oyuncu. | Gıdayı eriterek kan ve et yapan. | Sınıfta yoklama yapan ve düzeni sağlayan öğrenci. )

- MÜMEYYEZ[< MEYZ] ile MÜMEYYİZ[< MEYZ]
( Seçilmiş, ayrılmış, temyiz edilmiş. İLE Seçen, ayıran, temyîz eden. | Bir kurumda, yazıcıların yazdıkları yazıları düzelten kâtip. | Sınavda bulunup öğrencinin bilgisini sınayan kişi. )

- MÜMHİL[< MEHL] ile MÜMİLL[< MELÂL]
( Bekleyen, mühlet/mehil veren. İLE Usandıran, bıktıran, melâl veren. )

- MÜMTELÎ[< MELÂ] ile MÜMTENİ'[< MEN]
( Mide dolgunluğuna uğramış. | Dolu, dolgun, dolmuş. İLE Çekinen, imtinâ eden. | Olamaz. | [mantık] Olamazlı. )

- MÜNÂDÂ[< NİDÂ] ile MÜNÂDÂT[< NİDÂ]
( Seslenilmiş, çağrılmış, nidâ edilmiş. | Başına nidâ harfi getirilmiş olan sözcük.[Ya Ali] İLE Bağrışma, yaygara, velvele. )

- MÜNÂDÎ[< NİDÂ] ile MÜN'ADİL[< ADÛL]
( Nidâ eden, tellâl. | Müezzin. İLE Doğru yoldan sapan, sapmış, in'idâl eden. )

- MÜNÂDİM[< NEDÎM] ile MÜN'ADİM[< ADEM]
( Ortam arkadaşı, nedimlik eden. İLE Yok olan, in'idâm eden. )

- MÜNÂKASA[< NOKSÂN | çoğ. MÜNÂKASÂT] ile MÜNÂKAŞA[< NAKŞ | çoğ. MÜNÂKAŞÂT] ile MÜNÂKAZA[< NAKZ]
( [alışveriş, ihâle gibi işlerde] Eksiltme. İLE Atışma, çekişme. | Tartışma. | İrdeleme. İLE İki sözün birbirini tutmaması, bir önceki sözün öteki ucu olan söz. )

- MÜNÂKIZ[< NAKZ] ile MÜNAKKIS[< NOKSÂN] ile MÜN'AKİS[< AKS]
( Birbirini tutmayan, nakz eden. İLE Eksilten, tenkîs eden. İLE Tersine dönmüş, çevrilmiş, in'ikâs eden. | Bir yere çarpıp geri dönmüş [ses/ışık]. )

- MÜNÂKKAH[< NAKH] ile MÜNAKKİH
( Soyulmuş, ayıklanmış, temizlenmiş, tenkîh edilmiş. | En iyisi seçilmiş. | Yönetim amacıyla fazlası kesilmiş masraf. | Uzun ve yararsız, dolma/doldurma[haşvsiz] söz. İLE Soyan, ayıklayan, temizleyen. )

- MÜNAKKAS[< NOKSÂN] ile MÜNAKKAŞ[< NAKŞ]
( Eksiltilmiş, tenkîs edilmiş. İLE İşlemeli, resimli, nakışlı, nakş edilmiş. | Renkli dokuma desenlerle süslü kumaşların genel adı. )

- MÜNÂSAHA ile MÜNÂSAHA ile MÜNÂZAA[< NEZ | MÜNÂZAÂT]
( Öğütte bulunma, öğüt/nasîhat. İLE Bir vârisin, kendine kalan mirâsı alamadan ölmesi. | Birçok kişinin, birbirini ortadan kaldırarak birbirlerinin yerine geçmesi. İLE Ağız kavgası, çekişme. )

- MÜNÂZAA[< NEZ | MÜNÂZAÂT] ile MÜNÂZARA[< NAZAR]
( Ağız kavgası, çekişme. İLE Kurallara uygun olarak karşılıklı konuşma. | Bilimsel tartışma. )

- MÜNÂZİ'[< NEZ] ile MÜN'AZİL[< AZL]
( Ağız kavgası eden, çekişen, kavgacı. İLE Ayrılan, in'izâl eden. | Görevden alınmış, azl edilen. )

- MÜNCEZ ile MÜNCİZ
( Sözü yerine getirilmiş, incâz edilmiş. İLE Sözünü yerine getiren, incâz eden. )

- MÜNEVVER[< NÛR] ile MÜNEVVİR[< NÛR]
( Aydınlatılmış, parlatılmış, nurlandırılmış, tenvîr edilmiş. | Aydın kişi. İLE Aydınlatan, parlatan, nurlandıran, tenvîr eden. )

- MÜNEZZEL/MÜNZEL[< NÜZÛL] ile MÜNEZZİL/MÜNZİL[< NÜZÛL]
( Aşağı indirilmiş, gökten indirilmiş, inzâl olunmuş. İLE Aşağı indiren, gökten indiren, inzâl eden. )

- MÜNFESİH[< FÜSHAT] ile MÜNFESİH[< FESH]
( Bollaşan, genişleyen. İLE Bozulan, hükmü kaldırılmış. )

- MÜNHADİ'[< HUD'A] ile MÜNHADİR[< HUDÛR]
( Birinin hilesine düşme. İLE İnişe doğru, yokuş aşağı inen, inişli, inhidâr eden. )

- MÜNHEDİM[< HEDM] ile MÜNHEZİM[< HEZÎMET | çoğ. MÜNHEZİMÎN]
( Yıkılan, yıkılmış, harab olmuş, inhidâm eden. İLE Bozguna uğrayan/uğramış, bozgun, hezîmete uğrayan, inhizâm eden. )

- MÜNTEFÎ[< NEFY] ile MÜNTEFİH[< NEFH]
( Yok olan, intifâ eden. | Kovulan, çıkarılan. İLE Kabaran, şişen, şişkin, hava ile doldurulmuş, intifâh eden. )

- MÜNTEHÂ[< NİHÂYET] ile MÜNTEHÎ[< NİHÂYET]
( Bir şeyin varabildiği en uzak yer, son derece, son kerte, nihâyet bulmuş. | Son uc. | Yazıcıoğlu Ahmet Bîcan'ın dini, tasavvufî düzyazı yapıtı. İLE Sona eren, biten, nihâyet bulan. | Son, en son. | Bir şeyi tamamlayan. )

- MÜNTEHİR[< NEHR] ile MÜNTEHİR[< NAHR]
( Sürekli akan, intihâr eden. İLE Kendini öldüren, intihâr eden. )

- MÜNTEKİS[< İNTİKÂS] ile MÜNTEKIŞ[< NAKŞ]
( Başaşağı dönen, intikâs eden. İLE Nakş olunan, intikâş eden. )

- MÜNTESİR[< NESR] ile MÜNTEŞİR[< NEŞR]
( Saçılan, yayılan, dağılan, intisâr eden. İLE Yayılmış, saçılmış, dağınık, intişâr etmiş. | Duyulmuş, etrafa yayılmış. | Basılmış ve yayılmış. )

- MÜNTEZİ'[< NEZ] değil/yerine MÜNTEVÎ[< NEV]
( Bir şeyi söken, yerinden çekip koparan. İLE Bir şey yapmaya niyetlenen. )

- MÜNZİL[< NÜZÛL] ile MÜNZİR[< NEZR][>< MÜBEŞŞİR]
( Aşağı indiren, gökten indiren, inzâl eden. İLE Sonun kötülüğünü söyleyerek korkutan. )

- MÜRÂCAA ile MÜRÂCAA(T)[< RÜCÛ | çoğ. MÜRÂCAÂT] ile MÜRÂCAHA[< RÜCHÂN]
( Sorulu yanıtlı olarak, karşılıklı konuşma biçiminde yazılmış şiir. İLE Geri dönme. | Başvurma, danışma, yardım isteme. İLE İyilikte, üstün gelmek üzere yarışma. )

- MÜREBBEB ile MÜREBBİB
( Ergenlik çağına kadar beslenmiş. | Hoş kokulu şeylerle hoş olmuş. İLE Çocuğu, ergenliğine kadar besleyen. )

- MÜREFFEH[< RÜFÛH] ile MÜREFFİH[< RÜFÛH]
( Rahata, refaha, bolluğa kavuşturulmuş, terfîh edilmiş. İLE Rahata, refaha, bolluğa kavuşan, terfîh eden. )

- MÜREKKEB[< RÜKÛB | çoğ. MÜREKKEBÂT] ile MÜREKKİB[< RÜKÛB]
( İki ya da daha çok şeyin karışmasından meydana gelen, terkîb edilmiş. | Bileşik. | Yazı mürekkebi. İLE Bileşiği meydana getiren. | Bileşen. )

- MÜRETTEB[< RETB] ile MÜRETTİB[< RETB | çoğ. MÜRETTİBÎN]
( Dizilmiş, yerli yerine konulmuş, tertîb olunmuş. | Bir şey/yer için ayrılmış, tâyin edilmiş. | Sonradan kurulmuş. | Danışıklı, uydurma, yalandan düzenlenmiş. İLE Sıraya koyan, düzene sokan, tertîb eden. | Matbaada, yazı dizicisi. )

- MÜREVVEC[< REVÂC] ile MÜREVVİC[< REVÂC]
( İtibâr edilmiş, tanıtımı yapılmış, revaçlandırılmış. İLE Bir düşüncenin taraflısı olan, tervîc eden. | Geçiren, sürüm kazandıran. | Îtibâr eden, yürüten. )

- [Fars.] MÜRG ile MÜRG
( Sümük. İLE Kuş. )

- MÜRTECÎ[< RECÂ] ile MÜRTECİ'[< RÜCÛ] ile MÜRTECİL
( Umucu, uman, ümitli, irticâ eden. İLE Geri dönen, irticâ eden. | Gerilik, geriye dönme taraflısı. İLE Düşünmeden, irticâlen, hemen söz ya da şiir söyleyen, hazırcevap. )

- MÜRTEHİS ile MÜRTEHİZ
( Ucuz sayan, irtihâs eden. İLE Rezîl olan, irtihâz eden. )

- MÜRTEKIB[< RAKB] ile MÜRTEKİB[< RÜKÛB | çoğ. MÜRTEKİBÎN]
( Bekleyen, göz hapsine alan, irtikab eden. İLE Kötü, yakışıksız iş yapan, irtikâb eden. | Rüşvet alan/yiyen. )

- MÜRTEŞÎ[< RİŞVET] ile MÜRTEŞİH[< REŞH]
( Rüşvet alan, irtişâ eden. İLE Süzülmüş. )

- MÜSÂG[< SEVG] ile MÜSÂG[< İSÂGA]
( Boğazdan kolaylıkla geçirilmiş, kolay yutulmuş, isâga olunmuş. İLE Akıtılmış, kalıba dökülmüş. )

- MÜSAHHAR[< SİHR, SEHHAR] ile MÜSAHHAR[< SİHRİYY] ile MÜSAHHİR[< SİHRİYY]
( Büyülenmiş, büyülü, büyü ile aldanmış. İLE Teshîr olunmuş, elde edilmiş, ele geçirilmiş. | Tutkun, boyun eğmiş, itâat etmiş. İLE Ele geçiren, teshîr eden. )

- MÜSÂİD[< SÜÛD] ile MÜSÂİF
( Yardım eden. | Elverişli, uygun. | İzin veren, müsâde eden. İLE İş bitiren, uygunluk gösteren, müsâafe eden. )

- MÜSÂLAHA[< SULH | çoğ. MÜSÂLAHÂT] ile MÜSÂLEME(T)[< SİLM]
( Barışma, uzlaşma. | Barış, güvenlik. İLE Barış içinde olma, barışlık, barışıklık. )

- MÜSBİT[< SÜBÛT] ile MÜSBİT
( İsbât eden/edici. İLE Yara ve hastalıktan dolayı pek halsiz kalan. )

- MÜSEBBA'[< SEB] ile MÜSEBBAA
( Yedili, yedi bölümden oluşan. | Yedigen.[Fr. HEPTAGONE] | Her beytine aynı ölçüde ve tek sayılı dizeyle aynı uyakta beş dize eklenen gazel, kâside. İLE Yedi kere okunması gereken dua. )

- MÜSEBBEB[< SEBEB] ile MÜSEBBİB
( Sebep olunarak oluşturulan. İLE Sebep olan. | İcâd eden. )

- MÜSECCEL[< SECL] ile MÜSECCİL[< SECL]
( Deftere/sicile geçirilmiş, tescil edilmiş. | Mahkeme defterine geçirilmiş. İLE Deftere/sicile geçiren. | Mahkeme defterine geçiren. )

- MÜSEDDED[< SEDÂD] ile MÜSEDDİD[< SEDÂD]
( Uzunluğuna doğrultulmuş, tesdîd edilmiş. İLE Doğrultan, doğru yola sevk eden. | Tıkayan, sed ve büğet yapan. | Tıkanmış, sed ve büğet yapan. )

- MÜSELLESE ile MÜSELLESÎ
( Oksijen, hidrojen ve karbondan olan. İLE Üçgen biçiminde olan, müselles. )

- MÜSEMMEN[< SEMN] ile MÜSENNEM
( Sekiz renkli. | Sekizli, sekiz parçadan oluşan. | Sekizgen.[Fr. OCTOGONE] | Değer biçilmiş ya da biçilen değer karşılığında satılmış şey. | Sekizer mısrâlı bendlerden oluşan şiir/nâzım. İLE Ev çatısı şeklinde olan. | Kabartma, kabartmalı olarak hakkedilmiş olan. )

- MÜ'SÎ ile MÜSÎ[< SU]
( Kederli birini avutan. İLE Kötülükte bulunan, isâet eden. )

- MÜSTA'CEB[< ACEB] ile MÜSTA'CİB[< ACEB]
( Şaşılacak olan. İLE Şaşan, şaşakalan, isti'câb eden. )

- MÜSTA'Fİ[< AFV] ile MÜSTAGFİR[< GUFRÂN]
( İstifa eden, işinden kendi isteğiyle ayrılarına. | Suçunun bağışlanmasını isteyen. İLE İstiğfar eden, günahlarının bağışlanmasını Allah'tan dileyen. )

- MÜSTA'Fİ[< AFV] ile MÜSTASFÎ[< SAFÂ]
( İstifa eden, işinden kendi isteğiyle ayrılan. | Suçunun bağışlanmasını isteyen. İLE Safını/hâlisini alan, istisfâ eden. )

- MÜSTAĞRAK[< GARK] ile MÜSTAGRIK[< GARK]
( Batmış. İLE Gark olmuş, dalmış, daldırılmış, batmış. | Kendini bilmeyecek derecede dalgın, düşüngen. )

- MÜSTAHBER[< HABER | çoğ. MÜSTAHBERÂT] ile MÜSTAHBİR[< HABER]
( Haber alınmış, duyulmuş, işitilmiş, istihbâr olunmuş. İLE Haber alan, duyan, işiten, istihbâr eden. )

- MÜSTAHDES ile MÜSTAHDİS
( Yeni bulunmuş, yeni ortaya atılmış. İLE Yeni bir şey bulan/bulucu. )

- MÜSTAHFAZ[< HIFZ | çoğ. MÜSTAHFAZÎN] ile MÜSTAHFİZ[< HIFZ]
( Koruyan, hıfz eden. | [Tanzîmat'tan sonra] Kırk yaşını aşmış olan yurttaşların ve -muvazzaf ve rediflikten sonraki- askerlik hizmeti. İLE Koruyan, koruyucu. )

- MÜSTAHİL[çoğ. MÜSTAHÎLÂT] ile MÜSTAÎR[< ÂRİYET]
( Olanaksız, anlamsız, boş, saçma şey. İLE Ödünç alan, istiâre eden. | Kinâyeli konuşan. )

- MÜSTAHKEM[< HÜKM] ile MÜSTAHKİM[< HÜKM]
( Sağlamlaştırılmış, sağlam, istihkâm edilmiş, istihkâmlı. İLE Sağlamlaştıran, istihkâm eden. )

- MÜSTAHLEB[< HALB] ile MÜSTAHLİB[< HALB] ile MÜSTAHLİB[< HALB]
( Beyaz ve sübye tarzında yapılmış olan ilâç. | Sübye.[Fr. ÉMULSION] İLE Tırmalayan, istihlâb eden. İLE Sağan, istihlâb eden. )

- MÜSTAHLEF[< HALEF] ile MÜSTAHLİF[< HALEF]
( Kendi yerine geçirilmiş, başkasının yerine konulmuş, istihlâf edilmiş. İLE Kendi yerine geçiren, başkasının yerine koyan, istihlâf eden. )

- MÜSTAHMİL[< HAML] ile MÜSTA'MİL[< AMEL]
( Yüklenen, istihmâl eden. İLE Kullanan, isti'mâl eden. )

- MÜSTAHREC[< HURÛC] ile MÜSTAHRİC[< HURÛC]
( Çıkarılmış, bir şeyden çıkarılmış, alınmış, bir kitaptan alınmış, istihrâç edilmiş. İLE Çıkaran, istihrâc eden. | Simgeden, anlam çıkarma gücünde olan. )

- MÜSTAHSAL[< HÂSIL | çoğ. MÜSTAHSALÂT] ile MÜSTAHSİL[< HÂSIL | çoğ. MÜSTAHSİLÎN]
( Yetiştirilmiş, üretilmiş, hâsıl olmuş, istihsâl edilmiş. İLE Yetiştiren, yetiştirici, üretici, istihsâl eden, husûle getiren. )

- MÜSTAHSİL[< HÂSIL | çoğ. MÜSTAHSİLÎN] ile MÜSTAHSİR
( Yetiştiren, yetiştirici, üretici, istihsâl eden, husûle getiren. İLE Yorulup halsiz düşen. )

- MÜSTAKBEL[< KABL] ile MÜSTAHKİM[< KABL | çoğ. MÜSTAKBİLÎN]
( Karşılanan, istikbal edilen. | Önde bulunan, ilerideki, gelecek. | Gelecek zaman, istikbal sîgası. İLE Karşılayan, istikbâl eden. | Kıbleye dönen. )

- MÜSTAKÎL ile MÜSTAKİLL[< KILLET]
( Pazarlığın bozulmasını isteyen. İLE Başlı başına, kendi başına, kendin kendine, ayrıca, bağımsız. )

- MÜSTA'MEL[< AMEL] ile MÜSTA'MİL[< AMEL]
( Kullanılmış. | Eski, köhne. İLE Kullanan, isti'mâl eden. )

- MÜSTA'MEL[< AMEL] ile MÜSTA'MER[< UMRÂN]
( Kullanılmış. | Eski, köhne. İLE Göçmen yerleştirerek, ma'mur, şen, bayındır bir duruma getirilen yer. [Fr. COLONIE] )

- MÜSTA'MİL[< AMEL] ile MÜSTA'MİR[< UMRÂN]
( Kullanan, isti'mâl eden. İLE Bir yere göçmen yerleştirerek, orayı, ma'mur, şen, bayındır bir duruma getiren, sömüren, sömürgeci. [Fr. COLONISATEUR] )

- MÜSTA'MER[< UMRÂN] ile MÜSTA'MİR[< UMRÂN]
( Göçmen yerleştirerek, ma'mur, şen, bayındır bir duruma getirilen yer. [Fr. COLONIE] İLE Bir yere göçmen yerleştirerek, orayı, ma'mur, şen, bayındır bir duruma getiren, sömüren, sömürgeci. [Fr. COLONISATEUR] )

- MÜSTAS'AB[< SA'B] ile MÜSTASHAB[< SOHBET]
( Zor, güç olan, zor iş. İLE Yanında arkadaş olarak bulundurulan. )

- MÜSTAS'AB[< SA'B] ile MÜSTAS'İB[< SUÛBET]
( Zor, güç olan, zor iş. İLE Güç sayan, çoğu şeyi zor gören. )

- MÜSTASHAB[< SOHBET] ile MÜSTASHİB[< SOHBET]
( Yanında arkadaş olarak bulundurulan. İLE Yanına alan, beraber olunan, istishâb eden. )

- MÜSTASVEB[< SAVÂB] ile MÜSTASVİB[< SAVÂB]
( Doğru, mâkul, savap görülmüş, istisvâb edilmiş. İLE Doğru, mâkul, savap gören, istisvâb eden. )

- MÜSTAVZI' ile MÜSTAVZİH[< VUZÛH]
( Pazarlık eden. İLE Açıklama isteyen, istîzah eden. )

- MÜSTAZHİR[< ZAHR] ile MÜSTAZÎ[< ZİYÂ]
( Dayanan, arka veren, istizhâr eden. İLE Işık alan, ışıklanan, ışıklı. | İyi, âlâ, makbul. )

- MÜSTAZRAF[< ZARF] ile MÜSTAZRIF[< ZARF]
( İçine almış, etrafı kuşatılmış. İLE İçine alan, etrâfını kuşatan, kuşatmış olan. )

- MÜSTEBDEL[< BEDEL] ile MÜSTEBDİL[< BEDEL]
( Değiştirilmiş, istibdâl edilmiş. İLE Değiştiren, istibdâl eden. )

- MÜSTEBDI'[< BEDEL] ile MÜSTEBDİ[< BEDEL]
( Kazancı, kendine, verene ait olmak üzere sermâye verilen kişi. İLE Eşi, örneği pek az bulunur sanan. )

- MÜSTEBHİR[< BAHR] ile MÜSTEBİ
( Deniz gibi geniş olan kişi, istibhâr eden. İLE Esir eden. )

- MÜSTEB'İD[< BU'D] ile MÜSTEBİDD[< İSTİBDÂD]
( Uzak gören, uzak sayan. İLE Hükmü altında bulunanlara, söz hakkı ve hareket rahatlığı vermeyen, istibdâdda bulunan, despot. )

- MÜSTEBİK ile MÜSTEBKİ[< BEKÂ]
( Yarışa çıkan, istibak eden. İLE Sürekli/kalıcı, bâki olmasını isteyen. )

- MÜSTE'CEL[< ECEL] ile MÜSTE'CER[< ECR]
( Belirli bir zamana kadar geciktirilen. İLE Kira ile tutulan, istîcâr edilen. )

- MÜSTE'CHİL[< CEHL] ile MÜSTE'CİR[< ECR | çoğ. MÜSTE'CİRÎN]
( Bilgisiz/cahil sayan. İLE Kira ile tutan, isticâr eden. | Kiracı. )

- MÜSTE'CİR[< ECR | çoğ. MÜSTE'CİRÎN] ile MÜSTECÎR[< CİVÂR]
( Kira ile tutan, isticâr eden. | Kiracı. İLE Aman dileyen, koruma bekleyen, isticâre eden. )

- MÜSTE'CİREN ile MÜSTE'CİRÎN[< MÜSTE'CİR]
( Kiracı olarak. İLE Kira ile tutanlar. | Kiracılar. )

- MÜSTEDELL[< DELÂLET] ile MÜSTEDİLL[< DELÂLET]
( Bir kanıt ile ispat edilmiş, istidlâl olunmuş. İLE Kanıt ile ispat edilen. )

- MÜSTED'Î[< DA'VÂ] ile MÜSTE'DÎ[< EDÂ]
( Dilekçe veren, istidâ eden. İLE Yardım ve korunma isteyen. | Birinin malını zorla alan. )

- MÜSTEDÎM[< DEVÂM] ile MÜSTEDÎN[< DEYN]
( Devamını isteyen, istidâme eden. Sürekli.[Fr. RÉMANENT] İLE Borç alan, istidâne eden. )

- MÜSTEDREK[< DERK] ile MÜSTEDRİK[< DERK]
( Arapça'da, bir ölçü/vezin. İLE Anlamak isteyen, istidrâk eden. )

- MÜSTEFÂD[< FEYD] ile MÜSTEFÂZ[< FEYZ]
( Kazanılmış, kâr edilmiş. | Anlaşılmış. İLE Dağılıp yayılmış. )

- MÜSTEFHEM[< FEHM] ile MÜSTEFHİM[< FEHM]
( Anlaşılan. İLE Anlamak isteyen, soran. )

- MÜSTEFÎD[< FEYD] ile MÜSTEFÎZ[< FEYZ]
( Yararlanan, istifâde eden. İLE Feyz alan, feyzlenen, istifâze eden. )

- MÜSTEFTÎ[< FETVÂ] ile MÜSTEFTİH[< FETH]
( Müftüden fetvâ isteyen. | Bir müşkülün halini, çözülmesini isteyen. İLE Açan, başlayan, istiftâh eden. )

- MÜSTEHÂM ile MÜSTEHÂN
( Şaşırmış, şaşa kalmış. İLE Alçak, değersiz, âdî. )

- MÜSTEHÂS[< HAVS] ile MÜSTEHÂZA
( Toprak altında saklı bulunan. İLE Aybaşı gören kadın. )

- MÜSTEHCEN[< HÜCNET] ile MÜSTEHCİN[< HÜCNET]
( Açık açık, edepsizce, istihcân edilmiş. İLE Çirkin, kötü, kötü gören, istihcân eden. )

- MÜSTEHDÎ[< HEDY ve HİDÂYET] ile MÜSTEHZÎ[< HEZÂ]
( Doğru yolu bulan, Müslümanlık yolunu isteyen. İLE Biriyle alay eden, herkesle alay etme alışkanlığında olan, istihzâ eden. )

- MÜSTEHÎL[< HAVL | çoğ. MÜSTEHÎLÂT] ile MÜSTEHİLL[< HELÂL]
( Olanaklı ve kabil olmayan şey. | Anlamsız, saçma şey. İLE Helâllik dileyen, istihlâl eden. | Helâlleşen. )

- MÜSTE'HİR[< İSTİ'HÂR] ile MÜSTEHİLL[< ÂRİYYET]
( Olanaklı ve kabil olmayan şey. | Anlamsız, saçma şey. İLE Ödünç alan, istiâre eden. )

- MÜSTEHLEK[< HELÂK] ile MÜSTEHLİK[< HELÂK]
( Yiyip içilerek tüketilmiş, bitirilen. İLE Yiyip içerek tüketen/bitiren. [Fr. CONSOMMATEUR] )

- MÜSTEKFİ[< HELÂK] ile MÜSTEKİF
( Yetecek kadarını isteyen. İLE Dilenmek üzere elini uzatan. | Bakarken, gözünü korumak için elini, kaşının üstüne koyan. )

- MÜSTEKÎN ile MÜSTEKİNN[< KENN]
( Alçakgönüllülük gösteren. İLE Gizlenen/saklanan, istiknân eden. )

- MÜSTEKMİL[< KEMÂL] ile MÜSTEKMİN[< KEMN ve KÜMÛN]
( Tam, olgun bir duruma getiren, eksiksiz olarak bitiren, istikmâl eden. İLE Gizlenen, saklanan. )

- MÜSTEKRÂ[< HİRÂ] ile MÜSTEKRÎ[< KİRA]
( Kiraya verilen eşya. İLE Kira ile tutan, istikrâ eden. )

- MÜSTEKREH[< KERÂHET | çoğ. MÜSTEKREHÂT] ile MÜSTEKRİH[< KERÂHET]
( Tiksinilen, iğrenilen, iğrenç, istikrâh edilmiş. İLE Tiksinen, iğrenen, kerîh gören, istikrâh eden. | İştah kesen. )

- MÜSTELEZZ[< LEZZET | çoğ. MÜSTELEZZÂT] ile MÜSTELİZZ[< LEZZET]
( Lezzet alınmış, tadına varılmış. İLE Lezzet alan, tad alan, tadına varan. )

- MÜSTEMEDD ile MÜSTEMEN[< EMN] ile MÜSTEMEND[Fars.]
( Kendisine yardım edilen, edilmiş olan. İLE Kendisine aman verilmiş olan. | Yabancı olan. İLE Üzüntülü, kederli, hüzünlü. | Çaresiz, zavallı. | Talihsiz, mutsuz. )

- MÜSTEMİ'[< SEM | çoğ. MÜSTEMLÎN] ile MÜSTEMİRR[< MÜRÛR]
( Dinleyen, dinleyici, işiten, istimâ eden. | Bir okula, sadece dinleyici olarak devam eden. İLE Uzayıp giden, istimrâr eden. | Sürekli, devamlı. )

- MÜSTEMİİN[< SEM | < MÜSTEMİ] ile MÜSTE'MİN[< EMN]
( Dinleyiciler. İLE Aman dileyen, istimân eden. | Zamanında, yabancılara verilen bir unvan. | Sığınan, canını kurtarmak koşuluyla teslim olan. )

- MÜSTENHİR[< NEHR] ile MÜSTENÎR[< NÛR]
( Aka aka yeri oyan, ırmak/nehir yapan. İLE Nûr, ışık alan, parlak, istinâre eden. )

- MÜSTE'NİF[< ENF] ile MÜSTENKİF[< NEKF]
( Yeniden başlayan, istinâf eden. | Bidâyet mahkemesinden[davaların ilk görüldüğü mahkeme] verilen kararı kabul etmeyip davasına, bir üst derecede bulunan başka mahkemede bakılmasını isteyen kişi. İLE Kabul etmeyen, geri duran, el çeken, çekimser, istinkâf eden. )

- MÜSTENKİH ile MÜSTENKİR
( Ağız koklayan. | İnceleyen, araştıran. İLE İnkâr eden. )

- MÜSTERHAM[< RAHM ve RUHUM] ile MÜSTERHİM[< RAHM]
( Yalvarılmış, yalvarılan, niyâz olunmuş, istirhâm edilmiş. İLE Yalvaran, niyâz eden, istirhâm eden. | Merhamet dileyen. )

- MÜSTERHÎ[< REHÂ] ile MÜSTERHİM[< RAHM] ile MÜSTERHİN[< REHN]
( Gevşek, sarkık, sölpük, istirhâ eden. İLE Yalvaran, niyâz eden, istirhâm eden. | Merhamet dileyen. İLE Rehin alan, rehin isteyen, istirhân eden. )

- MÜSTERHÎ[< REHÂ] ile MÜSTER'İ ile MÜSTERİH[< RAHAT]
( Gevşek, sarkık, sölpük, istirhâ eden. İLE Birinden, bir şeyin korunmasını ve saklanmasını isteyen, istir'â eden. İLE Kaygısız, gönlü rahat, istirahat eden. )

- MÜSTE'SAL ile MÜSTE'SIL
( Kökünden koparılmış, istisal olunmuş. İLE Kökünden koparan, istîsal eden. )

- MÜSTESHİL[< SEHL] ile MÜSTESHİR
( Kolay sayan, istishâl eden. İLE Alay eden, istîshâr eden. )

- MÜSTEŞÂR[< MEŞVERET] ile MÜSTEŞ'AR[< ŞUÛR]
( Kendisine iş danışılan, meşveret edilen, müşaverede bulunulan. | Vekâletlerde, vekilden sonraki âmir. İLE Bildirilen, haberli. )

- MÜSTEŞFİ'[< ŞEFÂAT] ile MÜSTEŞFÎ[< ŞİFÂ]
( Bağışlanmasını isteyen, şefâat dileyen. İLE İyilik isteyen, şifâ dileyen. | Kendisine baktıran. )

- MÜSTEŞHED[< ŞEHÂDET | çoğ. MÜSTEŞHEDÂT] ile MÜSTEŞFÎ[< ŞEHÂDET]
( Tanık olarak gösterilen, şâhit tutulan. İLE Şâhit tutan, istişhâd eden. )

- MÜSTEVDA'[< VED] ile MÜSTEVDÎ'[< VED]
( Emânet bırakılan. | Emânet olarak bir malı kabul eden. İLE Emânet bırakan. | Emânet bırakılan yer. )

- MÜSTEVFÂ / MÜSTEVFÎ[< VEFÂ] ile MÜSTEVFİR[< VEFR]
( Yeteri kadar, tam, dolgun, mükemmel, kâfî derecede. İLE Borçludan, alacağının tamamını alan. )

- MÜSTEVSİ ile MÜSTEVZİ'
( Bollaşan, genişleyen. İLE Hakk dergâhından, ilham isteyen. )

- MÜSTEYSER ile MÜSTEYSİR
( Kolaylanmış, hazır. İLE Kendine/nefsine ayıran, istîsar eden. )

- MÜSTE'ZEN[< İZN] ile MÜSTE'ZİN[< İZN]
( Kendisinden izin istenilmiş kişi. İLE İzin isteyen. )

- MÜSTEZİLL[< ZELÎL] ile MÜSTE'ZİN[< İZN]
( Birini, hor, hakîr, zelîl gören, istizlâl eden. İLE İzin isteyen. )

- MÜSÛL ile MÜSÜL[< MİSÂL]
( Saygıdan dolayı ayakta durma. İLE Örnekler. | Platon'un, "İdealar" olarak bahsettiği. )

- MÜŞÂ' ile MÜŞÂÂT
( Yayılmış, herkese duyurulmuş, şuyû bulmuş, işâa olunmuş. | Hissedarlar, ortaklar arasında birlikte kullanıldığı halde, hisselere ayrılmamış olan şey/yer. İLE Yarış etme. | İleri geçme. )

- MÜŞAHHAS[< ŞAHS] ile MÜŞAHHIS[< ŞAHS]
( Tanınmış, teşhîs edilmiş. | Kişi görünümüne girmiş, kişileşmiş. | Somut. İLE Taslağın adını koyan, teşhîs eden. )

- MÜŞÂKAT["ka" uzun okunur] ile MÜŞÂKAT
( Sıkıntıya dayanma üzerine yarışma. İLE Düşmanlık. Aykırılık. )

- MÜŞBİ'[< ŞİB] ile MÜŞEBBA'[< ŞİB]
( Doyuran. İLE Doymuş, tok, işbâ' olunmuş. [Fr. SATURÉ] )

- MÜŞ'İR[< ŞUÛR] ile MÜŞÎR[< ŞEVR | çoğ. MÜŞÎRÂN]
( Yazı ile haber veren, bildiren, iş'âr eden. İLE Emir ve işâret eden. | Mareşal. )

- MÜŞTERÎ[< ŞİRÂ | çoğ. MÜŞTERÎÎN] ile Müşterî
( Satın alan, alıcı, iştirâ eden. | Alışverişte bulunan. | İstekli. İLE Sakıt / Erendiz / Jüpiter gezegeni. )

- MÜTEADDÎ[< UDVÂN] ile MÜTEÂDÎ[< ADÛ]
( Saldıran, zulm eden, taaddî eden. | Geçişli fiil.[düşündürmek, anlatmak vb.] | Türk müziğinin en az altı yüzyıllık bir mürekkep makamı olup, zamanımıza kalmış bir örneği bulunmamaktadır. İLE Düşmanlık eden, teâdî eden. )

- MÜTEÂDDİD[< ADED] ile MÜTEÂDİD
( Çoğalan, çok, birkaç, türlü türlü, taaddüd eden. İLE Kol kola dokunan, taâdut eden. )

- MÜTEAFFİFÎN[< MÜTEAFFİF] ile MÜTEAFFİN[< UFÛNET]
( İffetli, onurlu, namuslu kişiler. İLE Bozulup kötü kokan, kokmuş, çürük, taaffün eden. )

- MÜTEÂKID[< ADED] ile MÜTEAKKID[< AKD]
( Antlaşma/akid yapan iki kişiden her biri. İLE Düğümlenen, karışık, çapraşık olan, taakkud eden. )

- MÜTEÂMI[< AMÂ] ile MÜTEAMMÎ[< AMÂ]
( Görmemezlikten gelen, taâmî eden. İLE Kör/amâ olan. )

- MÜTEÂNNİD[< İNÂD | çoğ. MÜTEANNİDÎN] ile MÜTEANNİT[< ANÎT]
( Dediğinden dönmeyen, direnen, inad/taannüd eden. İLE Yanlış arayan, şunun bunun yanlışını bulma merâkında olan, taannüt eden. )

- MÜTEÂTIF[< ATF] ile MÜTEATTIF[< ATF]
( Birbirini seven, teâtuf eden. | Kendisine atfolunan, bağlanan. İLE Bağışlayan, esirgeyen, şefkat gösteren, taattuf eden. )

- MÜTEÂZIM ile MÜTEAZZIM[< AZAMET]
( Gözde büyüyen, göze büyük görünen, taâzum eden. İLE Benlik gösteren, büyüklük taslayan, taazzum eden. )

- MÜTEÂZZİL[< AZL] ile MÜTEAZZİR[< ÖZR]
( İşinden çıkarılmış, azledilmiş, ma'zul olan, taazzül eden. İLE Özürlü/mazeretli, özürü/mazereti bulunan, taazzür eden. )

- MÜTEBÂDİL[< BEDEL] ile MÜTEBÂDİR[< BÜDÛR]
( Birbirinin yerine geçen, tebâdül eden. | Sıra ile değişen. | [geometri] Karşılıklı. İLE Birdenbire akla gelen. | Üstün, birinci olmak için çırpınan. )

- MÜTEBÂHHİR[< BUHÂR] ile MÜTEBÂHHİR[< BAHR | çoğ. MÜTEBAHHİRÎN] ile MÜTEBÂHÎ[< BEHÂ]
( Buharlaşan, buğu haline gelen, dumanlanan, tütsülenen, tebahhur eden. İLE Bilgisi, deniz gibi engin olan. İLE Övünen. )

- MÜTEBÂKÎ[< BEKÂ] ile MÜTEBÂKÎ[< BÜKÂ]
( Geri kalan, artan, bâkî kalan. İLE Ağlar gibi görünen, yalandan ağlayan, tebâkî eden. )

- MÜTEBÂLÎ ile MÜTEBÂLİH
( Birini sınayan. İLE Ebleh gibi görünen, eblehlik, bönlük tavrı takınan. )

- MÜTEBELLİL ile MÜTEBELLİR[< BİLLÛR]
( Islanan, nemlenen şey, tebellül eden. | Altını ıslatan. İLE Billurlaşan, tebellür eden. | Billurlaşmış. | Beliren, belirgin. )

- MÜTEBERRÎ[< BERÂ' ve BERÂET] ile MÜTEBERRİ'[< BÜRÛ]
( Yüz çeviren, uzaklaşan, teberrî eden. | Kurtulmuş, gereksinimi olmayan. | Herşeyden elini, eteğini çeken, yüz çeviren. | Şiî ve Alevî'lerde hulefâ-yı râşidini sevmeyen. İLE Bağışlayan, bağışta bulunan, teberru' eden. )

- MÜTEBESSİM[< BESM] ile MÜTEBEŞBİŞ
( Gülümseyen, gülen, tebessüm eden. İLE Güler yüz gösteren, tebeşbüş eden. )

- MÜTECÂHİD[< CEHD] ile MÜTECA'İD[< CA'D]
( Çalışıp çabalayan. | Zora karşı uğraşan. İLE Kıvırcık olan, kıvrık, teca'üd eden. )

- MÜTECÂVİL[< CEHD] ile MÜTECÂVİR[< CİVÂR]
( Dolaşan, cevelân eden. İLE Bir civarda olan, komşu. )

- MÜTECERRİD[< CERED] ile MÜTEFERRİD[< FERD | çoğ. MÜTEFERRİDÎN]
( Soyunan, çıplak olan, tecerrüd eden. | Evli olmayan. | Tek başına kalan. | Dünya işlerinden vazgeçip Allah'a yönelen. İLE Tek ve yalnız olan, eşi benzeri olmayan, teferrüd eden. )

- MÜTEDELLÎ ile MÜTEDENNÎ[< DENÂET] ile MÜTEDERRİ'
( Nazlanan, tedellî eden. İLE Gerileyen, aşağılayan, tedennî eden. İLE Zırhlanan, zırh giyen. )

- MÜTEEMMİL[< EMEL] ile MÜTEEMMİR
( Derin düşünen, dalgın, teemmül eden. İLE Âmirlenen, âmirlik eden. )

- MÜTEESSİR[< ESR | çoğ. ESÂRET] ile MÜTEYESSİR[< YÜSR]
( Hüzünlü, kederli, üzüntülü, teessüre kapılan. | Birinin acısıyla acılanan. | Duygulanmış. İLE Kolaylıkla oluşan, kolay yapılan, yapılması kolay, müyesser olan. )

- MÜTEFECCİ' ile MÜTEFECCİR[< FECR]
( Acıklanan, acınan, dertli olan. İLE Açılan, görünen, tefeccür eden. )

- MÜTEFER'İN ile MÜTEFERRİ'[< FER]
( Firavunlaşan, firavun tavrı takınan, firavun kesilen. | Kibirli. İLE Bir kökten ayrılan, dal budak salan, tefeccür eden. | Bir kökle ilgili olan. )

- MÜTEFERRİ'[< FER] ile MÜTEFERRİH[< FERAH]
( Bir kökten ayrılan, dal budak salan, tefeccür eden. | Bir kökle ilgili olan. İLE İçi açılan, ferahlayan. )

- MÜTEFERRİG ile MÜTEFERRİK[< FARK]
( Vazgeçen, ferâgat eden. İLE Dağınık, ayrı ayrı, teferruk eden. )

- MÜTEFERRİS[< FERÂSET] ile MÜTEFERRİŞ ile MÜTEFERRİZ[< FERZ]
( Anlayan, anlayışlı, sezişli, teferrüs eden. İLE Döşenen, mefrûş olan,, teferrüş eden. İLE Ayrılan, teferrüz eden. )

- MÜTEFESSİH[< TEFESSÜH] ile MÜTEFESSİH[< FÜSHAT]
( Çürümüş, bozulmuş, kokmuş, tefessüh etmiş. İLE Bollaşan, genişleyen. )

- MÜ'TEFİK ile MÜTTEFİK[< VEFK]
( Tersine dönen, dönmüş. İLE Bağlaşmış, birleşmiş, antlaşmış. | Düşüncede birlikte olan. )

- MÜTEGAVVİL ile MÜTEGAVVİR[< VEFK]
( Uğraşan, tegavvül eden. | Bir şeyin rengine giren. İLE Derine dalan, tegavvür eden. )

- MÜTEHADDIR ile MÜTEHÂDI'
( Yeşillenen, yeşil renk bağlayan, tahaddur eden. İLE Aldanmamış iken aldanmış gibi görünen. )

- MÜTEHADDİ'[< HUD'A] ile MÜTEHADDÎ
( Bilerek aldanan, tahaddu' eden. İLE Çekişen, tahaddî eden. )

- MÜTEHADDİR[< HADER] ile MÜTEHADDİR
( Örtünen, bürünen, tahaddür eden. İLE Yokuş aşağı giden, hızla aşağı doğru inen, yuvarlanan. )

- MÜTEHADDİS[< HUDÛS] ile MÜTEHADDİŞ
( Meydana gelen ya da çıkan, peydâ olan, tehaddüs eden. İLE Tırmalanan, ıstırap çeken, tahaddüş eden. )

- MÜTEHÂLİF[< HALF] ile MÜTEHÂLİF[< HULF]
( İki düşmandan ikisine de yemin veren. İLE Birbirine uymayan, tehâlüf eden. )

- MÜTEHÂLLÎ[< HALY] ile MÜTEHÂLLÎ
( Süslenmiş, donanmış, tahallî etmiş. İLE Boşalan, boş kalan, tahallî eden. )

- MÜTEHÂLLİD[< HULD] ile SÂKİN
( Bir yerde sürekli olarak kalan, tahallüd eden. İLE Bir yerde yaşayan/bulunan/oturan. )

- MÜTEHÂLLİL ile MÜTEHÂLLÎ[< HALL]
( Bozulan, tahallül eden. | Araya giren, araya sokulan. İLE Hallolmuş, erimiş, çözülmüş, tahallül eden. )

- MÜTEHÂMİK[< HUMK] ile MÜTEHAMMİK[< HUMK]
( Kendini ahmak gösteren. İLE Ahmaklaşan, ahmak gibi davranan ya da konuşan. )

- MÜTEHAMMİL[< HAML | çoğ. MÜTEHAMMİLÎN] ile MÜTEHAMMİR[< HAMR]
( Dayanan, tahammül eden, yük altında bulunup ses çıkarmayan, tahammül eden. İLE Mayalanan, ekşiyen, tahammür eden. )

- MÜTEHANNİ ile MÜTEHANNİN
( Eğrilen, münhanî olan. İLE Çok göreceği gelen, özleyen. )

- MÜTEHANNİN ile MÜTEHASSİR[< HASR]
( Çok göreceği gelen, özleyen. İLE Özleyen, hasret çeken. )

- MÜTEHARRIK[< HARK] ile MÜTEHARRİK[< HAREKET]
( Yırtılan, taharruk eden. İLE Hareket eden, kımıldayan, oynayan. | [felsefe, fizik] Hareketli, işler. )

- MÜTEHASSIS[< HUSÛS] ile MÜTEHASSİS[< HİSS]
( Bir işin bir alanını çok iyi bilen, uzman. | Sadece bir şeye ayrılmış, ayrı bir işte kullanılan. İLE Duygulanan, hislenen. )

- MÜTEHASSİR[< HASER] ile MÜTEHASSİR[< HASR]
( Pıhtılaşmış, tahassür eden. İLE Özleyen, hasret çeken. )

- MÜTEHÂŞÎ[< HUŞÛ] ile MÜTEHÂŞÎ[< HAŞY] ile MÜTEHÂŞİ'[< HUŞÛ]
( Korkup çekinen, haşyet gösteren. İLE Sakıngan, çekingen, tehâşî eden. İLE Huşû ile eğilen. )

- MÜTEHÂŞŞÎ ile MÜTEHÂŞŞİ'[< HAŞYET]
( Korkan, saygı ile karışık korkup çekinen, tehâşî eden. İLE Alçakgönüllü, tahaşşu' eden. )

- MÜTEHÂTİR ile MÜTEHÂTTÎ
( Birbirini yalanlayan, tekzîb eden. İLE Atlayıp geçen. | Hata işleyen, yanılan. )

- MÜTEHÂVİR ile MÜTEHÂVVİL[< HAVL]
( Birbiriyle konuşan, tehâvür eden. İLE Değişen, değişmiş, değişik, kararsız, tahavvül eden. | [matematik] Değişken. )

- MÜTEHÂYYİL[< HAYÂL] ile MÜTEHAYYİR[< HAYRET | çoğ. MÜTEHAYYİRÎN]
( Hayâle dalan, hayal kuran, tahayyül eden. İLE Şaşmış, şaşırmış, hayrette kalan. )

- MÜTEHÂZZIR ile MÜTEHÂZZIR
( Yeşillenen, yeşil renk bağlayan, tahazzur eden. İLE Huzurda bulunan, hazır olan. )

- MÜTEKÂSİL[< KESEL | çoğ. MÜTEKÂSİLÎN] ile MÜTEKÂSİR[< KESRET]
( Üşenen, üşengeç, tembelce davranan, tekâsül gösteren. İLE Çoğalan, çoğalmış, çok, tekâsür eden. | Aruz ölçüsü. )

- MÜTEKASSÎ ile MÜTEKAŞŞİ'[< KAŞ]
( Dikkatle araştıran, tekassî eden. İLE Balgam söktüren ilaç. | Balgam çıkaran hasta. )

- MÜTELÂHHIZ ile MÜTELÂHIZ
( Ekşi bir şey yiyenin yanında ağzı sulanan, telâhhuz eden. İLE Gözucu ile birbirine bakan, telâhuz eden. )

- MÜ'TELİF[< ÜLFET] ile MUHTELİF/E[çoğ. HALEFE]
( Alışan, alışık, ülfet eden. | Uygun, denk. İLE Birbirine uymayan, birbirinin öteki ucu. | Türlü, çeşitli, çeşit çeşit. )

- MÜTEMESSEL[< MİSL] ile MÜTEMESSİL[< MİSL]
( Bir şeye benzetilen. İLE Bir şeyin şekline giren, temessül eden. | Cisimlenen, cisimlenip görünen. | Bir sözü, mesel olarak söyleyen. )

- MÜTEMESSİH ile MÜTEMESSİH
( Bir şeye el süren, sıvazlayan, temessüh eden, mesh eden. | Bir şeye sürünen. İLE Çirkin görünüme giren, temessüh eden. )

- MÜ'TEMİN ile MÜTEMMİM/E[< TEMÂM]
( Güvenen, emniyet eden. İLE Tamamlayan, bitiren, itmâm eden. | Tümleç, herhangi bir sözcüğün anlamını tamamlayan. | Bütünler, bütün duruma getiren. )

- MÜTENÂDİM ile SÂKÎ[< SAKY | çoğ. SUKAT]
( Bir ortamda, arkadaşlık eden, nedimlik eden, tenâdüm eden. İLE Su veren/dağıtan. | Kadeh, içki sunan. | Baldıra, ya da baldır kemiğiyle ilgili. | İnsana/insanlara, Allah sevgisi/nuru saçan kişi. )

- MÜTENAHHÎ ile MÜTENÂHÎ[< NİHÂYET]
( Alarga duran, bir tarafa çekilen. İLE Sona eren, biten, nihâyet bulan. | Sonsuz. )

- MÜTENAHHİM ile MÜTENA'İM[< Nİ'MET | çoğ. MÜTENA'İMÎN]
( Balgam çıkaran. İLE Varlık içinde ve nazlı büyüyen. )

- MÜTENÂKIS[< NOKSÂN] ile MÜTENÂKIZ[< NAKZ]
( Eksilen, gittikçe azalan, tenâkus eden. İLE Zıt olan, birbirine muhâlif, tenâkuz eden. | İkinci sözü, birinci sözüne zıt olan, uymayan. | Çelişik. )

- MÜTENÂSIR[< NÂSIR] ile MÜTENASSIR[< NASR] ile MÜTENÂSİR[< NESR] ile MÜTENÂSİL[< NESL]
( Yardımlaşan, birbirine yardım eden. İLE Hristiyan olan, tenassur eden. İLE Saçılan, intisâr eden. İLE Doğup büyüyen, tenâsül eden. )

- MÜTENÂZIR[< NAZAR] ile MÜTENAZZIR
( Birbirinin karşısında bulunan, birbirine bakan, tenâzur eden. | [mat.] Bakışık, simetrik. | [kimya] Bakışık. | [toplumb.] Karşılık. İLE Düşünerek dikkatle bakan, dikkatle bakarak düşünen. )

- MÜTENEBBÎ[< NEBE] ile MÜTENEBBİH[< NÜBH]
( Peygamberlik iddiasında bulunan, peygamberlik taslayan, yalancı peygamber. İLE Uyanan, uyanık, intibâh eden. | Uslanan, aklını başına toplayan. )

- MÜTENEFFİL ile MÜTENEFFİR[< NEFRET]
( Nâfile namaz kılan. İLE Nefret eden, iğrenen, tiksinen. )

- MÜTENEFFİS[< NEFES] ile MÜTENEFFİZ[< NÜFÛZ | çoğ. MÜTENEFFİZÂN]
( Soluk alan, soluyan, teneffüs eden. | Yorgunluk alan, dinlenen. İLE Sözü geçen, nüfuzlu. )

- MÜTENEKKİRÂNE ile MÜTENEKKİREN
( Giysi değiştirerek kendini gizleyene yaraşır biçimde, mütenekkire. İLE Giysi değiştirerek kendini gizleyen, mütenekkir olarak. )

- MÜTENEMMİL ile MÜTENEMMİR
( Karınca gibi kaynaşan. İLE Kaplanlaşan, kaplan huylu olan. | Sert bir dille korkutan. )

- MÜTENESSİK[< NASK] ile MÜTENESSİK
( Sürekli olarak, aynı biçimde, biteviye olan, yeknesak, tenessuk eden. İLE Kulluk eden. )

- MÜTENESSİR[< NESR] ile MÜTENEŞŞİR
( Saçılan, tenessür eden. İLE Dağılan, yayılan, intişar eden. )

- MÜTENEVVİ[< NEV] ile MÜTENEVVİH[< NEVHA] ile MÜTENEVVİR[< NÛR]
( Türlü, çeşitli, çeşit çeşit, değişik, nevîlenen, tenevvü eden. İLE Ağlayan, feryâd eden, tenevvüh eden. İLE Parlayan, nurlanan, tenevvür eden. )

- MÜTENEZZİLÂNE ile MÜTENEZZİLEN
( Alçalana, mütenezzil olana yaraşır yolda. İLE Alçalarak, tenezzül eden. )

- MÜTERAHHİL/E ile MÜTERAHHİR ile MÜTERÂHİ[< RAHVET]
( Göç eden, bir yerden bir yere göçen, terahhül eden. İLE Deniz gibi dolup taşan, dolup taşan. İLE Geri çekilen, ağır davranan, yavaş hareket eden. )

- MÜTEREFFİ[< REF] ile MÜTEREFFİH[< REFH] ile MÜTESÂİD[< SUÛD]
( Yukarı kalkan, yükselen, tereffu eden. | Ululuk gösteren. İLE Refah bulan, rahat ve bolluk içinde yaşayan. İLE Yukarı çıkan, yükselen, ağan, suûd eden. )

- MÜTESÂİB ile MÜTESA'İB
( Esneyen, tesâüb eden. İLE Güç olan, güçleşen. )

- MÜTESÂİD[< SUÛD] ile MÜTESA'İD
( Yukarı çıkan, yükselen, ağan, suûd eden. İLE Yukarı çıkan, yükselen. )

- MÜTESÂLİH[< SULH] ile MÜTESALİH
( Barışan, sulh yapan, tesâlüh eden. İLE Sağır gibi görünen, sağırlık gösteren. )

- MÜTESÂLİK[< SULH] ile MÜTESALLİK
( Tırmanıcı, tırmanan. | Uçucu, uçan. İLE [bitkibilim] Etrafındaki şeylere dolanarak yukarı doğru çıkan, tırmanan. )

- MÜTESEHHİR[çoğ. MÜTESEHHİRÎN] ile MÜTESE'İL[< SU'AL]
( Gece uyuyamayıp sabahlayan. İLE Dilenen, dilenci, tesâül eden. )

- MÜTESELLİ[< SÜLVÂN] ile MÜTESELLİH[çoğ. MÜTESELLİHÎN]
( Avunan, acıyı/kederi unutur gibi olan, teselli bulan. İLE Silahlanan, silah kuşanan. )

- MÜTESEMMÎ ile MÜTESEMMİM[< SEMM] ile MÜTESEMMİN
( Bir ad ile adlanan, müsemmâ olan. İLE Zehirlenen, tesemmüm eden. İLE Semiren, semen kazanan, tesemmün eden. )

- MÜTESERRÎ ile MÜTESERRİ[< SÜR'AT]
( Odalık edinen, teserrî eden. İLE Hız(sür'at) gösteren, koşan, teserrü eden. )

- MÜTESEYYİB ile MÜTESEYYİB[< TESEYYÜB | çoğ. MÜTESEYYİBÎN]
( Dul kalan kadın, teseyyüb eden. İLE Kayıtsız davranan, aldırış etmeyen, teseyyüb eden. )

- MÜTEŞÂBİH[< ŞEBEH ve ŞİBH | çoğ. MÜTEŞEBBİHÂT] ile MÜTEŞEBBİH[< ŞEBEH ve ŞİBH | çoğ. MÜTEŞEBBİHÎN]
( Birbirine benzeyen. | Kur'ân-ı Kerîm'in mecâzî anlama elverişli âyeti. İLE Benzeyen, andıran, teşebbüh eden. )

- MÜTEŞA'İR[< ŞAAR] ile MÜTEŞÂİR[< Şİ'R]
( Saçlı, kıllı, kılı çok olan. İLE Şairlik taslayan. )

- MÜTEŞÂKÎ ile MÜTEŞÂKİL[< ŞEKL]
( Birbirlerine, durumlarından şikâyet edenlerden her biri. İLE Bir şekilde olan, şekli birbirine benzeyenlerden her biri. | Aruz bahirlerinden, fâilâtün mefâîlün mefâîlün vezni. )

- MÜTEŞEKKÎ[< ŞEKVÂ] ile MÜTEŞEKKİK
( Şikâyette bulunan, şikâyetçi, sızlanan. İLE Şekk[%50-50] ve şüphede kalan, şüpheden kurtulamayan. )

- MÜTEŞEKKİL[< ŞEKL] ile MÜTEŞEKKİR[< ŞÜKR]
( Şekillenmiş, şekillenen, teşekkül etmiş. | Meydana gelmiş, kurulmuş, olmuş, oluşmuş, olma. İLE Teşekkür eden, iyilik bilen, iyiliğe karşı nâzik davranışla. )

- MÜTEŞEMMİL ile MÜTEŞEMMİR[< ŞEMER]
( İhrâma bürünen, teşemmül eden. İLE İşe hazırlanan, kollarını sıvayan, teşemmür eden. )

- MÜTEŞETTÎ ile MÜTEŞETTİT/E[< ŞETAT]
( Bir yerde kışlayan, kışı geçiren, teşerrî eden. İLE Dağılan, karışan, perişan olan, teşettüt eden. )

- MÜTEŞEYYİ[< ŞÎÂ | çoğ. MÜTEŞEYYİÎN] ile MÜTEŞEYYİH
( Şîî mezhebine girmiş olan, Şîî, Şîîlik taslayan, teşeyyü eden. İLE Şeyh gibi görünen, şeyh tavrı takınan, saha şeyh ya da ihtiyâr. )

- MÜTETABBI[< TAB] ile MÜTETÂBİ/A[< TEBA]
( Doğallaşan, tatabbu eden. İLE Birbiri ardınca gelen, peyderpey olan. )

- MÜTETEVVEC[< TÂC] ile MÜTETEVVİC[< TÂC]
( Taç giydirilmiş. İLE Taç giymiş, taçlı. | [bitkibilim] Taçyapraklı. )

- MÜTEVÂDD ile MÜTEVÂDİ
( Birbirine sevgi gösteren. İLE Düşmanlığı bırakarak barışan, tevâdu eden. )

- MÜTEVAKKI[< VAK] ile MÜTEVAKKİ[< VİKAYE]
( Bekleyen, uman, medet uman, tevakku eden. İLE Kendini gözeten, sakınan, çekinen, tevakkî eden. )

- MÜTEVÂLÎ[< VELY] ile MÜTEVAKKİ[< VERÂ]
( Birbiri ardınca giden, art arda gelen, üstüste, tevâlî eden. İLE Gizlenen, gizli, saklı, tevâri eden. )

- MÜTEVÂLÎD[< VÂLİDE] ile MÜTEVÂRİD/E[< VÜRÛD]
( Birbirinden doğup üreyen. İLE Gelen, tevârüd eden. )

- MÜTEVÂZI[< VAZ | çoğ. MÜTEVÂZIÎN] ile MÜTEVÂZİ[< VEZY] ile MÜTEVÂZZÎ
( Alçakgönüllü, kibirsiz, tevâzu gösteren. | Gösterişsiz. İLE Birbirine muvâzî olan. | Paralel. İLE Abdest alan. )

- MÜTEVECCİ ile MÜTEVECCİH[< VECH | çoğ. MÜTEVECCİHÎN]
( Ağrı duyan, veca'lanan. | Sıkıntılı, dertli. İLE Bir yöne/cihete, tarafa dönen, yönelen, teveccüh eden. | Birine yönelik sevgisi ve iyi düşünceleri olan. | Bir tarafa gitmeye kalkan. )

- MÜTEVEFFÂ[< VEFÂT] ile MÜTEVEFFÂT[< VEFÂT]
( Ölmüş, ölen, ölü, vefât etmiş olan. İLE Ölmüş, vefât etmiş kadın. )

- MÜTEVELLÎ[< VELY] ile MÜTEVELLİH ile MÜTEVERRİ[< VERÂ]
( Birinin yerine geçen. | Bir vakfın yönetimi, kendisine verilmiş olan kişi. İLE Hayran olan/olmuş, şaşan/şaşmış, aklı başından giderek sersem ve hayran olan, tevellüh eden. İLE Dinin emrettiği şeylere sımsıkı bağlı kalan. )

- MÜTEVESSİ'[< VÜS'AT] ile MÜTEVESSİH/MÜTEDENNİS
( Genişleyen, geniş, tevessü eden. | Büyüyen, gelişen. İLE Kir oluşan, kirlenen, tedennüs eden. )

- MÜTEYEMMİMÂNE[< VÜS'AT] ile MÜTEYEMMİMEN
( Teyemmüm edercesine. İLE Teyemmüm ederek. )

- MÜTEZAHHİR[< ZAHR] ile MÜTEZÂHİR[< ZUHÛR]
( Karısına, nikâhı bozacak bir söz söyleyen. | Biri tarafından yardım edilen, taraflısı olan. İLE Görünen, çıkan, tezâhür eden. )

- MÜTEZÂHİF[çoğ. MÜTEZÂHİFÎN] ile MÜTEZÂİF[< ZIF]
( Savaşta, birbirinin üzerine yürüyüp çatan. İLE Kat kat artan, iki ya da daha çok katı olan, tezâüf eden. )

- MÜTEZÂVİL ile MÜTEZÂVİR[çoğ. MÜTEZÂVİRÎN]
( Bir şeyi, bir şeye yaklaştıran, tezâvül eden. | Bir şey ortaya çıkarmaya çalışan. İLE Birbirini ziyaret eden, birbirini gidip gören. )

- MÜTTESİ'[< VÜS'AT] ile MÜTTEZİH
( Genişleyen, tevessü eden. İLE Açık, ortada olan, ittizâh eden. )

- MÜVECCEH[< VECH] ile MÜVECCİH
( Yüzü bir tarafa döndürülmüş, tevcîh edilmiş. | Herkesin teveccüh ettiği, makbul, uygun/münâsip. İLE [mat.] Doğrultman. )

- MÜVEKKEL[< VEKÂLET] ile MÜVEKKİL/MÜEKKİL[< VEKÂLET]
( Biri tarafından vekil edilen kişi. İLE Birini, kendine vekil olarak seçen kişi. )

- MÜVELLED[< VİLÂDET] ile MÜVELLİD[< VİLÂDET]
( Doğmuş, doğurulmuş, doğma. | Melez, kanı karışık. | Yok iken, sonradan ortaya çıkmış. İLE Doğuran, tevlîd eden. | Doğurtan, doğurtucu, ebe. | [kimya] Ortaya çıkan/çıkaran. )

- MÜVESSİ'[< VESÜ ve SAAT] ile MÜVESSİH ile MÜVEZZİ'[< VEZ | çpğ. MÜVEZZİÎN]
( Genişleten, tevsi eden. İLE Kirleten, tevsîh eden. İLE Dağıtan, tevzi ve taksim eden. | Postacı, posta, mektup, telgraf gibi şeyleri, ev ev dağıtan kişi. | Gazeteci, evlere, gazete dağıtan kişi. )

- MÜYESSER[< YÜSR] ile MÜYESSİR[< YÜSR]
( Kolayı bulunup yapılan, kolay gelen, kolaylıkla olan. İLE Kolayını bulup yapan, kolaylıkla ortaya çıkaran. )

- MÜZÂRAA ile MÜZÂRAA
( Zira ile satma. [ZİRA: 75-90 santimlik bir uzunluk ölçüsü.] İLE Ekincilik üzerine yapılan işler. | Toprağa, çalışmaya ve kazanca ortak olmak üzere kurulan şirket. )

- MÜZEHHEB[< ZEHEB] ile MÜZEHHİB[< ZEHEB]
( Altın suyuna batırılmış. | Yaldızlanmış. İLE Altın suyuna batıran, tezhipçi, tezhip eden. | Yaldıza batıran, yaldızcı. )

- MÜZEKKÎ[< ZEKÂT] ile MÜZEKKİR[< ZİKR]
( Temizleyen, aklayan, tezkiye eden. | Tanıklarını durumunu inceleyerek tanıkların kabul edilebileceğini kanıtlayan. | Cenâze töreninde, tezkiye eden. İLE Andıran, hatıra getiren, zikr ettiren. | Zikr eden, ibâdet eden. )

- MÜZELLİL[< ZÜLL ve ZİLLET] ile MÜZERRİ'[< ZER]
( Hakirleştiren, zelilleştiren. İLE Tohum eken makine. )

- MÜZEVVER[< ZEVER] ile MÜZEVVİR[< ZEVER]
( Uydurulmuş, düzme söz, haber, tezvîr olunmuş. İLE Yalanı, telleyip pullayan, arabozucu, tezvîr eden. )

- MÜZEYYEN[< ZÎNET | çoğ. MÜZEYYENÂT] ile MÜZEYYİN[< ZÎNET]
( Süslenmiş, süslü, zînetlendirilmiş. İLE Süsleyen, tezyîn eden. )

- MÜZÎL[< ZEVÂL] ile MÜZİLL ile MÜZİLL[< ZELLE]
( Yok eden, gideren, izâle eden. İLE Zelil kılan, izlâl eden. İLE Ayak kaydırıcı. | Yanlış yaptıran, yanlış iş gördüren. )

- MÜZMEN[< ZAMAN] ile MÜZMİN/E[< ZAMAN]
( Müzmin duruma gelmiş. | [mecaz] Zayıflamış, halsiz düşmüş. İLE Üzerinden zaman geçmiş, eskimiş, süreğen hastalık. )

- MÜZZEMMEL ile MÜZZEMMİL
( Giysi içine sarılmış, tezmîl edilmiş. İLE Giysi içine saran, tezmîl eden. )

- NÂB[çoğ. ENYÂB] ile NA'B ile NÂB[Fars.]
( Azı dişi. | Yaşlı deve. İLE Karga ya da horoz gibi ötmek. İLE Arı, saf, hâlis. | Katıksız. | Berrak. | Oluk. )

- NÂBÎ ile NÂBİ'/NÂBİA[< NEBEÂN] ile Nâbî
( Haberci, haber veren. İLE Yerden çıkıp fışkıran, kaynayan, akan. İLE Büyük Türk şairi.[1626 - 1712][müzikte, Seyyid Nuh takma/müstear adıyla besteleri vardır.] )

- NÂCÎ ile NÂCİ' ile Nâcî
( Kurtulan, selâmete kavuşan, necat bulan. | Cehennemden kurtulmuş, cennetlik. İLE Sindirimi kolay yiyecek. İLE Birçok eseri bulunan, Tercemân-ı Hakîkat gazetesi yazarı.[öl. 1893] )

- NÂCİZ[çoğ. NEVÂCİZ] ile NÂ-ÇÎZ[Fars.] ile NÂCİS
( Azı dişi. İLE Değersiz, hiç sayılan, önemsiz, çok küçük şey. | Recâizâde Ekrem'in 1886'da basılmış, Fransızca'dan yaptığı çevirileri içeren bir eseri. İLE Onulmaz hastalık. )

- NÂDİR[< NEDRET | çoğ. NÂDİRÂT, NEVÂDİR] ile NADÎR/NAZÎR
( Seyrek, az, ender bulunur. İLE Taze. | Altın. )

- NÂFÎ[< NEFY] ile NÂFİ'[< NEFY]
( Gideren, giderici, yok eden/edici. İLE Yararlı, kârlı. )

- [Fars.] NÂH ile NAH
( Göbek. İLE Tel. | İp. | Değerli kumaşlardan yapılan bir çeşit halı, kilim. )

- NAHB ile NAHB
( Ölüm, ecel. | Yüksek sesle ağlama. İLE Çekip çıkarma. | Şerefe içilen kadeh. | En iyi şeyi seçme, tercih etme. )

- NAHHÂT ile NAHHÂT
( Kereste kesicisi, doğramacı, marangoz, tahta/ağaç oymacısı. İLE Kibirli, gururlu. )

- NÂHÎ[< NEHY] ile NÂHÎ[çoğ. NUHAT]
( Yasak eden, önleyen, men eden. İLE Sözdizmi, nahiv, sentaks. )

- NÂHİB[< NEHB] ile NAHÎB[çoğ. NAHB] ile NAHÎB
( Yağmalayıcı/yağma eden, talanlayan/talanlayıcı, çapulcu. İLE Korkak. İLE Avaz avaz ağlama. )

- NAHÎF ile NAHÎF[< NEHÂFET]
( Genizden gelen ses. İLE Zayıf, arık. )

- NAHÎL[< NAHL] ile NÂHİL/E[< NAHL] ile NÂHİL[< NAHL] ile NÂHİL
( Hurma ağacı. İLE İnce, zayıf, arık. İLE Kalburcu. İLE Susuz, suyu olmayan. )

- NÂHİR[< NAHR] ile NAHÎR
( Çürüyüp ufalanmış kemik. İLE Burundan hırlama. )

- NÂHİRE ile NAHÎRE
( Ayın birinci günü. | Ayın sonu, son gecesi. İLE Ayın ilk günü ya da son gecesi. )

- NÂHİS ile NAHÎS[< NAHS]
( Kıtlık yılı. İLE Uğursuz. | Kıtlık. )

- NÂHL[çoğ. NÜHÛL] ile NAHL
( Bal arısı. İLE Hurma ağacı. | Gümüş ya da mumdan yapılarak gelinlerin önünde götürülmesi ve sonra gelin odasına konulması, zamanında âdet olan süs ağacı. | [edebiyatta] İnce, uzun, nârin gövdeli dilber. )

- NAHZ ile NAHZ
( Bir şeyle dürtme. | Biber gibi şeyleri havanda dövme. İLE [cerrahlıkta] Ameliyatta kesilecek kemiği açma. )

- NAÎB ile NÂİB[< NEVB| çoğ. NÜVAB]
( Karga ve çirkin sesli kuşların ötüşü. İLE Birinin yerine geçen, vekil. | Kadı vekili. | Kadı, şeriat hükümlerine göre hüküm veren hâkim. | Nöbet bekleyen, nöbetle gelen. )

- NAÎB ile NAÎK
( Karga ve çirkin sesli kuşların ötüşü. İLE Karga ötüşü. | Horoz sesi. )

- NÂİM[< NEVM | çoğ. NÂİMÎN, NİYÂM, NÜVVÂM, NÜVVEM, NÜYYEM] ile NÂİM[< Nİ'M] ile NAÎM
( Uyuyan, uykuda bulunan. İLE Taze, körpe. | Yumuşak, kemiksiz şey. İLE Bollukta yaşayış. | Cennetin bir bölümü. )

- NAÎR ile NÂİR[< NÂR]
( Haykıran, na're atan. İLE Parlayan. )

- NAK' ile -NÂK[Fars.]
( Suda ıslanma. | Sıcak suda haşlama. | İlâç olarak çıkarılan su. | Hayvanın yiyeceğini soğuk su ile ıslatma. | Toz. İLE Adlara takılarak sıfat oluşturan bir edat.[-li,-lü anlamını verir][DERD-NÂK: Dertli. | ELEM-NÂK: Elemli.] )

- NAKA'["ka" uzun okunur] ile NÂKA
( Temiz olma, paklanma. İLE Dişil deve, maya. )

- NAKALE ile NAKARE[Fars.]
( Haberciler, nakledenler. | Eşyayı bir yerden başka bir yere taşıyanlar. | Bir maddenin geçmesine uygun, elverişli olan şeyler. | Bir kitabı/yazıyı bir dilden başka bir dile çevirenler, aktaranlar. | Elektrik akımını ya da ısıyı ileten maddeler/iletkenler. İLE ... )

- [Fars.] NAKARE["ka" uzun okunur] ile NÂ-KÂRE
( Davul, kös. | Dümbelek. İLE İşe yaramaz, yararsız. | Tembel, üşengen, uyuşuk. )

- NAKDEN ile NAKDÎ
( Para olarak, para ile. | Peşin, elden. İLE Nakitle ilgili, para bakımından olan, paraca, nakde mensup. )

- NÂKIL[< NAKL | çoğ. NÂKILÂN] ile NÂKIR["ka" uzun okunur]
( Taşıyan. | Geçiren. | Çeviren.[bir dilden] | Duyduğunu anlatan. | İletken.[Fr. CONDUCTEUR] İLE Nişana isabet olan ok. | Delen, oyan, kazan. )

- NÂKIS/A[< NAKS] ile NÂKIZ[< NAKZ]
( Eksik, noksan, tam olmayan. | Kusurlu, kusuru olan. | [matematikte] -[eksi] imi/işareti. İLE Bozan, bozucu. )

- NAKÎ ile NAKÎ'
( Temiz, pak. İLE Kandırıcı/kandıran. )

- NÂKİL ile NAKÎR[< NAKR]
( Dönen, nükûl eden. | Kaçınan, çekinen.[MUHTERİZ] İLE Hurma çekirdeğinin arkasındaki beyaz çukur. | Pek küçük, önemsiz şey. )

- NAKÎS[< NOKSÂN] ile NÂKİS[< NEKS | çoğ. NEVÂKİS] ile NAKÎZ[< NAKZ]
( Eksik. İLE Başını sürekli öne eğen kişi. | Alçak, adi, bayağı. İLE Karşı, zıt. )

- NAKL ile NAKR
( Bir şeyi başka bir yere götürme. | Taşıma, aktarma, geçirme. | Aynısını başka bir şey üzerine alma. | Masal/öykü anlatma, söyleme. | Çeviri yapma, tercüme etme. | [coğrafya] Taşın.[Fr. TRANSPORT] İLE Vurma. | Kuşun yem toplaması. | Oyma, kazma, taş oyma, heykel yapma, taş oymacılığı. )

- NAKLEN ile NAKLÎ
( Nakil yoluyla. | Anlatma ya da öykü yoluyla. İLE Akla değil, nakle dayanan. )

- NAKS ile NAKŞ
( Eksiklik, noksan. | Eksiltme, azaltma. İLE Resim. | Duvarlara, tavanlara yapılan yağlı ya da sulu boya resim, süsleme sanatı. | İpekle, sırma ile işletme. | Hile, renk. )

- NA'L ile NÂL[Fars.]
( Ayakkabı, pabuç. | Nal. | Oturacak yerlerin en aşağısı. İLE Kamış düdük. | Kamış. | Kamış kalemin içindeki saz. | Şeker kamışı. | İnleyen/inleyici. )

- [Fars.] NÂME ile -NÂME
( Mektup. | Sevgiye ve aşka dair yazılmış mektup. | Kitap, dergi/mecmûa. İLE "Yazılı/yazılmış, küçük kitap" anlamlarına gelerek birleşik/mürekkep sözcükler oluşturur.[EMİR-NÂME, KÂNUN-NÂME, KARAR-NÂME] )

- NÂMÎ[< NÜMÜVV] ile NÂMÎ[< Fars. NÂM]
( Yerden biten, yetişen, büyüyen, artan. İLE Ünlü, namlı, şöhretli. )

- NÂR ile NÂR[Fars.]
( Ateş, od. | Cehennem. | Yakıcı şey. İLE Nar. )

- NÂRCÎL ile NÂRÇÎL[Fars.]
( Hindistan cevizi. İLE Hindistan cevizi. )

- NÂS[< İNS] ile NAS/NASS[< NUSÛS] ile NA'S/NA'SE
( İnsanlar, halk, herkes. İLE Açıklık, sarihlik, kat'îlik. | Anlamında açıklık, kesinlik bulunan Kur'an-ı Kerîm ayetinin delil olarak gösterileni. | [felsefe] İnak, dogma. | [eskiden] Sadece bir anlama gelen sözcük. İLE Uykusu gelme, uyku bastırma, ımızganma. | Zayıflık, bitkinlik, kuvvetsizlik. )

- NASAF ile NÂ-SÂF[Fars. Ar.]
( Uşak, hizmetçi. İLE Saf/hâlis olmayan, karışık. | Kirli, pis. )

- NÂSİH[< NESH] ile NASÎH[çoğ. NUSAHÂ]
( İptal eden, nesh eden. | Kopyasını çıkaran, istinsâh eden. İLE Öğüt veren, nasihat eden. )

- NÂSİK[< NESAK] ile NÂSİK
( Düzenleyen, tertip eden. İLE Allah yolunda ibâdet eden, dine bağlı. )

- NÂSİL[< NESAK] ile NÂSİR[< NESR] ile NASÎR[< NASR] ile NASL[çoğ. NİSÂL, NUSÛL] ile NASR
( Kıl dökücü ilâç. İLE Yayan, saçan. | Düzyazı/nesir yazan. İLE Yardımcı, nusret eden. İLE Ok, kargı, temren gibi şeylerin ucundaki sivri demir. İLE Yardım. | Üstünlük. )

- NAT'[çoğ. ENTÂ', NUTÛ'] ile NA'T[çoğ. NUÛT]
( Sofra bezi. | Meşinden yapılan döşek.[Fr. NATTE] İLE Bir şeyi överek/medhederek anlatma, vasıflandırma. | Hz. Muhammed'i övmek üzere yazılan şiirler. )

- NATS ile NATŞ
( Nadas. İLE Bünyenin gücü ve şiddeti. )

- NÂY[Fars.] ile -NÂY/NÂ-[Fars.] ile NA'Y
( Kamış. | Ney, kamıştan yapılan düdük. İLE Sözcüğün başına getirilerek sözcüğü olumsuzlaştıran bir edat. İLE Ölüm haberi getirme. )

- NA'Z/İNTİÂZ ile NÂZ[Fars.]
( Güçlenme, kıvama gelme. | Kalkma. İLE Kendini beğendirmek için takınılan yapmacık. | Bir şeyi beğeniyormuş gibi görünme. | Şımarıklık. | Yalvarma, ricâ. )

- NAZAR/NAZÂRET ile NAZAR[çoğ. ENZÂR]
( Altın. | Tazelik. İLE Bakma, göz atma. | Düşünme. | Göz değme. | İltifat. | İtibar. | Yan bakış. | Güzel, dilber. )

- NÂZİL[< NÜZÛL] ile NAZÎR ile NAZÎR[< NAZAR]
( Yukarıdan aşağı inen/inici. | Bir yere konan, bir yerde konaklayan. | [müzikte] İnici, tizden pese doğru giden dizi. İLE Taze. | Altın. İLE Benzer, eş. )

- NE? ile NE[Fars.]
( ... İLE Değil, yok. )

- NEBÂİL[< NEBÎLE] ile NEBÂİR[< NEBÎRE]
( Yüceler, yüksekler. İLE Torunlar. )

- NEBÂT[çoğ. NEBÂTÂT] ile NEBÂT[Fars.]
( Topraktan çıkan/biten her türlü şey, bitki. İLE Nöbet şekeri. )

- NEBÎL ile NEBÎR
( Yüksek yetenek ve onur sahibi. | Akıllı, anlayışlı. | Bilgili ve erdemli. İLE Torun. )

- NEBL ile NEBR
( Ok. | Ok yapma. İLE Yükseğe çıkarma, kaldırma, yükseltme, sesi yükselme. | Korkup çığlık atma, haykırma. )

- NECD ile Necd
( Yüksek yer. | Yiğitlik durumu. | Gamlılık. | Yol. İLE Arap Yarımadası'nın orta bölgesi. )

- NECİS ile NECÎS
( Pis, murdar. İLE Pis, kirli, murdar. | Onulmaz hastalık. )

- NEDBE[çoğ. NEDEB, NÜDÛB] ile NEDEBE ile NEDEBÎ
( Yara izi. İLE Yara/kırık yeri. İLE Yara izi ile ilgili. )

- NEDF ile NEDFÎ ile NEDÎF[< NEDF]
( Pamuk atma/ditme. İLE Didilmiş/nedfolunmuş yün topağı. İLE Atılmış pamuk, yün. )

- NEDÎM ile Nedîm
( Meclis/sohbet arkadaşı. | Büyükleri, fıkra ve öyküleriyle eğlendiren. | Güzel, öykü anlatan, tatlı konuşan. | Yeniçeri ocağına yeni yazılan. İLE Osmanlı şairlerindendir. [öl. 1730] )

- NEFEL ile NEFER
( Düşmandan alınan mal. | Ülül-emrin iznini almadan düşmana karşı çıkan, sayısı az bir topluluk. İLE Bir adam, tek kişi. | Rütbesi olmayan asker, er. | İnsan sayısı bildiren sözler için kullanılır. )

- NEFFÂ'[< NEF] ile NEFFÂH
( Çıkarı çok olan. İLE Hayırlı, hayır ve iyilik sahibi. | Kokusu çok. )

- NEFH ile NEFH
( Güzel kokunun yayılması. | Rüzgârın esmesi. İLE Üfürme. | Boru vs. üfleme. )

- NEFHA[çoğ. NEFEHÂT] ile NEFHA
( Güzel koku. | Bir esim yel, rüzgârın bir kere esmesi. | Üfürük, soluk üfürme. İLE Üfürük. | Karın şişmesi, şişkinlik. )

- NEF'Î[< NEF] ile Nef'î
( Çıkar ile ilgili, yararcı. İLE Divan Edebiyatı'nın en yüksek kasidecisi. [öl. 1634][IV. Murat döneminde, Bayram Paşa tarafından, bir hicvinden dolayı boğdurularak öldürtülmüştür.] )

- NEFL ile NEFR
( Fazladan, vacib olmayan ibadet. İLE Ürküp kaçma. | İğrenme, tiksinme. )

- NEFS ile NEFS
( Tükürükle üfleme. Üfleme. İLE Can, hayat. | İnsanın yeme-içme gibi biyolojik gereksinimleri. | Kendi, kişi. | Asıl, maya, cevher. | Bir şeyin ta kendisi. | Dölsuyu. | İç, iç taraf. | Bir şehrin içinden olan kişi. )

- NEFZ ile NEFZ
( Saçma, yayma. İLE Meyveli bir ağacı sallama. | Giysinin tozunu silkme. | Hastalık nöbetiyle titreme. | Kur'ân-ı Kerîm'i hatmetme. | Bir şeyi inceleme. )

- NEHK ile NEHK
( Yıpratma/yıpranma. | Bir şeyi aşırı ölçüde kullanma. | Cezalandırma, işkence etme. | Zayıflayıp güçten düşme. İLE Eşek anırtısı. )

- NEHZ/NEHZÂT ile NEHZAT
( Davranma, kalkışma. İLE Hareket, yola çıkma. )

- NEKABET["ka" uzun okunur] ile NEKÂBET
( Ululuk, bir topluluğun durumunu takip eden büyük kimselerin durumu/özelliği. | Belirli kesimlerin başları. | Sapma, vazgeçme, yön değiştirme. İLE Dönme, vazgeçme, cayma. )

- NEKAİS[< NAKÎSA]["ka" uzun okunur] ile NEKAİZ[< NAKÎZA]["ka" uzun okunur]
( Eksiklikler, noksanlar. İLE Birbirine zıt olan, birbirini çelen şeyler. )

- NEKÎR[>< MA'RUF] ile Nekîr[< NEKRE]
( Bilinmemiş şey. İLE Mezarda ölüleri sorguya çekecek olan iki melekten birinin adı. | Tanınmamış, inkâr edilmiş. )

- NEKL ile NEKR
( ... İLE Zeki, anlayışlı, akıllı. )

- NEKS ile NEKS ile NEKS ile NEKZ
( Çok çekinme, kaçınma. İLE Ters çevirme, başaşağı etme, altüst etme. | Geri dönme. | Hastalığın geri dönmesi, depreşmesi.[NÜKS] İLE Ayırma, parçalama, parçalara bölme. İLE Çok çabalama, gayret etme. )

- NESİK ile NESÎK
( Düzenli/nizamlı. | Bezenmiş, süslü. İLE Altın. | Gümüş. )

- NESÎMÎ ile Nesîmî
( Hafif ve lâfif esen rüzgârla ilgili. İLE XIV. yüzyılın en büyük Türk şairlerindendir.[öl. 1417/1418] )

- NESİR ile NESÎR
( Düzyazı. İLE Hayvan aksırması. )

- NESL[çoğ. ENSÂL] ile NESR[çoğ. ENSÜR, NÜSÛR, NİSÂR] ile NESR
( Kuşak, nesil. İLE Akbaba. | Kartal. | Nûh kavminin putlarından biri. İLE Yayma, saçma. | Manzum olmayan söz. )

- [Fars.] NESRÎN ile NESTER/BESTEREN/NESTERÛN/NESTERÎN
( Ağustos gülü, yaban gülü. | Mısır gülü. | Van gülü. İLE Ağustos gülü, yaban gülü. )

- NEV ile NEV'[çoğ. ENVÂ']
( Yeni. | Yeni, son zamanlarda çıkmış. | Taze, körpe. İLE Çeşit, tür. | Cins. | Sınıf. )

- NEVÂFİS[< NEFSÂ] ile NEVÂFİZ[< NÂFİZE]
( Loğusalar. İLE Nüfuz edici şeyler. )

- NEVÂHÎ[< NÂHİYE] ile NEVÂHÎ[< NEHY]
( Yanlar, taraflar. Bucaklar, nâhiyeler. İLE Yasak şeyler. )

- [Fars.] NEVÂÎ ile Nevâî[Ali Şîr-]
( Makam, uyum ve nasip ile ilgili. İLE [1441-1501]. )

- NEVÂİR[< NÂİRE] ile NEVÂÎR[< NÂÛRE]
( Ateşler, alevler. İLE Bostan dolapları. )

- NEVÂKIS[< NAKÎSA] ile NEVÂKIS[< NÂKİS] ile NEVÂKÎS[< NÂKUS]
( Eksikler, noksanlar. İLE Başlarını sürekli önüne eğen adamlar. İLE İbâdet zamanlarında kilisede çalınan çanlar. )

- NEVÂTÎ[< NÛTÎ] ile NEVÂTÎR[< NÂTÛR]
( Gemiciler. İLE Hamam hizmetlileri, natırlar. | Bostan bekçileri. )

- NEVBET[< NÜVEB] ile NEVBET[Fars.]
( Sıra, sıra ile görülen iş. | Hastalık ateşi. | Zaman zaman ortaya çıkan aynı cinsten fizyolojik bozuklukların hepsi. | Nokta hizmeti, karakol. İLE Resmî yerlerde belirli zamanlarda çalınan davul, dümbelek gibi şeyler, bando, mızıka. )

- [Fars.] NEVEND[< NÜVEB] ile LEVEND[LEVENDÂN]
( Hızlı giden at. | Postacı, atlı postacı. İLE Yeniçeri devrinde deniz erlerine verilen bir ad. | Zamanında Venedik'lilerin doğu bölgelerinden maaşla topladıkları deniz askeri. | Tembel. | Ayyaş, içkici. | Zampara. | Kabadayı. | Hizmetçi, gündelikçi, çırak. | Namussuz bayan. | İbne. [Türkçe'de kullanılan anlamlar Farsça'da yoktur!] )

- NEVH[< NÂİHA] ile NEVH
( Ağıt yakan, ağlayan hanımlar. İLE Ölüye avaz avaz ağlama. | Güvercinin nağma ile ötmesi. )

- NEVHÂT[< NEVHA] ile NEV-HATT[Fars., Ar.]
( Ölüye yüklsek sesle ağlamalar. İLE Sakal başı yeni çıkmaya başlamış genç. )

- NEVÎ[< NEV] ile NEV'Î[Fars.] ile Nev'î
( Türü/nevi ile, çeşitle, cinsle, sınıfla ilgili. İLE Yenilik. İLE Müderrislik, kadılık, kazaskerlik görevlerinde bulunmuştur. Divânı, edebi risaleleri ve bazı ilmi eserleri vardır.[1533 - 1599] )

- NEVRÂ[< NEVR] ile NEV-RÂH[Fars.]
( Parlak. İLE Yeni yolcu, ilk olarak yolculuğa çıkan. | Yeni yol. )

- NEZ' ile NEZ'
( Bozma, halkı birbirine düşürme. İLE Bir şeyi yerinden koparma, sökme. | Kaldırma, yok etme. | Can çekişme. )

- NEZÂRET ile NEZÂRET[< NAZAR]
( Tazelik, parlaklık. İLE Bakma, bakış, etrafı görme, seyir. | Gözetme, gözden geçirme, denetim, kontrol. | İdare, reislik. | Bakanlık/nâzırlık, vekillik. )

- NEZÎL[< NÜZL] ile NEZÎR[< NEZR | çoğ. NÜZERÂ, NÜZÜR]
( Konuk, misafir. İLE Birini, doğru yola sokmak için gözdağı vererek korkutma. | Hz. Muhammed'in adlarından. )

- [Fars.] NİGÂL ile NİGÂR ile Nigâr
( Yeni. | Yeni, son zamanlarda çıkmış. | Taze, körpe. İLE Resim. | Resim gibi güzel sevgili. | Resmedilmiş, resmi yapılmış. | Put. | Türk müziğinin en az altı yüzyıllık bir mürekkep makam. İLE Ünlü hanım şairlerimizdendir. Aks-i sadâ, Efsûs, Nîran adlı eserleri vardır.[1856 - 1918] )

- [Fars.] -NİH ile -NİH
( Şehir, belde. İLE "koyan" anlamıyla birleşik sözcükler yapar.[KADEM-NİH: Ayak koyan, ayak basan.] )

- [Fars.] NİHÂVEND ile NİHÂVEND
( İran'ın batısında bulunan ünlü bir şehir. İLE Türk müziğinde bir makam. )

- NİKAB["ka" uzun okunur] ile NİKÂB[Fars.]
( Peçe, yüz örtüsü. | Perde, örtü. İLE Kuşçu eldiveni. )

- NİKAT[< NOKTA]["ka" uzun okunur] ile NİKÂT[< NÜKTE]
( Noktalar. İLE Herkesin anlayamadığı ince anlamlar. | İnce anlamlı, zarif ve şakalı sözler. )

- NİKRİS/NİKRÎS[< NEKARÎS] ile NÎKRÎZ/NÎRÎZ[Fars.]
( Ayak parmaklarında, topuklarda ve eklemlerde meydana gelen ağrılı hastalık. [Fr. GOUTTE] İLE Türk müziğinin en eski bileşik makamlarından. )

- Nîl["ka" uzun okunur] ile NÎL[Fars.]
( Mısır'da geçen, Akdeniz'e dökülen ünlü nehir. İLE Çivit otu. )

- NİMÂL[< NEML] ile NİMÂR[< NİMR]
( Karıncalar. İLE Kaplanlar. )

- NİSÂL[< NASL] ile NİSÂR ile -NİSÂR
( Temrenler, ok, kargı gibi şeylerin uclarındaki sivri demirler. İLE Saçma, serpme. | Saçı, düğünde saçılan para. İLE "Saçan/saçıcı" anlamlarına sözcükleri sıfatlandırır.[PERTEV-NİSÂR: Işık saçan.] )

- [Fars.] NİŞÂN ile -NİŞÂN
( İz, belirti. | İşaret, fabrika işareti. | Yara izi. | Amaç, hedef, vurulması istenilen nokta. | Vurulacak noktaya silahı çevirme. | Sevgililik işareti. | Bu işareti takmak üzere yapılan tören. | Hatıra için dikilen taş. | Tuğra. | Taltif için verilen madalya. | Ferman. İLE "duran, dikilen, kalan" gibi anlamları gelerek bileşik sıfatlar yapar.[HATIR-NİŞAN: Unutulmayan, akılda kalan.] )

- NİYÂBE ile NİYÂBET
( Nöbet. İLE Vekillik, vekâlet, nâiblik. | Kadı vekilliği, kadılık. )

- NİYÂM[< NEVM, NÂİM] ile NİYÂM[Fars.]
( Uyuyanlar, uykuda olanlar. İLE Kın, kılıö kını, kılıf. )

- NİYÂZÎ[Fars. | çoğ. NİYÂZİYÂN] ile Niyâzî ile Niyazî[MISRÎ]
( Yalvarıcı, niyaz edici. | Sevgili. İLE XV. yüzyılın divan şairlerindendir. İLE XVIII. yüzyılın büyük Türk mutasavvıfı. )

- NUHÂT[< NÂHÎ] ile NUHÂT
( Sözdizimi/nahiv/sentaks âlimleri. İLE Hıçkırma. )

- NUHLE ile NUHRE
( Din şubesi, mezhep. | Çeyiz, düğün hediyesi. İLE Kemik dokusunun çürümesi. )

- [Fars.] NÛŞ ile -NÛŞ
( Tatlı, bal. | İçki, işret. İLE "içen/içici" anlamlarıyla sözcüklere takılır.[BÂDE-NÛŞ: Şarap içen.] )

- NÜFÛS[< NEFS] ile NÜFÛZ
( Canlar. | İnsanlar, kişiler. İLE İçe geçme/işleme. | Sözü geçme/dinlenme. )

- NÜHÛL[< NAHL] ile NÜHÛR[< NAHR] ile NÜHÛR[< NAHR] ile NÜHÛR[Fars.]
( Arılar, bal arıları. | Çok zayıflı, arıklık, lâgarlık. İLE Kurbanlar. İLE Akarsular, çaylar, ırmaklar. İLE Göz. )

- NÜKET[< NÜKTE] ile NÜKHET/NEKHET
( Nükteler, herkesin anlayamayacağı ince, zarif, anlamlı sözler. İLE Koku. | Ağız kokusu. )

- NÜZHE[< NÜKTE] ile NÜZHET
( Kanuna benzer bir saz. İLE Neşe, eğlence, eğlenilecek yerlere gidip gezme. | Tazelik, sevinç, ferahlık. )

- NÜZL[< NÜKTE] ile NÜZÛL
( Konak yeri. | Misafir için hazırlanan yemek. İLE Aşağı inme. | Konağa inme, konaklama. | İnme, felç. )

- NÜZÛR[< NEZR] ile NÜZÛR/NÜZERÂ[< NEZÎR]
( Adaklar, adamalar. İLE Doğru yola getirmek üzere gözdağı vermeler, korkutmalar. )

- [Fars.] PE
( Acem abecesinin üçüncü, Türk abecesinin yirminci harfidir. | Ebced hesabında, b gibi, 2 sayısının karşılığı. [Arapça'da yoktur, İbranice ve Habeşçe'de vardır.] )

- [Fars.] PÂ ile PÂ
( P harfinin bir adı. | Ebced hesabında, b gibi, 2 sayısının karşılığı. İLE Ayak. | Tâkat, mukavemet. | [Mevlevî'lerde] Müride verilen ceza. )

- [Fars.] PÂRE ile -PÂRE
( Parça. | Sayı, bölük. | Para. İLE "parça" anlamıyla bileşik sözcükler yapar.[SEMS-PÂRE: Güneş parçası, güzel. | YEK-PÂRE: Tek/bir parça.] )

- [Fars.] PÂRS ile Pârs
( Pars. İLE İran, Fars iklimi, Acemistan. )

- [Fars.] PÂSEK ile PÂ-SENG/PÂR-SENG
( Esneme/esneyiş. İLE Teraziyi denkleştirmek için kefesine konulan şey. )

- PEÇE[Fars.] ile PEÇE
( Sarmaşık. | Yavru.[insan ve hayvanda] | Çocuk, oğlan. İLE Eskiden ülkemizde, bugün kimi ülkede bayanların sokakta yüzlerine örttükleri ince siyah örtü. | Bir şeyi gizlemek için üzerine çekilen örtü. | Yıldız resimlerinin alındığı plakların yüzeyinde görülen hafif karartı. )

- [Fars.] PELE ile PELLE
( Terazi kefesi. | Merdiven basamağı. | Çark dişi. İLE Pele. | Derece. | Merdiven basamağı. )

- [Fars.] PENÂH ile -PENÂH
( Sığınma, sığınılacak yer. İLE Bir şeyin sığınağı, koruyucusu, dayanağı anlamlarıyla bileşik sözcükler yapar.[ADÂLET-PENÂH: Adâletin sığındığı yer.] )

- [Fars.] PERHÎZ ile PERÎZ
( Sağlığı korumak ya da düzeltmek amacıyla uygulanan beslenme düzeni.[REJİM, RİYAZET/RİYAZAT] | Dince yasak edilen şeylerden tamamıyla uzak kalma/durma. | İncitici sözlerden kaçınma. İLE Bağırma, haykırma. | Su kenarında yetişen yeşil saz, ot. )

- [Fars.] PEŞÎN/PÎŞÎN ile Peşîn
( Önden, önce. | Önden verilen. İLE Keykubad'ın üçüncü oğlu. )

- [Fars.] PÎH ile PÎH
( İçyağı. İLE Göz çapağı. )

- [Fars.] PİL ile PÎL
( Topuk, ökçe. | Çadır eteği tutturmada kullanılan küçük ağaç parçaları. | Çelik çomak oyunu. İLE Fil. )

- PÎS[Fars.] ile PİS
( Gövdede yer yer beyaz ya da kırmızımtırak siyah lekeler bırakan bir hastalık.[Ar. BARAS] İLE Leke, toz ya da kirle kaplı olan, kirli. | Kendinde pislik olan ya da kirlenmiş olan. | Beğenilmeyecek durumda olan, kötü, zararlı. | Kendinde pislik/kir olmamasına karşın kimi/çeşitli nedenlerden dolayı iğrenilen. | Çirkin, sevimsiz olan. | Dinleyenleri utandıracak söz. | İçinden çıkılması çok güç, karışık. )

- [Fars.] PÎŞE[çoğ. PÎŞE-GÂN] ile PÎŞE
( Sanat/zanaat, meslek. | İş. | Huy, tabiat, alışkanlık, âdet. | Kaval. İLE "alışmış, huy edinmiş" anlamlarına gelerek bileşik sözcükler oluşturur.[FESÂD-PÎŞE: Kötülük peşinde olan.] )

- [Fars.] -PÛŞ ile PÛŞ
( Örten, giyen, giyinmiş" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar.[PÂ-PÛŞ: Pabuç, ayakkabı. | Ayağı örten. | SER-PÛŞ: Başı örten.] İLE Örtü, örtünülecek şey, giysi. | Zırh. )

- RÂ ile RÂ'
( R sesini verir. | Rebîülevvel ayına işarettir. İLE "rı" harfinin bir adı. )

- RAB' ile RABB ile Rabb ile RÂBB
( Avlulu ev. İLE Efendi, sahip. İLE Allah. İLE Sütbaba, üveybaba. )

- RÂCİ'/RÂCİA[< RÜCÛ] ile RÂCÎ[< RECÂ]
( Geri dönen. | İlgisi/münâsebeti olan. | [dilb.] Bir kişiden kinâye olan zamir. İLE Ricâ eden, yalvaran. | Ümitli. )

- RA'D ile RÂD ile RÂDD
( Gök gürlemesi. İLE Cömert ve eliaçık. | Erdemli/faziletli, üstün, değerli. İLE Reddeden, geri döndüren/çeviren/bırakan. )

- RÂDDE[< REDD] ile RA'DE/RA'ŞE
( Derece, mertebe, kerte, sır. | Çizgi/hatt. | Aşağı yukarı tahmin edilen miktar ya da zaman. İLE Titreme/titreyiş. | [korku ya da soğuktan] Ürkme. )

- RÂDÎ'[< REDÂ | çoğ. RUZAA'] ile RÂDÎ
( Süt emen çocuk. | Sütkardeş. İLE Rıza gösteren, kabul eden, boyun eğen. )

- RÂDÎ/RÂDÎYYE ile RÂDİYE[< RIZÂ] ile RA'DİYYE
( Rıza gösteren, kabul eden, boyun eğen. İLE Râzı olsun! İLE Torpil. )

- RÂFİ'[< REF] ile RÂFİH[< REFÂH]
( Kaldıran, yükselten. | Allah'ın adlarındandır. | Gözkapağı gibi bazı örgenleri yukarı kaldırmaya yarayan kas/adale, sinir. İLE Refah ve rahat ile yaşayan. )

- RÂH[Fars.] ile RÂH[Fars.] ile RÂH
( Yol. | Tutulan yol, meslek, usul. İLE Kaygı, keder. | Zan, sanma. İLE Şarap. )

- RAHAL ile RAHAL[çoğ. RİHÂL]
( Menzil, konak. İLE Semer, palan. )

- [Fars.] RÂH-BER[çoğ. PÎŞE-GÂN] ile RÂH-DÂN
( Rehber. İLE Yol bilen. )

- RÂHÎ ile RÂHÎ[Fars. < RÂH]
( Rahat, sakin. İLE Yola ait, yolla ilgili. )

- RAHÎB[< RAHB] ile RÂHİB[çoğ. RÂHİBÂN, REHEBÂN, RUHBÂN]
( Geniş, bol. İLE Hıristiyanlarda, genellikle manastırda yaşayan (evlenmeyen) din adamı, karabaş, keşiş. )

- RÂHİL[< RİHLET] ile RAHÎL
( Göçen, göç eden. | Ölen. İLE Göçme, göç. )

- RAHİM[< ERHÂM] ile RAHÎM[< RAHMET | çoğ. RUHAMÂ] ile RAHÎM ile RÂHİM[< RAHM | çoğ. RÂHİMÎN, RÂHİMÛN]
( Dölyatağı. | Akrabalık/hısımlık.[anne tarafından] İLE Esirgeyen, koruyan, acıyan, merhametli Cenâb-ı Hakk. [Allah'ın adlarından] İLE Hafif/lâtif sözlü hanım. İLE Acıyan, acıyıp esirgeyen, merhametli. )

- RÂHT/REHT[çoğ. ERHÂT] ile RAHT[Fars.]
( Kalabalık, cemaat. | Boy, kabile. İLE At takımı. | Yol levâzımı. | Döşeme ve ev takımı. | Kapı ve pencere kanatlarının menteşe takımı. )

- RÂÎ/RÂİYE[< RA'Y] ile RÂÎ/RÂİYYE
( Çoban, sığırtmaç. | Çobansı, çoban ve kır hayatını anlatan şiir. [İng., Fr. PASTORAL] İLE Rü'yet eden. | R harfine ait, r ile ilgili. )

- RÂİB[< RU'B] ile RAÎB
( Büyücü, göz bağlayıcı. İLE Korkmuş. )

- RAKABÂT[< RAKABE] ile REKABET["ka" uzun okunur]
( Ense kökleri, boyunlar. | Kullar, köleler, cariyeler. İLE Gözleme, gözetleme. | Birbirini çekememe. | Kıskanma. | Benzerleriyle yarışa çıkma. [İng. RIVALRY, COMPETING | Fr. CONCURRENCE] )

- RAKÎB ile RÂKİB[< RÜKÛB | çoğ. RÜKBÂN] ile RAKÎB[< REKÂBET | çoğ. RAKÎBÂN, RUKABÂ]
( PÂYENDE[Fars. çoğ. PÂYENDEGÂN]: Duran, sürekli. | Payanda, destek, dayanak. || RABÎTA: Eski yazma kitaplarda sayfa numarası yerine gelmek üzere soldaki sayfanın, sağdaki sayfanın altına yazılan ilk sözcüğü. İLE Binici/binen, binmiş. | Bir ulaşım/nakil aracına binmiş olan. İLE Herhangi bir işte birbirinden üstün olmaya çalışanlardan her biri. | Bekçi. | Görüp, gözeten.[Allah'ın adlarındandır.] )

- RÂMÎ[< REMY] ile RÂMÎ[Fars.]
( Atan, atıcı.[ok vs.] İLE Boyun eğici, çok itaatli. )

- [Fars.] RÂN ile -RÂN
( Oyluk. İLE "süren, sürücü, hükmeden" anlamlarıyla birleşik sözcükler yapar.[HÜKÜM-RÂN: Hüküm süren/sürücü. | KÂM-RÂN: Sefâ süren.] )

- RATÎB/RATB ile RÂTİB
( Taze, yeşil, yaş.[yemiş] | Yumuşak, mülâyim. İLE Sıraya koyan, tertip eden. )

- RÂY ile RA'Y
( Oy, rey, fikir. | Raca, Hint hükümdarı. | Sancak, bayrak.[< RÂYET] İLE Otlama. | Otlatma, gütme. | Teslim olma. )

- RAZ/RAZZ ile RÂZZ ile RÂZ[Fars.]
( Berelenme, bere. | Bir şeyi döküp bulgur gibi ufalama. İLE Kesmez alet. İLE Sır, gizlenilen şey. )

- [Fars.] RÂZ-BÂN ile RÂZ-DÂN ile RÂZ-DÂR ile RÂZ-PÛŞ
( Sır saklayan. İLE Sırrı bilen. İLE Sır tutan. İLE Sır gizleyen. )

- RÂZÎ/RAZİYYE[< RIZÂ] ile RAZÎ/RADÎ[çoğ. RUZAÂ] ile Râzî
( Kabul eden, boyun eğen, rıza gösteren. İLE Süt kardeş. | Süt emen çocuk. İLE Rey şehrine bağlı/mensup, bu şehirle ilgili olan. | İran'ın "Rey" şehrinden olan. | Sırra/râza bağlı/mensup. )

- REC ile REC' ile RECC
( Sarsma, sallama. | Sallanma, sarsılma. İLE Geri döndürme. İLE Sallayıp sarsma, sallanıp sarsılma. )

- REC'A[çoğ. RECEÂT] ile RECÂ'
( "Öldükten sonra dünyaya geliş."[TENÂSÜH, RE-ENKARNASYON] İLE Ümit, umma. | Yalvarma. | İstek, dilek. )

- REDÂ'[< RED] ile REDÂ'
( Önleme, yasak etme. İLE Süt emme. )

- REDÂAT ile REDÂET
( Süt emme. İLE Kötülük, fenalık, bayağılık. [REZÂLET: Niceliksel. | REDÂET: Niteliksel.] | Hastalık ve yara azgınlığı. )

- REFÎ'[< RİF'AT] ile REFÎH[< REFAH]
( Yüksek, yüce. İLE Refah ve rahat içinde yaşayan. )

- REFS ile REFŞ
( Edep dışı söz söyleme. | Hanımlara söz atma. İLE Çapa, küçük kazma. | Bir tür nehir kaplumbağası.[Fırat ve Dicle'de bulunur.] | Kulağı büyük olma. )

- REFT ile REFT[Fars.]
( Bir şeyi ufalama, kırıntı durumuna getirme. İLE Gitme, gidiş. | Yeniçeri ocağıyla sonraları askerlik dairelerinde kişiler için tutulan künye defterlerinde "ayrıldı" anlamına kullanılan bir sözcük. )

- REHÂ' ile REHÂ[Fars.]
( Bolluk, genişlik. | Varlık içinde bulunma. | Gevşeklik, sölpüklük. İLE Kurtulma, kurtuluş. )

- REHD ile REHS
( Bastırarak ezme. İLE Bir şeyi ayakla çiğneyerek ezme. )

- REKZ ile REKZ
( Yere saplama, dikme, kurma. İLE Tepme, tepinme. )
( REKZ-İ HİYÂM: Çadır kurma. | REKZ-İ ALEM: Bayrağı, bir yere dikme. İLE REKZ-İ ARZ: Toprak üzerinde tepinme. )

- REMM ile REM[Fars.]
( Onarma. İLE Ürkme. | Titreme. | Sürü. )

- RE'S/REÎS ile -RES[Fars.]
( Baş/kafa. | Baş, başkan. | Baş, başlangıç. | [coğr.] Burun. | Uc, tepe. | Koyun/keçi gibi canlı hayvan. | Baş. | Tepe. | Bitkilerin kökten en uzak olan noktası. İLE "erişen, yetişen, ulaşan" anlamlarıyla birleşik sözcükler yapar.[NEV-RES: Yeni yetişme.] )

- RE'SEN ile RESEN[Fars.]
( Kendi kendine, kendi başına, kimseye danışmadan. İLE İp, urgan, halat. )

- RESÎS/E ile RESÎS/E
( Hastalık başlangıcı. İLE Eskimiş, yıpranmış, eski, köhne. )

- REV'/REV'A ile -REV[Fars.]
( Korku. | Heyecan. İLE "giden, yürüyen" anlamları ile birleşik sözcükler yapar.[PÎŞ-REV: Önden giden.] )

- REV'/REV'A ile REVÂ[Fars.] ile REVÂH
( Korku. | Heyecan. İLE Yakışır, uygun, yerinde. İLE Bir şeyi elde etmekten doğan neşe. | Güneş doğduktan sonra gece oluncaya kadar geçen zaman. )

- REY' ile RE'Y[çoğ. ÂRÂ]
( Nemâ, galle. İLE Görme, görüş. | Düşünce, fikir. | Oy. )

- REZÂ' ile REZÂAT[çoğ. ÂRÂ]
( Süt emme. İLE Süt emme. )

- RIDVÂN ile Rıdvân
( Hoşnutluk, râzı olma. İLE Cennetin kapıcısı olan büyük melek. )

- RİBÂ ile RİBÂ'[< REB]
( Bir şeyin artması/çoğalması. | Tefecilikle alınan fâhiş faiz. İLE Evler.[bahçeleriyle birlikte] | Barınılan yerler. | Araziler. )

- RİBÂS[Fars.] ile LİBÂS
( Hekimlikte kullanılan bir ilâç, bir râvent türü.[karabuğdaygillerden][Lat. RHEUM RIBES] İLE Giysi. )

- RİCÂ/RECÂ ile RİC'Â
( Ümit, umma. | Yalvarma. | İstek, dilek. İLE Bir ya da iki kez boşanan erkeğin tekrar eşine dönmesi. )

- RİCS[çoğ. ERCÂS] ile RİCZ[çoğ. ERCÂZ]
( Dinin yasak ettiği şey, günah. | Pislik, murdarlık. İLE Azap. | Puta tapma. | Pislik. )

- [Fars.] RİÇÂL ile RİÇÂR
( Reçel. İLE Reçel. )

- RİKAB[< RAKABE]["ka" uzun okunur] ile RİKÂB[çoğ. RÜKÜB]
( Boyun, ense kökü. İLE Üzengi. | Büyük bir kimsenin katı, önü. | Türk müziğinde kullanılmış usullerden biri.[Zamanımıza kalmış bir örneği bulunmamaktadır.] )

- RİM/RİMM/RİMME ile RÎM[Fars.]
( Çürümüş kemik. İLE İrin. | Roma'nın bir adı. )

- RİYÂ' ile RİYÂH[< RÎH]
( Özü, sözü bir olmama, ikiyüzlülük. İLE Rüzgârlar. | Yeller, ağrılar, romatizmalar. )

- RİZ/RİZZ ile -RÎZ[Fars.]
( Gizli ses. İLE "Döken, akıtan, saçan" anlamlarıyla birleşik sözcükler yapar.[EŞK-RÎZ: Gözyaşı döken. | ŞEREF-RÎZ: Şeref saçan.] )

- [Fars.] RÛ/Y ile RÛY ile -RÛ
( Yüz, çehre. İLE Tunç. İLE "biten, olan" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar.[HOD-RÛ: Kendiliğinden.] )

- RU'B ile RUB' ile RUBB ile RÛB[Fars.]
( Korku. İLE Dörtte bir, çeyrek, bir şeyin dört bölümünden biri. İLE Meyve suyu. İLE Süpürme, süpürge. )

- RÛH ile RUH[Fars.]
( Can, nefes. | Canlılık, duygu/his. | En önemli nokta, öz. | İspirto gibi uçucu gaz. | Melek, cin, hayali varolan. | Türk müziğinde en az beş-altı yüzyıllık bir mürekkep makam.[Zamanımıza kalmış bir örneği bulunmamaktadır.] İLE Yanak, yüz/çehre. | Anka kuşu. | Anka kuşuna adına verilen satranç taşlarından biri. | Dizgin. | Taç. | Taraf, yön. | Hasırotu. )

- RÛHÎ ile Rûhî
( Ruhla ilgili, ruhca. İLE XVI. yüzyılda yetişen vâdî sahibi büyük Osmanlı şairi Rûhî-i Bağdâdî. )

- RUK'A[< RAKABE] ile RUKA'/RIKA'[< RUK'A]
( Üzerine yazı yazılan kâğıt, deri parçası. | Kısa mektup.[ŞUKKA] | Yama. | Dilekçe. İLE Üzerine yazı yazılan kâğıtlar, deri parçaları. | Kısa mektuplar. | Yamalar. | Dilekçeler. )

- RÛMÛS[< REMS] ile RUMÛZ[< REMZ]
( Mezarlar, sinler, kabirler. İLE İşaretler, remizler, anlamı gizli olan sözler. )

- RÜKÛN[< REMS] ile RÜKN[çoğ. ERKÂN] ile RÜKÛNET
( Can ve gönülden eğilim/meyil. İLE Bir şeyin en sağlam tarafı, temel direği. | Kolon, direk. | Güçlü, nüfuzlu, önemli kimse. | İslâm tüzesinde/hukukunda sözleşmenin kurulmuş sayılması için bulunması gerekli şartlar. İLE Ağırbaşlılık, gururluluk. )

- RÜÛS[< RE'S] ile RÜZZ
( Başlar. | Sadrazam'ın verebileceği küçük rütbeler için verilen resmî yazı. | İlmiye, âlimler/ulemâ derecelerinden biri.[Medrese öğrenimini tamamlayıp mülâzim olanlar, yedi yıllık mülâzemet süresini de tamamladıktan sonra Şeyhülislâm'ın bulunduğu yeterlik/rüûs sınavına girerken, kazananlar müderris tayin olunurdu.] İLE Pirinç.[ERZ] )

- SÂ' ile SÂ' ile SAA/SİA[< VÜS'AT] ile -SÂ[Fars.] ile -SÂ/Y[Fars.]
( S harfinin Arapça adı. İLE Bin dirhemlik bir hubûbat ölçeği. İLE Genişlik, bolluk. | Güç, takat. İLE Benzetme edatı olan "âsâ"nın hafifletilmişi.[ANBER-SÂ: Anber gibi. | GAYR-SÂ: Gayır gibi.] İLE "süren/sürücü" anlamlarıyla birleşik sözcükler yapar.[CEBHE-SÂ: Yüz süren. | CEBÎN-SÂ/Y: Alın süren.] )

- SE ile SE[Fars.]
( Osmanlı abecesinin beşinci harfi. | Ebced hesabında 500 sayısının karşılığıdır. İLE Üç. | Tavla zarının üzerindeki üç nokta [PENC Ü SE: Beş ve üç.]. )

- SÂAT[çoğ. SÂÂT] ile SÂÂT[< SÂAT]
( Saat. | Zaman, vakit. | Belirli/muayyen vakit. | Kıyâmet. İLE Saatler. )

- SABBÂR[< SABR] ile SABBÂR
( Atlas çiçeği, kaktüs. | Mısır/Frenk inciri. İLE Çok sabırlı, sabrı çok olan. )

- SABG ile SÂBİG/A ile SÂBIK[< SEBK]
( Boyama/boyanma. | Bazı bitki köklerine ispirto, eter gibi şeyler karıştırılarak yapılan ilâç. İLE Tam, uzun, ayrıntılı/tafsilâtlı. İLE Geçici, geçen, geçmiş. | Şimdikinden bir önce memurlukta bulunmuş olan. | İleride bulunan, zamanca/rütbece önde bulunan. )

- SÂBIKAN ile SÂBIKÎN[< SÂBIK]
( Daha önce, bundan önce. İLE Geçmişler, önce gelmiş olanlar. )

- SÂBİ' ile SÂBİ'/SÂBİA ile SABÎ[çoğ. ASBİYE, SIBYÂN, SIBVÂN, SABYE, SIBYE, SUBYE] ile SABÎH
( Yıldızlara tapanlardan sebea'lı. İLE Yedinci. İLE Henüz memeden kesilmemiş eril çocuk. | Üç yaşını tamamlamamış eril çocuk. İLE ... )

- SABÎH[< SUBH] ile SÂBİH[< SİBÂHAT]
( Güzel, şirin, lâtif. İLE Yüzen, yüzücü. )

- SÂBÎHA[< SİBÂHAT] ile SÂBİHÂT[< SÂBÎHA]
( Gemi. İLE Gemiler. | Yıldızlar. | İmanlıların ruhları. )

- SÂBİT[< SEBÂT, SÜBÛT] ile Sâbit
( Hareketsiz, kımıldamayan, yerinde duran. | İspat edilmiş, anlaşılmış. İLE Ünlü Türk şairlerindendir.[ö. 1716, h. 1124] )

- SÂD/SÂDD[< SEDD] ile SÂD ile SA'D ile SAD ile SAD[Fars.]
( Kapayan, örten. | Aksu, göz perdesi. İLE Göz ağrısı/hastalığı. İLE Kutluluk. | Uğur. | Kutlu, uğurlu.[SA'D-ÜD-DÎN/SÂDETTİN: Dini uğurlu, kutlu kılan.] İLE Osmanlı ve Arap abecesinin onyedinci harfidir.[ebced hesabında 90 sayısının karşılığıdır] İLE Yüz/100. )

- SADAKAT[< SADAKA]["ka" uzun okunur] ile SADÂKAT[< SIDK]
( Sadakalar. | Müslümanların ellerinde bulunan ve fakirlere/düşkünlere verilen üç maldan biri. İLE Dostluk, içten bağlılık, vefâlılık. Doğruluk, yürek doğruluğu. )

- SÂDE[< SEYYİD] ile SÂDE[< SÂDEC/SÂZEC]
( Seyyidler. İLE Düz, basit, yalın, gösterişsiz. | Süssüz. | Karışıksız, katkısız. | Derin düşünemeyen, bön, saf adam. | Yalnız, ancak. | Arasına, içine peynir vb. konulmamış hamur. )

- SÂF/SAFF[çoğ. SUFÛF] ile SÂF/SÂFÎ[< SAFÂ, SAFVET] ile SAFH
( Dizi, sıra, camide cemaatin sırası. İLE Temiz, katkısız, karışık olmayan, halis. | Bön, kolay aldanabilen, kurnazlığa aklı ermeyen. İLE Yüz çevirme. | Affetme, suç bağışlama.[AFV] )

- SÂFİL ile SÂFİL
( Aşağı, alçak. İLE Çökelek, tortu. )

- SÂFİR[< SEFER | çoğ. SÜFFÂR] ile SAFÎR
( Yola çıkmaya hazır, yolcu. | Yazıcı, kâtip. İLE Islık. | İnce, güzel ses. | Islığımsı ses. | Gök yakut. )

- SAH/SAHÂ ile SAH/SAHH[< SIHHAT]
( Cömertlik, elaçıklığı. İLE "doğrudur, yanlışsızdır" anlamına, resmî yazılara konulan bir işaret. )

- SAHÂ' ile SÂHA[çoğ. SÂH, SÂHÂT]
( Cömertlik, elaçıklığı. İLE Alan, meydan, avlu. )

- SAHARÎ ile SAHÂRÎ[< SAHRÂ]
( Kaya ile ilgili, kaya cinsinden. İLE Çöller, sahrâlar, kırlar. )

- SAHB ile SAHB[< SÂHİB]
( Gürültü, patırtı etme. İLE Yakın dostlar, sahipler. )

- SAHÎ ile SÂHÎ[< SEHV]
( Cömert, eliaçık. İLE Yanılan, hata işleyen. )

- SAHÎK ile SÂHİK
( Uzak. | Çok karışık anlaşılmaz söz. İLE Ezip döven. )

- SÂHİL ile SAHÎL ile SÂHİL
( Kişneyici, kişneyen. İLE At kişnemesi. İLE Deniz/nehir/göl kenarı, kıyı, yalı. )

- SAHÎN[< SUHÛNET] ile SAHÎN[< SİHAN]
( Sıcak, kızgın, ısınmış. İLE Kalın. | Sık. | Katı, pek. )

- SÂHİR[< SİHR] ile SÂHİR[< SEHER] ile SÂHİR[< SAHR]
( Büyücü. | Büyüleyici etki yaratan güzel. İLE Gece uyumayan, uykusuz. İLE Maskaralık eden. )

- SAHÎRE ile SÂHİRE[çoğ. SÂHİRÂT, SEVÂHİR]
( Yeryüzü. İLE Büyücü. )

- SAHN ile SAHN ile SAHN
( Sıcaklık, hararet. İLE Avlu. | Evin ortasındaki açıklık. | Oyuk, boşluk, boş yer. | Orta, meydan, aralık; cami ve medreselerde toplanmaya yönelik üstü kubbeli, örtülü yer. | Büyük kâse. | Sahan. | Sahne. | Zil. | Kulağın dış boşluğu. İLE Kırma. )

- SAHNÂN/SAHANÂN/SUHNÂN ile SAHNÂN
( Sıcak gün. | Sıcak, kızgın. İLE Çifte zil. )

- SAHR ile SAHR/SUHÛR[< SAHRE]
( Kaya. İLE Büyük taşlar, kayalar, maden kütleleri. )

- SAHÛR ile SAHÛR[< SİHR] ile SÂHÛR[< SAHRE] ile SÂÛR[< SA'R]
( Temcit yemeği, sahur. İLE Gece uyanıklığı, uykusuzluk. | Ay ağılı. İLE Dünyanın aya düşen, ay tutulmasını oluşturan gölgesi. İLE Ocak, fırın. )

- SÂİB ile SÂİB[< SEVÂB] ile SÂİB[< SE'B]
( Bir yerle, bir şeyle ilişiği olmayan. İLE Yanlışsız, doğru, yanlışlık yapmayan. | Amaca, hedefe uygun. | Hedefe doğru ulaşan. İLE Yağmur getiren bora[İt. < Yun.][: genellikle arkasından yağmur getiren sert ve geçici rüzgâr/yel.]. )

- SÂİBE ile SÂİBE[< SEVÂB]
( Başıboş bırakılmış hayvan, dişil deve. İLE Saib'in dişili/müennesi. )

- SÂİD[< SUÛD] ile SÂİD[çoğ. SEVÂİD] ile SAÎD[< SUÛD]
( Yukarı çıkan, yükselen, kalkan/kalkıcı. | Ön kol. | Pestten tize doğru giden çıkıcı dizi.[>< NÂZİL(İNİCİ): Tizden peste doğru] İLE Kolun dirsekle bilek arasındaki bölümü. İLE Yüksek. | Yukarı çıkan. )

- SÂİK[< SÂKA] ile SÂİK[< SEVK]
( Ardçı.[askeriyede] İLE Götüren, sevk eden. | Süren/sürücü. | Güdü.[MOTIVATION(İng.), MOTIF(Fr.)] )

- SÂİL[< SAVLET] ile SÂİL[< SUÂL]
( Saldırıcı/saldıran. İLE Soran, suâl eden. | Dilenci. | Akıcı/akan.[< SEYELÂN] )

- SAÎR ile SÂİR[< SEYR] ile ŞÂİR[< Şİ'R]
( Ateş, alevli ateş. | Tamu, cehennem. İLE Harekette olan, yürüyen, seyir eden. | Bir şeyden kalan başka şey. | Geçen, dolaşan. | Başka, öteki/diğer, gayri. İLE Ozan, şiir yazan/yazarı. )

- SÂK[çoğ. SİKAN, SÛK] ile SAK/SAKK[çoğ. SİKÂK, SUKÛK]
( Baldır, incik. | [botanikte] Sap. | [geom.] Kenar. İLE Şer'î mahkemeden verilen îlâm, berat, kadı hücceti ve bunun gibi yazılardaki tabirler, deyimler. | Vesîkalar. )

- SA'KA ile SÂKA[< SEVK | çoğ. SÂİK]
( Bayılma, baygınlık. İLE Ardçılar, ordunun gerisinde bulunan askerler. )

- SAKAM[çoğ. ESKAM] ile SAKAM[çoğ. ESKAM]["ka" uzun okunur]
( Hastalık, illet. İLE Hastalık, illet. )

- SAKAR ile SAKAR[Ar.]
( Bazı hayvanların, özellikle atların alınlarında bulunan beyaz leke, küçük akıtma. | Sık sık küçük, önemsiz kazalar yapan. İLE Tamu, cehennem.[Fars. DÛZAH] )

- SAKÎ ile SÂKÎ[< SAKY | çoğ. SUKAT]
( Kırağı, çiy.[Fars. JÂLE, ŞEBNEM, BEŞG, BEŞM | Yun. DROSOSTALIDA] İLE Su veren/dağıtan. | Kadeh, içki sunan. | Baldıra, ya da baldır kemiğiyle ilgili. | İnsana/insanlara, Allah sevgisi/nuru saçan kişi. )

- SAL' ile SÂL[Fars.]
( Baş tepesinin dazlaklığı/kılsızlığı. İLE Yıl/sene. )

- SALÂ' ile SALÂH
( Cuma namazına ve bazı yerlerde cenazeye çağırmak için minarelerde okunan salavat. | Meydan okuma, "kendine güvenen varsa çıksın!" diyerek bağırma. | Bir mahalle çocuklarının, başka bir mahalle çocuklarıyla taş kavgalarına çıkmaları. | Mevlevîlerde, "can"ları namaza/mukabeleye/yemeğe çağırma. İLE Düzelme, iyileşme, iyilik. | Rahatlık, barış. | Dine olan bağlılık. )

- SALEP ile SA'LEB[çoğ. SAÂLİB]
( Salepgillerin örnek bitkisi, orkide. [Lat. ORCHIS] | Bu bitkinin yumru durumundaki köklerinden dövülerek hazırlanan beyaz toz. | Bu tozun, şekerli süt ya da su ile kaynatılmasıyla yapılan sıcak içecek. İLE Tilki. )

- SALÎB[çoğ. SILÂB] ile SÂLİB[< SELB]
( Haç. [Fars. ÇELİPÂ] İLE Kapıp götüren, alan, alıp yok eden. | Olumsuzlaştıran/menfîleştiren. | İnkâr eden. )

- SÂLÛS[çoğ. SILÂB] ile SÂLÛS[Fars.]
( Teslîs. [fels. TRIVIUM] İLE İkiyüzlü/riyâkâr. )

- [Fars.] SÂM[çoğ. SILÂB] ile Sâm
( Gökkuşağı, eleğimsağma. İLE Hz. Nuh'un oğlu.[Semitik kavimler, bu nesildendir] )

- SÂMÂN[Fars.] ile Sâmân
( Servet, zenginlik. | Rahat, dinçlik. | Düzen. | Kudret, iktidar. İLE Sâmânî devletinin kurucusu. )

- SAMÂNÎ ile Sâmânî[Ar., Fars. çoğ. SÂMÂNİYÂN]
( Saman renginde, açık sarı. İLE Sâmânî devletinden olan. )

- SÂMÎ[< SÜMÜVV] ile SÂMÎ ile SÂMİ'[< SEM | çoğ. SÂMİÎN, SÂMİÛN] ile Sâmî ile Sâmî ile Sâmi ile SÂMİH
( Yüksek, yüce.[Sadrâzamla ilgili olan ve o makamdan çıkan işler için kullanılırdı] | Ünlü/şöhretli. İLE Katılık, sertlik, kuruluk. İLE Duyan/işiten. | Dinleyen/dinleyici. İLE Sâm soyundan olan. İLE Asurca, İbranice, Habeşçe gibi dilleri konuşan çeşitli kavimlerinin toplandığı kol. | Bu koldan olan. İLE XVIII. yüzyılda yaşamış, Osmanlı şairlerindendir.[Arpa Emîni Zâde adıyla ünlüdür.] İLE Eliaçık/cömert. )

- SÂMİN ile SÂMİN
( Yağlı, semiz. İLE Sekizinci. )

- SÂMİR ile SÂMİR
( Gece toplantıları. İLE Meyveli, meyve tutmuş. )

- SAN'AT[çoğ. SAN'ÂT] ile SAN'ÂT[< SAN'ÂT]
( Sanat, ustalık, hüner, mârifet. | Bir şeyi güzel yapmak, bir şeyin güzel, beğenilir olması için uygulanan kurallar. İLE Sanatlar, ustalıklar, hünerler. )

- SAN'AT-GER ile SAN'AT-KÂR
( Sanatçı. | Esnaf. İLE Sanatçı, usta. )

- SANÎ'[< SUN] ile SÂNÎ[< SENY] ile SÂNİ'[< SUN] ile SÂNİH/A[< SÜNÛH]
( Görülen iş. İLE İkinci. İLE Yapan/yapıcı, işleyen. | Yaradan, sanat eseri olarak meydana getiren. | Allah. | [tüzel] İstisna akdinin borçlusu. İLE Zihin ve düşüncede oluşan, zihne/düşünceye doğan. )

- SAR'/SAR'A ile SÂR ile -SÂR[Fars.]
( Tutarık, tutarak, bayıltıcı bir sinir/beyin hastalığı. İLE Öc, intikam. İLE "yer" bildirerek birleşik sözcükler yapar.[ÇEŞME-SÂR: Çeşmeleri çok olan yer. | KÜH-SÂR: Dağlık yer.] )

- SAR'/SAR'A ile SÂRÂ[Fars.]
( Tutarık, tutarak, bayıltıcı bir sinir/beyin hastalığı. İLE Katkısız, hâlis. )

- SAR'Î ile SARÎ' ile SÂRÎ[< SİRÂYET] ile SÂRÎ[Fars.] ile SARÎH[< SARÂHAT]
( Sar'a hastalığı ile ilgili. | Sar'alı. İLE Yere yığılmış sar'alı kişi. İLE Bulaşan/bulaşıcı. [İng. CONTAGIOUS, Fr. CONTAGIEUX] İLE Sürücü, süren. İLE Açık, meydanda. | Belirli. | Saf, halis. | Safkan Arap atı. )

- SATHEN ile SATHÎ[Fars.]
( Dıştan, dış yüzden. İLE Dış yüzeyle ilgili. | [matematikte] Yüzeysel. [İng. SUPERFICIAL, Fr. SUPERFICIEL] | Üstünkörü. )

- SAVÂB ile SEVÂB ile SEVVÂB ile SAVB
( Doğruluk, dürüstlük. Doğru hareket/davranış/düşünce. | Doğru, dürüst. İLE Ödüllendirilen hareket/davranış/tutum. | Hayırlı hareket, hayır işleme. İLE Elbiseci. İLE Yön/cihet, taraf. )

- SAVT ile SAVT
( Ses, sadâ[insan sesi], selen. | Bağırma, haykırma, çığlık. İLE Kamçı, kırbaç. )

- [Fars.] SÂZ ile -SÂZ
( Çalgı. | Silah. | At takımı. | Sıra, düzen. | Kuvvet, kudret. | Öğrenme. | Ustalık. | Hile. | Eş, benzer. | Çıkar/menfaat. İLE "Yapan, uyduran, düzen" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar [ÇÂRE-SÂZ: Çare bulan. | HÂTIR-SÂZ: Hatır, gönül yapıcı.]. )

- SEÂBÎB ile SEÂBÎB[< SU'BÛB]
( Salya. İLE Saf su akan yerler. )

- SEB/SEBB ile SEB'
( Sövme, sövüp sayma. İLE Yedi/7. )

- SEB'A ile Sebâ ile SEBBÂH[< SİBÂHAT]
( Yedi/7. İLE Hz. Süleyman'ın eşi/zevcesi Belkîs'in Yemen'de, hükmü altında bulundurduğu mâmur olan şehri. İLE Suda yüzen, yüzücü. | Yüzgeç. )

- SEBÎ[çoğ. SEBÂYÂ] ile SEB'Î
( Savaşta esir düşen. İLE Yedi sayısıyla ilgili olan. | Yedi günde bir gelen sıtma. )

- SEBK ile SEBK
( İleri geçme, ilerleme, vâki olma. | Koşuda kazanan hayvan. İLE Bir şeyi eritme, kalıba dökme. | İbârenin tarz ve tertîbi. | Yargılama sonucunda edinilen kanaatin karara yazılması. )

- SEBT ile SEBT
( Yazma, kaydetme, deftere geçirme. İLE Cumartesi. )

- SEBÛ'[çoğ. SİBÂ'] ile SEBÛ[Fars.] ile SEBÛH[< SİBH]
( Yırtıcı hayvan. İLE Testi. | Şarap kabı. İLE Yüzgeç. )

- SEDÎD[< SEDÂD] ile SEDÎD
( Doğru, hak. İLE [anatomide] Kapak. )

- SEDÎL[çoğ. SEDÂİL] ile SEDÎR[< SADR]
( Askı, perde, zar, örtü. İLE Odanın baş tarafına konulan döşenmiş kerevet. | Karyola. )

- SEDN[çoğ. SEDÂİL] ile SEDN
( Puthane. | Tapınak. İLE Gövde örgenlerinin anormal şekilde gelişmesi. )

- SEFER[çoğ. ESFÂR] ile SEFER[çoğ. ESFÂR]
( Arabî ayların ikincisi.[yılbaşının Muharrem olması itibariyle] İLE Yolculuk. | Savaşa gitme. | Savaş. | Askerin savaş durumunda ya da savaşa hazır bulunması durumu. | Kere, kez, defa. | Üç gün, üç gece süren yolculuk. | Gönlün Allah'a yönelişi. )

- SEHER[çoğ. ESHÂR] ile SEHER
( Tan yeri ağarmadan biraz önceki zaman. İLE Uykusuzluk, gece uyumama hastalığı. )

- SEHM[çoğ. SİHÂM] ile SEHM[Fars.]
( Ok. | Yay. | Aksiyon, hisse bedeli. | Pay, hisse, kısım. | [tomruklarda] Eğrilik payı. İLE Korku, dehşet. )

- SEL'A[çoğ. SELEÂT, SİLA'] ile SELÂ'
( Hıyarcık. | Ur. | Başta olan yarık. İLE Cenin torbası, son. )

- SELÂSÎN ile SELÂSÎN
( Otuz. İLE Yaprakları çok küçük bir ağaççık. )

- SELBEN ile SELBÎ
( Kaldırarak, yok ederek, gidererek. | İnkâr yoluyla. İLE Olumsuzlukla ilgili. )

- SELEM ile SELEM
( Diş gediği. İLE Peşin para ile veresiye mal alma. )

- SELÎS ile SELÎS[< SELÂSET]
( Kolay, yumuşak. | Bağlı, boyun eğmiş. İLE Düzgün, akıcı. | Türk halk şiiri ve müziğinin XIX. yüzyıl başlarında meydana çıktığı anlaşılan bir şekli. )

- SELLE ile SELLE[çoğ. SELÂT, SİLÂL]
( Koyun/keçi sürüsü. İLE Sele, sepet. )

- SEMÂ'[< SÜMÜVV | çoğ. SEMÂVÂT] ile SEMÂ'
( Gökyüzü. İLE İşitme, duyma. | Mevlevî âyinlerinde tarikat mensublarının cezbe haliyle ayakta dönmesi, zikretmesi. )

- SEMÂN ile SEM'AN ile SEMÂN
( Sekiz. İLE İşiterek. | Dinleyerek. İLE Gök, semâ. | Güneş ayının yirmiyedinci günü. | Bıldırcın. )

- SEMEN[</aslı SEMN, SİMEN] ile SEMEN[çoğ. ESMÂN] ile SEMEN[Fars.]
( Semizlik, yağlılık. İLE Baba, değer/kıymet, tutar. İLE Yasemin. )

- SEMER ile SEMER[çoğ. ESMÂR, SİMÂR]
( Gece sohbeti/toplantısı. İLE Meyve. | Verim, mahsul. | Sonuç. )

- SEMÎ' ile SEM'Î[< SEM] ile SEMÎH
( Duyan/işiten, duyma gücü olan | Allah'ın adlarından. İLE Duyma/işitme ile ilgili. İLE Eliaçık, cömert, semâhatli. )

- SEMÎN[çoğ. SİMÂN] ile SEMÎN
( Semiz, şişman, besili, yağlı. İLE Değerli, pahalı. )

- SEMÎR ile SEMÎR
( Meyve veren, meyveli. İLE Arkadaş. [geceleyin birlikte sohbet eden] )

- SENÂ'[çoğ. ESNİYE] ile SENÂ'
( Övme, övüş. İLE Meyve ve yapraklarının karışmasından meydana gelen baklagillerden iç sürdürücü bir ot. | Şimşek parıltısı. )

- SENEVÎ ile SENEVÎ[< SÜNÂÎ]
( Bir yıllık, yıl ile ilgili. İLE Biri hayr, öteki şer için olan iki yaratıcının bulunduğuna inanan mecûsîlerden olan kişi. )

- SENİYY/SENİYYE ile SENİYYE[çoğ. SENÂYÂ]
( Yüksek, yüce. İLE Öndeki dört diş. )

- [Fars.] SER ile SER-
( Baş, kafa, kelle. | Baş, başkan. | Tepe, doruk/zirve. | Uc kenar. | Son, nihâyet. İLE "Baş, başkan" anlamlarıyla başa gelerek birleşik sözcükler yapar. [SER-KÂTİB: Başkâtip.] )

- [Fars.] SERÂ/SERÂY ile -SERÂ ile SERÂ[Ar.]
( Saray. | Büyük konak. | Hükümet konağı. İLE "Şarkı söyleyen" anlamlarıyla başa gelerek birleşik sözcükler yapar. [NAĞME-SERÂ: Türkü, şarkı söyleyen.] İLE Toprak. )

- SER-BEST ile SER-BESTE
( Başıboş, kayıtsız. | İstediği gibi hareket eden. | Sıkılmayan. | Engelsiz. İLE Başı bağlı. | Başı toplu, aklını başına toplamış. | Örtülü, gizli, kapalı. )

- SERD ile SERD ile SERD[Fars.]
( Sözü, düzgün ve uygun söyleme. İLE Doğrama, doğranma. İLE Soğuk. | Sert, haşin, çirkin. | Sert, kaba, hoyrat. )

- [Fars.] SER-TÂB ile SERTÂB
( İnatçı. İLE Cildin tamamlayıcısı olarak yapılan ve kitabın üst bölümünü örten miklab'ın açıkta duran üst bölümü. )

- SEVÂMM[Ar. < SÂMME] ile SEVÂİM[Ar. < SÂİME]
( Zehirli hayvan/lar. İLE Çayıra boşu boş olarak salıverilen hayvanlar, otlak hayvanı. | Zekât hesabına katılan çift tırnaklı hayvanlar.[koyun, keçi, sığır, deve vs.] )

- SEVÂNÎ[Ar. < SÂNİYE] ile SEVÂNİH[< SÂNİHÂ]
( Saniyeler. | İkinci derece şeyler. İLE İçe doğan şeyler. )

- SEYEHÂN ile SEYEHÂN
( Gezi, seyahat. | Gölgenin güneşle beraber dönmesi. İLE Batma.[vapur, gemi vs.] )

- SEYL[< SÜYÛL] ile SEYR
( Sel. | Şiddetle gelen şey. İLE Yürüme, yürüyüş, gitme, hareket. | Yolculuk. | Gezme, gezinme. | Eğlenmek üzere bakma. | Uzaktan bakıp karışmama. | Gezilecek, görülecek şey/yer. )

- SEYYÂL[< SEYELÂN] ile SEYYÂR[< SEYR]
( Akıcı, akan. | [fizikte] Akışkan.[Fr. FLUIDE] İLE Gezici, gezen, dolaşan. | İstenilen tarafa taşınabilen. [Fr. PORTATIF] | Bir yerde durmayıp dolaşan, yer değiştiren gök cismi. )

- SEZÂB/SEDÂB ile SEZÂB[Fars.]
( Sedefotu. İLE Su teresi. )

- SIYÂS/Î[< SIYSA] ile SİYÂSÎ
( Kaleler. | Köşkler. | Sığınılacak yerler. İLE Siyâset gereği olan. | Diplomatça olan, politik. | Siyâsetle uğraşan. )

- SİGAR[< SAGÎR]["ga" uzun okunur] ile SİGAR ile SİGÂL[Fars.]
( Küçükler. İLE Küçüklük, ufaklık. İLE Düşünce/fikir. | Kuruntu. )

- SİHÂ'[çoğ. ESHİYE] ile SİHÂH/SIHÂH[< SAHÎH]
( İnce deri. | Beyin zarı. İLE Doğrular, gerçekler. )

- SİKA'["ka" uzun okunur] ile SİKA[< VÜSÛK | çoğ. SİKAT]
( Kırba, sakaların içine su koydukları köseleden yapılmış kab. İLE Güven, emniyet. | İnanılır, güvenilir kişi. )

- SİLÂ'[çoğ. SELEÂT] ile SİL'A
( Hıyarcıklar, urlar. İLE Ticaret malı. | Gövdede olan ur. | Sülük. )

- SİLK[çoğ. SELEÂT] ile SİLK
( Pancar. İLE İplik. | Sıra, dizi. | Yol; meslek, tutulan yol. )

- SİMÂ' ile SİMÂ'[Fars.]
( Çalgı dinleme, çalgılı tören. İLE Yüz, çehre, beniz. | Kimse. )

- SİMÂT ile SİMÂT ile -SİMÂT[< SİME]
( Sofra, yemek masası. | Sofraya gelmiş yemekler. | Ziyafet. İLE Nişan, alâmet; damga, iz. İLE Damgalar, izler, işaretler. )

- SÎN ile Sîn ile SİN/SİNN[çoğ. ESİNNE, ESNÂN, ESÜNN]
( Osmanlı abecesinin onbeşinci harfi. Ebced gesabubda 60 sayısının karşılığıdır. | Sual sözcüğünün kısaltılmış şekli. İLE Çin. İLE Diş. | Yaş, ömrün derecesi. )

- Sînî ile SÎNÎ/SİNÎ[Fars.]
( Çin'li. | Çin'de yapılmış, Çin işi porselen. İLE Büyük tepsi. )

- SİNE ile SÎNE[Fars.]
( Uyuklama, uyku bastırma, ımızganma. İLE Göğüs, yürek/kalp. )

- SİNÎN[< SENE] ile Sînîn[Fars.]
( Yıllar. İLE Sînâ Dağı, Tûr-i Sînâ. )

- SİNNEN[< SENE] ile SİNNÎ[Fars.]
( Yaşça, yaş bakımından. İLE Dişe ait, dişle ilgili. )

- Sİ'R[çoğ. ES'ÂR] ile SÎR[Fars.]
( Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle zorunlu gereksinim maddeleri için devletçe saptanan fiyat. [Fars. NARH] İLE Tok, doymuş. | Sarmısak. )

- SİRKE ile SİRKE[Fars.]
( Ekşimiş üzüm suyu. | Birtakım kimyasal yöntemlerle hazırlanmış bileşiklerin ortak adı. İLE Bit, tahtakurusu gibi asalak böceklerin yumurtası. )

- SİT ile SÎT
( Hanım. | Altı. İLE Ün, iyi şöhret. | Çatırdı, patırtı. )

- [Fars.] -SİTÂN ile -SİTÂN
( Yer adı yapmaya yarayan ek. [GÜL-SİTÂN: Gül bahçesi, güllük. | SENG-SİTÂN: Taşlı yer, taşlık.] İLE "Alan/alıcı" anlamlarıyla birleşik sözcükler yapar. [DİL-SİTÂN: Gönül alan.] )

- SİTÂRE[< SETR | çoğ. SETÂİR] ile SİTÂRE[Fars. çoğ. SİTÂREGÂN]
( Örtünülecek, perdelenecek şey. İLE Yıldız. | Taih, kader, baht. )

- SİYÂSETEN ile SİYÂSÎ
( Siyaset bakımından, diplomatlıkça. İLE Siyaset gereği/icabı olan. | Diplomatça olan, politik. | Siyasetle uğraşan. )

- SÛ' ile SÛ/Y[Fars.]
( Kötülük, fenalık. | Kötü, fena. İLE Yan, taraf, cihet. )

- SUÂL ile SUÂL ile ŞUAL[< ŞU'LE]
( Sorma/sorulma, soruşturma, soru. | Sorulan şey. | Dilenme, dilencilik. İLE Öksürük. İLE Alevler, ateş alevleri. )

- SUBHA/SÜBHA ile SUBHA
( Çekilen tespih. | Tespih danesi. İLE [tasavvufta] Binefsihi âşikâr varolmayan fakat eşyanın sureti ile açıklık kazandığı için heyula denilen [hebâ] güneşin ışığında görülen ince toz. )

- [Fars.] SUHAN ile SÛHÂN
( Söz, lakırdı. İLE Törpü. )

- SUHÛN[< SAHNE] ile SUHUN/SUHAN[Fars.]
( Sahneler. İLE Söz, lakırdı. )

- SÛK[< SÂK] ile SÛK[çoğ. ESVÂK]
( Baldırlar, incikler. | [botanikte] Saplar. | [geom.] Kenarlar. İLE Çarşı, pazar, alım-satım yeri. )

- SUKUB[< SUKBE] ile SUKUB[< SAKB/SUKB]["ka" uzun okunur]
( Delikler. İLE Delmeler, delinmeler. | Bir taraftan öteki tarafa kadar açık olan delikler. )

- SUKUT["ku" uzun okunur] ile SÜKÛT
( Düşme, aşağı inme. | Sarkma. | Büyük bir görevden ayrılma. | Çocuğun eksik ya da ölü olarak doğması. İLE Susma, söz söylememe. )

- SU'LÛK[çoğ. SAÂLİK] ile SÜLÛK[< SİLK]
( Yoksul/fakir. | Serseri. | Dilenci. İLE Bir yola girme, bir yol tutma. | Özel bir sınıfa/öbeğe katılma. | Bir tarikata intisâb etme. )

- SÛM[< SAHNE] ile SUMM[< ASAMM]
( Sarmısak. İLE Sağırlar. )

- SÛD[< SEVDA] ile SÛD[Fars.]
( Sevdâlar. İLE Yarar, kâr, kazanç. )

- SÛR[çoğ. ESVÂR, SÎRÂN] ile SÛR ile SU'R[çoğ. ES'ÂR] ile SÛR[Fars.]
( Şehrin etrafına çekilen yüksek duvar, kale, hisar. İLE Boynuzdan yapılmış büyük boru. | Kıyamette, Hz. İsrâfil'in üfleyeceği boru. İLE Artık.[yiyecek-içecek için] İLE Düğün. | Ziyafet. | Şenlik. )

- SUR'A ile SURÂH ile SURÂH[Fars.]
( Güreşte, çoğunlukla ters dönmüş olan. İLE Çığlık, feryad. İLE Delik, gedik. )

- SÛRÎ ile SÛRÎ[Fars.]
( Görünürde olan, hakiki ve içten olmayan. | Gösterişten ibaret olan, gösterişlik. İLE Düğüne ait, düğünle ilgili. )

- SÛS ile SÛS[Fars.]
( Huy, tabiat.[TIYNET] | Meyan kökü. İLE Güve. | Kurtçuk. )

- SUÛD ile SUÛD[< SA'D]
( Yukarı çıkma, yükselme. İLE Kutsal sayılan yıldızlar. )

- SÛZ ile -SÛZ[Fars.]
( Yanma, tutuşma, ateş, sıcaklık. | Dert, ıstırap, acı. İLE "Yakan, yakıcı" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar.[DİL-SÛZ: Gönül yakan/yakıcı. | VİCDAN-SÛZ: Vicdan yakan.] )

- SÜBÛL/SÜBÜL[< SEBÎL] ile SÜBÛR
( Sebiller, yollar, caddeler. İLE Sıkıntı, azap; mahvolma. )

- SÜBÛT ile SÜBÛR[< SEBT]
( Gerçekleşme, sabit olma, meydana çıkma. İLE Cumartesi günleri. )

- SÜCÛD ile SÜCÛD[< SÂCİD]
( Secde etme. İLE Secde edenler. )

- SÛD[< SEVDA] ile SÛD[Fars.]
( Sevdâlar. İLE Yarar, kâr, kazanç. )

- SÜFELÂ'[< SEFÎL] ile SÜFERÂ[< SEFÎR]
( Sefiller. İLE Elçiler. )

- SÜFLÎ ile SÜFERÂ
( Aşağıda bulunan. | Alçak, bayağı. | Kılıksız, kıyafetsiz. | Utarit[Merkür] ile Venüs[Zühre] gezegenleri. İLE Tortuya, döküntüye ait. | Çıkartı, dışkı. )

- SÜHÛNET ile SÜHÛNET
( Sıcaklık, kızgınlık. İLE Katılık, peklik. )

- SÜKALÂ'[< SAKÎL] ile SÜKÂRÂ[< SEKRÂN]
( Ağırlar, çirkinler; kabalar; sözü sohbeti çekilmeyen kişiler. İLE Sarhoşlar. )

- SÜNÛH[çoğ. SÜNÛHÂT] ile SÜNÛH[çoğ. SÜNÛHÂT]
( Sağlam ve emin olma. | İyi bilme. | Diş yuvaları/çukurları. İLE Akla/hatıra gelme, içe doğma. | Çıkma, zuhûr etme. )

- SÜRFE ile SÜRFE[Fars.]
( Kurtçuk. İLE Öksürük. )

- SÜRÛRÎ ile Sürûrî
( Kurtçuk. İLE XVIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış Osman adlı şair. Şiirden önce Hüznî, daha sonra Sürûrî takma adını kullanmıştır. Şiirleri hiciv ve mizah ağırlıklıdır. Şiirlerinde, ebced hesabıyla yaptığı tarihlendirmelerindeki başarılarıyla da öne çıkmıştır. [ö. 1813] )

- SÜTÛR[çoğ. SİTR] ile SÜTÛR[Fars.]
( Perdeler, örtüler. İLE ... )

- ŞA'B[çoğ. ŞUÛB] ile ŞÂB/ŞÂBB[< ŞEBÂB | çoğ. ŞÜBBÂN] ile ŞÂB[Fars.]
( Cemaat, taife, kabile. | Kızıldeniz'den çıkarılan dallı budaklı taşlar. | Bölünmüş, parçalanmış şey. | Kafatasındaki çatlaklık. İLE Genç, delikanlı; yiğit. İLE Şap. )

- ŞÂDÎ[< ŞEDÂ] ile ŞÂDÎ[Fars.]
( Mahkeme hademesi, mübaşir. | Zamanında, sultan sarayına odun götüren yeniçeri, odun ambarı memuru. | Nağme ile şiir okuyan. | İlimden, edebiyattan payı olan. | Torba oğlanı, Acemi Ocağı neferi. İLE Memnuniyet, sevinçlilik, gönül ferahlığı. )

- ŞÂFİ'[< ŞEFÂAT] ile ŞÂFÎ[< ŞİFÂ] ile ŞÂFİÎ ile ŞÂFİÎ
( Şefaat eden, hatalı kişinin affı için araya girip yalvaran. İLE Hastayı iyi eden, şifa veren. | Yeter görünen, kifâyet eden. İLE İmam-ı Şâfiî mezhebinden olan kişi. İLE Dört mezhepten birinin imamı olan kişi. [İdris][Hicrî: 150 - 204] )

- ŞÂHİD[< ŞEHÂDET | çoğ. ŞEVÂHİD] ile ŞÂHİD[Fars.]
( Tanık. | Senet yerine geçecek şekilde büyük bir eserden ya da kimseden alınan örnek. İLE Sevgili. | Güzel. )

- ŞAÎR ile ŞÂİR[< Şİ'R | çoğ. ŞÂİRÂN, ŞUARÂ]
( Arpa. İLE Şair, ozan. )

- ŞÂÎRE[çoğ. ŞÂİRÂT, ŞEVÂİR] ile ŞAÎRE
( Bayan şair. İLE Arpa danesi, tek bir arpa. | Arpacık.[çoğ. ŞAÂYİR][Fr. ORGELET] )

- ŞÂKÎ[< ŞİKÂYET] ile ŞAKÎ[< ŞEKÂVET]
( Şikâyetçi, şikâyet eden. İLE Bahtsız, kötü hareketli, haylaz, habîs. | Yol kesen, haydut. )

- ŞAKK[çoğ. ŞÜKUK] ile ŞÂKK[< MEŞAKKAT]
( Yarma, yarılma, çatlama, yırtma, paralama, kırma. | Yarık, çatlak. İLE Eziyetli, zahmetli. )

- ŞÂM[< ŞÂME] ile ŞÂM[Fars.]
( [gövdede] Benler. İLE Akşam. )

- ŞÂME[çoğ. ŞÂM, ŞÂMÂT] ile ŞÂME[Fars.]
( [gövdede] Ben. İLE Akşam. )

- ŞÂT ile ŞAT/ŞATT[çoğ. ŞUTÛT] ile ŞATH ile ŞAT[Fr.]
( Koyun. İLE Büyük nehir. İLE Ciddi bir hissi ya da düşünceyi mizahî bir edayla anlatan şiir. İLE Sığ sularda, ağır yükleri taşımak için kullanılan, altı düz, bir çeşit tekne. )

- ŞÂTIR[< ŞETÂRET | çoğ. ŞUTTÂR] ile ŞÂTR[Fars.]
( Neşeli, keyifli, şen. | Büyük bir kişinin atı yanında gitmekle görevli ağa. İLE Yarı, yarım. | Bölüm, parça, kısım. | Mısra. )

- ŞEBB ile ŞEB[Fars.]
( Şap. İLE Gece. )

- ŞEB'ÂN[< ŞİB | çoğ. ŞİBÂ'] ile ŞEBÂN[Fars.]
( Tok, doymuş. [Fars. SÎR] İLE Geceler. )

- ŞECERE[çoğ. ŞECERÂT] ile ŞECÎR
( Küçük ağaç, tek bir ağaç. İLE Kısa, küçük ağaç. )

- ŞEGAF["ga" uzun okunur] ile ŞEGAF
( Kalp zarı. İLE Delicesine sevme. )

- ŞEHR[çoğ. EŞHÜR, ŞÜHÛR] ile ŞEHÎR[< ŞÖHRET] ile ŞEHİR/ŞEHR[Fars.]
( Yeni ay, hilâl. | Otuz günlük zaman. İLE Ünlü, namlı, şöhret. İLE Kent, il, büyük belde. )

- ŞEHRÎ/ŞEHRİYYE ile ŞEHRÎ[Fars.]
( Aylık, ayla ilgili. İLE Şehirli. | İstanbul'lu, İstanbul'da doğup büyüme. | İnce, kibar. )

- ŞEMM/ŞEM ile ŞEM'[< ŞÜMÛ']
( Koklama, koklanma, koku alma. İLE Balmumu. | Mum. )

- ŞE'N ile ŞENN/ŞEN[çoğ. EŞNÂN] ile ŞEN[Fars.]
( İş. | Yeni iş, yeni çıkan hal, olay. İLE Şaraba su karıştırma. İLE Naz ve edâ. | Göze ve gönüle hoş görünen hal. | Ferahlı, sevinçli. | Kendir. | Bayındır. )

- ŞE'NÎ ile ŞENÎ'[< ŞENÂAT]
( Gerçek. İLE Kötü, fena, ayıp, utanılacak. )

- ŞER/ŞERR ile ŞER ile ŞERR[çoğ. ŞÜRÛR] ile ŞERR[< EŞRÂR]
( Gerçek. İLE Kötü, fena, ayıp, utanılacak. İLE Kötülük, kötü iş. | Kavga, gürültü. [>< HAYR] İLE Kötülük eden, kötü kişi. | Daha/pek/en kötü. )

- ŞERAT[çoğ. EŞRÂT] ile ŞERÂİT[< ŞART/ŞARÎTA] ile ŞERÎAT[< ŞER | çoğ. ŞERÂİ]
( Nişan, iz, alâmet. | Bir şeyin bayağısı, en aşağısı. İLE Şartlar. İLE Doğru yol. | Allah'ın emri. | Âyet, hadîs ve icmâ-i ümmet esaslarına dayanan din kaideleri. )

- ŞERÎR[çoğ. ŞERÂİR] ile ŞERÎR[< ŞER | çoğ. EŞİRRÂ, EŞRÂR]
( Kıvılcım. İLE Kötü, kötülük işleyen, fesatçı. )

- ŞEVÂÎL[< ŞÂİLE] ile ŞEVÂÎR[< ŞÂİRE]
( Ateş alevleri. İLE Bayan şairler. )

- ŞEVK[çoğ. EŞVÂK] ile ŞEVK[çoğ. EŞVÂK]
( Diken. İLE Yoğun arzu, keyif, neşe, sevinç. Işık.[Türkçe'de] )

- ŞEVKÎ ile ŞEVKÎ
( Dikenle ilgili. İLE Şevkle, neşe ile ilgili. )

- ŞEYHÎ ile ŞEYHÎ ile ŞEYHÎ
( Divanından başka "Hüsrev ve Şîrîn", "Harnâme" adında ve mesnevi tarzında iki eseri vardır. Divanı, TDK tarafından 1942'de bastırılmıştır.[Sinan][ö. 1422 - Kütahya] İLE En çok tanıtan eseri Nev'îzâde Atâî'nin "Şakayik-i Nu'mâniyye Zeyli"ne zeyil olarak yazdığı "Vekayi-ül-fuzalâ" adındaki tezkiresidir.[Hicrî 1044-1143 yılları arasında yetişmiş âlim, şâir ve devlet adamlarının hal tercümelerini yazmaktadır.][1667 - 1732] İLE İlmî, tarih bilgisi ve şairliği ile tanınmıştır.[Abdülhamîd][ö. 1639] )

- [Fars.] ŞİKÂF ile -ŞİKÂF
( Yarık, yırtık, çatlak. | Boya ile yaldızın birlikte kullanılması suretiyle yapılan süslemeler. İLE "yırtan, yaran" anlamına gelerek birleşik sözcükler yapar.[MÛ-ŞİKÂF: Kıl yaran, kılı kırk yaran.] )

- ŞİKÂL ile ŞİKÂR[Fars.]
( Devenin ayağının bağlandığı ip, bukağı, köstek; el ve ayak zinciri. | Devenin palanını bağlayan ip. | Üç ayağı beyaz[sekili] olan at. İLE ... | ... | ... | Ganimet, düşmandan ele geçirilen mal. | Ender bulunan şey. )

- [Fars.] ŞİKEN ile ŞİKEN
( Büklüm, kıvrım. İLE "kıran, kırıcı" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar.[DİL-ŞİKEN: Gönül kıran/kırıcı.] )

- ŞİMÂLEN ile ŞİMÂLÎ[Fars.]
( Soldan, sol taraftan olarak, şimal, kuzey tarafından. İLE Şimâle ait, şimal ile, kuzeyle ilgili. )

- Şİ'R[çoğ. EŞ'ÂR] ile ŞÎR[Fars.]
( Anlama. | Şiir, edebî değeri olan nazımlı ve uyaklı söz. İLE Arslan. | Süt. | Yiğit, yürekli. )

- ŞİRÂ' ile ŞİRÂ'/Şİ'RÂ' ile Şİ'RÂ'
( Satın alma/alınma. İLE Yelken, gemi yelkeni. İLE İki yıldızın adı. )

- [Fars.] ŞÎRÎN ile Şîrîn
( Tatlı. | Sevimli, cana yakın. | Türk müziğinde büyük bir usul. İLE Ferhâd[Husrev] ile Şîrîn öyküsünün kahramanı. )

- ŞİTÂÎ ile ŞİTEVÎ
( Kışa ait, kışla ilgili. İLE Kışa ait, kışla ilgili. | Kış sebzesi. )

- [Fars.] ŞÛ/ŞÛY ile -ŞÛ/-ŞÛY
( Yıkama. İLE "yıkayan, temizleyen" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar.[CÂME-ŞÛY: Çamaşır yıkayan.] )

- ŞU'M ile ŞU'M ile ŞÛM[Fars.]
( Uğursuzluk, şeâmet. İLE Şom. İLE Uğursuz, şom. )

- ŞUÛR ile ŞUÛR[< ŞA'R] ile ŞÜHÛR[< ŞEHR]
( Anlama, anlayış, duyumsama/hissetme. İLE Kıllar. İLE Aylar. )

- [Fars.] ŞÜMÂR ile -ŞÜMÂR
( Hesap, sayı. İLE "sayan, sayıcı" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar.[HATVE-ŞÜMÂR: Adım sayıcı.] )

- ŞÜRÛ' ile ŞÜRÛH[< ŞERH]
( Başlama. İLE Açıklamalar, izahlar, şerhler. )

- [Fars.] ŞÜS ile/ve ŞÜŞ
( Akciğer. İLE/VE Karaciğer. )

- ŞÜYÛ' ile ŞÜYÛH[< ŞEYH]
( Herkesçe duyulma, bilinme, yayılma, dağılma. İLE Şeyhler. | Yaşlılar. )

- TÂ ile TÂ' ile TÂ[Fars.] ile [Fars.] ile TI[Fars.]
( Eski Türkçe'deki "te" ve "tı" harflerinin Arapça'daki adı. İLE "tı" harfinin bir adı. İLE Kat, büklüm. İLE Kadar, dek, değin. İLE Osmanlı abecesinin 19. harfi olup ebced hesabında, 9 sayısının karşılığıdır. T harfini karşılar. )

- TE ile TE[Fars.]
( Osmanlı abecesinin dördüncü harfi. | Ebced hesabında 400 sayısının karşılığıdır. İLE Kadar, dek, değin. )

- TAAB ile TAB' ile TÂB[Fars.] ile -TÂB[Fars.]
( Yorgunluk. | Sıkıntı, zahmet, eziyet, meşakkat. | Sinirlerin zayıflığından dolayı kaslarda ve çeşitli yerlerde duyulan şiddetli sancı. | Tabiat, huy. | Damga, mühür basma. | Kitap basma. İLE Güç, kuvvet, tâkat. | Işık, parlaklık. | Harâret. | Tazelik. | Kıvrım, büklüm. | Sıkıntı, eziyet. | Öfke. | Kılıcın keskinliği. İLE "parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar. [ÂLEM-TÂB: Dünyayı aydınlatan.] )

- TAABBÜS ile TAABBÜS[çoğ. TAABBÜSÂT]
( Sayıklama ya da havadaki bir şeyi tutmaya çalışır gibi ellerini sallayarak hareket ettirme. İLE Yüz ekşitme, surat asma. )

- TAADDÜD ile TAAHHÜD[< AHD | çoğ. TAAHHÜDÂT]
( Birden çok olma, çoğalma, sayısı artma. İLE Üzerine alma, yapılması için söz verme. | Bir işin yapılması için resmî olarak sözleşme. | Postaya verilen bir şeyin yerine ulaşmasını sağlama. )

- TAALÎ/TEÂLÎ[< ULÜVV] ile TAALLÎ/TEÂLLÎ[< ULÜVV | çoğ. TEALLÜYÂT]
( Yükselme, ululanma. İLE Yükselme, yüksek olma. )

- TAAMMÜD[< AMD] ile TAANNÜD[< İNÂD | çoğ. TAANNÜDÂT]
( Bir işi bilerek ve isteyerek yapma. İLE İnad etme, direnme, ayak direme. )

- TAARRUS/TAARRÜS[çoğ. TAARRUSÂT] ile TAARRUZ[çoğ. TAARRUZÂT] ile TAÂRUZ/TEÂRUZ[< ARAZ | çoğ. TEÂRUZÂT]
( Kocanın, karısına sevgi göstermesi. İLE İlişme, sataşma, takılma. | Düşmana saldırma. İLE Birbirine zıt olma. )

- TAASSÎ[< İSYÂN] ile TAAŞŞÎ
( Ayaklanma, boyun eğmeme, isyân etme. İLE Akşam yemeği yeme. )

- TÂAT ile TÂÂT[< TÂAT]
( Allah'ın emirlerini yerine getirme, ibâdet. İLE İbâdetler. )

- TAATTUL ile TAATTUR[< ITR]
( İşsiz kalma, işlemez olma. İLE Güzel kokular sürünme. )

- TAAZZÜL[< AZL] ile TAAZZÜR[< ÖZR]
( Bir tarafa çekilme. | İşten çekilme. | Ehl-i sünnet'ten Vâsıl b. Atâ'nın kurduğu mu'tezile mezhebi. | Takımdan ayrılma. İLE Özür bildirme. | Güçleşme, güç olma, olanak bulunmama. )

- TAB'AN[< TAB] ile TÂBÂN[Fars.] ile TABAN[Tr.]
( Doğal/tabiî olarak, kendiliğinden. İLE Işıklı, parlak. İLE TDK'da )

- TÂBE[< TAYYİB] ile TÂBE[Fars.] ile TÂ-BE[Fars.]
( "İyi ve temiz olsun" anlamınadır. İLE "-e kadar" anlamına gelerek sözcüklerin başına getirilir. [TÂ-BE-SABAH: Sabaha kadar. | TÂ-BE-KEY: Ne zamana kadar, niceye dek.] İLE Tava. | Geniş, düz yüzlü tuğla. )

- TAB-HÂNE[Ar., Fars.] ile TABH-HÂNE[Ar., Fars.] ile TÂB-HÂNE[Fars.]
( Matbaa. İLE Mutfak. | Lokanta. İLE Ocak ya da soba ile ısıtılan kışlık yer, çiçek sobası. | Nekahethâne.[DÂR-ÜŞ-ŞİFÂ] )

- TÂBİ'[< TEB | çoğ. TÂBİÎN, TÂBİÛN, TEBEA, TEVÂBİ'] ile TÂBİ'[< TAB] ile TABÎÎ ile TABHÎ
( Birinin ardı sıra giden, ona uyan. | Boyun eğen, bağlı kalan, birinin emri altında bulunan. | [Ar. dilb.] Kendinden önceki sözcüğe göre hareke alan sözcük. | Hz. Muhammed'i görmüş olanları(eshâbı) görüp kendinden hadîs dinlemiş olan. İLE Kitap basan/bastıran. | Matbaacı, düzenleyici(editör). İLE Doğayla/tabîatle ilgili. | Doğa gereği/îcâbı olan. | Olağan, alışılmış, her zamanki gibi. İLE Pişirmekle/pişirilmekle ilgili. )

- TABİL[çoğ. TEVÂBİL] ile TA'BÎR[< UBUR | çoğ. TA'BÎRÂT]
( Nane, biber, tarçın, karanfil gibi baharatlar. İLE Anlatma, ifade. | Bir anlamı olan söz. | Deyim. | Terim. | Rüya yorma. [HÜSN-İ TABÎR: Edep ve terbiye içinde anlatma.] )

- TADACCU' ile TADACCU[< DUCRET]
( Üşenme, gevşek davranma. İLE İç sıkılması, sıkıntı. )

- TAHÂDU'[< HUD'A] ile TAHADDU'/TAHAZZU'[< HUDÛ'/HUZÛ'] ile TAHADDUR[< HIDR/HIZR] ile TAHAZZUR[< HÂZIR] ile TAHADDÜR[< HADER] ile TAHADDÜR[< HADR] ile TAHAZZÜR[< HAZER] ile TAHATTUR[çoğ. TAHATTURÂT]
( Aldanmış gibi görünme. İLE Alçakgönüllülük gösterme. İLE Yeşilleşme, yeşil renk bağlama. İLE Hazır olma/bulunma. İLE Örtünmek, tesettür. | Uyuşma, uyuşturulma. İLE Yokuş aşağı inme. | Yukarıdan aşağı akıp gitme. İLE Sakınma, korunma, çekinme. İLE Anımsama, hatıra getirme/getirilme, unutulduktan sonra anımsanan şey. )

- TAHADDÜS[< HADS/HUDÛS] ile TAHADDÜŞ
( Sezgi. | Yok iken ortaya/meydana çıkma. İLE Tırmalanma. | Üzüntü duyma. )

- TAHALLÎ[< HÂLÂVET/HULVÂN | çoğ. TAHALLİYÂT] ile TAHALLÎ[< HALÂ]
( Kendi kendini donatma, süsleme. İLE Boşalma, boş kalma. | Tenhaya çekilme, yalnız kalma. )

- TAHAMMUS ile TAHAMMUZ[< HAZM | çoğ. TAHAMMUZÂT]
( Büzülme, büzülüp buruşma. İLE Ekşime, oksitlenme. )

- TAHAMMÜL[< HAML | çoğ. TAHAMMÜLÂT] ile TAHAMMÜR[< HAMR | çoğ. TAHAMMÜRÂT]
( Yüklenme, bir yükü üstüne alma. | Dayanma, katlanma. | Kaldırma. İLE Mayalanma, ekşime. )

- TAHÂNET ile TAHÂRET
( Değirmencilik. İLE Temizlik. | Temizlenme. )

- TAHARRÜS ile TAHARRÜZ ile TAHARRÜŞ[çoğ. TAHARRÜŞÂT]
( Çekinme, sakınma.[maddiyatta kullanılır] İLE Çekinme, sakınma.[maneviyatta kullanılır] İLE Tırmalanma, örselenme. )

- TAHASSÜR ile TAHASSÜR[< HASRET | çoğ. TAHASSÜRÂT]
( Kanın pıhtılaşması.[TAHASSÜR-İ DEM] İLE Hasret çekme. | Çok istenilen ve ele geçirilemeyen şeye üzülme. )

- TAHAŞŞU'[< HUŞÛ] ile TAHAŞŞUB
( Alçakgönüllülük. İLE Odunlaşma. )

- TAHATTÜM[< HATM] ile TAHAŞŞUB[< HATEM]
( Gerekme, gerekli olma. İLE Yüzük takınma, hatem. | Âriflerin gönüllerine Allah'ın koyduğu işaret. )

- TAHAYYÜL[< HAYAL | çoğ. TAHAYYÜLÂT] ile TAHAYYÜR[< HAYRET | çoğ. TAHAYYÜRÂT]
( Hayale getirme, hayale dalma, hayalde canlandırma. İLE Hayran olma, hayrete düşme, şaşakalma, şaşırma. )

- TAHDÎB/TAHZÎB[< HİDAB] ile TAHDİB[< HADEB]
( Saç/sakal boyama. İLE Kamburlaştırma, kamburlaştırılma, kubbelendirme. )

- TAHDÎR[< HADER] ile TAHDÎR/TAHZÎR
( Örtülendirme, örtülü bulundurma. İLE Hazırlama. | İlâç hazırlama. | Yeşillendirme, yeşil renk verme. )

- TAHIL ile TÂHIL
( Buğday, arpa, mısır, yulaf, çavdar, pirinç vb. hasat edilen ürünler ile tohumlarının genel adı, hububat. İLE Bayat su, bekleyerek bozulmuş su. )

- TAHLÎF[< HALEF] ile TAHLÎF[< HALF | çoğ. TAHLÎFÂT]
( Birini kendi yerine bırakma. İLE Yemin ettirme, yemin verme, andiçme/andiçirilme.[RESM*İ TAHLÎF: Andiçme töreni.] )

- TAHLÎL[< HALL] ile TAHLÎL[< HALL | çoğ. TAHLÎLÂT]
( Ekşitme, sirkeleştirme. İLE Çözümleme, analiz. Bütünleşik/birleşik(mürekkep) bir nesneyi belirlemek üzere bölümlere ayırma. )

- TAHLİYE[< HALY] ile TAHLİYE[< HALÂ, HALVET, HALV]
( Süsleme, donatma, bezeme. | Bir madde içine, özelliğini ya da kokusunu değiştirmek üzere şeker, baharat vb. gibi şeyler katma. İLE Boşaltma, boş bırakma. | Serbest bırakma, salıverme. )

- TAHMÎNEN ile TAHMÎNÎ
( Aşağı yukarı. İLE Tahmine ait, tahminle ilgili, aşağı yukarı hesaplanan. )

- TAHLİYE[< HAMR | çoğ. TAHMÎRÂT] ile TAHLİYE[< HİMÂR | çoğ. TAHMÎRÂT]
( Yuğurma, yuğrulma. | Mayalandırma. İLE Birine "eşek" deme. )

- TAHMÎS[< HUMS | çoğ. TAHMÎSÂT] ile TAHMÎS[< HAMS] ile TAHMÎS ile TAHMÎZ
( Bir şeyi beş kat ya da beş köşeli yapma. | Bir şiirin her beytinin üstüne üçer mısrâ katarak her beyti beşer mısrâya çıkarma.[bkz. TEŞTÎR] İLE Ateşte kızdırıp kavurma. İLE ... İLE Humuzlandırma, oksitlendirme. )

- TAHRÎF[< HAREF] ile TAHRÎF[< HARF | çoğ. TAHRÎFÂT]
( Genç birine bunaklık isnâd etme. İLE Harflerin yerini değiştirme, bozma, kalem oynatma, değiştirme. | Bir tanımın anlamını değiştirme. )

- TAHRÎK[< HAREF] ile TAHRÎK[< HARK] ile TAHRÎK[< HAREKET | çoğ. TAHRÎKÂT]
( Yırtma, yırtılma, yarma, yarılma. İLE Çok yakma/yakılma. | Susatma/susatılma. İLE Kımıldatma, oynatma. | Kışkırtma, azdırma. | Yola çıkarma. | Uyandırma. | Meczum(cezimli) bir harfi hareke ile okuma.[İLM sözcüğünü İLİM olarak okuma.] )

- TAHRÎREN ile TAHRÎRÎ
( Yazı ile, yazarak. İLE Yazı ile, yazı ile ilgili. )

- TAHRÎS ile TAHRÎS[< HIRS | çoğ. TAHRÎSÂT] ile TAHRÎZ[< HIRZ | çoğ. TAHRÎZÂT] ile TAHRÎŞ[çoğ. TAHRÎŞÂT]
( İçinde bir şey saklanılan nesne. Ambar. İLE Hırslandırma/hırslandırılma. İLE Kışkırtma, kışkırtılma. İLE Tırmalama, tırmalanma. | Yakış kaşındırma, azdırma. )

- TAHSÎN[< HÜSN | çoğ. TAHSÎNÂT] ile TAHSÎN[< HISN] ile TAHZİN
( Güzel bulup takdir etme, beğenip alkışlama. | Güzelleştirme, güzel kılma. İLE Kale gibi sağlamlaştırma. İLE ... )

- TAHSÎR[< HASRET] ile TAHSÎR[< HASÂR] ile TAHZÎR
( Özlem duyma, duydurma. İLE Zarara uğratma. İLE ... )

- TAHŞİYE[< HAŞY] ile TAHŞİYE[< HAŞYET]
( Hâşiye yazma. İLE Ürperme, ürpertilme. )

- TAHT ile TAHT[Fars.] ile TAHT[Fars.]
( Alt, aşağı. [>< FEVK] İLE Hükümdarların oturduğu büyük koltuk. | Hükümdarlık makamı. İLE Yağma, çapul, soygun, talan. )

- TAHTE ile TAHTE[Fars.] ile TAHTE[Fars.]
( Alt, altta, altında. İLE Tahta. İLE Yağmalanmış, talanlanmış. )

- TAHDÎD[< HADD | çoğ. TAHDÎDÂT] ile TAHTÎT[< HATT]
( Sınırlama, sınır çizme. İLE Çizme, çizilme, çizgi ile belirli kılma. | Çizgi. )

- TAHYÎL[< HAYÂL | çoğ. TAHYÎLÂT] ile TAHYÎR[< HAYR | çoğ. TAHYÎRÂT]
( Akla/fikre getirme/getirilme. İLE Birini, iki şey arasından birini tercih etmek durumunda bırakma, istediğini tercih etmeyi teklif etme. )

- TAHZÎB[< HİZB] ile TAHZÎB[< HİZAB]
( Takım takım toplama. İLE Saç/sakal boyama. )

- TAHZÎL ile TAHSÎL[< HUSÛL] ile TAHZÎR
( Alçaltma, bayağılaştırma. İLE Ele geçme/geçirilme, hâsıl etme. | Vergi toplama. | İlim öğrenme. İLE ... )

- TAHZÎN[< HÜZN] ile TAHZÎN ile TAHSÎN
( Kederlendirme, tasalandırma. | Hazin hazin Kur'an-ı Kerîm okuma. İLE Hazinede saklama. İLE ... )

- TAHZÎR ile TAHZÎR ile TAHZÎR[< HAZER | çoğ. TAHZÎRÂT]
( Hazırlama. | İlâç hazırlama. | Yeşillendirme, yeşil renk verme. İLE Önleme, men etme. İLE Sakındırma. | Men etme. )

- TÂÎ ile Tâî
( T harfine ait, T ile ilgili. İLE Tayy boyundan olan, Tayy boyuna ait, onunla ilgili. )

- TÂİB[< TEVBE] ile TAYYİB/E
( Tövbe eden. | XVIII. yüzyılda, Lâle Devri'nde, şairlerin önderi sayılan şair. İLE İyi, güzel, hoş. | Hz. Muhammed'in, annesi Âmine'ye verdiği bir ad. )

- TÂİL ile TÂİR[< TAYERÂN]
( Yarar. İLE Uçucu, uçan. | Kuş. )

- TÂK[çoğ. TÂKAT, ETVÂK, TÎKAN] ile TÂK[Fars.]
( Bina kemeri. | Yarım daire şeklinde kapı ve pencere üstü. | Kubbe, künbet. İLE Asma, üzüm kütüğü. )

- TÂKA ile TÂKA/TÂKAT[< TÂK]
( Kubbeli mahfe. | Pencere. İLE Güç, kuvvet. | Taklar. | Güçler, tâkatler. )

- TAKAŞŞU'/TEKAŞŞU'[< KAŞ] ile TAKAŞŞUR[< KIŞR]
( Balgam çıkarma. İLE Kabuklanma, kabuk atma. )

- TAKATTUR[< KATR, KUTÛR, KATARAN] ile TAKATUR/TEKATUR[< KATRE]["ka" uzun okunur]
( Damlama, damla damla akma. İLE ... )

- TAKAYYUH/TEKAYYUH[< KAYH] ile TAKAYYÜ'
( İrinlenme. İLE Kusar gibi olup kusamama. )

- TAKIYYE ile TAKIYYE
( Sakınma, çekinme. | Birinin, bağlı olduğu mezhebi gizlemesi. İLE Takke. )

- TAKLÎDEN ile TAKLÎDÎ
( Tıpkısını, benzerini yaparak. | Gülünç tarafını belirterek. İLE Taklitle yapılan.[SAVT-İ TAKLÎDÎ | Fr. ONOMATOPÉE] )

- TAKRÎZ[< KARZ] ile TAKRÎZ
( Ödünç verme. | Bir kitabın başına konulmak üzere tanınmış bir kişiden istenilen takdim ve takdir yazısı. İLE Bir eseri tenkid etme. )

- TAKTÎR[< KAT, KUTUR, KATARÂN | çoğ. TAKTÎRÂT] ile/değil TAKDÎR[< KADER | çoğ. TAKDÎRÂT]
( Damla damla akıtma, dökülme, damlama. | Damıtma, inbikten çekme. İLE Beğenme, değer biçme, değer verme/verilme. | Değerini/önemini anlama. | Ezelde Allah'ın olmasını istediği şeyler. )

- TAL' ile TÂL[Fars.]
( Çiçeklerin üreme örgeni olan sarı toz. İLE Zil.[parmaklara takılan] | Gümüş ya da bakır tepsi. )

- TALEB ile TALÂB[Fars.]
( İsteme/istenme, dileme. | İstek. İLE Göl, büyük havuz. )

- TAL'Î ile TÂLİ'[< TULÛ] ile TÂLÎ[< TÜLÜVV] ile TÂLİH[>< SÂLİH]
( Çiçek tozuna ait, çiçektozu ile ilgili. İLE Hedefin arkasına düşen ok. | Doğan, tulû eden. | Tâlih, kısmet, baht. İLE Sonradan gelen, bir şeyin arkası sıra giden. | İkinci derecede olan. | Kur'ân okuyan. | [mantıkta] Sonurtu.[Fr. CONSÉQUENT] İLE Yaramaz, yararsız. )

- TALÎK ile TA'LÎK[< ALAK | çoğ. TÂ'LÎKAT]
( Güleryüzlü. | Düzgün söz söyleyen. İLE Asma/asılma. | Bir şeye bağlı gösterme. | Geciktirme, askıda bırakma/bırakılma. | Belirli bir zamana bırakma, te'hîr. | Hat sanatında bir yazı biçimi. )

- TA'LÎM[< İLM | çoğ. TA'LÎMÂT] ile TA'LÎN
( Öğrenme, öğretme, öğretim, öğretilme. | Okutma, ders verme/verilme. | Meşk ile yetiştirme. | Askerlik idmanı. | İdman, egzersiz. İLE Açığa vurma/vurulma. )

- TA'LİYE ile TAHLİYE[< HALÂ, HALVET, HALV]
( Bir şeyi yükseltme. İLE Boşaltma, boş bırakma. | Serbest bırakma, salıverme. )

- TA'M[çoğ. TUÛM] ile TAM'[< TAM]
( Tama eden. İLE Doymazlık, çok isteme, açgözlülük. )

- TA'M[çoğ. TUÛM] ile TAMA'
( Yeme. | Tad, lezzet. İLE Doymazlık, çok isteme, açgözlülük. )

- TAMÂMEN ile TAMÂMÎ
( Büsbütün. | Tam ve eksiksiz olarak, tümüyle. İLE Eksik tamamlamaya özgü, onunla ilgili. Tamamlayan, bölünmeyen. )

- TÂMÂT[Fars.] ile DAMAT
( Uygunsuz, saçmasapan söz. İLE ... )

- TAMMÂ'[< TAMA] ile TAMA'
( Son derece tamah eden. İLE Doymazlık, çok isteme, açgözlülük. )

- TAMMÂT ile TÂMMÂT
( Anlamsız, uygunsuz, saçma sözler. İLE Kıyâmet. )

- TAMS ile TAMS
( Âdet görme, aybaşı. İLE Yok etme, belirsiz kılma. )

- TANBÛRÎ/TANBÛRÂNÎ ile TANBÛR-ZEN
( Tamburu çok güzel çalan mûsikî üstadı. İLE Tambur çalan. )

- TANSÎF[< NISF] ile TASNÎF[< SINIF | çoğ. TASNÎFÂT]
( Yarı yarıya bölme, iki eşit bölüme ayırma. İLE Sınıf sınıf, takım takım ayırma, sınıflama, bölümleme. | Eser ve kitap haline getirme. )

- TANZÎR ile TANZÎR[< NEZÂRET | çoğ. TANZÎRÂT]
( Tazelendirme, tazeleştirme. İLE Benzetme/benzetilme. | Bir şiirin anlamca, şekilce benzerini yapma. )

- TÂRÎ[< TARÂVET] ile TÂRÎ[< TARÂ]
( Taze, tarâvetli. İLE Ansızın çıkan, birdenbire görünen. )

- TÂRİD[< TARD] ile TARÎD
( Kovan, tardeden. İLE Kovulmuş, çıkartılmış, matrûd. )

- TÂRİF ile TARÎF[< TURFA] ile TA'RÎF[< İRFÂN | çoğ. TA'RÎFÂT] ile TAHRÎF
( Yeni. İLE Az bulunan, nadir, zarif şey. | Etraflıca anlatma, bildirme. | Bir maddeyi tüm gerekli noktalarını içine alır şekilde bir ibâre ile anlatma. İLE ... )

- TARÎH ile/değil TÂRİH[< ERH | çoğ. TEVÂRÎH]
( İşe yaramadığından dolayı bir yana atılmış şey. İLE/DEĞİL Tarih. )

- TARÎK[çoğ. TURUK] ile TÂRİK[< TERK] ile TA'RÎK[< ARAK] ile TA'RÎK ile TÂRÎK[Fars.] ile TAHRİK
( Yol. | Usûl. | Meslek. | Vasıta, neden. | [tas.] Bir velînin Allah'a ulaşması için tuttuğu yol. İLE Terk eden, bırakan, vazgeçen. İLE Terlet(il)me, tere yatırılma. İLE Uğma. İLE Karanlık. İLE ... )

- TÂRİYE ile TA'RİYE ile TARİYY/TARİYYE
( Ansızın gelen belâ. İLE Soyma, soyulma, çıplaklaştırma. İLE Körpe, yaş, taze. | Yumuşak ekmek. )

- TAS ile TA'S
( Su kabı. İLE Yok olma, kaybolma. )

- TASDİYE ile TASFÎH[< SAFH | çoğ. TASFÎHÂT]
( El çırpma, alkış. İLE El çırpma, alkışlama. | Yassıltma, yufka haline getirme, yaprak yaprak yapma. )

- TASFÎH[< SAFH | çoğ. TASFÎHÂT] ile TASFÎR[< SAFÎR | çoğ. TASFÎRÂT]
( El çırpma, alkışlama. | Yassıltma, yufka haline getirme, yaprak yaprak yapma. İLE Islık çalma, ıslıkla seslenme. | Sarartma, sarıya boyama. )

- TASFÎR[< SAFÎR | çoğ. TASFÎRÂT] ile TASVÎR[< SÛRET | çoğ. TASVÎRÂT, TESÂVÎR]
( Islık çalma, ıslıkla seslenme. | Sarartma, sarıya boyama. İLE Resmini yapma. | Resim, şekil, sûret. | Yazıyla tarif etme. )

- TAHSÎN ile TASHÎN[< SAHN]
( ... İLE Sahneye koyma, sahnede oynanacak şekle koyma. )

- TAS'ÎR ile TA'SİR[< USR | çoğ. TA'SÎRÂT] ile TA'SÎR[< ASR | çoğ. TA'SÎRÂT] ile TA'SÎL[< ASEL]
( Kibirlilik yüzünden konuşurken, yüzünü başka tarafa çevirip karşısındakinin yüzüne bakmama. İLE Güçleştirme/güçleştirilme. İLE Suyunu sıkma. İLE Tadlandırma. )

- TA'SÎRÂT[< TA'SÎR] ile TA'SÎRÂT[< TA'SÎR]
( Güçleştirmeler. İLE Suyunu sıkmalar. )

- TASMÎT[< SEMT] ile TASMÎT
( Gazel ya da kasideyi, musammat denilen tarzda düzenleme. Uyaklı/kafiyeli beyitleri dört bölüm olarak düzenleme. İLE Susturma. )

- TATBÎKAN ile TATBÎKÎ
( Uygulayarak. İLE Tatbikata ait, tatbik, uygulama ile ilgili. )

- TA'TÎS[< ATSE] ile TA'TÎŞ[< ATŞ]
( Aksırtma. İLE Susatma/susatılma. )

- TAVÂHİN[< TÂHİNE] ile TAVÂHÎN[< TÂHÛN, TÂHÛNE]
( Öğütücü dişler, azı dişleri. İLE Su değirmenleri. | Öğütülmüş şeyler. )

- TAVAZZÛ'[< VUZÛ] ile TAVAZZUH[< VUZÛH]
( Abdest alma. İLE Açıklanma, açıklığa kavuşma, aydınlanma. )

- TAVÎL/TAVÎLE[< TÛL | çoğ. TIVÂL] ile TAVÎLE
( Uzun. | Çok süren. İLE Hayvan katarı, birbiri ardına bağlanmış bir sıra hayvan. | At ahırı. | Çayıra koyuverilen hayvanın ayağına bağladıkları ip, tavla ipi. )

- TA'VÎZ[< İYÂZ] ile TA'VÎZ[< İVÂZ | çoğ. TA'VÎZÂT]
( Nazara ve başka kötülüklere karşı takılan muska. İLE Bedel verme, karşılık olarak bir şey verme/verilme. | [kimya] Bir cismin, bir başkası yerine geçmesi. )

- TA'YÎN[< AYN] ile TAHÎN
( Ayırma, belirli etme. | Bir memuriyete koyma. | Tayın, asker ekmeği. | Erzak. İLE Öğütülmüş tahıl. | Darı unu. | Şekerle karıştırılarak helvası yapılan öğütülmüş susam. )

- TAZACCU' ile TAZACCUR
( Üşenme, gevşek davranma. İLE İç sıkılması, sıkıntı. )

- TA'ZÎL ile TA'ZÎL[çoğ. TA'ZÎLÂT]
( Bir hastanın güzel ve inandırıcı sözlerle teselli edilmesi. İLE Ayıplama. )

- TA'ZÎR[< ÖZR | çoğ. TA'ZÎRÂT] ile TA'ZÎR[çoğ. TA'ZÎRÂT]
( Esassız özür bildirme, vesile ve bahane arama. İLE Azarlama. | Suçluyu suçuna göre sözle azarlama. )

- TAZLÎL/TADLÎL ile TAZLÎL[< ZILL]
( Dalâlete düşürme, doğru yoldan çıkarma, azdırma, ayartma. İLE Gölgelendirme, gölgelendirilme. )

- TEÂSÜR ile TEÂSÜR[< ÜSR]
( Güzel geçinme, dirlik etme. İLE Bir şeyin güçleşmesi, güç olma. )

- TEBA' ile TEBAA[< TÂBİ]
( Uyma, tâbi olma. İLE Uyruk, bir devletin hükmü altında bulunan kişi/ler. )

- TEBÂDÜL[< BEDEL] ile TEBÂDÜR[< BÜDÛR | çoğ. TEBÂDÜRÂT]
( Birbirine bedel olma, birbirinin yerini tutma, değişme. İLE Ansızın akla gelme. | İki şairin birbirinden habersiz olarak aynı şiiri söylemesi. )

- TEBAHHUR[< BAHR] ile TEBAHHUR[< BUHÂR | çoğ. TEBAHHURÂT]
( Deryalanma, denizleşme. | Bir şeyin içine dalma ve pek derinine varma. | Bir ilimde derinleşme, uzmanlık kazanma. İLE Buğulanma, buğu haline girme. | Tütüslenme. )

- TEBÂR ile TEBÂR[Fars.]
( Yok olma, bitme. İLE Asıl, soy. )

- TEBEHHÜL ile TEBEHHÜR
( Okumak/tahsil için sıkıntı çekme. İLE Kısa ve sık soluk alma. )

- TEBELLÜL ile TEBELLÜR[Eski Türkçe < BİLLÛR]
( Islanma, nemlenme. İLE Billurlaşma. [Fr. CRISTALLISATION] )

- TEBERRU'[< BURÛ | çoğ. TEBERRUÂT] ile TEBERRÛ/TEBERRÂ[< BERÂ]
( Bağış, bağışlama. İLE Uzaklaşma, uzak durma, çekilme. | Sevmeyip yüz çevirme. [>< TEVELLÂ] )

- TEBESSÜL ile TEBESSÜR
( Yüz asma, somurtma, yüzünü ekşitme. İLE Sivilce çıkması. )

- TEBEZZÜL ile TEBEZZÜR
( Yarılma. İLE Sporlanma. )

- TEBHÎL[< BAHAL, BUHL] ile TEBHÎR[< BUHÂR | çoğ. TEBHÎRÂT] ile TE'BÎR
( Biri için hasis, pinti deme. İLE Buğu haline getirme. | Tütsüleme, tütsülendirilme. | Etüvden geçirme. İLE Aşılama.[Ağaç.] )

- TEB'ÎD[< BU'D] ile TE'BÎD[< EBED | çoğ. TE'BÎDÂT]
( Uzaklaştırma, uzaklaştırılma, uzağa sürme. | Kovma. İLE Sonsuzlaştırma/ebedileştirme. )

- TE'BÎS ile TEB'ÎZ
( Hakaret, horlama. İLE Bölüm bölüm ayırma, paralama. )

- TEBSÎL[< BASAL] ile TEBSÎR
( Soyup soğana çevirme/çevrilme. İLE Tarif ve açıklama. [insanın gözünü açacak şekilde] )

- TEBSÎL[< BASAL] ile TEBZÎL[< BEZL]
( ... İLE Yarma, delme. | Bir uzvun suyunu boşaltmak üzere o yeri bir aletle delme işlemi. )

- TEBSÎR ile TEBŞÎR[< BEŞR | çoğ. TEBŞÎRÂT]
( ... İLE Müjde verme, müjdeleme, müjdelenme. )

- TEBSÎR ile TEBZÎR[< BEZR | çoğ. TEBZÎRÂT]
( ... İLE Tohumu saçıp dağıtma. | Har vurup harman savurma. )

- TEBZÎL[< BEZL] ile TEBZÎR[< BEZR | çoğ. TEBZÎRÂT]
( ... İLE ... )

- TECÂVÜL[< CEVELÂN | çoğ. TECÂVÜLÂT] ile TECÂVÜR
( Dolaşma, cevelân etme. İLE Komşu olma. )

- TECDÎL ile TECDÎR[< CEDERÎ]
( Yere vurma/yıkma. İLE Çocuğun çiçek çıkarması. )

- TECNÎS[< CİNÂS] ile TECDÎR[< CİNÂZE]
( İki anlamlı söz[mânî] söyleme, cinas yapma. İLE Ölüyü tabuta koyma. )

- TECRİBETEN ile TECRİBÎ
( Tecrübe ederek, deneyerek, sınayarak. İLE Deneme ile ilgili. )

- TECZÎ' ile/değil TECZİE[< CÜZ] ile TECZÎR[< CEZR]
( ... İLE/DEĞİL Bölüm bölüm ayırma, bölme, doğrama, ufaltma. İLE Karekökünü alma, cezrini bulma. )

- TEDÂVÜL[< DEVLET | çoğ. TEDÂVÜLÂT] ile TEDÂVÜR[< DEVR]
( Elden ele gezme, dolaşma, kullanılma. İLE Sıra ile yapma, karşılıklı yapma. )

- TEDERRÜS[< DERS | çoğ. TEDERRÜSÂT] ile TEDESSÜR
( Ders alma, ders olarak okuma. İLE Elbise giyme. )

- TEDHÎN[< DUHAN] ile TEDHÎN[< DÜHN]
( Tütsüleme, dumanlama. İLE Güzel kokulu yağ sürme/sürülme. )

- TEEHHÜL[< EHL] ile TEEHHÜR[< TE'HÎR | çoğ. TEEHHÜRÂT]
( Ehlileşme. | Evlenme. İLE Sonraya, geriye kalma. | Gecikme. )

- TEENNÜS[< ÜNS] ile TEENNÜS[< ÜNS]
( Dişil/müennes olma. | Kadın gibi hareket etme, kadınlaşma. İLE Alışma, Ünsiyet peyda etme. )

- TEESSÜR ile TEESSÜR[< ESR, ESÂRET | çoğ. TEESSÜRÂT]
( Oyalandırma, işten alıkoyma. İLE Kederli ve üzüntülü olarak duygulanma, içlenme. | Bir şeyin etkisini duyma. | Acı, keder duyma. )

- [Fars.] TEF ile TEF
( Zilli bir kasnağa geçirilmiş çalgı. İLE Sıcaklık[hararet]. | Buhar. )

- TEFAHHUS[< FAHS | çoğ. TEFAHHUSÂT] ile TEFAHHUŞ[< FUHŞ]
( inceden inceye araştırma. İLE Açık saçık, âdî sözcükler kullanma, müstehcen bir şekilde konuşma. )

- TEFEKKÜR ile TEFAKKUR[< FAKR]
( Düşünme. İLE Fukaralaşma. )

- TEFEKKUH[< FIKH] ile TEFAKKÜH
( Fıkıh öğrenme. | Fıkıhta çok bilgili olma. | Taakkul, tefehhüm. İLE Hoşlanma, şaşırma. | Pişman olma. | Yemiş toplama, yemiş yeme. )

- TEFERRÜS[< FERÂSET | çoğ. TEFERRÜSÂT] ile TEFERRÜŞ[< FERŞ] ile TEFERRÜZ[< İFRÂZ]
( Sezme, anlar gibi olma. İLE Yayılma, serilme. İLE Ayrılma. )

- TEFESSÜH[< FÜSHAT] ile TEFESSÜH[< FESH | çoğ. TEFESSÜHÂT]
( Açılma, genişleme. İLE Çürüme, çürüyüp dökülme, bozulma. | Bir cismin kokup dağılması. )

- TEFHÎM ile TEFHÎM[< FAHM] ile TEFHÎM[< FEHM | çoğ. TEFHÎMÂT]
( Kömürleştirme. İLE Büyük sayma, ta'zîm. | Bir harfi kalın okuma. İLE Anlatma/anlatılma, bildirme/bildirilme. )

- TE'FÎK[çoğ. TE'FÎKÂT] ile TEVFÎK ile TEVFÎK[< VEFK | çoğ. TEVFÎKAT]
( Yalan söyleme. | Yalan; iftira etme. İLE Elçilikle yollama. İLE Uydurma, uygunlaştırma. | Allah'ın yardımına kavuşma. | Bir kırılmada kırılan parçaları birbirine geçirme. | Tezat yapmadan, bir sözcüğün anımsattığı başka sözcükleri de aynı ibarede söyleme. )

- TEFKÎH ile TEFKİH[< FIKH]
( Hoşlandırma, hayrete düşürme. | Yemiş yedirme. İLE Fıkıh öğretme. | Öğretme, anlatma. )

- TEFRÎD[< FERD] ile TEFRÎT[< FART]
( Dünyadan geçip yalnız Allah ile meşgul olma, kendini Allah'a adama. | Elektriklenmemesi istenilen şeyi elektrik aktaran cisimlerden ayırma. İLE Tersine aşırılık, ortalamanın çok altında kalma. [>< İFRÂT] )

- TEFRÎH[< FERAH] ile TEFRÎH[< FERH]
( Ferahlandırma, gönül açma. İLE Korkusuz kalma. | Gelişme, filizlenme. | Yumurtadan çıkma zamanı. )

- TEFTE[Fars.] ile TEFTÎH[< FETH | çoğ. TEFTÎHÂT]
( Kızmış, kızgın, hararetli. İLE Açma. | Geğirme. )

- TEFTÎK[< FETK] ile TEFTÎK[< FETK]
( Yarma, yarılma. İLE Ditmek, didilmek, tarayıp açmak.[yün, pamuk vb.] )

- TEGAVVÜL ile TEGAVVÜR[< GAVR]
( Renkten renge girme. İLE Derin/e dalma. | Bir şeyin aslını arama. )

- TEHÂLÜF[< HALF] ile TEHÂLÜF[< HULF | çoğ. TEHÂLÜFÂT]
( Yargıcın iki tarafa da yemin verdirmesi. İLE Birbirine karşıt olma, birbirine uymama. )

- [Fars.] TEHEMTEN ile Tehem-ten
( İri yarı, boylu bolu yiğit. İLE Eski İran kahramanı Zal oğlu Rüstem'in takma adı. )

- TEKÂFFÎ/İKTİDÂ'[< KIDVE] ile TEKÂFÎ/TEKÂFÜ'[< KÜF]
( Uyma, tâbî olma. İLE Birbirinin dengi olma. )

- TEKÂLÜB[< KELB] ile TEKÂRÜB[< KURB]["ka" uzun okunur]
( Köpek gibi saldırma. İLE İki şeyin birbirine yakın olma durumu. | Yakınsama.[bkz. TAKARRÜB][İng., Fr. CONVERGENCE] )

- TEKÂSÜR[< KESRET] ile TEKÂSÜR[< KESR]
( Çoğalma.[bkz. TAADDÜD, TEKESSÜR] | Çok övünme. İLE [fiz.] Işınların sapıp kırılması, kırınım.[İng., Fr. DIFFRACTION] )

- TEKATTU' ile TEKATU'[< KAT] ile TEKATUR/TAKATTUR[< KATR, KUTUR, KATARÂN]["ka" uzun okunur]
( Bir sıtma nöbetinin düzenli aralıklara ayrılması. İLE Kesme, kesişme, çatışma. İki çizginin birbirini kesip geçmesi. İLE Damlama, damla damla dökülme. )

- TEKAÜD[< KUÛD]["ka" uzun okunur] ile TEKAVVÜT[< KUT]
( Karşılıklı oturma. | Emekliye ayrılma. | Emeklilik. İLE Azıklanma, beslenme, geçinme. )

- TEKAZZU' ile TEKAZZUH[< KUZAH]
( Çıbanın irinlenmesi. İLE "Alâim-i semâ', kavs-i kuzah" şeklini gösterme. )

- TEKEMMÜM[< KÜMM] ile TEKEMMÜN[< KÜMÛN]
( Çarşafa bürünme. İLE Pusuya yatma, gizlenme. )

- TEKESSÜF/TEKÂSÜF[< KESÂFET] ile TEKEŞŞÜF[< KEŞF]
( Sıklaşma, koyulaşma, yoğunlaşma. İLE Pusuya yatma, gizlenme. )

- TEKESSÜR[< KESRET] ile TEKESSÜR[< KESR]
( Çoğalma.[bkz. EFZÂYİŞ] İLE Kısılma. )

- TE'KÎD[< EKD | çoğ. TE'KÎDÂT] ile TENKÎD[< NAKD | çoğ. TENKİDÂT]/İNTİKAD[doğrusu!]["ka" uzun okunur][çoğ. İNTİKADÂT]
( Sağlamlaştırma. | Üsteleme, bir iş için önceden yazılan bir yazıyı tekrarlama. | Pekiştirme. İLE Bir konuya ait yazıyı ya da eseri değer bakımından gözden geçirme, eleştiri.[İng., Fr. CRITIQUE][İNTİKAD: Kalp parayı gerçeğindan ayırma. | Tenkîd.] )

- TE'KÎDEN ile TE'KÎDÎ
( Sağlamlaştırarak, te'kit yoluyla. İLE Te'kide ait, te'kit ile ilgili. )

- TEKİL ile TE'KÎL
( Sözcüklerde bir varolanı ya da çekimli eylemlerde bir kişiyi bildiren biçim. [><ÇOĞUL] İLE Yedirme, yedirilme. )

- TEKSÎR[< KESR] ile TEKSÎR[< KESRET]
( Bir şeyi çok kırma, kırılma. İLE Çoğaltma/çoğaltılma. )

- TEKKE[< KESR] ile/değil TEKYE[< VEKÂ | çoğ. TEKÂYÂ]
( ... İLE Dayanma. | Güvenme. | Tekke, dergâh, hankâh, zâviye. )

- TELÂKİ[< LİKA] ile TELÂKKİ[< LİKA | çoğ. TELÂKKIYYÂT]
( Birbirine karşı gelip buluşma, karşılaşma, birbirine ulaşma, birleşme. İLE Alma, kabul etme. | Kişisel görüş/anlayış. )

- TELÂKKİ[< LİKA | çoğ. TELÂKKIYYÂT] ile TERAKKİ[< RAKY | çoğ. TERAKKİYÂT]
( ... İLE Yukarı kalkma, yükselme. | İlerleme. )

- TELÂUB[< LA'B] ile TELÂ'UB[< LA'B]
( Oynama, oynaşma.[bkz. MÜLÂABE(< LA'B, LU'B')] İLE Oynama, oyunla uğraşma, eğlenme. | Yemeklerin ağızda tükürükle karışması. | Salyanın akması. )

- TELBİYE ile TERBİYE[< RÜBÜV]
( Hac sırasında hacıların "lebbeyk Allahümme lebbeyk" demesi. İLE Besleyip büyütme, beslenip büyütülme. | Eğitim. | Görgü. | Alıştırma. | Hafif cezalandırma. | Bazı yemeklere konulan limon, sirke, salça gibi şeyler. | Alıştırma.[hayvan] | Tavsiye, kayırma, koruma. )

- TELE'LÜ'[< LÜ'LÜ] ile TELE'ÜV
( Parıldama. İLE Parıldama.[LEMEÂN: Parlama, parıldama. | Gazışı.(Fr. LUMINESCENCE)] )

- TELEMMÜS[< LEMS] ile TELEMMÜZ[< TİLMÎZ]
( El ile dokunma. İLE Öğrencilik/talebelik, çömezlik etme, öğrenci olarak devam etme. )

- TELHÎSEN ile TELHÎSÎ
( Özet olarak, kısaltılarak.[HÜLÂSETEN] İLE Bâbıâlî'den padişaha yazılacak şeylerin özetini çıkaran memur. )

- TELKÎM[< LEMS] ile TELKÎN[çoğ. TELKÎNÂT]
( Lokma verme/yedirme[/verilme/yedirilme]. İLE Düşünce/fikir aşılama, kulağına koyma. | Yeniden Müslüman olan kişiye iman esaslarını anlatma. | Ölü gömüldükten sonra imamın söylediği dini sözler. )

- TELMÎ[< LEMEÂN | çoğ. TELMİÂT] ile TELMÎH[< MELH | çoğ. TELMÎHÂT]
( Parıldama, parıldatma/parıldatılma. | Renk renk yapma/yapılma. | Mısraları, Arapça, Farsça, Türkçe gibi çeşitli dillerde olan manzûme yapma. [MÜLEMMA'] İLE Söz arasında kastedilen bir şeyi belirli bir anlamla söyleme, açık söylememe, îmâlı konuşma. | İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, atasözüne ya da ünlü bir şiire, bir söze işaret etme.["Çoktan aşmış o belki İzmit'i de" mısrasına "Atı alan Üsküdar'ı geçti" ibaresine telmih edilmesi gibi] )

- TELVÎ[< LEV | çoğ. TELVİÂT] ile TELVÎH[< LEVH | çoğ. TELVÎHÂT]
( İçini yakıp dertlendirme/dertlendirilme, içi yanma, üzülme. İLE Açıklama, belirli kılma. | Gerekli şeylerden bahsederek yapılan kinâye. | Posa haline getirme. )

- TELVÎM[< LEVM | çoğ. TELVİMÂT] ile TELVÎN[< LEVN | çoğ. TELVÎNÂT]
( Azarlama/azarlanma, paylama/paylanma, çekiştirme/çekiştirilme. İLE Renk verme, boyama/boyanma. )

- TEMÂSÜL[< MESL | çoğ. TEMÂSÜLÂT] ile TENÂSÜL[< NESL]
( Benzeme, benzeyiş.[MÜŞÂBEHET] | Kesirsiz bölme kabul etme. İLE Birbirinden doğup üreme, türeme. )

- TEMEYYÜ'[< MEY | çoğ. TEMEYYÜÂT] ile TEMEYYÜH
( Sıvı/mâyi durumuna gelme/geçme, cıvıklaşma. İLE Sulanma. )

- TEMHÎL[< MEHL | çoğ. TEMHÎLÂT] ile TEMHÎR[< MÜHR]
( Zaman ve fırsat verme, sonraya bırakma, mühlet, mehil verme, erteleme. İLE Mühürleme. )

- TEMHÎR[< MÜHR] ile TE'MÎR[< EMR]
( Mühürleme. İLE Vali olarak atama. )

- TEMRÎ ile TEMRÎH ile TEMRÎR[< MÜRR]
( Hurma seven. İLE Hafifçe sürme, uğuşturma. İLE Acılık verme/verilme. )

- TENÂFÜR-İ HURÛF ile TENÂFÜR-İ KELİMÂT
( Kulağa hoş gelmeyen harflerin birarada bulunması.[nesterenlenmiş vb.] İLE Kulağa hoş gelmeyen sözcüklerin birarada bulunması.[uyumuşmuş vb.] )

- TENÂFÜS[çoğ. TENÂFÜSÂT] ile TENEFFÜS[< NEFES]
( Kıskanma, haset etme, çekememe. İLE Soluk/nefes alma. | Yorgunluğu gidermek üzere dinlenme. | Okulda ders araları verilen dinlenme. | Tan yerinin ağarması. | Deniz suyunun dalga ile sahile vurması. )

- TENÂKUS[< NAKS | TENÂKUSÂT] ile TENÂKUZ[< NAKZ]
( Azalma, eksilme. İLE Çelişme, kişinin bir sözünün öteki sözünü çürütmesi, öteki sözüne uymaması. Karşıtlık, zıddiyet. [bkz. MÜBÂYENET] )

- TENÂSSUH ile TENÂSÜH[< NESH]
( Aklı başına gelme. Öğüt alma/dinleme. İLE Canlılığın sürekliliği inancı. Ölümden sonra yaşamın insandan insana, hayvandan insana ya da insandan hayvana geçmesi inancı. | Mirasçının, mirası almadan önce ölümüyle, miras malın onun mirasçılarına kalması. | Bazı hayvanların kurttan kelebek durumuna dönüşmesi. )

- TENÂSSUR[< NASRÂN] ile TENÂSUR[< NASR]
( Hıristiyan olma. İLE Yardımlaşma. )

- TENÂSÜL[< NESL] ile TENÂSÜR
( Birbirinden doğup üreme, türeme. İLE Saçılma, serpilme. | Püskürme. )

- TENÂVÜL[< NEVL] ile TENÂVÜR
( Alıp yeme. İLE İri gövdeli kişi. )

- TENBÂL ile TENBEL[Fars.]
( Kısa boylu, bodur. İLE Tembel, üşengeç, ağır davranan. )

- TENCÎS[< NECÂSET] ile TENCİZ
( Kirletme, pisletme. İLE Sona erdirme; sonuçlandırma. )

- TENEBBÜ'[< NÜBÜVVET] ile TENEBBÜ'[< NEBEÂN] ile TENEBBÜH[< NEBÂHAT]
( Peygamberlik iddiasına kalkışma. İLE Yerden kaynama. İLE Uyanma, uykudan kalkma. | Gafletten kurtulma, kendine gelme, aklını başına toplama. | Uyarım.[Fr. EXCITATION] )

- TENEFFU'[< NEF | çoğ. TENEFFUÂT] ile TENEFFUH[< NEFH] ile TENEFFUH
( Yararlanma. İLE Şişme, kabarma. | Urlanma. İLE Boş laflarla gururlanma. )

- TENEFFÜL ile TENEFFÜR[< NEFRET]
( Nâfile namaz kılma ya da oruç tutma. İLE İğrenme, tiksinme. | [mecaz] Soğuma. )

- TENEFFÜS[< NEFES] ile TENEFFÜZ[< NEFZ]
( Soluk/nefes alma. | Yorgunluğu gidermek üzere dinlenme. | Okulda ders araları verilen dinlenme. | Tan yerinin ağarması. | Deniz suyunun dalga ile sahile vurması. İLE Nüfuzlu, sözü geçer olma. )

- TENEMMÜL[< NEML] ile TENEMMÜR[< NİMR | çoğ. TENEMMÜRÂT]
( Karınca gibi kaynama. | Gövdenin bir tarafının/örgeninin karıncalanması. İLE Kaplanlaşma, kaplan huylu olma. | Birini korkutmak için gümbürtülü ses çıkarma. | Korkutma. )

- TENESSÜH ile TENEZZÜH[< NÜZHET]
( Pek güzel, eşsiz, çok az bulunur olma. İLE Gezinti. )

- TENEVVÜ'[< NEV | çoğ. TENEVVÜÂT] ile TENEVVÜR[< NÛR]
( Çeşitlenme, çeşitlilik. İLE Nurlanma, parlama, ışıldama. )

- TENFÎS[< NEFES | çoğ. TENFÎSÂT] ile TENFÎŞ[çoğ. TENFÎŞÂT] ile TENFÎZ[< NÜFUZ | çoğ. TENFÎZÂT]
( Soluklandırma/nefeslendirme, soluklandırılma. İLE Pamuk atma, yün ditme. İLE Hükmünü yürütme, nâfiz kılma. )

- [Fars.] TENGÂY ile TENGNÂ
( Boğaz, vadi. İLE Dar yer, geçit, boğaz. | Mezar. )

- TENGİS[< NAGS] ile TENGÎZ
( Hayatını kederli, tasalı kılma. İLE Zindeliğini sarsma, zindeliği sarsılma. )

- TE'NÎS[< ÜNÛSET] ile TE'NÎS[< ÜNS] ile TEN'ÎŞ
( Bir sözcüğü, dişil kılma. İLE Alıştırma/alıştırılma, mûnis kılma. İLE Yukarı kaldırma. | Sürçüp düşen kişiye kalkması için dua etme. )

- TENKÎH[< NİKÂH çoğ. TENKÎHÂT] ile TENKİH[çoğ. TENKİHÂT]
( Nikâh etme/edilme, nikâh kıyma/kıyılma, evlendirme, evlendirilme. İLE Bir şeyin fazla ve gereksiz bölümlerini çıkartıp düzeltme, ayıklama, arıtma. | Hububatın taşını, toprağını ayıklama. | Me'mur maaşlarından indirme. )

- TENKÎL[çoğ. TENKÎLÂT] ile TENKÎR[< NEKR | çoğ. TENKÎRÂT]
( Uzaklaştırma. | Örnek olacak bir ceza verme. | [birini] Tepeleme. İLE Bilinmeyecek, tanınmayacak duruma getirme. | Bir adı, nekre yapma.[Harf-i tarifsiz, elif-lâm'sız kullanma.] )

- TENKİS[< NÜKS] ile TENKÎS[< NOKSAN | çoğ. TENKÎSÂT] ile TENKİZ
( Başaşağı etme/edilme. | Boşaltma. İLE Azaltma, kısma, indirme, eksiltme/eksiltilme. İLE Kurtarma. )

- TENKİT[< NAKT] ile TENKİT ile TENKİD[< NAKD | çoğ. TENKİDÂT]
( Noktalama. | Tümce içinde, noktalamaları kullanma. [İng. PUNCTUATION | Fr. PONCTUATION] İLE Temizleme, fenâsını atma. İLE Bir konuya özgü yazıyı ya da yapıtı, değer bakımından gözden geçirme, eleştirme. [İng./Fr. CRITIQUE] )

-@ [Fars.] TEN-PEREST ile TEN-PERVER
( Gövdesini, kendini seven. Gövdesine çok dikkat eden. İLE Kendini beslemeye, rahatına düşkünlük. )

- TENSÎR[< NESR] ile TENSÎR[< NASRÂN]
( Saçma, serpme. | Nazmı, nesre dönüştürme. İLE Birini Hristiyan yapma. )

- TENZÎL[< NÜZÛL | çoğ. TENZİLÂT] ile TENZÎR
( İndirme, azaltma, aşağı düşürme. | Kur'ân-ı Kerîm. İLE Kötü bir haber vererek korkutma. )

-@ [Fars.] -TER ile TER
( Üstünlük[Tafdîl] ve abartı[mübalaga] ilgeci[edatı] olarak sözcüklerin sonuna gelir. [MÜŞKÜL-TER: (en/pek/çok) Müşkül. | NAZİK-TER: (Daha/en/pek/çok) Nazik.] İLE Yaş, ıslak, nemli. | Taze. )

- TERÂHÎ[< RAHVET] ile TERÂ'İ
( Gevşetme. Bir işte gevşeklik gösterme. | Geri çekilme, geri durma. | Gecikme. İLE Otlama, çayıra çıkma. )

- TERÂKKUS[< RAKS] ile TERÂKUS[< RAKS]
( Durmadan, aşağı inip yukarı çıkma. | Dans etme. İLE Dans etme. [bkz. TELÂUB] )

- TERCÎ'[< RÜCÛ | çoğ. TERCÎÂT] ile TERCİH[< RÜCHÂN | çoğ. TERCÎHÂT]
( Geri çevirme, döndürme. | Tekrarlama. İLE Üstün tutma, daha çok beğenme. )

- TEREF ile TELEF[çoğ. TELEFÂT]
( Yumuşaklık. | İyi, lezzetli yemek. | İnce, güzel şey. İLE Yok etme, öldürme. | Boş yere harcama, yıpratma. )

- TEREVVU' ile TEREVVUH
( Korkma. İLE Bir şeyden koku alma. )

- TERHÎB[çoğ. TERHÎBÂT] ile TERHÎB[< REHB | çoğ. TERHÎBÂT]
( Birine, "Merhaba" deme, hal-hatır sorma. İLE Çok korkutma/korkutulma. )

- TERHÎBEN ile TERHÎBÎ
( Korkutarak, korkutma yoluyla. İLE Çok korkmayla ilgili, çok korkutucu. )

- TERHÎM[< RAHM, RAHUM, RAHÂMET] ile TERHÎM[< RAHMET, MERHAMET, RUHM/RUHUM | çoğ. TERHÎMÂT] ile TERHÎN[< REHN]
( Bir adı kısaltma. İLE "Allah, rahmet eylesin." sözünü söylemek. İLE Rehin olarak verme, emânet bırakma. )

- TERÎKE ile TERİKE/TEREKE[çoğ. TERÎKÂT/TEREKÂT]
( Kalık, evlenme dönemi geçmiş, evde kalmış. | İtfaiye erlerinin başlarına taktıkları kask. İLE Ölen kişinin bıraktığı şey. )

- TERKİK[< RİKKAT] ile TERKÎK
( İnceltme. | Yumuşatma. | Nâzikâne anlatma. İLE Zayıflatma. Dili ya da ifadeyi bozuk/eksik kullanma. )

- TERKİN ile TERKÎN
( Boyama, yazma. İLE Belirli bir yerde ve saatte buluşma sözleşmesi. [MÎKAT: Bir iş için belirtilen zaman ya da yer.] )

- TERKİS[< RAKS] ile TERKİŞ[çoğ. TERKİŞÂT] ile TERKÎZ[< REKZ]
( Dans/raks ettirme, oynatma, oynatılma. İLE Sözcüğü süsleme, güzelleştirme. İLE Dikme, yere saplama, kurma. )

- TESÂLUH ile TESÂLUH
( MÜSÂLAHA[< SULH]: Barışma, uzlaşma. | Barış, güvenlik. İLE Sağır gibi görünme. )

- TESÂMU'[< SEM] ile TESÂMUH[< SEMÂHAT | çoğ. TESÂMUHÂT]
( Duyma/işitme, kulaktan duyma. İLE Hoş görme, müsamaha gösterme. | Dikkatsiz, kayıtsız davranma. )

- TESBÎ'[< SEB] ile TESBÎH[< SEBH | çoğ. TESBÎHÂT]
( Yedileme, yediye çıkarma. | Önceden söylenilmiş bir manzûmenin her beytinin -matla'da her iki mısrâı ile aynı kafiyede olmak üzere- beş mısrâ eklenerek, yedi mısrâya çıkarılması. İLE "Sübhânallah" sözcüğünü söyleyerek, Allah'a ta'zîm etme. | Tespih. )

- TESFÎL[< SÜFL | çoğ. TESFÎLÂT] ile TESFÎR[< SEFER]
( Sefilleştirme, bayağılaştırma, aşağılaştırma. İLE Sefere gönderme/gönderilme. )

- TESLÎM ile TESLÎM[< SÜL, SELEME | çoğ. TESLÎMÂT]
( Çentme, diş diş etme. İLE Bir emâneti, yerine verme. | Bir şeyi, yeni sahibine verme. | Hakikat olduğunu söyleme. | İtiraf. | Dayanamayıp, "Pes!" deme. | Kendini, Allah'ın kaderine bırakma. | Bir saz eserinde, asıl hâne ile mülâzimeyi bağlayan nağmeler olup bu nağmeler, her hânede tekrar edilmekle beraber, mülâzimeye dahil edilmez. Eskiden, buna "Terkib-i İntikal" da denilirdi. Fakat terkib-i intikal'in yalnız hâneleri bağlayan ve az çok tâdîlât ile tekrar edilen nağmeciklere verilen bir ad olup mülâzime ile hâne arasındaki nağmeye tevsî edilmemiş olma olasılığı da vardır. | Selam verme, selâmetle dua etme. | Âfetten masûn kılma. )

- TESMÎM ile TESMÎM[< SEMM]
( Eklemlerin yüzlerini birbirinden ayırma işi. Bir örgeni, eklem yerinden kesip atma. İLE Zehirleme, zehirlenme. )

- TESMÎN[< SÜMN] ile TESMÎN[< SEMEN]
( Sekizleme, sekize çıkarma. | Sekize bölme. | Bir şeye, paha biçme/biçtirme. İLE Semirtme, semirtilme, yağlatma. )

- TESMÎR ile TESMÎR[< SEMER]
( Çivileme/mıhlama, çivilenme/mıhlanma. İLE Ağaçların -çiçeklerini döküp- yemiş bağlaması. | Tasarrufla, malın çoğalması. )

- TESRÎB ile TESRÎB[< SÜRÛB]
( Ayıplama, darılma. | Başa kakma. İLE Yollama, gönderme, gönderilme. )

- TESVÎK[< SEVK] ile TESVÎK[< MİSVÂK]
( Sürme, ileri gitme. İLE Dişleri, misvâk ile temizleme. )

- TESVÎL[çoğ. TESVÎLÂT] ile TESVÎR
( Kötü bir şeyi, güzel göstererek aldatma. İLE Toz kaldırma. | Bâtınî anlamını araştırma. )

- TESYÎL[< SEYL] ile TESYÎR[< SEYR]
( Sel gibi akıtma/akıtılma. | [kimya] Sert bir cismi, akıcı duruma getirme. İLE Yürütme, yürütülme. | Gönderme/gönderilme, yollama/yollanma. )

- TEŞA'UL[< ŞU'L] ile TEŞA'UR[< ŞA'R] ile TEŞÂUR[< Şİ'R] ile TEŞÂVÜR[< ŞÛRÂ]
( Parlama, tutuşma. İLE Kıllanma, tüylenme. İLE Şâir tavrı takınma, şâirlik taslama. İLE Birbirine danışma. )

- TEŞBÎ' ile TEŞBÎH[< ŞİBH | çoğ. TEŞBÎHÂT] ile TEŞBÎR
( Karnını doyurma, karnı doyrulma. [İŞBÂ'(< ŞİB)] İLE Benzetme, benzetilme. İLE Karışlama, karışlanma. | Endâze vs. ile ölçme. )

- TEŞCÎ'[< ŞECÂAT | çoğ. TEŞCÎÂT] ile TEŞCÎR[< ŞECER]
( Cesaret verme/verilme, gayrete getirme/getirilme. İLE Ağaçlandırma, ağaç dikme. )

- TEŞECCÜ'[< ŞECÂAT | çoğ. TEŞCÎÂT] ile TEŞECCÜR
( Sahte cesaret gösterme, şecî görünme. İLE Ağaçlaşma, ağaçlanma. | [kimya] Billur cisimlerin ağaç şeklinde birleşmesi. )

- TEŞEKKÜL[< ŞEKL | çoğ. TEŞEKKÜLÂT] ile TEŞEKKÜR[< ŞÜKR | çoğ. TEŞEKKÜRÂT]
( Şekillenme. | Kurulma, kuruluş, meydana geliş. | Oluşum. | Yoğrum. | Oluş. | Örgüt, topluluk. İLE Şükr etme, yapılan bir iyilikten memnun kalma ve memnun kaldığını ifade etme sözleri. )

- TEŞEMMÜ'[< ŞEM] ile TEŞEMMÜM[< ŞEMM]
( Mumlaşma, mum bağlama, muşamba gibi olma. | Üzerine bal mumu sürülme. [TEŞEMMÜ-İ KEBED: Karaciğerin muşambalaşması, siroz.] İLE Koklama. )

- TEŞEMMÜL ile TEŞEMMÜR
( İhrama bürünme. İLE İşe hazırlanma, sıvanma. )

- TEŞHÎS[< ŞAHS | çoğ. TEŞHÎSÂT] ile TEŞHÎZ[< ŞAHZ | çoğ. TEŞHÎZÂT]
( Ayırma, seçme, fark etme, tanıma. | Hastalığın, hangi hastalık olduğunu bilme. | Eşyaya şahsiyet verme, onlara hitâb etme. İLE Sivriltme, keskinleştirme. | Bileme. | Uyandırma, kuvvet ve etkisini artırma. )

- TEŞ'ÎL[< ŞU'L] ile TE'ŞÎR
( Parlatma, alevlendirme/şûlelendirme, tutuşturma. İLE Gedik etme. )

- TEŞKİK[< ŞAKK] ile TEŞKÎK[< ŞEKK | çoğ. TEŞKÎKÂT]
( Yarma, yarılma, ikiye ayırma, parça parça yarma. İLE %50/50 olarak şüpheye düşürme/düşürülme, şüphede bırakma/bırakılma. )

- TEŞMÎL ile TEŞMÎR[< ŞEMR]
( Yayma, içine aldırma, kapsamına aldırma. | Daha genel bir anlam verme. İLE Sıvama, sıvanma. )

- TEŞRÎH[< ŞERH | çoğ. TEŞRÎHÂT] ile TEŞRÎHÎ ile TEŞRÎÎ
( Açma, yayma, etraflıca şerh etme/edilme. | Dilim dilim, parça parça kesme. | Bir ölü gövdesini kesip parçalara ayırma. Otopsi. | Anatomi. | İskelet. İLE Anatomiye özgü, anatomiyle ilgili. İLE Yasa ile, yasa ile ilgili. )

- TEŞRÎK[< ŞARK] ile TEŞRÎK[< ŞİRK]
( Işıklandırıp parlatma. İLE Ortak/şerîk etme. | Allah'a ortak koşma. )

- TETABBU'[< TETABBUÂT] ile TETÂBU'[< TEBA | çoğ. TETÂBUÂT] ile TETEBBU'[< TEBA | çoğ. TETEBBUÂT]
( Tabiatlanma. İLE Aralıksız, birbiri ardından gelme. İLE Bir şeyi etraflıca tetkik etme, mahiyetini anlamaya çalışma, kapsamlı inceleme, bir şey hakkında geniş bilgi edinme. )

- TETAHHUL ile TETAHHUR[< TEHÂRET, TUHR/TUHUR | çoğ. TETAHHURÂT]
( Dalak şişmesi. İLE Temizlenme. )

- TEVAFFUK[< VEFK] ile TEVÂFUK[< VEFK | çoğ. TEVÂFUKÂT]
( Başarma, muvaffak olma. İLE Uyma, uygun gelme. )

- TEVÂRÎ[< VERÂ] ile TEVÂRÎH[< TÂRİH]
( Bir şeyin arkasına saklanıp görünmez olma, gizlenme. İLE Tarihler. )

- TEVÂZU'[< VAZ | çoğ. TEVÂZUÂT] ile TEVAZZU' ile TEVAZZUH/TAVAZZUH[< VUZÛH | çoğ. TETEBBUÂT]
( Alçakgönüllülük (gösterme). İLE Konulma, konuluş. İLE Açıklanma, açıklığa kavuşma, aydınlanma. )

- TE'VÎD ile TEV'ÎD[çoğ. TEV'ÎDÂT]
( Eğriltme, eğritilme. İLE Sözle korkutma. )

- TE'VÎLEN[< MEÂL] ile TE'VÎLÎ[< MEÂL]
( Te'vîl ederek, sözü çevirerek. İLE Te'vîl ile ilgili. )

- TEVKİ'[< VUKU] ile TEVKİÎ
( Padişah buyruklarına çekilen nişan. | Padişahın nişanlı buyruğu. İLE Tevki'ci. Padişah buyruklarına nişan işaretini yapan memur, tuğrakeş. )

- TEVKÎD[< EKD] ile TEVKİD[çoğ. TEVKİDÂT] ile TEVKİT[< VAKT]
( Sağlamlaştırma. İLE Tutuşturup yakma. İLE Vakti, saati belirli kılma. )

- TEVKÎL[< VEKÂLET] ile TEVKİR[< VEKAR | çoğ. TEVKİRÂT]
( Vekil etme. İLE Güzel karşılama, ağırlama, ululama. )

- TEVSÎH[< VESAH] ile TEVŞÎ' ile TEVŞÎH[< VİŞÂH | çoğ. TEVŞÎHÂT]
( Kirletme. | Paslandırma. İLE Süsleme. İLE Süsleme, süslendirme. Süslü giysi giydirme. | Mukayyed kâfiye ile şiir yazma, çifte kâfiye. | Kur'ân-ı Kerîm'i, usûl, âdâb ve erkânı ile okuma. | Mevlîd bahirleri arasında, dînî ve tasavvufî mahiyette kasîde ve beste okuma. | Türk dînî müziğinde bir şekil.[Na't, tekkelerde ve başka yerlerde okunduğu halde, tevşîh denilenler, mevlîd ve mi'râciyye arasında tegannî edilir.] )

- TEVZÎ'[< VEZ |çoğ. TEVZÎÂT] ile TEVZÎÎ
( Dağıtma/dağıtılma. | Herkese payını dağıtma, üleştirme. İLE Dağıtma, üleştirme ile ilgili. )

- TEZBÎL ile TEZBÎR[< ZEBR | çoğ. TEZBÎRÂT]
( Toprağı gübreleme. İLE Yazma, yazılma. )

- TEZEHHUR ile TEZEHHÜR[< ZEHRE | çoğ. TEZEHHÜRÂT]
( Denizin köpürüp taşması. İLE Çiçeklenme. | [kimya] Çiçeksime, tuzlanma.[Fr. EFFLORESCENCE] | Üst derinin üstünde görülen ufak ufak kabarcıklar. )

- TIBÂ[< TAB] ile TIBÂA
( Yaradılışlar, âdetler. İLE Kılıç yapma zanaatı. | Kitap vs. basma işi. )

- TIBBEN ile TIBBÎ
( Hekimliğe uygun olarak, hekimliğin gösterdiği yolda. İLE Hekimliğe özgü, hekimlikle ilgili. | Hekimce. )

- TIRÂZ ile -TIRÂZ[Fars.]
( Giysilere nakışla yapılan süs. | Süs. | Üslûp, tutulan yol. | Döviz.[Fr. DEVISE] İLE "Donatan, süsleyen" anlamlarına gelerek birleşik sözcük yapar. )

- TİLLE ile TİLLE[Fars.]
( Basamak. | Sıradağ. İLE İşlenmemiş altın. )

- TİRE ile TÎRE[Fars.]
( " - " işareti. İLE Bulanık. Kara. Karanlık. )

- tûbâ ile TÛBÂ ile TUBBA'[çoğ. TEBÂBİA]
( Güzellik, iyilik, hoşluk. | Rahatlık. İLE Cennet'te, Sidre'de bulunan ve dalları bütün Cennet'i gölgeleyen ilâhî ağaç. İLE Eski çağlarda, Yemen bölgesinde saltanat süren eski Arap hükümdarlarının unvanı. )

- TUFÛ[Fars.] ile TUFÛ' ile TUFÛH'
( "Tüh!" anlamında kullanılır. İLE Ateşin sönmesi. İLE Kabın, ağzına kadar dolması. )

- TUFÛL ile TUFÛL[< TIFL]
( Güneşin, Batı'ya yaklaşması. İLE Çocuklar. )

- TÛLÂ ile TULÂ'
( Daha(pek/çok/en) uzun. İLE Ense kökü. )

- TÜRA'[< TUR'A] ile TÜR'A[çoğ. TURA', TÜRÜÂT]
( Suyun taştığı yerler. | Kanallar. İLE Suyun taştığı yer. | Kanal. )

- TÜRB[Fars.] ile TÜRB/TÜRÂB[çoğ. ETRİBE, TİRBÂN]
( Turp. İLE Toprak. )

- Türkî[Tr. / Fars.] ile TÜRKÎ
( Türk. | Türk'le(rle) ilgili. İLE Türkü. )

- UCBE ile U'CÛBE[çoğ. EÂCÎB]
( Şaşılacak şey. İLE Pek acayip şey, garip, şaşılacak şey. )

- UKAB[çoğ. AKABE, IKBÂN]["ka" uzun okunur] ile UKÂB
( Karakuş, kartal, tavşancıl kuşu. | Hz. Muhammed'in alemlerinden birinin adı. | Nesir burcu, Kartal takımyıldızı. İLE Toz, duman. )

- ÛLÂ ile ULÂ
( Birinci, ilk. İLE Şan ve şeref sahibi. )

- ULÜF[< ULÛFE] ile ULÛF[< ELF]
( Yemler, ulûfeler. | Sipahi, yeniçeri maaşları. İLE Binler. )

- UMKAN ile UMKÎ
( Derinliğine. İLE Derinlikle ilgili. )

- UMMÂN ile Ummân
( Derinliğine. İLE Arap Yarımadası'nın güneydoğu köşesi olan geniş kıta ve bu kıtanın kıyısından Hind kıyılarına ve güneye doğru uzanan açık deniz. )

- UNSUL ile UNSUR[çoğ. ANÂSIR]
( Adasoğanı.[şurubu, kalp hastalıklarına, kan bozukluğuna ve akciğer zarı yangısına/iltihabına karşı kullanılır] İLE Birleşik/bütüncül nesneleri oluşturan basit/tekil nesnelerin her biri. | Bir bütünden ayrılıpı bir parça oluşturan bölüm. | Kök, esas, madde. )

- UR ile ÛR[< A'VER, AVRÂ]
( Gözelerin aşırı çoğalmasıyla dokularda oluşan ve büyüme eğilimi gösteren yumru, tümör. İLE Tek gözlüler. | Silahsız, mühimmatsız olanlar. )

- URÛS ile URÛŞ[< ARŞ] ile URÛZ[< ARZ]
( Ekin ya da meyve mahsullerinin zekâtı. İLE Gökler, arşlar, tavanlar. İLE Arzlar, keyfiyetler, bildirmeler. | Ârız olma, gelme. )

- USÛL[< ASL] ile USÛR[< ASR]
( Asıllar, kökler. | Bir ilmin ya da tekniğin asıl konusundan önce öğrenilmesi gereken esas, başlangıç, bilgi. | Başlangıç. | Yol, yöntem, tertip, metod, nizam, kaide, düzen. İLE Yüzyıllar. )

- UTM/UTÜM ile UTUM
( Yabani zeytin ağacı. İLE Köşk. | Taş duvar/yapı. )

- UZÛBET ile UZÛBET/UZBET
( Tatlılık, şirinlik, lâtiflik. İLE Bekârlık, ergenlik. )

- Ü ile Ü[Fars.]
( Osmanlı abecesinin "elif" ve "ayın" ile başlayan sözcüklerinden hafif zammelilerin sesini verir. İLE Çok kez "ü" gibi ve sesli biten sözcükten sonra "vü" olarak okunur.[KAZÂ VÜ KADER: Kaza ve kader.] )

- ÜCÛM ile ÜCÛN
( Kale, palanka. İLE Suyun renginin ve tadının bozulması. )

- ÜKLE[< ÜKEL] ile ÜKRE
( Lokma. İLE Çukur. | Top, yuvarlak şey. )

- [Fars.] ÜŞKÛFE ile ÜŞKÜFTE
( Çiçek. İLE Açılmış çiçek. )

- VAV ile VÂ ile VA' ile VÂ[Fars.]
( V harfinin adı. Osmanlı abecesinin yirmidokuzuncu harfidir.[Ebced hesabında 6 sayısının karşılığıdır.] İLE "Vah, yazık!" anlamına gelerek esef, hayıf, hasret gibi sözcüklerle kullanılır.[VÂ-HAYFÂ: Eyvah! Yazık!] İLE Çakal. İLE "Geri, arkada" anlamına gelerek birleşik sözcükler yapar.[VÂ-MÂNDE: Geride kalmış, geride.] )

- VÂCİD ile VÂCİZ
( Vücûda getirici/getiren. | Zengin. [Allah'ın sıfatıdır.] İLE Kısa. )

- VA'D ile VÂD[Fars.]
( Söz verme, üstüne alma. | Yapılmasına söz verilen şey. İLE Oğul. )

- VÂH ile VÂH/VÂHA[çoğ. VÂHÂT]
( Vâh, yazık, ay. İLE Çöl ortasında suyu ve yeşilliği olan yer. )

- VÂHİM[< VEHM] ile VAHÎM[çoğ. VİHÂM, VAHÂMÂ]
( Kuran, kuruntulu. İLE Ağır, sonu tehlikeli, çok korkulu. )

- VAHS/VEHS ile VAHZ
( Ayak altında çiğneme. | Kırma. İLE Çimdikleme. | Sivri bir şey batırarak acıtma. | Isırma, sokma. )

- VAHŞ/VAHÎŞ ile VAHŞ[çoğ. VAHŞÂN, VUHÛŞ]
( Dört ayaklı hayvanlarda görülen bir hastalık. İLE Yabani, ürkek, insandan kaçan hayvan. | Issız, tenha yer. )

- VAHŞÎ ile Vahşî
( Yabanî, insandan kaçan. | Ürkek, korkak. | Merhametsiz, duygusuz. İLE Uhud Gazâsı'nda, Hz. Hamza'yı öldüren köle. )

- VAÎD ile VÂİZ[< VA'Z | çoğ. VÂİZÂN, VU'ÂZ]
( Birini iyiliğe sevk ve kötülükten uzaklaştırmak için korkutma, yıldırma. İLE Dini öğütlerde bulunan.[ibâdet yerlerinde] )

- VAKD ile VAKT/VAKİT[çoğ. EVKAT]
( Ateşin yanması, tutuşması. İLE Vakit, zaman. | Saat, günün çeşitli saatleri. | Mevsim. | Uygun zaman. | Boş zaman. | Geçim. | Çağ, zaman. | Fırsat. | Belirli/belirtilen zaman. )

- VÂKIÂ ile VÂKIA[çoğ. VÂKIÂT] ile VAKİA[çoğ. VAKAYİ']
( Gerçek, gerçi, her ne kadar. İLE Olmuş bir iş, vuku' bulmuş, gerçek. | Düş, rüya. | Cenk, savaş. İLE Olay, vak'a, hadise. )

- VÂKÎ ile VÂKİ'[< VUKU'] ile VAKİH
( Koruyan, saklayan. | Önleyici tedbir, ilâç. İLE Olan, düşen, olagelen, rastlayan, vuku' bulan. | Geçen, geçmiş olan. İLE Edepsiz, utanmaz, hayâsız. )

- VÂLİD[< VİLÂDET] ile VÂLİDE
( Baba. İLE Ana, doğuran. )

- VASATÎ HATÂ ile VASATÎ MÜRABBAÎ HATÂ
( [matematikte] Herhangi bir şeyin müteaddit ölçülerinin vasatîsi olan rakamı beher ölçü miktarını temsil eden rakamdan çıkarmak sûretiyle elde edilen farklar toplamının ölçü adedine bölümünden elde edilen ± hatâ miktarı. [Fr. ERROR MEDIUS] İLE Herhangi bir şeyin müteaddit ölçülerinin vasatîsi olan rakamı beher ölçü miktarını temsil eden rakamdan çıkarmak suretiyle elde edilen farkların kareleri toplamının kökünün ölçü adedine bölünmesinden elde edilen ± hatâ miktarı. [Fr. ERROR MEDIUS METUENDUS] )

- VÂSIB ile VASIB
( Sürekli, yerinde duran. İLE Hasta. )

- VÂSİ'[< VÜS'AT] ile VASÎ[< VESÂYET | çoğ. EVSIYÂ']
( Geniş, açık, enli, bol. | Allah'ın adlarından biri. İLE Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye memur edilen kişi. | Bir yetimin ya da akılca zayıf ve hasta olan bir kişinin malını idare eden kişi. | Hz. Ali. [İmamiye mezhebine göre] )

- VATM ile VATY
( Ayakla çiğneme. | Perdeyi salıverme. İLE Ayakla çiğneme. | Birleşme, birlikte olma, eşeysel ilişkiye girme. )

- VA'Z ile VAZ'[çoğ. EVZÂ'] ile VÂZ[Fars.]
( Bir kişiye, kalbini yumuşatacak, kendini iyiliğe sevk edecek biçimde söz söyleme. | Dini öğüt. İLE Koyma, konulma. | Belirleme, tayin etme. | Kurma, icad etme. | Bir şeye ad koyma. | Meydana getirme. | Duruş, tavır, hareket. İLE Bırakma, terk. )

- VÂZI'[< VAZ] ile VÂZIH
( Koyan. | Temelini koyan, kuran, yapan, hazırlayan. İLE Açık, meydanda, belirli, kapalı olmayan söz/tümce. )

- VAZÎ'[< VAZ] ile VAZ'Î/VAZ'İYYE ile VAZÎH[< VUZÛH]
( Alçak, bayağı, âdî, aşağı. İLE Onunla ilgili, vaz'a mensup. İLE Apaçık, besbelirli, meydanda. )

- VE ile VE
( Dahî, de, hem, ile. İLE Çok kez "ü" gibi ve sesli biten sözcükten sonra "vü" olarak okunur. )

- VECÎ[< VECÂ] ile VECÎH[çoğ. VÜCEHÂ]
( Ağrıtıcı, sızlatıcı. İLE Bir kavmin ulu'su, büyüğü, başkanı. | Güzel, hoş, lâtif. | Uygun/münasip. )

- VECÎZ/VECÎZE[< VECÂZET] ile VECÎZE
( Kısa, derli-toplu. İLE Özdeyiş, îcazlı söz, lâfzı az mânâsı çok ifade. )

- VEDA' ile VEDÂ
( Beyaz boncuk. İLE Ayrılma, ayrılış. )

- VEDÎ ile VEDÎ'[< VEDA]
( İşeme bittikten sonra çıkan su. | Arabistan'ın bazı yerlerinde alınan vergi. İLE Başkasının malını saklamakla görevli kişi. )

- VEFD ile VEFD
( Elçiler, temsilciler. İLE Gelme, varma, ulaşma, erişme. | Özel bir iş ile birinin yanına gitme, elçi gibi gönderilen insan topluluğu. )

- VELED-İ BENÂT ile VELED-İ BENÎN
( Dişil çocukların eril ve dişil çocukları. İLE Eril çocukların eril ve dişil çocukları. )

- VELEH ile VELEH[Fars.]
( [Kederden gelen] Şaşkınlık, sersemlik. İLE Kahır ve hışım. )

- VELİYY[çoğ. EVLİYÂ] ile VELÎ[Fars. < VELÂYET]
( Allah'ın 99 adından biri. | Sahip. | Bir çocuğun her türlü hareketinden ve durumundan sorumlu olan kişi. | Ermiş, eren. İLE Velâkin, ammâ, fakat. )

-[Fars.] VER ile -VER
( "ve er"in kısaltması Ve, eğer. İLE "Sahip, usta, mâlik" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar.[DÂNİŞ-VER: Âlim. | SUHAN-VER: Şair, edip.] )

- VERÂ'/VERÂ ile VER'A ile VERÂ[çoğ. VERÂYÂ] ile VERA'
( Arka, geri, öte. | Başka, gayri. | Kıç, geri, dübür. İLE Korkaklık. İLE Halk, mahluk; âlem, kâinat. İLE Haramdan kaçınma. )

- VESEN ile VESEN[çoğ. EVSÂN]
( Uyku ağırlığı, uyuklama. İLE Put. )

- VESENÎ ile VESENÎ
( Uyku verici.[HYPNAGOGIC(İng.), HYPNAGOGIQUE(Fr.)] İLE Puta ait, putla ilgili. | Puta tapan.[SÜNÂÎ][Zerdüştlük'te iki elle tapmaları dolayısıyla] )

- VESM ile VESM[çoğ. EVSÂN]
( Döğüp toz durumuna getirme. İLE Dağlama, damgalama. )

- VEZÎR-İ A'ZAM ile VEZÎR-İ MAÂL-İ SEMÎR
( Başvekil, en büyük vezir, sadrâzam. İLE Yüksek niteliği/vasfı olan vezir. )

- VİCÂ' ile VİCÂ'[< VECÂ] ile VİCÂH[< VECH]
( ... İLE Ağrılar, sızılar. İLE Yüzleşme, yüzyüze gelme. )

- VİCÂL[< VECL] ile VİCÂR[çoğ. EVCİRE, VÜCÜR]
( Korkaklar. İLE Kurt, aslan gibi yırtıcı hayvan yatağı, in. | Sel suyunun oyduğu yer. )

- VİDÂC ile VİDÂCÎ
( Boyun damarlarından biri. İLE Boyun damarlarından biri ile ilgili. | Boyun kara damarı. )

- VİHÂM ile VİHÂM[< VAHÎM]
( Aş yerme. İLE Vahim olan şeyler. )

- VİLÂYÂT-I SELÂSE ile VİLÂYÂT-I SİTTE
( 3 ŞEHİR ile 6 ŞEHİR )
( Selânik, Manastır, Kosova'ya verilen ortak ad. İLE Erzurum, Van, Harput[Mâmûretülazîz], Sivas, Bitlis ve Diyarbakır'a verilen ortak ad. )

- VİRD[çoğ. EVRÂD] ile VİRD[< VAHÎM]
( Belirli zamanlarda okunması âdet olan Kur'ân-ı Kerîm cüzleri, duaları. İLE Öğrenci.[ŞAKİRD(Fars.)] | Mürit. )

- VİSÂK ile VİSÂK[< VESÎK]
( Bağ, rabıta. | Antlaşma, sözleşme[and içerek/yeminle]. İLE Çok sağlam ve güçlü bağlar. | Antlaşmalar, and içmeler/yemin etmeler. )

- VİSÂM ile VİSÂM[< VESÎM]
( Damgalı, nişanlı. İLE Güzel yüzlüler. | Rastıklılar. | Damgalılar. )

- VUZÛ' ile VUZÛ' ile VUZÛH
( Abdest alma. İLE Nefsini alçaltma, hakir görme. İLE Açık ve belirli olma, anlaşılır olma. | Açıklık, aydınlık. | İfadede açıklık. )

- VÜRÛD ile VÜRÛD[< VERÎD]
( Geliş, gelme, varma; yetişme. İLE Toplardamarlar. )

- VÜSÛK ile VÜSUK[< VESAK/VİSÂK]
( İnanma, güvenme. | Sağlamlık, muhkemlik. İLE Bağlar, rabıtalar. | Antlaşmalar, sözleşmeler.[and içerek/yeminle] )

- Y ile YÂ ile YÂ ile YÂ[Fars.]
( Osmanlı abecesinin 31. harfidir.[Ebced hesabında 10 sayısının karşılığıdır.] İLE Ye harfinin adı. İLE Ey! Hey! Arapça'da, başına geldiği türevin ilk sözcüğünü üstün(meftuh) okutur.[YÂ-RABB-EL-ÂLEMÎN] | Tek sözcüğün başına gelirse o sözcüğün son harfini ötre(mazmun) okutur.[YÂ AHMEDÜ] İLE O halde, öyleyse. )

-[Fars.] YÂFTE ile -YÂFTE
( Yafta, bir malın cinsini, fiyatını vs. belirten kâğıt. İLE "Bulmuş, bulunmuş, bulunan" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar.[ŞEREF-YÂFTE: Şeref bulmuş.] )

- YÂHÛ ile YÂ-HÛ
( Ey Tanrı/Allah'ım! [Dervişlerin, "Allahısmarladık" yerine birbirlerine verdikleri selâm. asıl karşılığı YÂ-MEN-HÛ] İLE Ey o zât![Ey Allah!] | Hey, bana bak, baksan a!, a canım, adam!, adamlar!, ey sen!, duymuyor musun? )

- YÂHÛD[Fars.] ile Yahûd/Yehûd
( Ya da, veya, isterseniz. | İyisi, daha doğrusu. İLE Yahudî. Hz. Yâkub'un oğlu Yahuda soyundan gelenler, İsrailoğulları. )

- YAKİNEN ile YAKİNÎ
( Kesin/kat'î olarak, hiç şüphe edilecek bir tarafı bulunmaksızın. İLE Kesin/kat'î, şüphe edilmeyecek bilgiye ait, onunla ilgili. )

-[Fars.] YÂLE ile YELE
( Sığır boynuzu. İLE Otlağa salınmış hayvan sürüsü. | Güçlü, saldırıcı. | Koşucu, koşan. )

- YA'NÎ[< ANÂ] ile YÂNİ'
( Demek, şu demek. | Sözün kısası, doğrusu, senin anlayacağın. İLE Kıvama gelmiş, olmuş; pişkin. )

- YÂRE[Türkçe] ile YÂRE[Fars.]
( Yara. [bu sözcük Türkçe olduğu halde türevler oluşturulmuştur][YÂRE-İ DİL: Gönül yarası. | YÂRE-İ HİCRÂN: Ayrılık yarası.] İLE Bilezik. )

- YERÂ'[< YERÂA] ile YERÂA[çoğ. YERA']
( Kamışlar; yontulmamış kamış kalemler. | Ateşböcekleri. İLE Kamış; yontulmamış kamış kalem. | Ateşböceği. )

- YEMÎN ile YEMÎN
( Sağ, sağ taraf, sağ el. İLE And. )

- YESÛÎ ile YESÛR
( Hz. İsa'ya ait, onunla ilgili. İLE Kumarbaz. )

- ZÂ ile -ZÂ ile ZÂ ile ZÂ ile -ZÂ/ZÂY ile ZEL/ZELL ile ZI
( "Ze" harfinin adı. İLE "Bu, şu" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler oluşturur.[BA-DE-ZÂ: Bundan sonra. | HÂ-KE-ZÂ: İşte bunun gibi.] İLE "Sahip, mâlik" anlamlarına gelerek, Eski Türkçe'de zî/zû şekilleriyle kullanılır. İLE "Zı" harfinin bir adı. İLE "Doğuran" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler yapar.[NÂDİRE-ZÂ: Nadir, bulunmaz şey oluşturan. | SUHAN-ZÂ: Söz doğuran, icad eden.] İLE Osmanlı abecesinin 11. harfidir.[Ebced hesabında 700 sayısının karşılığıdır.] İLE Osmanlı abecesinin 20. harfidir.[Ebced hesabında 900 sayısının karşılığıdır.] )

- ZEL/ZELL ile ZELL
( Osmanlı abecesinin 11. harfidir.[Ebced hesabında 700 sayısının karşılığıdır.] İLE Kayma, ayağı sürçme. | Yanılma, yanlış yapma. )

- ZÂD[çoğ. EZVÂD/EZVİDE/ZEVÂD] ile ZÂD[< ZİYÂDET] ile ZÂT ile ZÂT ile -ZÂD[Fars.]
( Azık, yiyinti. İLE Çoğalsın, artsın. İLE Kendi. | Asıl, öz, cevher. | Saygıya değer kişi. İLE Sahip, mâlik[hanım][<(dişil/müennes) ZÛ]. | Hekimlik terimlerinde hastalık [ZÂT-ÜD-DİMÂĞ: Beyin dokusunun/nescinin yangısı/iltihabı.], bitkibilim[botanik] ve hayvanbilim[zooloji] terimlerinde "-li, -giller" gibi anlamlarıla sınıflamalar oluşturur.[ZÂT-ÜL-İBRE: İğneli böcekler.] İLE "Doğma, doğuş" anlamına gelerek birleşik sözcükler yapar.[MÂDER-ZÂD: Anadan doğup büyüme. | NEV-ZÂD: Yeni doğmuş.] )

- ZÂDE ile ZÂDE[Fars. | çoğ. ZÂDEGÂN]
( "Çok olsun!", "Artsın!" anlamlarında iyi bir dilek sözü. İLE Evlât, oğul. | Doğru, insaniyetli kişi. | "Doğmuş, meydana gelmiş" anlamlarıyla birleşik sözcükler yapar.[MERDÜM-ZÂDE: İnsan.] )

- ZA'F ile ZA'F ile ZAHF
( ... İLE Zayıflık, güçsüzlük, arıklık. | Gönül akışı, meyil, bir şeye yönelik duyulan aşırı istek. İLE Sürünerek yürüme, ayaklarını sürüyerek yürüme. | Emekleme. | Düşman üzerine gönderilen asker; askerin düşmana karşı yürümesi. )

- ZÂFİR[< ZAFER] ile ZAFÎR[< ZAFER] ile ZAFÎR
( Zafer kazanan. İLE Zafer bulan, zafere erişen. İLE Sinir demeti.[İng., Fr. PLEXUS] )

- ZAGAN[< ZÂG]["ga" uzun okunur] ile ZAGAN
( Kargalar. İLE Çaylak. )

- ZÂHİF[çoğ. ZÂHİFÂT] ile ZÂHİF
( Sürüngen, yılan gibi karnı üzerinde sürünerek ilerleyen. İLE Kibirli, övüngen.[MAĞRUR, MÜTEKEBBİR] )

- ZÂHİL ile ZÂHİL ile ZÂHİL ile ZÂHİR
( Zakkum ağacı. İLE Sağlığı düzelen ya da sıkıntıdan sonra gönlü ferahlayan. | Unutan. İLE İhmal eden, unutan. İLE ... )

- ZÂHİR[< ZUHÛR] ile ZAHÎR[< ZAHR] ile ZAHÎR ile ZÂHİR ile ZÂHİR ile ZÂHİR ile ZAHR
( Görünen, görünücü, açık, belirli, meydanda. | Elbette, şüphesiz, öyledir ya. | Galiba, zannederim, umulur ki. | Görünüşe göre, anlaşılan, meğer. | Dış yüz, görünüş. İLE Arka çıkan, yardımcı. İLE İç ağrısı. | Bâsur ve mesâne yangısında olan ağrılı ıkıntı. İLE Parlak.[daha çok, yıldızlar için] İLE Taşkın, coşkun. İLE Semiz, tavlı, bol. İLE Arka, sırt. | Kâğıt vs.'nin arka tarafı, gerisi. )

- ZÂHİRE ile ZÂHİRE[< ZEVÂHİR] ile ZAHÎRE[< ZAHÂİR]
( Dışarı fırlamış göz, lokma göz. İLE Parlak. İLE Gerektiği zaman harcanmak üzere ambarda saklanan hubûbat, yiyecek. )

- ZÂHİREN ile ZÂHİRÎ
( Görünüşte, görünüşe göre, göründüğü gibi, meydanda olarak. İLE Görünen, görünürdeki. | Ebû Dâvûd-ı Zâhirî'nin kurduğu mezhebe ait/mensup. )

- ZAHM ile ZAHM ile ZAHM[Fars.]
( Sıkıştırma. İLE İri, kalın, büyük. İLE Yara. )

- ZÂİM ile ZAÎM
( Zeâmeti olan. İLE Zeâmet sahibi. | Kefil. | Prens, şef. )

- ZÂKİ ile ZAKÎ[< ZEKÂ] ile ZAKÎ[< ZEKÂ] ile ZÂKİR
( Saf, halis, temiz, pak. İLE Keskin/güzel kokulu. İLE Saf, temiz, doğru hareketli. İLE Anan, zikreden/zikredici. | Tekkelerde zikir sırasında dervişleri teşvik için ilâhiler okuyan kişi. )

- ZÂLİK ile ZÂLİK
( Gidici/giden. İLE Şu, o. )

- ZAMÂN/ZEMÂN[çoğ. EZMİNE] ile ZAMÂN
( Zaman, vakti, çağ, devir. | Süre, mehil. | Mevsim. | Fiillerde, geçmiş, şimdiki, gelecek ve geniş zamanlardan her biri. İLE Kefil olma, kefillik. | Bir şeyin mislini ya da değerini vermek üzere zarara karşı kefil olma, garanti. )

- ZÂMİN ile ZAMÎN
( Tazmine zorunlu olan, kefil. İLE Tazmîn eden, kefil olan. )

- ZÂMİR ile ZAMÎR[çoğ. ZAMÂİR]
( Neyzen, düdük çalan. İLE İç, içyüz. | Kalp, vicdan. | Gönülde gizli olan sır. | [dilbilgisinde] Adın yerini tutan sözcük. )

- ZÂNN ile ZANN/ZAN[çoğ. ZUNÛN]
( Zannedici, sanan. İLE Sanma, sanı, sezme. | Şüphe, işkil. )

- ZAR' ile -ZÂR[Fars.] ile -ZÂR[Fars.]
( Meme. | Süt veren hayvan memesi. İLE Ağlayan, inleyen. | Zayıf, dermansız. | İnleme, ağlayış. İLE Adlara eklenerek yer adı bildirir.[ÇEMEN-ZÂR: Çimenlik. | GÜL-ZÂR: Güllük. | LÂLE-ZÂR: Lâle bahçesi.] )

- ZARÎ ile ZARÎ ile ZÂRİ' ile ZÂRÎ[Fars.]
( Kanı durmayan damar. İLE Memesi büyük olan. İLE Ekin eken, çiftçi. İLE Ağlayıp sızlama. )

- ZARÎFE ile ZÂRİFE
( Zarif şey. İLE Fazla, gereksiz söz. )

- ZARR ile ZÂRR ile ZARR
( Zarar. İLE Zararlı. İLE Zarara neden olan. )

- ZÂTÎ ile Zâtî
( Kendiyle ilgili, kendine ait, kişilik, özlük, özel. İLE Ünlü Türk şairi. [1471 - 1546] )

- ZAY'A[< ZIYÂ/ZIYA'] ile ZAYÂ'
( Binasız arsa. | Geliri olan bina. | Tarla, çiftlik. İLE Elden çıkma, yok olma, kaybolma. )

- ZEBÂNÎ[çoğ. ZEBÂNİYÂN] ile ZEBÂNÎ[Fars.]
( Cehennemlikleri cehenneme atmaya memur edilen melek. İLE Dile ait, dil ile ilgili. )

- ZEBÎL ile ZEBÎR ile ZEBL / ZEBR
( Gübre, fışkı. | Pislik. İLE Mihnet, sıkıntı. | Mektup, yazılmış şey. İLE ... )

- ZEBL ile ZEBR[Fars.]
( Deniz kaplumbağasının kabuğu. İLE Kitap, cüz. | Kitap yaprağı. | Yazı yazma. | Söz. | Yazı. | Zekâ. | Güçlü, sağlam kişi. )

-[Fars.] ZED ile -ZED
( ... İLE "Vuran/vurucu" anlamına gelerek birleşik sözcükler yapar.[GÛŞ-ZED: Kulağa çalınan. | ZEBÂN-ZED: Yayılmış söz, dil persengi(gereksiz sözcük/ifade tekrarları).] )

- ZEFER ile ZEFER[Fars.]
( Kötü koku. İLE Ağaca vurulan destek, dayak, payanda. )

- ZEHL ile ZEHR[çoğ. EZHÂR] ile ZEHR[Fars.] ile ZEİR/ZE'R / ZEÎR
( Dalgınlıkla unutma ya da geciktirme. | İşin çokluğu yüzünden geciktirme. İLE Çiçek. İLE Zehir, ağu. İLE ... )

- ZEİR/ZE'R ile ZEÎR[çoğ. ZEÎRÂT]
( Aslan kükremesi. İLE Gövdenin içinden duyulan doğal ya da hastalıklı ince ses. )

- ZEKÂ' ile ZEKÂ'
( Saflık, duruluk; hal düzgünlüğü. İLE Zeyreklik, çabuk anlama, zihin keskinliği. )

- ZEKÂVET ile ZEKÂVET
( Zeyreklik, çabuk anlama, kavrama. İLE Zekâ, zekilik. )

- ZEKÎ[< ZEKÂ] ile ZEKÎ[çoğ. EZKİYÂ] ile ZEKÎR
( Temiz, halis, hali temiz olan kişi. İLE Zeyrek, zekâ sahibi, çabuk anlayışlı. İLE Unutmayan, belleği güçlü. )

- ZELÎL ile ZELÎL[< ZİLLET | çoğ. EZİLLÂ, EZİLLE, ZİLÂL, ZULLÂN]
( Sürçüp düşen, yanılan. İLE Hor, hakir, alçak, aşağı tutulan, aşağılanan. )

- ZEMZEM ile Zemzem
( Yavaş ve hafif türkü söyleme. | Türk müziğinde en az 5-6 yüzyıllık bir mürekkep makam.[örneği kalmamıştır] İLE Kâbe yakınlarındaki ünlü kuyu.[Bİ'R-İ/ÇÂH-I/ÇEH-İ ZEMZEM] )

-[Fars.] ZEN ile -ZEN
( Kadın. [PÎRE-ZEN: Koca-karı.] İLE "Vurucu, vuran, atan, çalan" anlamlarına gelerek birleşik sözcükler oluşturur. [DEST-ZEN: El vurucu, işe başlayan. | HANDE-ZEN: Kahkaha atan.] )

- ZENÂBÎL[< ZENBÎL/ZİNBÎL] ile ZENÂBÎR[< ZÜNBÛR]
( Zenbiller. İLE Eşek arıları. )

-[Fars.] ZENÂN ile -ZENÂN
( Kadınlar. | Vurucular, dövücüler. İLE "Vurarak" anlamıyla birleşik sözcükler oluşturur. [TA'NE-ZENÂN: Söverek, küfür ederek.] )

- ZENCEBÎL ile ZENCEFÎL
( Zencefil. | Şarap. İLE Hindistan ve Malezya'da kalın ve yumuşak köksaplı bir bitki. )

- ZEND[çoğ. EZNÂD, ZİNÂD] ile ZEND[çoğ. ZİNÂD] ile ZEND[Fars.]
( Çakmak demiri. İLE Dirsek ile bilek arasındaki iki kemikten iç tarafta bulunanı, dirsek kemiği. [KÛ'BERE: Dış taraftaki kemik.] İLE Zerdüşt'ün, kendine indiğini ileri sürdüğü kitap. | Eski Farsça'nın bir lehçesi. )

- ZER'[çoğ. ZÜRÛ] ile ZER[Fars.] ile ZER[Fars.]
( Ekme, tohum saçma. | Ekilmiş ekin. İLE Altın. | Akçe, para. | Nevbet, oruç, çile. İLE Sarı. )

- ZERD/ZERED[çoğ. ZÜRÛD] ile ZERD[Fars.]
( Halka halka örülmüş savaşçı zırhı. İLE Sarı. | Solgun, soluk. )

- ZERÎ' ile ZER'Î[çoğ. ZER'İYYÂT] ile ZERİ'
( Araya giren, şefaat edici. İLE Arşınla ölçülen şey. İLE Çabuk, kolay olan. )

- ZER'İYYÂT[< ZER'Î] ile ZER'İYYÂT
( Arşınla ölçülen şeyler. İLE Ekim işleri. )

- ZERRÂ'[< ZER'Î] ile ZERRÂH/ZÜRRÂH[çoğ. ZERÂRÎH]
( Ekinci, çiftçi. İLE Kuduz böceği. )

- ZEVÂD[< ZÂD] ile ZEVÂT[< ZÂT] ile ZEVÂD[Fars.]
( Azıklar, yiyintiler. İLE Kişiler/şahıslar, kimseler. İLE Azık, erzak stoku. )

- ZEYL ile ZEYL[çoğ. EZYÂL, ZÜYÛL]
( Ayırma, tefrik. İLE Etek. )

- ZIMNEN ile ZIMNÎ[çoğ. EZYÂL, ZÜYÛL]
( Açıktan olmayarak, dolayısıyla, kapalıca, üstü kapalı olarak. İLE Üstü kapalı, örtülü, açıktan olmayarak, dolayısıyla anlatılan. | Kendiliğinden. )

- ZIYA'/ZIYÂ'[< ZAY] ile ZIYA'
( Tarlalar, küçük çiftlikler. İLE Kayıp, yitim, kaybolma. )

- ZÎ- ile Zİ
( "sahip" anlamına gelmek üzere, sözcüklerin başına getirilerek birleşik sözcükler yapar. [ZÎ-NÜFÛZ: Sözü geçer, nüfuzlu. | ZÎ-KIYMET: Değerli. | ZÎ-ŞAN: Şanlı, şerefli.] İLE Giysi/elbise, kılık, kıyâfet, heyet. )

- ZÎB ile Zİ'B[çoğ. ZİÂB, ZU'BÂN]
( Süz, bezek. İLE Kurd, canavar. )

- ZİBL ile ZİBR[çoğ. ZÜBÛR]
( Süprüntü, gübre. İLE Mektup. | Kitap. | Yazı. )

- ZİHİ ile ZİHÎ
( Arapça'da, "şu, bu" anlamına gelen işaret sözü. İLE Ne güzel, ne hoş. | Aferin, bravo. )

- ZİHNEN ile ZİHNÎ
( Zihince, zihinde, zihinle, zihinden. İLE Zihne özgü, zihinle ilgili. )

- ZÎR ile ZÎR[Fars.]
( Sazın en ince teli. İLE Alt, aşağı. | Tîz perde. )

- ZİRÂ' ile ZÎRÂ[Fars.]
( Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan bir uzunluk ölçüsü.[75-90 cm. arasındadır.] | Ay menzillerinden biri. İLE Çünkü, şundan dolayı ki. )

- ZİRÂÂT[< ZİRÂ] ile ZİRÂÂT ile ZİRÂÂT[< ZİRÂAT]
( Uzunluk ölçüleri. İLE Ekincilikler, çiftçiler, tarımlar. İLE Ekincilik, çiftçilik, tarım. )

- ZÎYÂFET ile ZÎYÂFET
( Değişik ve karışık olma. İLE Konuk kabul etme. | Konuğa yedirip içirme, şölen. )

- ZÛ-/ZÜ- ile ZÛ'[çoğ. AZVÂ]
( "sahip" anlamına gelmek üzere, sözcüklerin başına getirilerek birleşik sözcükler yapar. [ZÛ-ERBAAT-İL-ADLA': Dörtgen. | ZÛ-SEMÂNİYET-İL-VÜCÛH: Sekizyüzlü. (Fr. OCTAÈDRE)] İLE Aydınlık, ışık. )

- ZUHR ile ZUHR[çoğ. AZHÂR]
( Gereksinim zamanı için alınan ve saklanılan şey.[en çok maneviyatta kullanılır][A'mâl-i sâliha insanın zuhrudur.] İLE Öğle, öğle vakti. )

- ZÛLÂ' ile ZULA[Tr. argo]
( Hayvanların ayaklarında çıkan ve hayvanı aksatan bir hastalık. İLE Saklama yeri. | Saklanılan nesne/şey. )

- ZÛR ile ZÛR[Fars.]
( Yalan, asılsız, uydurma söz. İLE Güç, kuvvet. )

- ZURAFÂ[< ZARÎF] ile ZÜRAFA
( Zarifler, nazik, ince duygulu, hoş konuşmayı bilir zeki kişiler. | Seviciler. İLE En uzun boylu hayvan. )

- ZÜBÛR[< ZİBR] ile ZÜBÜR[< ZEBÛR]
( Mektuplar, kitaplar. İLE Kitaplar, mektuplar. )

- ZÜCÂCÎ ile ZÜCÂCÎ
( Camcı, sırçacı. İLE Camdan/sırçadan yapılmış. )

- ZÜHÛL[< ZAHL] ile ZÜHÛL ile ZÜHÛR
( Düşmanlıklar, öcler, intikamlar. İLE Dalgınlıkla unutma ya da geciktirme. | İşin çokluğu yüzünden geciktirme. İLE ... )

- ZÜHUR[çoğ. EZHÂR] ile ZÜHÛR ile ZÜHÛR
( Darlıkta çıkarmak üzere biriktirilip saklanan şey. İLE Çiçekler. İLE Parlaklık, parıldama. )

- ZÜKÂ ile ZÜKÂ
( Peşin para ödeyen, zengin kişi. İLE Güneş. | Yıldız. )




Bu sayfa 01 Ocak 2024 itibariyle 652 kez incelenmiş/okunmuştur.